29 Temmuz 2017 Cumartesi

Zor Yazı: 15 Temmuz, Nuray Mert, Laçiner


Bu blogdaki ilk yazım, 30 Ağustos 2014 tarihini taşıyor. Son yazım ise 29 Haziran 2017 tarihli. Toplam olarak doksan altı yazı yazmışım. Kurtulamadığım uzun yazma alışkanlığını hesaba katarsak, çoktan kalın bir kitabı doldurmuş sayılabilirim.

İtiraf ve Özür


Yukarıda bahsettiğim doksan altı yazıdan sonra en zor yazılarımdan biri bu olacak. Çünkü durum giderek ciddiyet, hassasiyet ve aciliyet kazandı. Tek bir yazıda bunlarla başa çıkabilir miyim, gerçekten bilemiyorum. Ha gayret!

Çok büyük bir eylemdi, bir de ardı gelebilse.


Adalet Yürüyüşü ve miting üzerine bir dolu yazı okudum. O konuyu fırsat bulursam ileride incelemeyi düşünüyorum. Çünkü okuduklarım arasında rastlamadığım ya da çok yüzeysel alınmış bazı tesbitler var. Halbuki bu yürüyüş çok önemli.

Çok da kızmışlar ve korkmuşlardı


15 Temmuz törenleri üzerine de okudum. İşte bu bir itiraf: Böylesine önemli konular olduğunda, bloğa yazarken bir yandan ‘kim ne demiş’e de bakıyorum. Eh, kusura bakmayın, teorisyen olma iddiasında da değilim.

Bazı gelişmeleri önceden görebilmeye yetecek siyasi altyapım var, inkar edecek değilim, ama bu konuda benden çok ileride gördüğüm bazı kişiler tespitlerinde, tahminlerinde, önerilerinde öyle haltlar yediler ki, ben de her zamankine göre  biraz ürkek davranmak durumunda kaldım.

Buraya kadar yazılanlar beşinci denemeden kalanlar. Yazı bitene kadar onlar da değişebilir ya da yok olabilirler. Kısmet. Kaç kişi tarafından okunuyor olursak olalım, biz siyaset yazanların, yazdıklarımıza azami dikkat göstermemiz gereken günlerde olduğumuza inanıyorum.

Eh, zaten öyle yapmıyor muyduk? Üzgünüm, yapmıyorduk. Buna ayrılabilecek vaktim ve enerjim olsa bu konuda sayısız örnek verebilirdim. Ama hem vakit sıkışık, hem de o enerji kalmadı, daha doğrusu bir miktar yoruldum (neredeyse bıkma aşamasına da gelebilirim; anlat, söyle, kimse dinlemesin, her defasında haklı çık. İnsan ister istemez yoruluyor).

Bir Yıllık 15 Temmuz Süreci Ne Yaptı?

15 Temmuz dinci-faşist ayaklanması, bugüne kadar geçen sürede birçok insanın düşüncelerinde, tavırlarında ama ufak, ama büyük değişikliklere yol açtı. Birçok insanın da düşüncelerinin, karar ve tavırlarının netleşmesini sağladı.

Bu iki farklı duruma bu yazıda yer buldukça örnekler vermeye çalışacağım. Önce ben kendi durumumu anlatmaya çalışayım.

Hiç abartmadan ve kasılmadan iddia ederim ki, bugün gelinen noktayı henüz 2010 yılının başında oldukça net görmüş ve kalabalık bir toplantıda ifade etmiştim. (Tabii, darbe vb. tekil konuları değil, tek adam rejimine, diktatörlüğe gidiş, seçim güvenliğinin kalmayacağı vb.).

Aslında çok daha önce de görmüştüm, ama o toplantıyı kalabalık bir hasım grubumun olması nedeniyle, başlangıç olarak alıyorum. Yani tanıklar, ne olurlarsa olsunlar, hayattalar.

Daha sonra başımıza gelen saldırılar, küfürler, hakaretler, dışlamalar henüz unutulmadı. Yapanlar da unutmamışlardır, dilerim (özür sırasında gerekecek).

