Birbirinden Ahlâklı İki Yazı
Malûm, şu yaşadığımız koşullarda
mutlu, keyifli, yüksek moralli olabilmek oldukça zor. Çok ufak şeylerle mutlu
olmaya çalışıyoruz. Derken…
Çok ilginç bir şey oldu ve bir iki
saat arayla internette farklı iki yazıya denk geldim. Biliyorsunuz, yetmez ama
evet konusu neredeyse bu bloğun ve benim uzmanlık alanım haline gelmiş durumda.
Ama YAE’ci kanat büyük ve derin bir sessizliğe gömülmüş olduğu için, şöyle ağız
tadıyla çarpışılacak bir yazara, üzerinde kıyasıya tartışılacak, eleştirilecek
bir yazıya rastlamak ne mümkün. Dolayısıyla bu iki yazıyı art arda görünce,
kulaklarımda farklı müzikler çınlamaya başladı.
Bir yanda “yine de şahlanıyor aman,
yandım da kolbaşının kır atı” (faşistiz ya), diğer yanda bütün ihtişamıyla
“1812 Uvertürü”, farklı bir yönden “Enternasyonal” (bana her zaman çok gaz
verir), son olarak da “gün doğdu hep uyandık” marşı.
Kabul edersiniz ki, yerimde duramaz
oldum. Sanırsınız ki, yıllardır görüşmediğim arkadaşlarım gurbetten gelmişti.
Onları en iyi şekilde karşılamalı ve ağırlamalıydım. Ama sırayla…
Yazıların tarih bakımından ilki Agos
Gazetesi’nde Ohannes Kılıçdağı’nın “Muhalefet Şerhi” adlı köşesinde “Allah bu
millete bir daha ‘yetmez ama evet’ yazısı yazdırmasın” başlıklı ve 22.02.2018
tarihli yazısı. Ama ben onu ikinci sıraya alıp, Mustafa Paçal’ın P24 Blog
Bağımsız Gazetecilik Platformu (daha önce görmediyseniz bir göz atın, kimler
kimler var o platformda) adlı sitedeki 03.03.2018 tarihli yazısını öne almaya
karar verdim.
Paçal, bunun yazarı |
Zaten cevabı da kısa olacak, ayrıca biraz daha basit. Yazının
uzun bir başlığı var: “Bir yetmez ama evet’çinin itirafları-Bir gün olsun, AKP
şu işi de doğru yaptı diyebildiniz mi?”
Çok etkileyici. Önce heyecan
yaratıyor, bir YAE’ci itiraf ediyor diye. Ardından bir sorgulama. İnsan panik
oluyor, acaba böyle bir şey mi yaptım diye. Kısa bir hesaplaşma sonrasında
cevap “yapmadım” olursa, bu sefer bir azap saldırısı geliyor: “Acaba neden
yapmadım?”. Neyse bunları çabuk atlatıyor ve yazıya dalıyorsunuz.
İlk paragrafların akışında bir
ikilemle karşılaştım. Üslup biraz mizah kokuyordu. Acaba ben de öyle mi
yapsaydım? Yazıyı biraz daha okuyunca ciddi davranmak gerektiğine karar verdim,
çünkü bu konuyu mizah çerçevesi içinde ele aldığınızda zaten yüzsüze bağlamış
olan YAE’ci tarafın iyice yüzsüzleşmesi durumu olabiliyor.
Neyse zaten Bay Paçal da birkaç
paragraf sonrasında ciddiyete dönüyor ve YAE tavrını neden benimsediğini
anlatıyor.
Önce “bir fikr-i istikameti”nin
özetini veriyor. Soldan gelmiş, demokrat olmuş. Burada kendisinin vermediği
bazı kariyer bilgilerini de vermek gerekiyor. Hak-İş Genel Sekreter Yardımcısı
ve Hak-iş Genel Sekreteri olarak görev yapmışlığı var. (YAE savunmak ilginç kişilere kaldı, P24'ün de yazarı).
