Ah Biden, vah Biden, neler yaptın sen?
Neredeyse ömrüm
boyunca siyasete ilgi duymuş ve dış ve iç siyaseti aktif olarak takip etmiş
biriyim. Şu geçtiğimiz günler, siyasetle ilgili olarak yaygın kullanılan bir
ifadeyi bir kez daha kanıtladı: ¨Siyasette çare tükenmez¨, bizim olayımızda
belki bu şekilde kullanmak, istenileni tam vermeyebilir. Onun yerine ¨siyasette
olabileceklerin sonu yokmuş¨ da diyebiliriz. Çünkü bizim durumumuzda bir çare
değil, bir olay söz konusu.
Şimdi bir soru
(Google, Vikipedi ya da başka bir kaynağa bakmak serbest):
Dünya tarihinin son
yüz yıllık (isterseniz daha uzun olabilir) bölümünde, (örneğe yakın kalalım)
bir ABD başkanının (baaak, yardımcısı filan değil, başkanı), iki kez ziyarete
gittiği bir ülkede, o ülkenin başkentine gitmemiş, onun yerine bir başka
şehirde kalmış olma ihtimali nedir?
Bir soru daha:
Bu ABD başkanının,
ev sahibi devlet görevlilerinden önce, mevcut iktidar tarafından işlerinden
atıldığı bilinen gazetecilerle, muhalif tanınan sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle,
muhalefet partilerinin sözcüleriyle göstere göstere toplantılar yapmasına
rastlanmış mıdır?
Sorular artarda
geliyor:
Ana oğul Dündarlar Biden'in yanından çıkarken |
Bitmediiii.
Hadi o ülkenin
başbakanını mazur görelim, o naif bir insan, adeta parantez dışı. O belki böyle
şeylere aldırmayabilir. Peki, o ülkenin dediği dedik, öttürdüğü düdük
cumhurbaşkanı, bütün bunlar dış basında çarşaf çarşaf yayınlanmışken, sarayını
bırakıp Başkanın olduğu şehre giderek, onunla orada görüşmüş müdür? Uzun süren
baş başa görüşmelerinde neler konuşulmuş olabilir ki, çıkışta bir ortak basın
toplantısı yapılamaması durumu doğmuş olabilir?
Şimdilik sorular
bitti. Başkan yardımcısı yerine Başkan yazmamın nedeni, eğer varsa tarihteki
örneğin daha güçlü olmasını sağlamak. Yani bu tür uygulamaları bir Başkan bile
yapmadı, ya da bu tür yalakalıklar bir Başkan’a bile yapılmadı herhalde demek
için. Halbuki bizim durumumuzda adam bir de sadece başkan yardımcısı.
İşte bu sözü kabul
edemem. Bize ne diyemem, diyene de çok kızarım. Burada bir şeyler gururuma
dokunur. Uluslararası siyasette eşi görülmemiş bir tavırlar manzumesi, benim
ülkeme, benim milletime reva görülemez. Bu duruma düşmemize neden olanlar, bu
ülkenin yöneticisi olmaya devam edememelidir.
Burada çirkin
Amerikalı’yı mazur gösterebilecek tek şey, tüm bu tavırların bizim
yöneticilerin meşru kıldığı tavırlar olmasıdır. O da kendi çapında, meşru
saymadığı saraya gitmemekte, muhalefete değer verdiğini göstermekte ve maalesef
ülke yönetimini de azarladığının mesajını vermeye çalışmaktadır.
Bu arada ihmal
edilmemesi gereken, çok milliyetçi, bu konuda çok ahlaki (?) tavır almış olan
bir aktör daha var: MHP. Partinin sözcüsü büyük demagog Oktay Vural esti
gürledi, ¨biz böyle bir rezilliğe katılmayız¨ filan dedi. Affınıza sığınarak bu
tavra iki kelimelik bir cevap vermek istiyorum:
¨Canım benim¨. Büyük
handikapların, sabıkaların olmasaydı, kuyruğunu kıstırıp koşa koşa giderdin. Nitekim,
¨yalnız bizi çağırmış olsaydı, gidebilirdik¨ filan da demişsin. Ama bu saygısız
Amerikalı (anlaşıldığı kadarıyla kitabı raftan indirmiş durumda, babası gelse
ısıracak), sana dese ki, ¨ben seni çağırdım ama senin aslında AKP yalakası olduğunu biliyorum, şimdiye kadar her
zorlandığı noktada ona koltuk değneği oldun, anlat bakalım¨, ne yapacaksın
Oktayım Vuralım? Halkımız bile seni anlayıp, oyunu yarıya indirdi. Elin şeytan
Amerikalısı anlamaz mı, senin ne olduğunu. Ciğerini biliyordur senin, ne de
olsa kadim patronun sayılır.
