30 Mart 2019 Cumartesi



Sandığa gidin!


Bloga son yazıyı koyalı neredeyse bir yıl olmuş. Açıkçası benim için zor bir yıl oldu. Art arda gelen rahatsızlıklar, bağlantılı ameliyatlar, bol hastane ziyaretleri, vücudum açısından maddi hasar ve yorgunluklara neden oldu.

Manevi bakımdan ise çok daha yorucu ve hasar verici olan, bu dönemde inanılmaz bir biçimde adeta birbirini takip eden arkadaş ve yoldaş kayıplarıydı. Giderek artan siyasal asap bozukluğuna bir de bunların eklenmesi beni yazmaktan soğuttu açıkçası. Arada bir Facebook yorumu ya da twitle yetindim. Bir yandan da soğuklar uzun sürdü malumunuz. Hele Silivri hiç ısınmadı. Eh, yaz bir dert, yazma bir dert.

Peki, şimdi ne oldu da, yeniden yazmaya başlıyorum? Bir konuda başa döndüm. Kimin için yazacaktım ben? Öncelikle kendim tabii ki. Benden yazılı bir şeyler kalsın diye. Demek ki yukarıdaki bahaneler hikaye. Havalar da ısınıyor. Ama bunlardan daha önemli bir konu var.

Bugün YAE önemli değil, önemli olan sandık


Hemen kıllanmışsınızdır, garanti YAE konusu diye. Hayır, bu sefer dolaylı bahsedeceğim ondan. Asıl konu, yerel seçim.
Hepinizin herhalde farkında olduğu gibi dibine kadar ikiye bölünmüş bir toplumda yaşıyoruz. Tarihte farklı ülkelerde bu tür durumlar yaşanmıştır. Tarih hocalığı yapmaya niyetim yok, ama istatistiki sayılabilecek bir bilgiyi ve tek bir örneği vermekte de yarar görüyorum.

Önce bilgi: 
Özellikle içinde yer aldığımız Akdeniz Havzası’nda bu gibi bölünmüşlükleri iç savaşsız (en azından kansız) atlatabilmiş millet ya da ülke çok azdır. Bugünkü haliyle Türkiye, bu tehlikeden azade bir durumda değildir. Bölünmenin taraflarından biri, zaten tavrı ve ifadeleriyle, belki iç savaş olmasa bile bir miktar kanlı bir dönemi ya da rejimi göze almış durumdadır. Nereden mi belli: Beka edebiyatı, idam safsatası, kayyum tehdidi, silahlanma önerileri vb.” Cesaret edebilir, edemez, daha büyük bir proje bunu öngörüyordur ya da böyle bir durum yoktur, bilemem. Benim gördüğüm, bu riskin olması ve en azından taraflardan birinin buna yönelik ifadeleridir.

Biraz espri gibi algılanabilir ama, ruhsatlı silahlar için Makina Kimya’dan alınabilen yıllık kişisel mermi kontenjanının yakın zamanda bin adede çıkarılması, mermi birim fiyatının indirilmesi ve dün hiç gereği yokken bu konunun güncel bir konuymuş gibi gündeme getirilebilmesi amacıyla, bu tedbirin enflasyonu düşürmek için alındığının açıklanması (şaka gibi), karşı tarafta o risk algısının ve bağlantılı olarak korku ya da endişe pompalanmasının bir aracı olarak görülüyor olabilir.

Şimdi de örnek: 
Yıllarca süren ve yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan İspanya İç Savaşı, alınması gereken çok önemli derslerle doludur.

Önce genel durum: (Kusura bakmayın, bu bilgileri bu tarzda veriyor olmam, ukalalık gibi algılanabilir. Ama son yıllarda karşılaştığımız bazı ifade ve tavırlar, bu tarzı biraz sorunlu kılıyor. Bu, ağzımı bozmamak için başvurduğum bir yol.)
İspanya’daki olay, başlangıçta bir iç savaş değildi. Seçimle gelmiş bir hükümete karşı, sömürge ordusunun bir ayaklanmasıydı. Yani tamamen gayrı meşruydu.
Bugünkü Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın o dönemdeki öncülü olan Milletler Cemiyeti, meşru iktidarın siyasi görüşünü desteklemediği için, gözünü ve kulağını kapadı ve bu çarpışmayı, meşru iki gücün savaşı gibi gördü. Yaptığı tek şey ise “ademi müdahale” (müdahalesizlik) kararı almak oldu. Yani bu karar uyarınca diğer ülkeler bu çatışmaya müdahale etmemek zorundaydılar.

