23 Kasım 2016 Çarşamba

Cumhuriyet Gazetesi - Tehlikenin Farkında mısınız?



“Naapıcaz abi?”, “Ölünün körünü yapıcaz!”


Uzun zamandır farklı dijital medya mecralarında sıkça karşıma çıkan bir cümle, bir soru kalıbı var. Arada ufak tefek farklar olsa da, cümle aşağı yukarı hep aynı içerikte. Bir, iki örneğini vereceğim: 
                                                                                            
“Yetmez ama evetçileri bırak da , ne yapmak gerekiyor, onu söyle!”, 

“Hikaye anlatmayı bırak da, naapıcaz onu anlat”,

“Naapıcaz abi?”, “Nereye gidiyoruz abi?”, “Noolucak şimdi?”.

Bu ve benzeri sorular, % 49,5’in dışında kalanlarca hemen her gün birilerine soruluyor. Muzır bir adamım ya, bana sorulduğunda aklıma ilk gelen ama yüksek sesle ifade edemediğim cevap şu: “Elinin körü olacak”, “Elinin körüne gidiyoruz” ya da “Elinin körünü yapacağız”. (Aslı “ölünün körü”dür de, hani ölüyü buldun da bir de kör olanını arıyorsun gibi, zamanla değişmiş işte).

Neden mi bu tarz cevaplar? Çok basit. Bakın şimdi:

“Tehlikenin farkında mısınız?”

Hatırlıyor musunuz? Cumhuriyet Gazetesi’nin kısıtlı imkanlarına rağmen, canını dişine takıp televizyonlara verdiği bir reklam vardı. Tabii aslında ona reklam demek yanlış. O bir çığlıktı. Görenlerin, farkında olanların yüreklerinden, ciğerlerinden bir çığlık. Reklam kuşağında yayınlandığı için biz ona reklam demiştik. 

Görüntüler çok iyi seçilmişti. Verilmek istenen sonuna kadar verilebiliyordu. Ağırlık ve vurgu ise her reklam bandının sonunda sesli ve yazılı olarak yer alıyordu. Altı-yedi farklı senaryo, Cumhuriyet gazetesinin logosunun okunabildiği küçük bir ön sayfa resmi ile temel slogan olan “Tehlikenin farkında mısınız?” ile bitiyordu.

Üçüncü-dördüncü klipten itibaren bu slogana bir ikincisi ekleniyor: “Cumhuriyet’inize sahip çıkın”. Son klipte ise üçüncü bir slogan katılıyor: “Oylarınızı bağımsız ve bölünmez Türkiye için birleştirin”.

(özür diliyorum, youtube'dan video olarak indirip çalıştıramadım. Çok uğraştım, olmadı. Bir sayfa açıp, adresi adres çubuğuna yüklerseniz, izleyebilirsiniz)


https://youtu.be/2n22WtIYgdE

Bu reklam dizisinin önemli bir yanı da yayın tarihiydi. Mayıs 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önce yayınlandı. Ve büyük ihtimalle hatırlamıyorsunuzdur, kısa bir süre sonra da yasaklandı. 

Dokunmadan geçmeyelim. Bu yasak çok tepki çekmedi, hatta daha önceki bir yazımda bahsettiğim “Schadenfreude” duygusunu hissedenler bile oldu. Kimler mi? Yazının ileriki
kısmında anlatacağım.

Yukarıda sıraladığım sorular var ya, hani “ölünün körü” diye cevaplamak istediğim, ben o soruların ve olası düzgün cevaplarının en gecikmiş miladını o reklam dizisi olarak belirlemek isterdim. Olmadı, sorular ancak bugün geliyor. Dilerim, benim düşündüğüm kadar geç olmamıştır.

