Zor Yazı: 15 Temmuz, Nuray Mert, Laçiner
Bu blogdaki ilk yazım, 30 Ağustos 2014 tarihini
taşıyor. Son yazım ise 29 Haziran 2017 tarihli. Toplam olarak doksan altı yazı
yazmışım. Kurtulamadığım uzun yazma alışkanlığını hesaba katarsak, çoktan kalın
bir kitabı doldurmuş sayılabilirim.
İtiraf ve Özür
Yukarıda bahsettiğim doksan altı yazıdan sonra en
zor yazılarımdan biri bu olacak. Çünkü durum giderek ciddiyet, hassasiyet ve
aciliyet kazandı. Tek bir yazıda bunlarla başa çıkabilir miyim, gerçekten
bilemiyorum. Ha gayret!
Çok büyük bir eylemdi, bir de ardı gelebilse. |
Adalet Yürüyüşü ve miting üzerine bir dolu yazı
okudum. O konuyu fırsat bulursam ileride incelemeyi düşünüyorum. Çünkü
okuduklarım arasında rastlamadığım ya da çok yüzeysel alınmış bazı tesbitler
var. Halbuki bu yürüyüş çok önemli.
Çok da kızmışlar ve korkmuşlardı |
15 Temmuz törenleri üzerine de okudum. İşte bu bir
itiraf: Böylesine önemli konular olduğunda, bloğa yazarken bir yandan ‘kim ne
demiş’e de bakıyorum. Eh, kusura bakmayın, teorisyen olma iddiasında da değilim.
Bazı gelişmeleri önceden görebilmeye yetecek siyasi
altyapım var, inkar edecek değilim, ama bu konuda benden çok ileride gördüğüm
bazı kişiler tespitlerinde, tahminlerinde, önerilerinde öyle haltlar yediler
ki, ben de her zamankine göre biraz ürkek
davranmak durumunda kaldım.
Buraya kadar yazılanlar beşinci denemeden kalanlar.
Yazı bitene kadar onlar da değişebilir ya da yok olabilirler. Kısmet. Kaç kişi
tarafından okunuyor olursak olalım, biz siyaset yazanların, yazdıklarımıza
azami dikkat göstermemiz gereken günlerde olduğumuza inanıyorum.
Eh, zaten öyle yapmıyor muyduk? Üzgünüm,
yapmıyorduk. Buna ayrılabilecek vaktim ve enerjim olsa bu konuda sayısız örnek
verebilirdim. Ama hem vakit sıkışık, hem de o enerji kalmadı, daha doğrusu bir
miktar yoruldum (neredeyse bıkma aşamasına da gelebilirim; anlat, söyle, kimse
dinlemesin, her defasında haklı çık. İnsan ister istemez yoruluyor).
Bir
Yıllık 15 Temmuz Süreci Ne Yaptı?
15 Temmuz dinci-faşist ayaklanması, bugüne kadar
geçen sürede birçok insanın düşüncelerinde, tavırlarında ama ufak, ama büyük
değişikliklere yol açtı. Birçok insanın da düşüncelerinin, karar ve
tavırlarının netleşmesini sağladı.
Bu iki farklı duruma bu yazıda yer buldukça örnekler
vermeye çalışacağım. Önce ben kendi durumumu anlatmaya çalışayım.
Hiç abartmadan ve kasılmadan iddia ederim ki, bugün
gelinen noktayı henüz 2010 yılının başında oldukça net görmüş ve kalabalık bir
toplantıda ifade etmiştim. (Tabii, darbe vb. tekil konuları değil, tek adam
rejimine, diktatörlüğe gidiş, seçim güvenliğinin kalmayacağı vb.).
Aslında çok daha önce de görmüştüm, ama o toplantıyı
kalabalık bir hasım grubumun olması nedeniyle, başlangıç olarak alıyorum. Yani
tanıklar, ne olurlarsa olsunlar, hayattalar.
Daha sonra başımıza gelen saldırılar, küfürler,
hakaretler, dışlamalar henüz unutulmadı. Yapanlar da unutmamışlardır, dilerim
(özür sırasında gerekecek).
