Sandığa gidin!
Bloga son yazıyı koyalı neredeyse bir yıl
olmuş. Açıkçası benim için zor bir yıl oldu. Art arda gelen rahatsızlıklar,
bağlantılı ameliyatlar, bol hastane ziyaretleri, vücudum açısından maddi hasar
ve yorgunluklara neden oldu.
Manevi bakımdan ise çok daha yorucu ve hasar
verici olan, bu dönemde inanılmaz bir biçimde adeta birbirini takip eden
arkadaş ve yoldaş kayıplarıydı. Giderek artan siyasal asap bozukluğuna bir de
bunların eklenmesi beni yazmaktan soğuttu açıkçası. Arada bir Facebook yorumu
ya da twitle yetindim. Bir yandan da soğuklar uzun sürdü malumunuz. Hele
Silivri hiç ısınmadı. Eh, yaz bir dert, yazma bir dert.
Peki, şimdi ne oldu da, yeniden yazmaya
başlıyorum? Bir konuda başa döndüm. Kimin için yazacaktım ben? Öncelikle kendim
tabii ki. Benden yazılı bir şeyler kalsın diye. Demek ki yukarıdaki bahaneler
hikaye. Havalar da ısınıyor. Ama bunlardan daha önemli bir konu var.
Bugün YAE önemli değil, önemli olan sandık
Hemen kıllanmışsınızdır, garanti YAE konusu
diye. Hayır, bu sefer dolaylı bahsedeceğim ondan. Asıl konu, yerel seçim.
Hepinizin herhalde farkında olduğu gibi dibine
kadar ikiye bölünmüş bir toplumda yaşıyoruz. Tarihte farklı ülkelerde bu tür
durumlar yaşanmıştır. Tarih hocalığı yapmaya niyetim yok, ama istatistiki
sayılabilecek bir bilgiyi ve tek bir örneği vermekte de yarar görüyorum.
Önce bilgi:
Özellikle içinde yer aldığımız
Akdeniz Havzası’nda bu gibi bölünmüşlükleri iç savaşsız (en azından kansız)
atlatabilmiş millet ya da ülke çok azdır. Bugünkü haliyle Türkiye, bu
tehlikeden azade bir durumda değildir. Bölünmenin taraflarından biri, zaten
tavrı ve ifadeleriyle, belki iç savaş olmasa bile bir miktar kanlı bir dönemi
ya da rejimi göze almış durumdadır. Nereden mi belli: “Beka edebiyatı, idam safsatası, kayyum tehdidi, silahlanma önerileri
vb.” Cesaret edebilir, edemez, daha büyük bir proje bunu öngörüyordur ya da
böyle bir durum yoktur, bilemem. Benim gördüğüm, bu riskin olması ve en azından
taraflardan birinin buna yönelik ifadeleridir.
Biraz espri gibi algılanabilir ama, ruhsatlı
silahlar için Makina Kimya’dan alınabilen yıllık kişisel mermi kontenjanının
yakın zamanda bin adede çıkarılması, mermi birim fiyatının indirilmesi ve dün hiç
gereği yokken bu konunun güncel bir konuymuş gibi gündeme getirilebilmesi
amacıyla, bu tedbirin enflasyonu düşürmek için alındığının açıklanması (şaka
gibi), karşı tarafta o risk algısının ve bağlantılı olarak korku ya da endişe
pompalanmasının bir aracı olarak görülüyor olabilir.
Şimdi de örnek:
Yıllarca süren ve yüzbinlerce
insanın ölümüne neden olan İspanya İç Savaşı, alınması gereken çok önemli
derslerle doludur.
Önce genel durum: (Kusura bakmayın, bu
bilgileri bu tarzda veriyor olmam, ukalalık gibi algılanabilir. Ama son
yıllarda karşılaştığımız bazı ifade ve tavırlar, bu tarzı biraz sorunlu
kılıyor. Bu, ağzımı bozmamak için başvurduğum bir yol.)
İspanya’daki olay, başlangıçta bir iç savaş değildi.
Seçimle gelmiş bir hükümete karşı, sömürge ordusunun bir ayaklanmasıydı. Yani
tamamen gayrı meşruydu.