O Reklamın Beter Sonucu

Bu reklam projesinin Cumhuriyet Gazetesi’nin kendisi için belirlemiş olduğu hedefe erişip erişmediğini bilmiyorum. Ama ülke çapında kesin olarak eriştiği noktaların en beteri, Siyasal İslamcı’ların ve Sol Anti-Kemalist’lerin oluşturduğu çok güçlü bir ittifak oldu.

Aslında bedeli bu kadar ağır olmasa gülüp geçilecek, muhatap bile alınmaması gereken bir aşktı bu. Ama yıkıcı oldu. Böylesi bir aşk nasıl gelişebildi diye soracak olursanız, cevap çok basit (aslında biraz da ilkel, biraz da mide bulandırıcı): Ortak düşmanlarının sayısı ve gücü. Sayalım:

Gazi Mustafa Kemal Atatürk (böyle yazdığıma göre beni başa koyun),

Her türden Kemalistler (pür, sol vb.),

Anti-Kemalist olduğunu ifade etmeyen solcular,

Son zamanlarda bunlara M.Kemal’e (utangaç biçimde) sahip çıkan solcular da eklendi,

Cuntacılar (daha doğrusu, Cuntacı olarak damgalanmış olanlar, örnek ileride),

Bütün haşmetiyle TC Ordusu (haşmetini de gördük).


Bunların dışında bir de menfaatler var tabii. Bu konuya girmiyorum. Menfaat edinenler utanmasın diye değil, onların yerine ben utanmayayım diye.


Bir İddia

Tavırlarını, yazılarını gözlemleyebildiğimiz bu sol Anti-Kemalistlerin ilginç yanı ise şu: Anti kalıpları içinde Anti-Kemalistlik birinci sırada yer alıyor. Özellikle sol jargonda çok alışmış olduğumuz Anti-Kapitalizm, Anti-Emperyalizm, Anti-Siyasal İslam, Anti-Şeriat ve hatta Anti-Faşizm çok gerilerden gelebiliyor. 

Durun, hemen karşı çıkmayın. Bunun çok sayıda kanıtı gösterilebilir. Diğer anti’leri bir kenara bırakalım. Güncel konu, Siyasal İslam. Ben bu Anti-Kemalist zevatın Kemalizm’i Siyasal İslam’dan ve diğer uzantılarından daima daha kötü gördüğü kanaatindeyim. Öyle ki, İslamcıların türlü, çeşitli versiyonlarına belirli bir ilgi ve toleransla (hatta dostça) yaklaşırken, Kemalizm’den ve Kemalistlerden (hele bir de bunlar Sol-Kemalist iseler) sonuna kadar nefret ettiler, onlarla asla biraraya gelmemeye özen gösterdiler.

Bu fikrime naifçe de olsa itiraz edecek olanlar çıkabilir bu malum zevattan. Yapmasınlar. Haklı olduklarını gösteren tek bir örnek verebileceklerinden şüpheliyim. Ama ben, beni doğrulayacak bir dolu örnek verebilirim. Hatta bir-iki örnek vereyim de, kafalar bu konuda daha da netleşsin.

İddiamı Destekleyen Bir Örnek

Önce hayali sayılabilecek bir örnek (aslında bir örneğin mutlaka gerçek olması da gerekmez, hani itiraz edeceklere belirteyim dedim).


Bunların bir kısmı solcu (tabii anti-Kemalist olmak şartıyla)







Örnekte 5-10 kişilik bir grup belirliyoruz. İsim yok! Bunlar toplumda şu ya da bu ölçüde tanınan, kendilerini solcu, sosyalist ve hatta komünist olarak tanımlayan kişiler olsun. Yazar, çizer, sinemacı, tiyatrocu, akademisyen vb. Bir diğer ortak sayılabilecek özellikleri de, belli aralıklarla düzenlenen Abant Toplantıları’na, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın davetlerine, bu vakfın ödül törenlerine,   iftarlarına (!), Türkçe Olimpiyatları’na aksatmadan katılıyor ve çok iyi ağırlanıyor (!) olmaları. Buraya kadarı zaten gerçek. Bunlar oluyor. Şimdi hayali kısma geçelim.