Ne Oluyor’dan Ne Yapmalı’ya
İlk yazımdan 15 Temmuz’a kadar yazıların ağırlık
noktasını, seçim ve referandum dönemleri dışında, “Ne oluyor?” sorusuna yönelik
cevaplar oluşturuyordu. “Ne yapmalı?”nın cevabına ilişkin öneri ya da
önericikler daha azdı. Gelinen nokta, göremeyen gözler, duyamayan kulaklar,
basmayan kafalar için dilimiz döndüğünce, elimiz yazdığınca yine “ne oluyor”u
görmeye ve göstermeye çalışmayı, ama eğer bir fikrimiz varsa da ağırlığı “ne
yapmalı”ya vermeyi zorunlu kılıyor.
Çok mu Geç Kaldık?
İşte yazının başlığındaki “Zor Yazı”, tam da buna
cevap verememenin zorluğuna işaret ediyor.
Şöyle ifade edebilirim: Hem çok geç kaldığımızı
söyleyebiliriz, hem de “henüz hiç bir şey için çok geç değil” dememiz
gerektiğini ileri sürebiliriz. İkisi de geçerlidir.
Bunun gerçek muhasebesi ancak hızla gelişmekte olan
sürecin, zafer ya da yenilgiyle sonuçlandığı noktada yapılabilecektir.
Çok da sona bırakmamak lazım aslında. Nihai
muhasebeye yönelik olarak şimdiden kullanabileceğimiz bazı ölçütler var. Şunu
ileri sürebiliriz: Daha erken ve daha bilinçli başlayabilseydik, zafere erişme
ihtimali çok daha yüksek olacaktı. Bugün başlıyorsak hem kaybetme ihtimali daha
yüksek hem de sürdürülecek mücadele her bakımdan daha pahalıya mal olacak.
Kusura bakmasınlar, burada çıkacak faturanın büyük
kısmı da, kendi ihanetlerini artık gözlüksüz görebilen (yüzsüzler hariç), bu
ülkenin kaymak entelektüel tabakasının büyük çoğunluğunu oluşturan “yetmez ama
evet”çilere çıkacaktır.
Nuray Mert Vakası
Bu yazının büyük kısmı yazılmıştı ki, Nuray Mert’in
“Evrim Teorisi” herzesi patladı. Bu konuda yazmak istemiyorum. Yazanlar zaten
feci vurdular. Aslında ben yaklaşık bir hafta kadar önce Nuray Mert’ten uzunca
bir alıntıyı bu yazıya koymuş, belirli ve belirgin bir tavra dikkat çekmeyi
hedeflemiştim.
Aslında doğru da görmüşüm. “Evrim Teorisi”ne
ilişkin herze, o yazının ardından, sanki bir tavrın sürdürülmesi gibi geldi,
hem de bir Cumhuriyet Gazetesi yazarının bugünlerde en önemli meselesi buymuş
gibi.
Bu ikili paragrafı yazının uygun yerine sonradan
ekledim. Şimdi gelelim benim üzerinde durduğum Nuray Mert alıntısına:
“Zira
ülkenin halen büyük bir saldırı altında olduğu ve her farklı sesin, bu
saldırının değirmenine su taşıyacak bir çaba olduğu, dolayısı ile suç
sayılacağı ilan ediliyor. Yani durum çok ciddi, artık fikir ayrılığı gibi bir
kategori yok, ‘milletten ve onun
kurtarıcı liderinden’ yana olmak veya ‘milletin düşmanı’ olmak gibi iki kategori var. Söylediğiniz her
şey hakkınızda delil olarak kullanılabilir, bu durumda artık siyasal tartışma
imkânı yoktur, yok sayılacaktır. Bu
durumda, yapabileceğimiz tek şey durum tespiti ve tanıklık yapmak, ben de bunu
yapmaya çalışıyorum.”
Bu alıntı, 17 Temmuz 2017 tarihli Cumhuriyet
Gazetesi’nde Nuray Mert’in “15 Temmuz’un anlamı” başlıklı yazısından. Birtakım
gerçekleri sanki artık algılayabilmiş. Hangi noktaya gelindiğini görebiliyor, bir
an zannediyoruz ki o bünyede artık YAE ölmüş, bünye temizlenmiş.
Üzgünüm, alıntıda altını çizmiş olduğum (koyu
yazılı) cümle çok önemli. O cümle gösteriyor ki, o bünyede ölmüş olan YAE
değil, onun eylemci (?) karakteri. Malûm, afişler, bildiriler, paneller, açık
oturumlar, TV programları vb. son derece eylemci bir ruhla sürdürülüyor,
rakipler aşağılanıyor, ağızlardan, gözlerden YAE alevleri fışkırıyordu.
