Kurban olduğum seni de mi verdi?
Favorilerimden Levent Gültekin |
Son dönemde tanınan yazar-çizer
takımı arasında en sevdiklerimden biri, Levent Gültekin. Eski bir militan
Müslüman olarak, bence çok yararlı çalışmalar sürdürüyor. O çevreden gelen ve o
çevreyi çok iyi tanıyan biri olarak, hem eski yol arkadaşlarını daha kolay
eleştirebiliyor, ona göre sapmış oldukları noktaları gösterebiliyor.
Demokratlara, solculara da dincilerle tartışmalarında kullanabilecekleri
ipuçları, argümanlar sunabiliyor.
İşin güzel tarafı, bütün bu
çabayı amatörce bir ruhla yapıyor olması. Dolayısıyla bana göre son dönemdeki
en yararlı, en olumlu faktörlerden biri, Gültekin. Yazılarını, seyrek de olsa
TV’deki konuşmalarını yakından takip ediyorum.
Ne oldu sana Levent?
Heyhat! Çoğu şöhretin başına
gelen onunda başına geldi. Güzel güzel kendi alanında etki yaratmakta, büyük
ilgi ve destek görmekte olmasından hareketle, aniden “ben galiba oldum, artık
başka alanlarda da fikirlerimi açıklayabilirim” dedi ve şu şanssızlığa bakın
ki, konu olarak tutup “yetmez ama evet’i seçti. Hem de YAEciler’i savunmak ve
onları eleştirenleri kınamak için.
Boşuna demiyorum ben, “kurban olduğum
verdikçe veriyor” diye.
Bloğu hayata geçirdiğim günden bu
yana altmışın üzerinde yazı yazdım. İtiraf ediyorum, bunların büyük bir kısmı
“yetmez ama evet”çiler üzerineydi. Çoğu kişinin, hele “yetmez ama evet”
taraftarlarının “artık yeter” dediklerinin farkındayım. Bunların bazıları zaten
yazarak da bu görüşlerini bana
ilettiler. (Açık söylemek gerekirse, bana göre yeterince saygılı olmayanlar da
vardı).
Aslında benim tavrımın çok basit
bir açıklaması var: Yok, bazılarınızın düşündüğünden emin olduğum, mental ya da
ruhsal bir takıntı değil bu.
Takıntım değil, gerçekten önemli hata |
Bence “yetmez ama evet”, son
yirmi-otuz yılın en büyük siyasi hatalarından biri, son on yılın ise
tartışmasız en büyük hatasıdır. Şimdi bazı şebelek sazanların atlamasını
engellemek için şiddetle vurgulamak gerekiyor: (Yazar, sözünü ettiği “hata”
kavramını, CHP, MHP, HDP ve benzeri siyasi partiler ve onların üyeleri için
değil, kendini sosyalist, komünist vb. olarak tanımlayanları hedef alarak
kullanmaktadır.)
Kabul ediyorum, bu büyük bir
iddia ve etkili bir şekilde savunulması gerekiyor. Militan YAE’cilerin, bu
iddiayı doğru bulsalar bile, bunu açık edeceklerini ve hatalı olduklarını kabul
edeceklerini hiç zannetmiyorum. Son yıllarda yaşadığım pratik, beni böylesi
hayallere kapılmaktan koruyor. Öyle ki, herhangi bir dini inanca sahip olsam,
onları Tanrı’ya havale etmekten başka bir şey gelmezdi elimden.
Zarar tehlikesi başka yerde
Benim derdim, bu hatalı görüşü
savunmuş ve hala hiç bir tereddüt göstermeksizin sağda solda yazmakta
olanlardan gençleri koruyabilmek. Tahmin edeceğiniz gibi bu iş çok zor. Bu
efendilerin (aralarında hanımefendiler de var tabii) çoğu, zamanında haklı ya
da haksız edinmiş oldukları şöhreti kullanarak, köşe kadılığı görevlerini
sürdürüyorlar. Onlara şöhretlerinden dolayı haklı ya da haksız saygı duyup,
köşelerini okuyanlar, özellikle Facebook ve Twitter aracılığıyla bu yazıları
yaygınlaştırıyorlar.
Bunu yapanların çoğu ise, ununu elemiş, eleğini asmış,
sütre gerisine çekilip oradan ara sıra kuru sıkı atış yapan emekli solcu
anneanneler, babaanneler
Gezide bizi koruyan ¨laikçi teyzeler¨ |
Bunların zararı şurada: Bunların Facebook’ta
paylaştıklarını, Twitter’de retweet ettiklerini ya da çok az miktarda da olsa
(ne olur, ne olmaz) kendi yazdıklarını okuyan gençler, etkileniyorlar tabii.