Günün birinde Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ya da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) yöneticilerinin aklına bir otelde toplantı, bir panel, bir iftar ya da bir Öztürkçe Olimpiyadı düzenlemek gelse ve bu zevatı davet etse (ve Abant’tan daha iyi (!) ağırlanacaklarına söz verse), bunların tutumları ne olur? Bence hiçbiri katılmaz, sizce?

Bir Örnek Daha

Konu kaldırdığı için böyle bir örnek verdim. Fetö – ADD ya da Fetö – ÇYDD karşıtlığı abartılı bulunabilir. O zaman hayali, mayali bir yana bırakalım ve tümüyle gerçek hayattan bir örneğe geçelim. Baştan belirteyim, bazı ifadeler sert olabilir. Kabahat bende değil, bahse konu olaylarda ve bana ilham verenlerde.

İlk miting: Ankara


Hatırlarsınız, bir dönem bu ülkede Cumhuriyet Mitingleri düzenlendi. Sırasıyla Ankara, İstanbul, Çanakkale, Manisa ve İzmir’de sayıları milyonları bulan kalabalıklar meydanları doldurdu. Katılmamış olanlar için, o mitinglerde atılan sloganları alt alta yazmam gerekiyor (Kaynak: tr.wikipedia.org): 

“Ne şeriat, ne darbe, tam bağımsız Türkiye”;

“Ne ABD, ne AB, tam bağımsız Türkiye”;

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz”;

“Biz kaç kişiyiz” (Yürüyüş kolu ya da meydanların üzerinde uçan helikopterler Doğan Medya’ya mal edildiği için, o anlarda atılan bu slogan hatalı yazılmış, düzeltiyorum): 

“Aydın Doğan baksana, kaç kişiyiz saysana”.


Bu Çağlayan (İstanbul) mitingi


Bu sloganın “Tayyip baksana” versiyonu da kullanıldı.

Önceki örnekte tanımladığım zevat ve onlar gibiler, tabii ki bu mitinglere katılmadılar. Bu sloganları da duyamadılar. Kurulan sahnelerde neler söylendiğini de duyamadılar. Neden mi? Çok basit. 


Bu İzmir Mitingi


Sloganları atanlar Kemalistler’di, darbeci idiler. Mutlaka darbe isteyen sloganlar atacak, iktidara karşı haykıracak ve Siyasal-İslamcıların kalbini kıracak, onları darbe çığlıklarıyla korkutacaklardı. Bunları duymak gereksizdi, sahnedekiler faşist Kemalistler’di. Amaçları ve ne yapacakları zaten belliydi. Oraya toplanmış, kandırılmış (!) milyonları da adamdan saymak gereksizdi.


Resimleri kasten koydum. Hem katılan sayısı hakkında genel bir fikir verir, hem de bu kadar kişiye “cuntacı”, “darbeci”, “postal yalayıcı” vb. hadsiz ifadelerle saldıranların faşist olarak niteledikleri bazı köşe yazarlarından daha az faşist olmadıklarını kanıtlar. (Bir de “laikçi teyze” konusu var. O biraz daha aşağıda).

Türk Solu (!?)

Bu zevatın elinde ayrıca çok güçlü, görmezden ve inkardan gelinemeyecek bir kanıt da vardı. Mitingin Ankara ayağında kocaman bir pankart açılmıştı. Pankart, diğer tüm pankartları gölgeliyor, onu açan dev grubun haykırdığı sloganlar da yazının üst kısmında sıraladığım ve kitlenin attığı sloganların duyulmasını engelliyordu. (Şaka, şaka, ironi yapıyorum).

Anti-Kemalistlerin mitinglerin ardından yazdıkları yazıların çoğunda “Türk Solu”nun pankartı ve sloganları, tabii grubun kendisi de başrole yerleştiler. Sanılabilirdi ki, meydanları dolduran yüzbinler fon ve vokal olarak oradaydılar. Mitinglerin tek ve ana mesajı, Türk Solu’nunki idi. Herhalde tahmin etmişsinizdir: “Ordu Göreve”.