AB kriterleri ölçüsünde
bir demokrat. Bu nedenle 2001, 2004 ve 2010 değişikliklerini desteklemiş.
Anayasa ve yasaların AB müktesebatına uygun olmalarını önemsemiş. Dahası, 16
yıllık AKP döneminde ve öncesinde desteklediği ve YAE dediği başka kararları da
olmuş. RTE’nin şiir nedeniyle hapse atılmasına ve siyasetten yasaklanmasına
karşı çıkmış, daha önce yapılan 28 Şubat post-modern darbeye hayır demiş.
2005’te AKP’nin ülkeyi AB ile tam
üyelik müzakerelerine getirmiş olmasına tam destek vermiş. E-muhtıraya karşı
çıkmış, AKP’nin tavrını alkışlamış. AKP’nin kapatılması çabalarına karşı
çıkmış. “Çözüm süreci”ni desteklemiş. AKP’ye karşı demokratik ve hukuki olmayan
yaptırımlara karşı çıkmış.
Nihayet geliyor “şu 2010 referandumu
meselesine… Referanduma sunulan anayasa paketinin öne çıkan yanında yargı yönetiminin
yeniden düzenlenmesi var”mış.
Aslında asıl tezgahı da fark etmiş,
ama tam anlayamamış Paçal. Öbür YAE’ciler, yok “ombudsman”, yok “bireysel başvuru”
gibi konulara da takılmışlardı. Bay Paçal tabii ki “evet” oyu vermiş, yani
“yetmez ama evet” bağlamında.
Sonra Ne Olmuş?
“Sonra ne oldu; AKP’nin devlet
etkisi üzerinde siyasi etkisi arttıkça
ve daha çok devlete benzedikçe ve bugün devletin kendisi oldukça bu
pembe tablo giderek kötüleşmeye başladı”.
Hadi canıııım! Nereden
kapılıyorsunuz bu vehimlere?
Bu işin buralara geleceğini yıllar
önce bire bir söylemiş, tarif etmiş birileri mi vardı yoksa?
Dilerim onlara “postal yalayıcı”,
“darbeci” hatta “faşist” filan dememişsinizdir. Çok ayıp olurdu.
Bakın şimdi bu tespit önemli:
“Bugün artık ne o gün ‘yetmez ama
evet’ dediğimiz AKP ve ne de o günkü Erdoğan var. Bugün tüm siyasi, ekonomik ve
toplumsal göstergeleri olumsuz yönde bozulmuş ve bölgesinde dünyada itibarı
kalmamış bir Türkiye var”.
Şimdi Paçal’ın vurucu soruları
geliyor. Kime mi? YAE’cileri eleştirip kınayanlara, bize.
“Siz ‘yetmez ama evet’çilerin destek
olduğu bu gelişmelere destek verdiniz mi? Bir gün olsun, AKP şu işi de doğru
yaptı diyebildiniz mi? Aynı kaygı ve görüşleri yukarıda saydığım siyasi
gelişmeler karşısında duydunuz mu? 2011 öncesi AKP’ye karşı yapılmak istenen
anti-demokratik girişimlere ‘oh olsun’ demediniz mi?”
Şimdi tüm yazının doğru tek fikri
patlıyor.
“Bunları yapmadıysanız, biz sizin
gibilerle aynı fikr-i istikamette değiliz demektir. Biz başka dünyaların
insanlarıyız…”
“Yani biz hükümetlere, partilere
siyasi ve ideolojik körlükle bakmıyoruz. Bu bakışın yararına inanmıyoruz.
Geçmiş bu körlükle bakmanın sonucu olan çeşitli düşmanlıklarla dolu, bundan
ibret alıyoruz.”
“Bugün yine Türkiye’nin yeni
demokratik anayasaya kavuşmasını, bölge ülkeleriyle savaş değil iyi komşuluk
ilişkileri geliştirmesini, AB ile yeniden müzakerelere geri dönülmesini,
toplumsal barış için Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasını, OHAL’in
kaldırılmasını ve tüm milletvekili, belediye başkanları, gazeteciler, akademisyenler
ve siyasi mahkûmların serbest bırakılmasını ortaya koyan bir siyasi irade
görürsek yine ve yeniden ‘yetmez ama evet’ demeye hazırız.”
