Sözde Referandum ve Ne Yapmalı'ya Giriş
Sözde
referandumun ertesi gününden itibaren konuya ilişkin bulabildiğim her yazıyı
okumaya çalıştım. Tabii ki ezici ağırlıkla “HAYIR” cephesinden. Yüksek bir
ortalama, aklın yolunun bir olduğu gerçeğini bana bir kez daha gösterdi.
Yazıların
hemen hepsi, sonucu EVET yönünde değiştiren bir dolu hile ve kanunsuzluğun
yapıldığına, aslında HAYIR’ın kazanmış olduğuna vurgu yapıyordu. Doğru, aslında
HAYIR kazanmıştı, ama hukuki (!) durum böyle göstermiyordu.
7
Haziran seçimlerinden sonra olduğu gibi RTE ve AKP bildiğinden şaşmamakta
esaslı bir direnç sergilemekteydiler. Üstüne üstlük başvurulan tüm hukuk yolları
ve hukuk kurumları da onları (hukuksal olarak) haklıymış gibi gösteriyordu. Bu
yazıyı yazmaya başladığım gün henüz yapılmamış olan, Anayasa Mahkemesi’ne
bireysel başvurunun nasıl sonuçlanacağı hakkında da mahkeme başkanı zaten ön
açıklamasını yapmış durumdaydı. Nitekim yazı bitmeden de dediği oldu, başvuru reddedildi.
Geriye
kalan tek hukuki yolun, yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, bu konudaki
emsal kararlar da göz önünde bulundurulduğunda, iptal kararı verme ihtimali çok
yüksek. Burayı İngilizce yazayım, ukalâlık olsun: So what?
Bir
defa mahkeme sonuçlanana kadarki süre çok uzun. Atı alan gerçekten Üsküdar’a
geçer. Diğer yandan, o güne kadar öyle işler yapılır ki, artık Avrupa’yı
gerçekten kim takar?
Peki,
bu hukuksal yollar bırakılsın mı yani? Asla! Erişilebilen hangi platformda
RTE’nin ve AKP’nin hukuksuzluğu teşhir ve mahkûm edilebiliyorsa edilmeli.
Buradaki
temel hedef, sadece onların mahkûm edilmesi değil. Aslında varlığı gerek
ABD’nin, gerekse AB’nin çok daha fazla işine gelebilecek olan RTE’nin desteklenme
olasılığının uluslararası hukuk ve toplum tarafından zorlaştırılmasını sağlamak.
Özellikle
AB ülkelerinin kamuoylarını kendi devletlerinin muhtemel desteğine karşı harekete
geçirmek. Nitekim, özellikle Federal Almanya’dan gelen mizahi program kayıtları
bile (ben sadece Almanca’lara bakıyorum), bu gerçekliğin oralarda şimdiden
büyük etki yarattığını gösteriyor.
Bu
arada vurgulamadan geçmem imkansız. Almanya’ya, bizdeki ana-avrat küfüre denk
gelen Nazi ya da faşist laflarını ettikten sonra, Mehmet Şimşek’in Almanya’dan
ekonomik yardım istemesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu tarihten bu yana
düştüğü en derin noktayı göstermektedir. Sakın yanlış anlamayın, ekonomide ve siyasette
hep vurgulanageldiği gibi bir “dip” katiyen yoktur. Ayrıca hiç merak da etmeyin,
bu iktidar, iktidar olarak kaldıkça, çok daha derin dipleri göreceğimiz
kesindir.
Aşağı Yukarı Ortak Akıl
Okumuş
olduğum tüm yazılarda aşağı yukarı ortak görüş olarak şöyle bir şeyler çıkıyor:
Hayır
cephesi, oldukça heterojen, asla yanyana gelemeyecekmiş gibi görünen siyasal
faktörlerin oluşturduğu bir blok oldu. Bu öyle bir blok ki, belki referandum
sonrasında birileri “yahu, ben kimlerle birlikte ne yaptım” demiş de olabilir.
Ama
bütün bu sürecin en umut veren noktası da bence budur. Çünkü bu nokta, toplumun
belirgin bir tehlikeye karşı, refleks olarak, gayrı ihtiyari vermiş olduğu
tepkinin, onları biraraya getirebildiği noktadır.
2019 İhaneti
Sözde
referandum sonuçlanır sonuçlanmaz, belli
mihraklardan 2019 lafları duyulmaya başlandı. En güçlü ve etkili (!) olanı ise,
tabii ki Baykal’ın söyledikleri:
“Hayır maç henüz bitmedi. Daha maçın devamı var. ........... Yani 2.5 yıl
var. Sizin kararınızın hiçbir önemi yok, önemli olan milletin kararıdır. Millet
de o kararı 2019’da size verecek.”
Bu
ifade, yıllar önce RTE’ye Siirt dandik seçimleriyle milletvekilliğini, ardından
başbakanlığı, ardından cumhurbaşkanlığını, ardından da başkanlığı (!) açan
yolun ifadesidir.