Ne Oluyor’dan Ne Yapmalı’ya


İlk yazımdan 15 Temmuz’a kadar yazıların ağırlık noktasını, seçim ve referandum dönemleri dışında, “Ne oluyor?” sorusuna yönelik cevaplar oluşturuyordu. “Ne yapmalı?”nın cevabına ilişkin öneri ya da önericikler daha azdı. Gelinen nokta, göremeyen gözler, duyamayan kulaklar, basmayan kafalar için dilimiz döndüğünce, elimiz yazdığınca yine “ne oluyor”u görmeye ve göstermeye çalışmayı, ama eğer bir fikrimiz varsa da ağırlığı “ne yapmalı”ya vermeyi zorunlu kılıyor.

Çok mu Geç Kaldık?


İşte yazının başlığındaki “Zor Yazı”, tam da buna cevap verememenin zorluğuna işaret ediyor.

Şöyle ifade edebilirim: Hem çok geç kaldığımızı söyleyebiliriz, hem de “henüz hiç bir şey için çok geç değil” dememiz gerektiğini ileri sürebiliriz. İkisi de geçerlidir.

Bunun gerçek muhasebesi ancak hızla gelişmekte olan sürecin, zafer ya da yenilgiyle sonuçlandığı noktada yapılabilecektir.

Çok da sona bırakmamak lazım aslında. Nihai muhasebeye yönelik olarak şimdiden kullanabileceğimiz bazı ölçütler var. Şunu ileri sürebiliriz: Daha erken ve daha bilinçli başlayabilseydik, zafere erişme ihtimali çok daha yüksek olacaktı. Bugün başlıyorsak hem kaybetme ihtimali daha yüksek hem de sürdürülecek mücadele her bakımdan daha pahalıya mal olacak.

Kusura bakmasınlar, burada çıkacak faturanın büyük kısmı da, kendi ihanetlerini artık gözlüksüz görebilen (yüzsüzler hariç), bu ülkenin kaymak entelektüel tabakasının büyük çoğunluğunu oluşturan “yetmez ama evet”çilere çıkacaktır.

Nuray Mert Vakası


Bu yazının büyük kısmı yazılmıştı ki, Nuray Mert’in “Evrim Teorisi” herzesi patladı. Bu konuda yazmak istemiyorum. Yazanlar zaten feci vurdular. Aslında ben yaklaşık bir hafta kadar önce Nuray Mert’ten uzunca bir alıntıyı bu yazıya koymuş, belirli ve belirgin bir tavra dikkat çekmeyi hedeflemiştim.
 

O el hep öyle

Aslında doğru da görmüşüm. “Evrim Teorisi”ne ilişkin herze, o yazının ardından, sanki bir tavrın sürdürülmesi gibi geldi, hem de bir Cumhuriyet Gazetesi yazarının bugünlerde en önemli meselesi buymuş gibi.

Bu ikili paragrafı yazının uygun yerine sonradan ekledim. Şimdi gelelim benim üzerinde durduğum Nuray Mert alıntısına:

“Zira ülkenin halen büyük bir saldırı altında olduğu ve her farklı sesin, bu saldırının değirmenine su taşıyacak bir çaba olduğu, dolayısı ile suç sayılacağı ilan ediliyor. Yani durum çok ciddi, artık fikir ayrılığı gibi bir kategori yok, ‘milletten ve onun kurtarıcı liderinden’ yana olmak veya ‘milletin düşmanı’ olmak gibi iki kategori var. Söylediğiniz her şey hakkınızda delil olarak kullanılabilir, bu durumda artık siyasal tartışma imkânı yoktur, yok sayılacaktır. Bu durumda, yapabileceğimiz tek şey durum tespiti ve tanıklık yapmak, ben de bunu yapmaya çalışıyorum.

Bu alıntı, 17 Temmuz 2017 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Nuray Mert’in “15 Temmuz’un anlamı” başlıklı yazısından. Birtakım gerçekleri sanki artık algılayabilmiş. Hangi noktaya gelindiğini görebiliyor, bir an zannediyoruz ki o bünyede artık YAE ölmüş, bünye temizlenmiş.
 

Bu da mahzun, gözlemci Nuray Mert

Üzgünüm, alıntıda altını çizmiş olduğum (koyu yazılı) cümle çok önemli. O cümle gösteriyor ki, o bünyede ölmüş olan YAE değil, onun eylemci (?) karakteri. Malûm, afişler, bildiriler, paneller, açık oturumlar, TV programları vb. son derece eylemci bir ruhla sürdürülüyor, rakipler aşağılanıyor, ağızlardan, gözlerden YAE alevleri fışkırıyordu. Hatırlıyoruz.