“Ne güzel, küskünlükler bitsin, eski düşmanlıklar ortadan kalksın, insanlar el ele tutuşsun, hayat bayram
olsun”. Bunu kim istemez ki? Ben de isterim tabii.
Hayale bak şimdi
Ama bunun bir de gerçek hayattaki
karşılığı var.
Bu hayal değil |
Mesela barışmışız. Eski
küskünlüklerden eser kalmamış. Hatalar ya unutulmuş ya da üzerleri kalın
örtülerle örtülmüş. Kah el ele kırlarda koşturuyor, kah kentlerin sokaklarında
sloganlar atıyor, gaz fişeklerine karşı mücadele ediyoruz.
Birden ortaya birileri
çıkıyor,
birkaç kişi değil, oldukça kalabalık bir grup. (Bilalciğim, bak burası çok
önemli). Bir kez daha vurgulayalım: Kalabalık bir grup. (Levent kardeşim, bu
ayrıntıya sen de dikkat et. Sen de tek başına değil de, kalabalık ve eskiden
tanıdığımız bir grupla gelmiş olsaydın, durum sıkıntılı olabilirdi.)
Vallahi Kıble 6.Filoydu |
Bu
gruptakilerin çoğunu hepiniz tanıyorsunuz. Aralarında, sizinle ve
ağabeylerinizle, ablalarınızla üniversite koridorlarında, bahçelerinde, öğrenci
derneklerinde dövüşmüş olanlar var. Hemen hepsi, senin (bu sen,Bilal değil,
sensin ey okur)
görüşündekilere şehrin en büyük meydanında saldırıp iki
yoldaşını bıçaklayarak öldürmüş bir geleneğin temsilcileri. Tanımlamak için
yetersiz mi kaldı bu ifade,
devam edelim, senin protesto etmek için o meydana
çıktığın düşman filosunu rıhtımda kıble tayin edip toplu namaz kılmış bir
geleneğin temsilcileri. Farklı şehirlerinde uydurma bahanelerle masum halka saldırıp, komşularını
baltayla parçalamış bir geleneğin temsilcileri. Yine uydurma bir bahane
nedeniyle saldırıya uğrayınca canlarını kurtarabilmek için bir otele sığınmış
aydınlarını, ozanlarını, “yakın, Allah için yakın” naralarıyla yakmış bir
geleneğin temsilcileri.
Bunu yaşınız tutuyor olabilir |
Kanlı Pazar polis seyrediyor |
Temsilcileri değil, kendileri
Ne temsilcisi be, bizzat
kendileri, kendileri. O yangının suçlularını savunan avukatlar, daha sonra AKP
milletvekilleri oldular, haberiniz var mı? (Ben, Bilal’i üzmemek için her şeyi
açık söylemiyorum, son günlerde zaten durup durup ağlamaya başlıyormuş, onun
için ortalığa çıkartmıyorlarmış, ben de Fuat Avni’nin yalancısıyım).
Bu gelen gruptakiler birdenbire
topluca gömleklerini çıkartıyorlar, “biz çok değiştik, artık birer demokratız” filan
diye bağırmaya başlıyorlar. Senin saflarında bir dalgalanma oluyor.
Sürpriiiz, gömlek değişti |
Şimdi geriye dönük bir tespit
gerekiyor. Bu yukarıdaki soyunma tabii benim dediğim gibi birdenbire olmuyor
aslında. Onun uzun bir hazırlık evresi var. Fazla örneğe gerek yok, farklı
alanlardan iki tane yeterli.
Azgın demokrat (!) |
Bu gömlek çıkaran gruba yakın,
temiz dilli, kocaman elli bir köşe yazarı ve onun bazı arkadaşları, senin
ileride akil bir adam olacağı o zamandan belli bir yazarına ve onun arkadaşlarına
gelip gidiyor. Ve ortaklaşa oluşturacakları demokrasi üzerine sohbetler yapıyorlar.
Bu hazırlıkların birincisi.
Bir de uluslararası bir tefecinin
kurmuş olduğu teşkilat var. Bu teşkilat, çeşitli ülkelerdeki çeşitli gruplara
maddi destekler veriyor ve mor, fuşya, saman sarısı, afiş ve broşür mavisi (bu
renk de nereden çıktı, haa YAE’cilerin yüz binlerce afiş ve broşüründen aklımda
kalmış) vb. hareketler yaratıyor. E tabii, senin ülkene de geliyor ve
potansiyel akıllılarla temasa geçiyor. Karşılığında hiçbir şey istemeden
veriyor da veriyor.