Kendinizi kollayın, vurucu soru
geliyor:
“Siz buna hazır mısınız?”
Kullanışlı Aptallar
Biliyorsunuz, bu YAE meselesi
çıktığından beri YAE’cileri bir siyasal terminoloji terimi ile “kullanışlı
aptallar” olarak adlandırıyoruz. İtiraf edeyim, Mustafa Paçal’ın bu yazısını
okuyana kadar ben bu terimi herhangi bir derecelendirmeye tabi tutmadım. Bugün
farkettim ki, bu YAE’ciler aslında çok geniş bir yelpazeyi kaplıyorlar.
Biraz
açalım. Yelpazenin bir ucunda YAE’ci olduğu için dış seyahatlere, gezilere
götürülen, cebine harçlık konan, hatta ev, yalı alabilenler var. Bunları
“kullanışlı” kanat olarak adlandırabiliriz. Diğer uçta ise kullanışlı olup
olmadığı ya da ne kadar kullanışlı olabileceği önemli olmayan “aptallar” var.
Yelpazeyi de bu iki kavramın düzeyine göre sıraya dizilmiş elemanlar
oluşturuyor.
Mustafa Paçal’ın yazısını (bu
derecelendirme nedeniyle) ciddi bir eleştiriye tabi tutmak istemiyorum. Ama bir
yandan da onu meşgul edebilmek, bir daha böyle yazılar yazma hevesinden
vazgeçirebilmek için çok detayda kalmış (sadece simgesel) bir konuda bir soru
sormak istiyorum. (Bu soru tüm YAE’cilere).
Bir dolu uygun tören salonu olan
Avrupa’da, Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği arasındaki üyelik
müzakerelerinin başlatılmasına yönelik imza töreni, kimin dev heykelinin
eteklerinin dibinde düzenlenmiş olabilir ve neden?
Son Olarak
Paçal’ın son sorusuna cevap vermek
istemiyorum, hani hazır olup olmadığımıza dair soru var ya, ona. Ama küçük bir
ipucu vereyim, sıraladığı sorunların çözümü, özellikle de bu coğrafi bölgede ve
gelinmiş olan bu noktadan sonra, onun hayal edebileceği partiler ve mücadele yöntemleriyle
gerçekleşemez. Başka (ve maalesef çok daha sert) yollara mecbur olunacaktır.
Haa, bu noktada da (son zamanlarda
çok güldüğüm bir ifade ile) Mustafa Paçal ve yelpazesindeki insanların
diyecekleri, çok da fifi.
Sıra Kılıçdağı’nda
Yazılar arasında aslında bir hafta
var, ama ben tesadüfen aynı gün okudum. Birincisi 22.02.2018 tarihli Agos
Gazetesi’nde “Muhalafet Şerhi” adlı köşesinde Ohannes Kılıçdağı’nın yazısı:
“Allah bu millete bir daha ‘yetmez ama evet’ yazısı yazdırmasın” idi.
Kılıçdağı da Agos'ta yazıyor |
Yazının başlığındaki bu duayı
anlayabilmek için son paragrafa hatta son satıra kadar okumak gerekiyor. Yazının
sonunda bu duayı değerlendireceğim.
Okuyanlarınız bilir, bir diziye
başlamıştım. Siyasal ahlâk üzerine. Bu yazı nedeniyle ara vermiş gibi oluyorum,
çünkü bu planlı değildi. Ama Kılıçdağı’nın yazısında da siyasal ahlâk
(özellikle de YAE’ci siyasal ahlâk) bakımından eleştirilecek o kadar çok nokta
var ki, bu yazı da sanki dizinin bir parçası (4.bölüm) oluverdi.