Hatırlıyoruz.
Bugün hâlâ “yetmez ama evet”ten bahsetmemi garip
karşılayanlarınız olabilir. Yapmayın. Bu konuda insanların dikkatini çekebilmek
için, bu tarafın “Nedim Şener”i gibi görülmeye bile razıyım. Onun benden farkı,
her baktığı yerde sadece Fetö’yü görmesi. Ben ise baktığım yerlerde farklı bir
dolu şey görebiliyorum, ama oralarda sinsi bir YAE’ci bulursam da kaçırmıyorum.
Şimdi geline geline nereye gelinmiş? “Bu
durumda, yapabileceğimiz tek şey durum tespiti ve tanıklık yapmak, ben de bunu
yapmaya çalışıyorum. ”
Dikkat! “Yapabileceğim”
değil, “yapabileceğimiz tek şey”!!!
Nuray Bacım, herkese, bu arada bana da, bunu mu
öneriyorsun? İfaden öyle. Sen öyle yap, millete ne karışıyorsun? İşte bu YAE
ruhu. Ölmüyor kahrolası.
Takip etmekten büyük keyif aldığım bir blog var:
Deli Gaffarın notları. Facebook’tan arkadaşım oldu, ama gerçek hayatta kim
olduğunu bilmiyorum.
Bloğunda 4 Şubat 2015 tarihinde “Sen O Muhitin
Kadını Değilsin Nuray Hanım !” başlıklı bir yazısı var. Hâlâ link atmayı
beceremediğimden, bir zahmet Google’dan buluverin, zaten sonra Deli Gaffar’ın
müdavimi olacaksınız.
Sıra Ömer Laçiner’de
Çok önemli bir yazı daha var, ama alıntı yapmam
imkansız. Çok uzun ve hileli. Bazı olasılıklar (?) araya serpiştirilmiş.
MHP’den ayrılacak milliyetçilerden, az sayıda da
olsa AKP’lilere, sağ sosyal demokratlardan devrimcilere kadar çok büyük bir
yelpazede yer alan sayısız insanın ayan beyan gördüğü (ama tabii
kanıtlayamadığı) bir durum varmış gibi geliyor bana:
15 Temmuz darbesinin niteliği.
Ama birikimdergisi.com adresinde Ömer Laçiner’in 15
Temmuz 2017 tarihli “15 Temmuz” yazısını okursanız, daha nice ihtimallerin
olabileceğini göreceksiniz.
Yazının ilk yarısı, karmaşık olmakla birlikte
oldukça iyi. Hatta eylemlilik önerileri bile var. Okurken etkileniyor insan.
Yarıyı bir miktar geçince, o tanıdık koku gelmeye başlıyor. Bir YAE lideri
açısından tartışamayacağımız başarı ikinci yarıda geliyor.
Efendim, ya olay tam olarak göründüğü gibi
değilseymiş! Birileri, özellikle de Hulusi Bey, farklı bazı planlar içinde
iselermiş! Neyse sıkılmazsanız okuyun işte.
İnsan kafayı yer! Ahmet Kekeç ve Fetö de benzer
kafa karıştırmalar peşinde bu günlerde.
Hani RTE’nin internette dönen bir klibi var ya,
aynen oradaki gibi:
“Kimleeer yanyana geliyor?”
Yukarıda başarı dedik de, burada başarı nerede peki?
Bu kadar müsait bir konuda, söylemek istediklerini,
o meşum kelimeyi, “Kemalizm” kelimesini bir kere bile kullanmadan ifade etmek,
bir YAE önderi için ayakta alkışlanacak bir başarıdır. Herhalde yazıda geçen
“zorlamacı” gibi kelimelerle o meşum kelime anımsatılmaya çalışılıyordur
sanırım.
Bu yazıyı bitirmek üzereyken Cumhuriyet Gazetesi
davasının kararı açıklandı. Ne YAE’nin, ne Nuray Mert’in, ne Evrim Teorisinin,
ne Ömer Laçiner’in önemi kalmadı.
Yarın yepyeni bir gün ve ya mücadele günü ya da
....
“Ceterum censeo Carthaginem esse
delendam...”
“Bana soracak olursanız, Kartaca
mutlaka yıkılmalıdır.”