Murat Belge’nin “Değişmeyen Simetri”si
|
Karizma sonsuz, ama bence yoruldu artık |
26 Aralık 2016 tarihli Birikim
Haftalık İnternet Dergisi’nde Murat Belge’nin bir yazısı yayınlandı, daha
doğrusu yayınlanmış. Bir arkadaşım rica etti bakmam için. Bakmaz olaydım, bu
Anayasa hengamesi içinde bir de buna üzüldüm. Yazının başlığı “Değişmeyen
Simetri”.
Kemalizm vs. Anti-Kemalizm
Uzun süredir bu ülke
için hayati bir mesele olarak gördüğüm “Kemalizm-Antikemalizm” konusuyla
uğraşıyor, aklıma gelen noktaları ileride kapsamlı bir yazıda birleştirmek
umuduyla notlar alıyordum. Öyle ki, saplantılı sayıldığım “YAE”den vazgeçmiş
olmam da zaten bu çalışma nedeniyle idi aslında.
İtiraf etmekte de
yarar var, YAE’den tam manasıyla vazgeçmem de mümkün olamıyor. Çünkü hangi
Anti-Kemalist’e değsem, YAE’ci çıkıyor. Kahrolsun bu federaller!
Bu yazı biraz sert
olabilir. Yine hep arkasına sığındığım bahaneyi kullanıyorum: “Kabahat bende
değil, ilham verende”.
Yazıyı ilk okumamın
sonunda dileğim şuydu: “N’olur ben yanlış anlıyor olayım, Murat bunu
yapmamıştır”. Birkaç kere daha okudum. Bu dilek yerini tarifsiz bir kedere
bıraktı. Evet, yapmıştı.
|
Benimki biraz naiflik, bunu yapan neler yapmaz? |
Adım adım zifiri
bir karanlığa sürüklenmekte olduğumuz şu günlerde, uyduruk bir tarihsel simetri
yaratarak, bugünün suçlularını aklamaya, en azından suçu tarihe yayarak
hafifletmeye çalışmıştı.
Peki, başarabilmiş
miydi? Hayır. Peki, ne yapmıştı? Mental bir rahatsızlık sözkonusu değilse,
sosyalist ahlâka, insani ahlâka, Birikimci ahlâka son derece aykırı bir iş
yapmıştı.
Muratseverler,
durun hemen kızmayın. Bu tür yazışmalarda kanıt olmaz aslında, ama iddia
ediyorum, bu yazıyı okumayı bitirdiğinizde (sabrınız elverirse tabii), hele bir
de Murat’ın yazısını birlikte okuyabilirseniz, bir şeylerin kanıtlanmış
olduğunu hissedeceksiniz.
Önce Murat’ın
yazısında görebileceğimiz bazı semptomları sıralayalım.
Semptomların Tanıtımı
Birinci semptom:
Kişilerden bağımsız olarak, hangi kafa bir ülkenin kurucu lideri ile yıkıcı
liderini kıyaslar ve üstüne üstlük bir simetri içinde yanyana getirmeye
çalışır? Durun tahmin edelim: Kurucudan nefret ediyordur, onu aşağıya indirmeye
çalışır. Yıkıcıya hayran ya da hatta aşıktır, onu da yukarıya çıkarmaya
uğraşır. Sonuçta bunlar aynı hizaya gelirler. Hoooop, işte arzulanan simetri!
İkinci semptom: Bu
çok belirgin ve çok dikkat çekiyor. Yazıda kullanılan üslup, kelime seçimi.
Yeri geldikçe örnekleri vereceğim.
Üçüncü semptom:
İnanılmaz ölçüsüzlük. Mustafa Kemal’den bahsederken kullanılan kelime sayısı,
RTE’ninkilerin en az on katı. Detaylar ileride.
Nihayet dördüncü
semptom: Malumatfuruşluk kullanılarak bilgi karmaşası yaratma. Buna ilişkin de
çok örnek var.
Başka semptomlar da
var, belki onlara değip geçerim ileride.
Bunları Biraz Açalım
En zor
açıklanabilecek olanı, birincisi. Nedeni basit. Nefret-aşk ilişkisi. Hadi biraz
yumuşatalım. Kin ve nefret-hafif bir hayranlık ilişkisi.
Bizde
Anti-Kemalistlerin ezici çoğunluğu, Mustafa Kemal’in şahsından ziyade, ona
maledilen ideolojinin, bu ideolojiyi benimsemiş devlet yapısının, bunun
organlarının ve onu benimsediği inancında oldukları siyasilerin, bürokratların,
askerlerin düşmanıdır. Mutlaka Murat Belge de bunlara düşmandır, ama yazısını
okuduğumuzda onun özellikle ve münhasıran, kişisel olarak Mustafa Kemal’e
düşman olduğu izlenimi çıkıyor. Sanki yaratılan ideolojinin, devlet yapısının,
organlarının, bürokratlarının, siyasilerinin tek müsebbibi Mustafa Kemal’miş
gibi.