Kılıçdağı’nın ilk tespiti ve
eleştirisi, onun ifadesiyle “yetmez ama evetçilere ölüm’ histerisi” içinde
olanların, bir torba yapıp, “AKP iktidarına ucundan kıyısından ‘bulaşmış’
herkesi onun içine atıp” vurmaya başlamaları. Bu tavrın başlangıcını 2010
öncesine de yayıyor ve AKP’nin herhangi bir icraatına ufacık bir onay
verenlerin bile bu torbaya atıldığını iddia ediyor.
Halbuki ona göre “kişinin
sadece 2010 referandumundaki pozisyonuna değil, 2002’den bu güne kadar belli
momentlerde aldığı pozisyona bakarak değerlendirme yapılmalı” imiş. Çok hoş,
“bak bakalım adam Gezi’de, 17-25’te ne demiş mesela?” “Ama o zor tabii,
onun yerine ‘siiiiz’ diye esip gürlemek
kolay”.
Bu birkaç alıntı bile beni benden
almaya yetti aslında. Farklı müzikler gene yükseldi. Bir yandan da tam
anlayamamış olmanın korkusunu da yaşamadım diyemem. Aklıma, Hüsnü Mahalli’nin
“bundan bir şey anladıysam Arap olayım” lafı da geldi. Çok derinlerden de
birkaç Dombra notası duyar gibi oldum.
Anlayabildiğim kadarıyla
Kılıçdağı’nın istediği şöyle bir şey:
Önemli bir insan grubunu teker teker
ele alacağız. “Ohannes, YAE dedi, Gezi’yi destekledi, 17-25’te ne tavır
alacağını bilemedi”, “Murat referandumda YAE’ci idi, Gezi’ye karşı çıktı,….”,
vb. Demek ki, bunlar aynı torbaya konulamaz. Ayrı ayrı nitelendirmek ve
adlandırmak gerekir. Bir de tabii bu tavırların ölçüleri, gramajları var.
YAE’yi ölümüne desteklemiş birisiyle, “YAE diyeyim bari” diyen bir elemanı aynı
torbaya koymak, fevkalade ayıptır, hatta faşistlik olduğu bile söylenebilir
(Ohannes’in arkadaşları bu damgaları çok kolay ve hatta severek vurdular).
Bir ufak alıntı daha: “AKP’nin
‘liberallerden’ aldığı destek, bu grubun etkisi niceliğine göre asimetrik olsa
da, etkenlerden sadece birisidir, en etkilisi de değildir.” Tevazu mu bu? Hatırlayalım,
RTE, balkon konuşmasında YAE’cilere özel olarak teşekkür etti. Ayrıca herhalde
bu desteğe çok önem veriyorlardı ki, bir süre sonra İstanbul İl Başkanı Aziz
Babuşçu, “size artık ihtiyacımız kalmadı” dedi. Yani AKP onları sessizce terk
etmedi, kendini ilan etmek zorunda hissetti. Demek ki, bir vicdani bir borcun
varlığını inkar edemedi.
Kılıçdağı’ya göre “Cumhuriyet’in kuruluşundan 2002’ye
gelene kadar ülkenin çözemediği temel sorunların, devlet-toplum ilişkisinin
AKP’nin iktidara gelişindeki rolü neydi” vb. “soruları sormadan, tek
değişkenli, süfli analizlerin ötesine gidilemez”miş. Kangrenleşmiş sorunların
2002’den evvel olduğunu, AKP’nin gelişine bunların yol açtığını söyleyenlere de
bu YAE karşıtları “hemen bugün ne kadar kötü durumda olduğumuzu anlatmaya
başlıyorlar¨mış.
(Şimdi ufak bir itirazım var.
Neredeyse her bir YAE’cinin ayrı ayrı değerlendirilmesini öneren Kılıçdağı, en
ufak bir tereddüt göstermeksizin tüm YAE karşıtlarını aynı torbaya atabiliyor.