İşte kanıt: Mitingtekiler darbeciydi, cuntacıydı



Genelde çevremdekiler tarafından esprili, hatta mavracı bir kişi olarak tanınırım. “Ziya’nın diline düşeceğine, ... çukuruna düş” diyen arkadaşlarım da az değildir. Elime böyle bir örnek geçince mavranın şehvetine kapılıp lafı uzattığım oluyor. Sonra kendime kızıyorum ve frene basmaya çalışıyorum. 

Ama bazen konu çok provokatif oluyor ve fren tutmayabiliyor. Şimdi olduğu gibi. Bu seferlik affedin. Birazdan bana hak vereceğinizi sanıyorum.

Bu Anti-Kemalist zevatın görmezden geldiği ama bir yandan da Türk Solu fırsatını kullanarak, tüm sola malederek çeşitli hakaretler savurduğu, aşağıladığı “Faşist-Kemalist” kitlelerin İstanbul ayağında ben de vardım. Aslında bu solcular İstanbul’da da pankart açmışlardı, ama daha küçüğünü. Neyse, gün oldu, devran döndü.

Bu bizim Anti-Kemalistlerin yüzbinleri karalamak, aşağılamak için dört elle sarıldıkları Türk Solu kim çıktı dersiniz? Resimli magazine buyrun:

Bizim zevat bunların bizi temsil ettiğine inanıyordu

    

En ağırıma giden de bu bünyenin solun şefi sayılması


“Laikçi Teyzeler”

Önemli bir nokta daha var: Anti-Kemalist zevatın ifadesiyle katılımcı kadınların adı da “laikçi teyzeler”di. Burada ufak bir ara not koymam şart. Bu ara not ahlak sahibi anti-Kemalistler’e ağır gelebilir. Bu da beni mutlu ve huzurlu eder. Çünkü bu konuda çok hırslı ve hınçlıyım.

Geçtiğimiz yaklaşık on yıllık dönemde, herhangi bir yazısında, bir konuşmasında ya da bir arkadaş sohbetinde istihza ile “laikçi teyzeler” ifadesini kullanmış olan herkes, kayıtsız şartsız alçaktır. O “teyzeler”, bugün artık ne kadar doğru bir eylem olduğu ortaya çıkmış olan o mitinglerdeki katılımcıların en az yarısını oluşturuyorlardı. Yani diğer hadsiz hakaretlerin yanı sıra bir de “laikçi teyzeler” hitabına maruz kalıyorlardı. 

Bir diğer vurucu örnek: Gezi direnişi sırasında, İstanbul Valisi olan herifin, “anneler, gelin, çocuklarınızı eve götürün, burada 



Laikçi teyzeler, başörtülü de var

başları derde girecek” çağrısının ardından, akşamın bir saatinde örgütlenip Gezi’ye gelen, çocuklarını eve götürmek yerine el ele tutuşarak onların önünde canlı kalkan oluşturan ve Vali efendiye “sıkıyorsa gel de al” 


Kocalarını, yemeklerini bırakıp geldiler

 diyenler de o “laikçi teyzeler”di.


Bu Anti-Kemalist tayfanın bunları bilmiyor olmalarını anlarım. Oralara gelememiş, belki ancak uzaktan seyredebilmişlerdi. Peki, o zaman başka bir soru: Bu tayfanın en nefret ettiği köşe yazarlarından bazıları, yazılarında “göbeğini kaşıyan adam” ya da “bidon kafalılar” gibi ifadeler kullandıklarında küfüre kadar varan saldırılarla karşılaşmışlardı. Bu tayfa hala istediğinde bu ifadeler üzerinden Kemalist olarak tanımladıklarına saldırmaktan vazgeçmiş değil. Sorulmaz mı, sizin kullandığınız ifadeler daha mı uygun, daha mı düzgün, daha mı delikanlıca (seksist anlamda değil, hemen coşmayın) diye?