Sözkonusu büyük
nefret ve kinin, mutlaka ikinci semptomu tetiklemesi ya da mazur göstermesi
şart değil. Yani bir kişiden bütün varlığınla nefret edebilirsin, ama üslubunu
daha düzgün, daha efendice, daha delikanlıca kullanabilirsin. Bu hataya ben de
şimdiki gibi düşebiliyorum, ama Murat Belge’den bahsediyoruz, ömrü yazarak
geçmiş, akademik kariyeri olan bir zat. Hadi bu semptoma bir, iki örnek
verelim: “ipleri ele alınca Tevhidi
Tedrisat Kanunu’nu çıkardı”.....“Ama
kendi partisi bir aşamada İmam-Hatip Lisesi açarak, ‘ikili’ yapıyı geri
getirdi.” (italikler MB).
İşte bir “simetri”.
Hani deniyor ya: “Eyyy Kılıçdaroğlu, senin partin halka ekmeği karneyle
yedirdi!”.
Gerçekten merak
ettim, bu neyin kafası? İmam-Hatiplerin kurulmasıyla Mustafa Kemal’in ne
alakası var? “Kendi partisi” ne
demek? Bugünkü CHP hâlâ Mustafa Kemal’in partisi mi? Bunu iddia eden bir kişi
var zaten. Murat Belge onun paralelinde mi, simetriğinde mi?
Belge’nin yazısının
buraya kadarki kısmı ancak dörtte biri. Ama önemli. Bağımsız bir yazının
temeli, özeti de sayılabilir. Asıl gayesi, yazının devamında gelecek büyük
herzeye zemin hazırlamak. Aslında belirlediğimiz dört semptomun en az ilk üçü
bu kısacık bölümde son derece net görülebiliyor.
Bu bölümün bir de
gizil amacı var. “Simetri” kavramına yazının sonraki bölümü için, özellikle de
varolan (?) bir simetrinin değişmezliğine ilişkin bir altyapı hazırlamak.
Çünkü turbun büyüğü
sonraki bu heybede.
Yazının 4.Paragrafı: Turba Başlıyoruz
Murat Belge: “Böyle olunca, somut olaylar da birbirine
benziyor ya da benzetiliyor. Burada benim aklıma gelen İzmir Suikast
girişimiyle Temmuz darbe girişimini izleyen dönemlerin benzerliği (simetrisi)”.
Şimdi bazı ana
noktalarda benzerlikler olduğunu ben de kabul edebilirim. Buna farklı bir
alandan da bir örnek vereyim. En sevdiğim hayvan olan tapirin balina ile
arasındaki benzerlik (simetri) şaşırtıcıdır. Her ikisi de hayvandır, her ikisi
de memelidir. O kadar. Bundan sonrası zorlamaya girer. Belge de zorlamış, olmamış.
Beşinci paragraf:
“İttihatçılar,
özellikle de Enver, Mustafa Kemal’i aralarına almamış, iktidara yakın yerlere
yaklaşmasına engel olmuşlardı.”
|
Mustafa Kemal ve Enver Trablusgarp'te |
Evet, Enver Paşa ve
Mustafa Kemal arasında bir husumet olduğu doğrudur. Aralarındaki en büyük fikir
ayrılığı ise Mustafa Kemal’in, ordunun siyasete bulaştırılmaması konusundaki
hassasiyetinden kaynaklanır. Okumak lazım. Savaş bitince Enver Paşa ve trumvira yurtdışına
gitti ve devreden çıkmış oldu (en azından doğrudan).
Murat Belge de
yazısında, “Mondros
Mütarekesi’nden sonra, İttihatçılar’ın ülkede kalanları, bir direniş olacaksa,
bunun başında ancak Mustafa Kemal’in bulunabileceğini anlamışlardı. Onun
hizmetine girmek zorundaydılar. Bir başarı elde edilecekse, bundan sonra kimin
üstte kalacağını belirlemek gerekiyordu. İktidar o zaman sahibini bulacaktı.
Onların böyle düşündüğünü Mustafa Kemal de anlıyordu. Birbirlerine karşılıklı
ihtiyaçları vardı: symbiosis!” diyor ve
bu ifade, eski bir yol arkadaşı olarak, beni çok üzüyor. (italikler MB’nin)
Düşünsenize, bir
yanda neredeyse koca bir İttihat ve Terakki’nin tamamı (Malta’ya sürülenler ve
kaçanlar hariç), diğer tarafta Mustafa Kemal. Sizce de biraz dengesiz
(asimetrik) olmadı mı?
Murat Belge’nin
vurucu tespiti burada devreye giriyor. Buradan sonra yukarıdaki semptomların tümüne,
hatta yenilerine rastlayacaksınız. Şaşırmayın! Ya da ne bileyim, bunları Murat
Belge mi söylüyor diye şaşırın! Size kalmış:
“Buraya
kadar özetlediğim herhalde AKP/Gülen ittifakının temel mantığına çok uzak
değildir. Onlar da birbirlerinden pek fazla hoşlanmazdı ama koşullar birlikte
yürümeyi gerektiriyordu.”
|
Birlikte yürüdük biz bu yollarda |
“Zafer
kazanıldı. İktidar sorununun zamanı gelmiş oldu. O zamana kadar bir kısım
İttihatçı (belki sayıca çoğunluk) Mustafa Kemal’e kalıcı şekilde biat etmişti.