Tanı bunu, tanı da büyü |
Üzerime alınıyorum!
Sevgili Levent Kardeşim, bu
yazıyı yazmaya sen ve senin gibi düşünenler için giriştim. İşin altını üstünü,
evvelini ahirini tam olarak bilmeden kendine senin gibi bu tür görevler
vehmetmek son derece risklidir. Şimdi bizim bu gömlekli tayfaya bakışımız
hakkında biraz bilgilendin sanırım. Daha spesifik olarak senin yazıya gelelim.
Baştan söylemem ve seni uyarmam
gereken bir durum var gibi: Son zamanlarda ya YAE’ci tayfayla çok beraber oldun
ya lider bir YAE’cinin sarmasına (!) gelmiş durumdasın. (Ayrıca bu kişi ya da
kişilerin seni “bizim Ziya seni okur, bu yazdıklarını üzerine alınır, yazık
olur” diye uyarmadıklarını düşünüyorum. Benim seni uyarmaya çalışmamın nedeni
de bu; onlar öyledir, insanı korumazlar, öylesine ortaya atıverirler.)
Nitekim üzerime alındım da.
Yazından parça parça ufak alıntılar yapıyorum: “….demenin demokratlıkla
bağdaşmayacağını düşünüyorum”; “…Ne kadar haksızca bir saldırı. Ne kadar
demokratik kültürden uzak bir yaklaşım”; “…Önyargılarla hareket etmek,
ideolojik set kurmak ve niyet okumak demokrat, hakkaniyetli, aklı başında
insanların yapacağı şeyler değildir”.
Hepsini buraya almak istemiyorum.
Dileyen Levent’in yazısını diken.com.tr’den okuyabilir. Yazının tamamı aynı
minvalde gidiyor, ama bana özellikle dokunan bir, iki alıntı daha yapayım:
“Niyet okumak, okuduğu o niyete göre bir tavır belirlemek, değişen , demokrat
olmaya çalışan bir partiye karşı durmak demokratlığa, aydınlığa yakışır mı”;
“…Çünkü ’Yetmez ama evet’çilere hakaret edenler aslında şunu demiş oluyor: ‘Ben
kör bir ideolojik fanatizm içindeyim. Önyargılarla hareket ederim. Benim için
esas olan birinin bugünkü söz ve davranışı değil, geçmişte nerede durduğudur.’
Bu da ne yazık ki hakkaniyetten uzak, çok sığ bir yaklaşımdır.”
Yazının son paragrafı üzerine ise
bir şeyler söylemek, beni fazla yıpratır. Kalsın.
Şimdi sondan başa doğru alıntılar
hakkında kısa kısa bir şeyler yazmak gerekiyor. Öncelikle önemli bir ifade
hakkında bir adres vermem şart. YAE’cilerin hep kullandığı, Levent’e de
bulaştırdıkları şu meşhur “niyet okuma” meselesi. Bloğumda bu ifade üzerine yazılmış
bir yazı var, mufassal bir açıklama isteyen onu okuyabilir (14.4.2015 tarihli ¨Niyete
filan bakma, önce doğru anla¨ başlıklı yazıda ¨Niyet okuma¨ bölümü). Levent
Kardeşim, sen de oku.
Son yaptığım alıntı beni dehşete
düşürdü. Kusura bakma Leventçiğim, burada ağzımı tutamam. Bir defa YAE’cilere hemen
hiç hakaret edilmedi, en azından ben etmedim, gerek yoktu, bizim töremizde
düşküne vurulmaz. (Bu senin provokasyonun). GenellikleYAE’ciler için kullanılan
tabir, “kullanışlı aptallar” idi, bu da hakaret değil, uluslararası sol
terminolojiden alınma bir ifadedir ve aslında kişilerin kendilerini değil,
oynadıkları rolü belirtmek için kullanılır.
Velev ki hakaret edilmiş olsun,
senin “hakaret eden” kişinin ağzından yazdıklarına ne demeli? Hele sonra o var
olduğu şüpheli kişiye yönelik yargın ne demek oluyor?
Haa, nasıl hakaret edildiğine
ilişkin örnekler görmek istersen sana adresler verebilirim. İstersen birkaç
YAE’ci hakareti örneği vereyim: “darbeci”, “postal yalayıcı”, “astsubay
meraklısı”, hadi eksik kalmasın “sol faşist”. Bunlar birkaçı, diğerlerini de
öğrenmek istersen, onlara sor.
Ceterum censeo Carthaginem
esse delendam...
Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.