Bu ve
benzeri tüm ifadelerin bugün artık istisnasız
tüm demokratik güçlerce kesinlikle reddedilmesi zorunludur. MHP’nin sözde
sürpriz atağıyla sözde referandum karşısında kalan RTE ve AKP’nin bu kadar kısa
süre içinde organize edebildiği hileli sonuçların, maçın sonu olarak hayali
kurulan 2019 seçimlerinde çok daha ustalıkla manipüle edilebileceği açıktır.
Ayrıca 2019 seçimlerinin bir hedef olarak konması, net bir biçimde bu sözde referandumun meşru ve geçerli kabul edildiği anlamına gelecektir.
Halbuki erişilebilen tüm insanlara, bunun hileli, gayrımeşru bir referandum olduğu, bıkmadan, usanmadan anlatılmalı ve bu HAYIR dalgasının sönümlenmesine asla izin verilmemelidir.
Ayrıca 2019 seçimlerinin bir hedef olarak konması, net bir biçimde bu sözde referandumun meşru ve geçerli kabul edildiği anlamına gelecektir.
Halbuki erişilebilen tüm insanlara, bunun hileli, gayrımeşru bir referandum olduğu, bıkmadan, usanmadan anlatılmalı ve bu HAYIR dalgasının sönümlenmesine asla izin verilmemelidir.
İşin
fikirde ve eylemde 2019’a bırakılması, gaflet, dalalet ve hıyanetten başka bir
şey değildir. Ne yapılacaksa daha önce yapılması zorunludur.
Gelelim Acıklı Bir Konuya
Altmış
üç yaşındayım. On yedi yaşımdan beri aktif olarak siyasetin içindeyim. Kaç yıl
olmuş? Kırk altı yıl. Biraz daha dayansam, yarım asır.
İşte
ben bu yaklaşık yarım asırlık siyasi ömrümde, bu ülkede kendini demokrat olarak
gören ya da solcu olarak ifade eden kimsenin, ortak bir tehlike (muhtıra,
askeri darbe, faşizm vb.) karşısında, gerçek anlamda biraraya geldiğini
görmedim.
Çok moral bozucu değil mi?
Çok moral bozucu değil mi?
Yakın
geçmişe ait bir örnekten yola çıkalım. Kısa bir zaman önce Haziran Hareketi’nin
Kartal’da organize ettiği mitinge, HDP’nin katılması ihtimaline karşı, CHP’nin
katılmamış olması, çok önemli bir siyasi
güç kaybına neden olmamış mıydı?
İşte
bu sefer iş farklı olmak zorunda. Bu iş sadece siyasilere bırakılamayacak kadar ciddi. Neden mi? Çok basit ve net. Bu gerçekten son
atış.
Bugünden,
2019 olarak konan hedefe kadar yapılması gereken çok şey var. Öyle ki, bunlar
yapılabildiği takdirde, 2019 kabusuna gerek bile kalmayacak.
Önce Büyük Tehlikeyi Görelim
Bir
dakika! Önce çok dikkat edilmesi ve mutlaka tedbir alınması gereken bir
tehlikeyi özellikle vurgulamak durumundayım.
Evet,
mucizevi sayılabilecek genişlikte bir HAYIR cephesi oluştu ve aslında EVET’i
yendi. Sözde referandum sonrasında da bu cephenin aşağı yukarı tüm bileşenleri,
aynı ya da paralel yönde irade beyanlarında bulundular.
Gelmekte
ya da gelmiş olan en net ifadesiyle faşizmdir ve buna karşı mücadelede yer
almak için faşizme karşı olmak yeterlidir. (‘Anti-faşist’ tanımını sevmem,
‘faşizm tarafından belirlenen’ anlamını içerir bir miktar.)
Henüz
sözde referandumun üzerinden on gün bile geçmeden, sağda solda, orada burada,
malûm bir zevatın belli, belirsiz beyanlarına rastlanmaya başlandı.
Tabii
ki konu Kemalizm. Kendimi Kemalist olarak tanımlamam. Ama bunca yıldır en
korktuğum olgu, bu kelimenin bir biçimde ortaya çıkması, sarf edilmesidir. Çünkü
bilirim ki, bunun ardından ‘Ermeni Meselesi’, ‘İslamcıların ezilmesi’,
‘zorbalıkla yapılmış olan devrimler’, ‘Ankara’nın halka danışılmadan başkent
ilan edilmesi’ (gülmeyin, vallahi bunu da dediler, yalnızca Cemil Koçak, Ayşe Hür gibi
lejyonerlerden bahsetmiyorum) ve tabii ‘yetmez ama evet’ gelir.