Üzerinde takıntıyla durduğum tek konu “laikçi teyze” konusu. Bu anti-Kemalistlerin genele yönelik iltifatlarını (!) saymıyorum bile. Tek bir soru ve bu kısmı kapatalım: 13 Kasım Pazar günü yapılan İstanbul Maratonu’nda koşanlardan Emel Korkmaz (Hepimizin Eevladı Ali İsmail’in annesi) “laikçi teyze” midir, değil midir? Neden?

Sorusu resmin hemen üstünde



Ya bu analar?


Başka sorum yok


Zurnanın Zırt Dediği Rastlantı

Bu yazı boyunca bir yandan da kafamı kurcalayan sorularla uğraştım. 

Bu Anti-Kemalistlerden, köşesi olanlar köşesinde, Facebook’ta yazanlar fb sayfasında, Twitter’de yazanlar twitlerinde neden AKP ya da genel olarak Siyasal İslamcılara karşı aldıkları tavrın tersini ya da binlerce kat sertini, hep CHP’ye ya da bir kısım solculara karşı alırlar?

Yaş olarak çoğuyla aynı ya da benzer ortam, süreç ve darbelerden geçmiş olduğum halde neden ben onlar gibi Anti-Kemalist olmadım?

Anti-Kemalist olmadığıma göre acaba ben bilmeden Kemalist mi oldum?

Yoksa bu zevat, kendini Kemalist olarak gösterip bize vuranlara kızdı da, onun için mi anti-Kemalist oldu (örn. Kenan Evren)? (Çok duygulandım, biz zamirini kullanabileceğimiz ortak bir paydamız varmış!)

Gibi, gibi, gibi.... (Son zamanda buna alıştım, çok kullanıyorum).

Şimdi siz bir de zurnanın zırtını sorarsınız. Bu kadar yazdım, çok açık değil mi? 

Bu Anti-Kemalistlerin alayı büyüdüklerinde YAE'ci olmuşlardı. Hepsini tanırsınız.

Geldik “Ölünün Körü”ne

Gelinen noktanın çok geç kalınmış bir nokta olduğu inancındayım. Çok mevzi kaybedildi. Yok, hemen enseyi karartmayın. Anlatacağım.

Geçtiğimiz Pazar günü Haziran Hareketi’nin düzenlediği Kartal Mitingi, ilk sayılabilecek olmasına rağmen bence bir örnek olarak kabul edilebilir. Aklınızda ne kaldı? “Onlar varsa ben yokum”, “o pankartı açamazsınız”, “abi, bu gruba dikkat edelim, her mitingde provokasyon yapıyorlar”, gibi, gibi, gibi...

Yanlış anlamayın, miting, yürüyüş türünden eylemlere karşı değilim. Yapılmaya devam edilebilir. Ne kadar etkili olacağı konusunda şüphem var sadece. İktidarı da ancak kaç Toma göndermesi gerektiği noktasında ilgilendirir bu eylemler.

Hiç bir şey yapılamaz demiyorum. Yapılır, hem de çok güzel yapılır. Daha önce provasını yaptık. Hala unutamadılar. 

Unutulmayacak prova




Şu cinsel istismar konusunda nasıl bir tepki oluşuverdiğini gördük. Gelmekte olduğu açıkça görülebilen dev kriz ve çakabilecek bir işaret fişeği, umulmadık anda kitleleri sokak 

Tarihte denediler, başardılar 

ve meydanlara dökebilir. O kitlelerin oluşturabileceği kolektif akıl ve zeka gücü, bu sefer doğru sloganları atan, doğru eylemleri yapan bir önderlik çıkartmak zorundadır. Ve mutlaka çıkaracaktır.


Onlara borçluyuz bunu 


“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...” 

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”