Bugünkü Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın o
dönemdeki öncülü olan Milletler Cemiyeti, meşru iktidarın siyasi görüşünü
desteklemediği için, gözünü ve kulağını kapadı ve bu çarpışmayı, meşru iki
gücün savaşı gibi gördü. Yaptığı tek şey ise “ademi müdahale” (müdahalesizlik)
kararı almak oldu. Yani bu karar uyarınca diğer ülkeler bu çatışmaya müdahale
etmemek zorundaydılar.
Bazı Batılı ülkeler (İngiltere, Fransa vb.) bu
yasağı gizlice delip, faşist ayaklanmacılara el altından silah ve mühimmat
yardımı yaparken, Mussolini İtalyası ve Hitler Almanyası gibi faşist ülkeler,
bu yardımı açıkça yaptılar.
Picasso’nun meşhur Guernica tablosu, faşist
Alman uçaklarının bombalayarak yerle bir ettiği Guernica kasabasını resmeder.
Milletler Cemiyeti bu zulmü ve gayrı meşru tavrı engellemek için bir şey
yapmadı.
Uluslararası Tugaylar
Bu savaş sırasında çok ilginç başka bir
gelişme oldu. Dünyanın birçok ülkesinden sosyalistler, komünistler,
anarşistler, gönüllü olarak hükümet güçlerinin yanında savaşmak üzere
İspanya’ya geldiler. Kurdukları Uluslararası Tugaylar, romanlara, filmlere konu
olan kahramanlıklar ve fedakârlıklar
sergilediler. Bunların arasında Ernest Hemingway, John Reed, George Orwell gibi
insanlar da vardı.
Ya SSCB?
Peki, İspanya Hükümeti’ndekilerle siyasal
yelpazenin aynı tarafında yer alan (?) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
ne yaptı?
O dönemde Stalin yönetimindeki SSCB,
enternasyonalizmi çoktan halının altına süpürmüş, “tek ülkede sosyalizm”i inşa
etmek üzere yola koyulmuş bir ülkeydi. O kadar ki, faşist Almanya ile gizli
anlaşmalar bile yapmıştı (detaylar başka yazıda). Batı ile sürtüşmemeye, iyi
geçinmeye gayret ediyordu.
SSCB, Milletler Cemiyeti’nin ademi müdahale
kararına kısmen uydu. İspanyol hükümetine silah ve mühimmat yardımı yapmadı,
ama uçaklarını gönderdi. Bu uçaklardan komünist siyasal komiserler indi.
Bunlara verilmiş olan görev, faşist Franco askerlerine karşı savaşan İspanyol
birliklerinde ve Uluslararası Tugaylar’daki, anarşist, Troçkist vb. farklı sol
görüşteki militanların temizlenmesi idi. Büyük ölçüde yaptılar. Kurşuna
dizdiler. Büyük ihanetti.
Sonuç
Şimdi bu kadar ukalalığı neden yaptım? Farklı
tarihsel dönemlerde insanoğlu benzer konularda farklı tavırlar alabiliyor? İşin
kötü yanı, o dönemde sonuna kadar savunduğu bu tavrın, sonuçları ortaya çıkmaya
başladıkça ne kadar yersiz, ne kadar hatalı olduğunu fark etmeye başlıyor. Üzülüyor,
üzülmüyor, utanıyor, utanmıyor, yüzsüze bağlıyor. Özeleştiri veriyor, vermiyor.
Sessizce kıvrılarak karşı tavra geçiyor. Sesini kısıp yok oluyor vb. Bütün
bunları yetmez ama evetçilerde gördük. Şimdiye kadar düzgün bir muhasebe de
yapılamadı. Bir gün yaparız elbet.
Benim bugün sandığa gidilmesi konusundaki
ısrarım bundan. İleride üzülünmesin diye. Hesap sorulacak kişi durumunda
kalınmasın diye. Bireysel şişik egoların, bize yeni Berkin, Ali İsmail acıları
yaşatmasına sebep olmasın diye.
Yazı çok aceleye geldi. İleride bu konuları
daha da açıp, bağlantıları daha net hale getireceğim. İşim ne? Şimdilik önemli
tek konu var:
Sandığa gidin!