Saadet
Partisi’nden Haziran Hareketi’ne, TKP’den MHP muhaliflerine kadar herkesin,
biraraya gelerek oluşturdukları bir HAYIR cephesinde, Kemalizm’den ya da
Anti-Kemalizm’den bahsetmeye gerek yoktur. Bunu yapmak sadece cepheyi bozmaya
yarar ki, benzeri faaliyeti ‘yetmez ama evet’çiler 2010 sözde referandumunda
zaten yapmış ve maalesef başarılı olmuşlardır. Bugünümüzü önemli ölçüde onlara
borçluyuz.
Ortak bir noktada buluşabilmek için Kemalizm’den
hiç söz etmeden, yalnızca faşist tek adam saltanatından bahsetmek yeterlidir.
Ne Yapacağız?
Birincisi,
durmayacağız. Sözde referandum öncesi sergilediğimiz hareketliliği artırarak
sürdüreceğiz. Bu, sadece sokaklara çıkıp bağırmak şeklinde olmamalı. Faşist
yönetim şu anda pek yapmıyor gibi gözüktüğü şiddetli baskıyı yakında devreye
sokacak ve işi başında söndürmeye çalışacaktır. Boşuna kayıp vermek gereksiz.
Bu
ülke, diğer bir sürü ülkedeki hareketlere örnek olan bir GEZİ’yi yaşadı. Öyle
bir olguydu ki, tez konusu oldu. Dünya'da başka hareketlere örnek oldu. Üzerine bir dolu kitap yazıldı, belgesel
yapıldı. Orada sergilenmiş olan direniş, dayanışma, ölümüne cesaret, yaratıcı
zekâ herhalde henüz unutulmadı. Bütün bunların yeniden ve fazlasıyla devreye
sokulması gerekiyor.
Gezi
sırasında duvarlara yazılan, internette yayılan o buram buram zeka kokan
sloganların çok daha gelişkinlerinin, bir yanda HAYIR cephesinin konsolide
edilmesi, diğer yanda da EVET cephesinden insanların etkilenmesi için çeşitlendirilmesi
ve yeniden yaratılması gerekiyor. Aslında bu çok kolay olabilmeli. Çünkü içine
sürüklenmekte olduğumuz ekonomik kriz, bu evetçileri etkilemeye başladıkça, bu
tür propagandaya daha çok açık olacaklardır.
Gezi
demişken. Hakkını yemeyelim, Gezi’nin en muhteşem görüntüleri, CHP’nin Kadıköy
mitingini iptal ederek Boğaziçi Köprüsü üzerinden Taksim’e gelmesiyle
gerçekleşmişti. Aynı akşam Çarşı, Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarları da
alana gelmişlerdi. Demek ki, CHP
tabanında ve hatta bir miktar da tavanında 2019 yavesine kapılmayacak, bugünkü tehlikenin
farkında olan bir kitle var.
Görevlerden
biri de, bu kitleyi mobilize ederek parti yönetimini silkemeye, 2019’u
beklemekten alıkoymaya yönlendirmek olmalı. Yalnız bu iş sadece Kılıçdaroğlu’nu
kafaya takarak yapılmaz. Dışarıdan da olsa parti yönetimindekilere ya da etkili
olabilecek kişilere yaratıcı fikirler ilham etmekle, onları motive etmekle (!)
olur.
Elimizdeki En Büyük Güç
Yukarıda
bir kısmını saymaya çalıştığım mücadele hedeflerini artırmak ve çeşitlendirmek
mümkün. Ama Facebook profilime baktığınızda göreceksiniz ki, altmış üç
yaşındayım. Internet kullanımında artık biraz yetersiz kalmış olabilirim, VPN
diyorlar, o ne ki diyorum.
Yine
de, erişebildiğim her posta, her münakaşaya, her saldırıya erişmeye
çalışıyorum. Biraz üzüntüyle farkettiğim bir olgu var. Bazı insanlar, iyi
niyetli olsalar bile, Facebook’ta ya da Twitter’da birilerine karşı bir şeyler
yazdıklarında, ‘oh be, nasıl taktım ama’ fazına geçiyorlar. İtiraf ediyorum,
buna bazen ben de düştüm. Bunun hiç bir faydası yok. Sadece boş bir tatmin
sağlıyor. Etkileyebileceğiniz insanlarla etkileyebileceğiniz konularda yazışın.
Bunu bıkmadan yapın.
Karşınızdakini
tanımaya, anlamaya çalışın. Bir örnek: Twitter’da Sn.Anayasa Profesörü Burhan
Kuzu’nun bir hesabı var. Gerçek. Bir laf yazıyor, yüzlerce kişi cevap yazıyor.
Gereksiz. O insanların sahip oldukları yaratıcı zekayı başka yerde
kullanmalarını sağlayın.
Çoğunuz
bir ikinci hatta üçüncü dil biliyorsunuz. Burhan Hoca’ma yazacağınıza dışarıya
yazın. ABD’nin ya AB’nin işine geliyor olabilir tek adam yönetimi, ama onların
da toplumları var ve bizden çok ileriler. Onları etkileyin.
Bu
öneriler aklıma geldikçe devam edecek.
“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”
“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”