Bazı Batılı ülkeler (İngiltere, Fransa vb.) bu yasağı gizlice delip, faşist ayaklanmacılara el altından silah ve mühimmat yardımı yaparken, Mussolini İtalyası ve Hitler Almanyası gibi faşist ülkeler, bu yardımı açıkça yaptılar.

Picasso’nun meşhur Guernica tablosu, faşist Alman uçaklarının bombalayarak yerle bir ettiği Guernica kasabasını resmeder. Milletler Cemiyeti bu zulmü ve gayrı meşru tavrı engellemek için bir şey yapmadı.

Uluslararası Tugaylar


Bu savaş sırasında çok ilginç başka bir gelişme oldu. Dünyanın birçok ülkesinden sosyalistler, komünistler, anarşistler, gönüllü olarak hükümet güçlerinin yanında savaşmak üzere İspanya’ya geldiler. Kurdukları Uluslararası Tugaylar, romanlara, filmlere konu olan kahramanlıklar ve fedakârlıklar sergilediler. Bunların arasında Ernest Hemingway, John Reed, George Orwell gibi insanlar da vardı.

Ya SSCB?


Peki, İspanya Hükümeti’ndekilerle siyasal yelpazenin aynı tarafında yer alan (?) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ne yaptı?

O dönemde Stalin yönetimindeki SSCB, enternasyonalizmi çoktan halının altına süpürmüş, “tek ülkede sosyalizm”i inşa etmek üzere yola koyulmuş bir ülkeydi. O kadar ki, faşist Almanya ile gizli anlaşmalar bile yapmıştı (detaylar başka yazıda). Batı ile sürtüşmemeye, iyi geçinmeye gayret ediyordu.

SSCB, Milletler Cemiyeti’nin ademi müdahale kararına kısmen uydu. İspanyol hükümetine silah ve mühimmat yardımı yapmadı, ama uçaklarını gönderdi. Bu uçaklardan komünist siyasal komiserler indi. Bunlara verilmiş olan görev, faşist Franco askerlerine karşı savaşan İspanyol birliklerinde ve Uluslararası Tugaylar’daki, anarşist, Troçkist vb. farklı sol görüşteki militanların temizlenmesi idi. Büyük ölçüde yaptılar. Kurşuna dizdiler. Büyük ihanetti.

Sonuç


Şimdi bu kadar ukalalığı neden yaptım? Farklı tarihsel dönemlerde insanoğlu benzer konularda farklı tavırlar alabiliyor? İşin kötü yanı, o dönemde sonuna kadar savunduğu bu tavrın, sonuçları ortaya çıkmaya başladıkça ne kadar yersiz, ne kadar hatalı olduğunu fark etmeye başlıyor. Üzülüyor, üzülmüyor, utanıyor, utanmıyor, yüzsüze bağlıyor. Özeleştiri veriyor, vermiyor. Sessizce kıvrılarak karşı tavra geçiyor. Sesini kısıp yok oluyor vb. Bütün bunları yetmez ama evetçilerde gördük. Şimdiye kadar düzgün bir muhasebe de yapılamadı. Bir gün yaparız elbet.

Benim bugün sandığa gidilmesi konusundaki ısrarım bundan. İleride üzülünmesin diye. Hesap sorulacak kişi durumunda kalınmasın diye. Bireysel şişik egoların, bize yeni Berkin, Ali İsmail acıları yaşatmasına sebep olmasın diye.

Yazı çok aceleye geldi. İleride bu konuları daha da açıp, bağlantıları daha net hale getireceğim. İşim ne? Şimdilik önemli tek konu var:

Sandığa gidin!