Mutad ortalamadan biraz az okunan
geçen yazımda Murat Belge de benzer bir ahlâki (!) yönteme başvuruyor ve kendi
görüşü dışındaki herkesi “reddiyeci” olarak adlandırıyordu. Aslında buna da şükür, eskiden herkese Makyavelist derdi.)
Bak şu densiz YAE karşıtlarına! CHP’yi unuttunuz
mu yoksa? Her melanetin müsebbibi o değil mi? Eyyy Kılıçdaroğlu! Hele o askeri
vesayet! Ulaaaan, Sabih Kanadoğlu!
“Sözkonusu cenahın savlarından bir
tanesi de ‘AKP’nin hep aynı olduğu” imiş. Halbuki AKP kurulalı on altı- on yedi
yıl olmuş. İllaki değişmiş olmalıymış. “Ne kadar aynı kaldığı, ne kadar
değiştiği, değişimin sebepleri ciddi bir araştırma konusu” imiş.
Araştır anacım, kim tutar seni? Ama
araştırmaların sırasında ‘nihai çözüm’ için kapına gelenler olursa, sakın
benden yardım bekleme. Diğer araştırmacı yoldaşlarına seslen. Belki birkaç kişi buralarda kalmış olabilir.
Kılıçdağı’nın Önemli Tespitleri
“Tabii ki… Bugün özellikle
demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler söz konusu olduğunda 2002’den daha
kötü durumdayız. Birçok gösterge, endeks bunu ortaya koyuyor. Fakat,
Türkiye’nin 2002 ile günümüz arasında o aynı endekslerde 2002 öncesinden daha
yüksek sıralarda olduğu da oldu. Kaldı ki, bugün o endekslerde dibe vurduysak,
herhalde AKP ilk dönemlerinde AB’ye uyum yasaları çıkardığı ve bu başka
kesimlerce desteklendiği için vurmadık. Evet, bugün Türkiye berbat bir durumda
ama bu, 2002’den önceki yanlışlıkları, eksiklikleri ortadan kaldırmıyor, doğru
yapmıyor.”
Açıkçası bu kadar sabır ve gayret
yeter. Kılıçdağı’nın yazısının henüz yarısına bile gelemedik. Zaten bitirmek
diye bir şart da yok. Buraya kadarki kısmı için söyleyebileceklerimiz, bence
yeterli olacaktır.
Öncelikle şu araştırma meselesi. Aslında
yukarıda da gerekeni söyledim, ama bir yanını daha kuvvetli vurgulamam
gerekecek. Bugün gelinmiş olan noktada, bir yanda demokratik, dürüst bir seçim
ihtimalinin şüpheyle karşılanmakta, diğer yanda AKP’nin seçimi kaybetmesi
halinde iktidarı devretmeyeceği ihtimali yüksek sesle ifade edilmekteyken,
farklı bir deyişle bir iç savaş flu da olsa görülebilmekteyken, birisi ya da
birileri ortaya çıkıp, “önce şunu, bunu araştıralım” derse, kimse benden bunu
masumca bir hata olarak karşılamamı bekleyemez. Bu konuda söz bu kadar
şimdilik.
“AKP’nin Hep Aynı” Olduğunu mu Söylüyoruz?
Kılıçdağı’na göre öyle yapıyormuşuz. Eleştiri
amaçlı bir yazıda bazı kişilerce başvurulan masumiyet sınırları dışında bir
ifade tarzı. Sizin söylemediğiniz bir ifadeyi kendilerine göre yazarlar, sonra
onu eleştirirler. Adeta sizi mahvederler. Burada da durum o.
Düşünce sistematiğini değişim
üzerine kurmuş insanlar karşısında bu yollara sapmak, en hafif ifadeyle
acziyettir. AKP, yaşadığı 15-16 yılda tabii ki büyük değişim geçirmiştir. Bunun
olmadığını söyleyenleri en iyimser tahminle rüyanızda duymuş olabilirsiniz,
üzerinizi dikkatli örtün.