Bugün hâlâ “yetmez ama evet”ten bahsetmemi garip karşılayanlarınız olabilir. Yapmayın. Bu konuda insanların dikkatini çekebilmek için, bu tarafın “Nedim Şener”i gibi görülmeye bile razıyım. Onun benden farkı, her baktığı yerde sadece Fetö’yü görmesi. Ben ise baktığım yerlerde farklı bir dolu şey görebiliyorum, ama oralarda sinsi bir YAE’ci bulursam da kaçırmıyorum.

Şimdi geline geline nereye gelinmiş? Bu durumda, yapabileceğimiz tek şey durum tespiti ve tanıklık yapmak, ben de bunu yapmaya çalışıyorum. ”

Dikkat! “Yapabileceğim” değil, “yapabileceğimiz tek şey”!!!

Nuray Bacım, herkese, bu arada bana da, bunu mu öneriyorsun? İfaden öyle. Sen öyle yap, millete ne karışıyorsun? İşte bu YAE ruhu. Ölmüyor kahrolası.

Takip etmekten büyük keyif aldığım bir blog var: Deli Gaffarın notları. Facebook’tan arkadaşım oldu, ama gerçek hayatta kim olduğunu bilmiyorum.

Bloğunda 4 Şubat 2015 tarihinde “Sen O Muhitin Kadını Değilsin Nuray Hanım !” başlıklı bir yazısı var. Hâlâ link atmayı beceremediğimden, bir zahmet Google’dan buluverin, zaten sonra Deli Gaffar’ın müdavimi olacaksınız. 

Sıra Ömer Laçiner’de


Çok önemli bir yazı daha var, ama alıntı yapmam imkansız. Çok uzun ve hileli. Bazı olasılıklar (?) araya serpiştirilmiş.

MHP’den ayrılacak milliyetçilerden, az sayıda da olsa AKP’lilere, sağ sosyal demokratlardan devrimcilere kadar çok büyük bir yelpazede yer alan sayısız insanın ayan beyan gördüğü (ama tabii kanıtlayamadığı) bir durum varmış gibi geliyor bana:

15 Temmuz darbesinin niteliği.

Ama birikimdergisi.com adresinde Ömer Laçiner’in 15 Temmuz 2017 tarihli “15 Temmuz” yazısını okursanız, daha nice ihtimallerin olabileceğini göreceksiniz.

Yazının ilk yarısı, karmaşık olmakla birlikte oldukça iyi. Hatta eylemlilik önerileri bile var. Okurken etkileniyor insan. Yarıyı bir miktar geçince, o tanıdık koku gelmeye başlıyor. Bir YAE lideri açısından tartışamayacağımız başarı ikinci yarıda geliyor.
 

Kafa hep karışık, işler de karışıyor tabii

Efendim, ya olay tam olarak göründüğü gibi değilseymiş! Birileri, özellikle de Hulusi Bey, farklı bazı planlar içinde iselermiş! Neyse sıkılmazsanız okuyun işte.

İnsan kafayı yer! Ahmet Kekeç ve Fetö de benzer kafa karıştırmalar peşinde bu günlerde.

Hani RTE’nin internette dönen bir klibi var ya, aynen oradaki gibi:

“Kimleeer yanyana geliyor?”

Yukarıda başarı dedik de,  burada başarı nerede peki?

Bu kadar müsait bir konuda, söylemek istediklerini, o meşum kelimeyi, “Kemalizm” kelimesini bir kere bile kullanmadan ifade etmek, bir YAE önderi için ayakta alkışlanacak bir başarıdır. Herhalde yazıda geçen “zorlamacı” gibi kelimelerle o meşum kelime anımsatılmaya çalışılıyordur sanırım.

Bu yazıyı bitirmek üzereyken Cumhuriyet Gazetesi davasının kararı açıklandı. Ne YAE’nin, ne Nuray Mert’in, ne Evrim Teorisinin, ne Ömer Laçiner’in önemi kalmadı.

Yarın yepyeni bir gün ve ya mücadele günü ya da ....

“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”