İşte milli gurur budur. Canım benim. |
Katılanlar?
Gazetecilerin, STK
temsilcilerinin, Can Dündar’ın eşi ve oğlunun katılmalarında bence bir sorun
yok. Büyük bir ülkenin Başkan Yardımcısı, medeni bir davette bulunmuş, siyasi
titri olmayan herkes böyle bir davete rahatça icabet edebilir. Siyasiler için
durum biraz farklı. Burada verilecek karar siyasidir ve sonuçları da siyasi
olacaktır. Yani diğer bir deyişle, siyasi olarak kendini açıklayabilecek
olanlar, katılabilir.
Tabii önemli bir olgu
daha var. Bunu anlatabilmek için beş sene geriye gitmek zorunlu.
Hatırlayacaksınız, bugünü inşa eden referandum 12 Eylül 2010 tarihinde yapıldı.
Bugün muhalefette olan partiler o gün de muhalefeti oluşturuyorlardı. Hayır
diyorlardı. Ama evetçiler çok güçlüydü. Özellikle ¨Yetmez, ama evet¨ diye bir
garabeti savunan kitle yurtdışında çok etkili olabildi. ¨Hayır¨ı savunanlar
yurtdışında etkili olamadılar. Diğerleri isim ve
ünvan sahibi, şöhret sahibi
kişilerdi. Bir dolu gazetede dergide, köşeleri vardı. Her TV proramında
konuşmacıydılar. Bir dolu uluslararası toplantıda, panelde, yayın organlarında adeta
canları pahasına ¨yetmez, ama evet¨i savundular. ¨Evet¨e, AKP’ye ve RTE’ye
özellikle dış ülkelerde büyük bir meşruiyet kazandırdılar. Oralarda
yabancıların daha o zamandan uyanılabilecekleri falsoların önüne kendilerini
siper ettiler. Bu cansiperane çabalarında en büyük yardımcıları ise Cemaat’ti.
Ne ¨yetmez, ama evet¨miş be! |
Beş seneden beri
hızla yükselen İslami faşizme karşı mücadelede yetersiz kalan muhalefet
partilerinin, Biden’in davetini, ayaklarına gelen bir kısmet olarak gördükleri
açık. Bu fırsatı kaçırmak istemediler. Bu aşamada milli gurur vb. konular biraz
kenara itildi. Tabii, Biden’e muhtaç olmadan kendi mücadelelerini gerektiği gibi
verebilselerdi, onlar için mutlaka daha hayırlı olurdu. Ama ne yapalım, bu da
onların kaderi bir yerde.
Zaten en önemli
ulusal hasletlerimizden biri de, kendi beceremediğimiz işleri birilerine ihale
etmektir. O nedenle muhalefet partilerinin tavrı bana normal geliyor.
N’olucak şimdi?
Bu yapılan
operasyondan ilk sırada anladığımız, ne ABD’nin ne de Biden’in, Türkiye’yi de
RTE’yi de bunca senedir tanımamış olduğudur. Bu tavırların RTE’nin işine
yaraması olasılığı çok yüksektir. Yanlış anlaşılmasın, hani halkımızın gururuna
filan dokunduğundan değil, RTE’nin yapabileceği dış düşman ve mağduriyet propagandasından. Ayrıca eğer hala gücü ve
cesareti kaldıysa, yapabileceği kabadayı havalarından.
Önceki dönemlerde bu
ülkeye nizam vermek için bir kaç kez askeri çözüme başvurmaktan çekinmeyen ABD,
bugünkü koşullarda artık bir askeri darbe yaptıramaz. Ordudan anti-Amerikan
komuta kademesi temizlenmiş olmasına rağmen buna girişemez. AKP’nin son seçimde
almış olduğu oy sayısı, halk desteği buna engeldir.
Ama burası petrol
zengini Venezuela değil, RTE de Chàvez değil. ABD de kendisine bu kadar
dayılanmayı kaldıracak ve böyle bağımsız halleri tolere edecek durumda değil,
hele hele bölgede çok atak bir Putin’in varlığında.
Gördüğünüz gibi, bu
bölümün başlığı olan soruyu cevaplamak kolay değil. İmkansız değil, ama henüz
kolay da değil. Bakacak, göreceğiz. Enseyi karartmayın.
Başvurulabilecek başka
yollar da var, bunların en az biri hakkında fikirler geliştirmekteyim. Dilerim,
bir iki yazı sonra yeterli hale gelmiş olur.
Ceterum
censeo Carthaginem esse delendam.
(Bana
soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.)