Değişmediği söylenen AKP değil,
kuruluşundan bu yana ufak geri çekilmelere rağmen vazgeçmediği hedeflerdir. Bunu görmek için de yalnızca AKP’ye bakmak gerekmez, tüm Dünya’da, özellikle de
bölgemizde İhvan vb. Siyasal İslam felsefesini benimsemiş onlarca partiye,
onların pratiklerine bakmak yeterlidir. Zaten bunu yapmamış olan kargalar yüzünden tüm YAE'cilerin burunları maluma saplanmıştır.
Aynı paragrafta vakıflar, zina vb.
konularda yazılmış olanlar, yine laf cambazlıkları içeriyor. Fazla demagoji
var. Açıkçası uğraşmak istemiyorum. Eminim, okuyan YAE’ciler bile
ayıplayacaklardır.
Sonraki uzun paragraf ise, aslında
her biri uzun birden fazla cevap yazısını hak ediyor. Şimdi bir özet geçeyim
de, belki ileride vaktim olur onunla oynamaya.
Bu Liberaller AKP’yi Neden Desteklediler?
Bir diğer paragrafta cevaplanması
istenen soru ise, “peki, AKP neden, toptan ve hatalı bir şekilde ‘liberaller’
olarak adlandırılan bir gruptan destek gördü?” Kılıçdağı, pek yerinde bir
ifadeyle “bu sorunun yanıtı çok ayrıntılı olarak verilebilir ama kısaca şöyle
açıklanabilir” demiş ve (gerçekten çok komik) ayrıntılı bir Türkiye sınıfsal
analizine girişmiş.
Upuzun paragrafta kendi sorusunun
cevabı olabilecek noktaya gelebilmek için, bir dolu çam devirmiş. Kötü niyetli
bir eleştirmen o paragraftan çok hatalı tespitler çıkarabilir. Ama bence daha
vahim olan nokta, doğru analiz yapılmadığı için YAE’cileri biraz aptal yerine
koyması. Çıkış noktası olarak yine kandırılmışlık, tarih bilgi ve bilinci
eksikliği (tabii bunların hepsi gizli) vb.
Kafasının iyice karıştığı bir
noktaya da işaret etmeliyim. Bunu da komik olarak niteleyebiliriz, ama aslında
çok acıklı. Kılıçdağı diyor ki: (İşin ilginç tarafı, ‘düz’ evet diyenler,
“yetmez ama evet” diyenler kadar hatta hiç hedeflerinde değiller. Onlarınki
daha mı az evet? Hayır, ama görünür değiller ve “yetmez ama evetçiler” kadar
sayıca az ve onlar kadar güçsüz değiller, dolayısıyla günah keçisi olmaya
müsait değiller.)
Yemin ederim, ilk okuyuşumda bu “düz
evet diyenler” ifadesini “boykotçular” filan gibi algılamak istedim herhalde.
Bir kez daha okumam gerekti.
Sayın Kılıçdağı! Dikkatinizi
şiddetle çekmek isterim, “düz evet diyenler” ile YAE’ciler olarak kendinizi
nerdeyse özdeşleşmiş görüyorsunuz bilinçaltınızda. “Neden bize vuruyorlar da
onlara dokunmuyorlar?” sorusu, bu özdeşleşmenin, eş görmenin açık bir
kanıtıdır. Onlar AKP seçmeni yahu!
Nasıl anlatmalı bilemiyorum
YAE tavrını eleştirenlerin hemen
hepsi şu veya bu ölçüde solcu, ama mutlaka demokrat nitelikli insanlardır. Onların
“düz evet diyenlere” karşı yaptıklarına, şu veya bu ölçüde mücadele
denir. YAE’cilerle ise mücadele etmezler. Onları kitleler önünde eleştirirler ve
sonrasında tarih önünde mahkûm ederler (bu kalıbı da pek severim). Onları
Merdan Yanardağ kardeşimin pek yerinde kullandığı “Liberal İhanet” tanımıyla
baş başa bırakırlar. Çok daha önemli işleri vardır ve olacaktır.
AKP’nin “liberaller” tarafından
neden desteklendiğine gelince. Bu, gerçekten çok kapsamlı bir konu. Çok
istenirse sayfalarca yazabilirim. Çünkü cevapları gerçekten bildiğime
inanıyorum. Ama ben bu gelinmiş olan noktada, bu cevapları benim yerime tek tek
YAE’cilerin araması gerektiğine inanıyorum. Önemli ve aslında yeterli başvuru
kaynağı, “Liberal İhanet”, Merdan Yanardağ, Kırmızı Kedi Yayınevi).
Sonuçta gelecek tehlikeler konusunda
onları defalarca uyarmış olan solcu, demokrat vb. insanlara sağcı, dinci,
İhvancı iki örgütü tercih etmiş, bu uğurda cansiperane mücadele vermiş, yıllara
dayalı dostluklarını, yoldaşlıklarını çöpe atmakta tereddüt etmemiş bir bünye
söz konusu.
İşin YAE’ciler açısından beter yanı
ise, yaşanmış ve (bence) yolları kendilerince döşenmiş büyük yanılgıya
karşılık, “faşist” bile demekten çekinmedikleri insanların tartışmasız haklı
çıkmış olmaları.
Bunları yazdıktan sonra yazının
devamındaki lagalugaya (belki kötü bir ifade, ama bugünden bakılınca “HSYK
şöyle olmuş, Anayasa Mahkemesi böyle yapmış, tabii böyle bir yazının olmazsa
olmazı CHP şu haltı yemiş vb.) pek takılmak istemem.
Yani gelinmiş olan bu koşullarda,
Orhan Gazi Ertekin gibi şıracı şahitlerle haklı çıkmaya çalışmak bozacılara bile yakışmaz. “Biz o zaman
haklıydık” edebiyatı yapmak, oldukça abes kaçıyor. Siz bunları bırakın da,
gelen fırtınada ne yapacağınızı hesaplayın. Farkındasınızdır, sayınız da
firarlar nedeniyle azaldı.
İyisi mi, Sn. Kılıçdağı’nın son
paragrafı ve onun üzerine bir iki cümleyle bu uzun yazıyı bitireyim.
“Velhasıl, her konu gibi AKP’nin on
altı yıllık iktidarını da somut illiyet bağlarıyla, kronolojisi içinde, çok
değişkenli, çok aktörlü, teleolojiden uzak tartışabilirsek ancak bir faydası
olur. Yoksa, zihnimizde mahkeme kurup, ona buna cezalar yağdırmak, bunu yapana
kısa vadeli psikolojik bir rahatlama sağlar belki ama girdiğimiz sarmaldan
çıkmamıza faydası olmaz.
Allah bu millete, onun içinde de
bana, bir “yetmez ama evet yazısı” daha yazdırmasın. Amin!”
Yukarıda da vurgulamaya çalıştım.
Çok kapsamlı bir tartışmanın çok yararlı olacağı inancında değilim, hele en çok
on sekiz aylık bir süre söz konusu olduğunda, böylesi bir tartışmayı hele hele
YAE’cilerle yapma ihtimalimiz hiç yok.
Mahkemeleri zihnimizde kurmuyoruz,
yazıyoruz, söylüyoruz. Bununla bağlantılı bir psikolojik rahatlamaya ise hiç
ihtiyacımız yok. Tabii, bir miktar kızgınlığımız, bir miktar kırgınlığımız var.
Bu kadarı her ihanet vakasında olur. Ama Kılıçdağı’nın şahsında tüm YAE’cileri
temin ederim, girdiğimiz bir sarmal da söz konusu değildir.
Duanıza gelecek olursak, yaptığım
tefekkür çalışması sonucunda kendi adıma kabul etmemeye karar verdim. Gerekirse gerekeni yazarız.
“Ceterum censeo
Carthaginem esse delendam...”
“Bana soracak
olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”
“Si vis pacem,
para bellum”
“Barışı
istiyorsan, savaşa hazır ol”