Etmeyenler de vardı.”
İzmir
Suikastı
“Bunların
bir kısmı suikast planladı. (1926) Silahşor Ziya Hurşit siyasî bağlılıklar bir yana, Ali Şükrü’nün
intikamını da almayı kuruyordu. Sarı Efe Edip daha Çerkes Ethem olayından
hınçlıydı. Ayıcı Arif yeni rejimde hak ettiğine inandığı yere gelemediği için
kinliydi v.b.
|
Ayıcı Arif |
Malûm,
plan tutmadı. O zaman Atatürk bu olayı bütün düşmanlarından kurtulmasına kapı
açan imkân olarak değerlendirdi. Ta Bulgaristan’dan öfkeli olduğu maliyeci
Cavit Bey asıldı. Onunla birlikte çeşitli İttihatçılar asıldı (Kara Kemal
intihar etti v.b.). Böylece, İttihatçılar’ın biat etmeyenleri öldürülmüş ya da
susturulmuş oldu (Hüseyin Cahit sürüldü v.b.).
Bir yazının içinde bu kadar uzun
alıntılar yapılmaması gerektiği açıktır. Ama eleştirmeye çalıştığım kişiyi
çeviri yaparken gördüm. Faulkner ve Joyce’un kitaplarını sözlüğe bakmadan
Türkçeye çevirebilen bir kişinin, İngilizceye olduğu gibi Türkçeye de fevkalade
hakim olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bu yazısında kullandığı öylesine ince
ifadeler var ki, okura bunları aynen göstermek ya da yazısının tamamını okumaya
yönlendirmek şart. (birikim.com.tr haftalık internet dergisi).
Murat Belge’nin hemen üstte italikle
verdiğim paragrafları gerek bu tür incelikler gerekse benim atfettiğim
semptomlar açısından bir hazine. Başka bir simetriye dikkat çekmek istiyorum.
Tarih yazarı İbn-ül Emin Mahmut Kemal İnal’ı okumuş olanlar bilirler. Çok
farklı bir üslubu vardır. “Son Asır Türk Şairleri” ya da “Son Sadrazamlar” gibi
tanınmış kitaplarında, bir sadrazamın başarılarından ya da bir divan şairinin
olağanüstü kıymetli şiirlerinden bahsederken, aniden “komşuları da onun mahbubperest
olduğunu söylerlerdi” ya da “filan paşaya da gıcığı vardı” gibi bir cümle
kurabilirdi. Murat Belge de suikaste karışanların intikam, hınç, kin vb.
duygularını işin içine katıyor.
Tarih açısından sadrazamın başarıları mı,
oğlancılığı mı önemli?
Yukarıdaki dört paragrafın son üçü,
malumatfuruşluk olarak adlandırdığımız dördüncü semptomun mükemmel örnekleri.
Üçüncü paragraftakiler, konuyu incelememiş birinin belki hiç duymadığı, kim
olduklarını bilmediği insanlar. İttihat ve Terakki içinde de triumviranın bir
üyesini belki cemiyet merdiveninde bir kez görmüş, cemiyetin herhangi bir
kararında fikirleri sorulmamış kişiler. Bazıları daha sonra Millet Meclisi’nde
üye olmuş, muhalif kanatta yer almış siyasiler.
Sonraki paragraftakiler önemli. Bazıları
suikast olayına doğrudan karışmamış olabilecek kişiler (örn. Cavit Bey). Yazıya
göre asılmasının nedeni, Mustafa Kemal’in ona ta Bulgaristan’dan öfkeli olması.
Haydaa, ne zaman öfkelenmiş,
|
Maliyeci Cavit Bey |
neden öfkelenmiş, öfkesinin şiddeti neymiş, adam
asmaya yeter miymiş, Mustafa Kemal öfkelendiği adamları hep asar mıymış? Soru
çok. Mesela burada, Cavit Bey’i özellikle Avrupalılar açısından kendine bir
rakip olabileceği kuşkusuyla astırdı gibi bir ifade çok daha akıllıca
olabilirdi.
“Paşalar”ın
Yargılanması
Bir uzun alıntıya daha geldik:
“İkinci Meclis’te
Atatürk’e muhalif bir parti kurulmuştu. Buradaki adamların çoğu Kurtuluş
Savaşı’nda onunla silâh arkadaşı olan “Paşalar”dı: Karabekir, Ali Fuat, Refet,
Cafer Paşalar, Malta’dan dönen Rauf Bey; entelektüel
|
Kazım Karabekir |
taifeden Adnan-Halide Edib
Adıvar çifti v.b. Parti, Şeyh Said isyanı dolayısıyla kapatılmıştı ama suikast
girişiminde parmakları olduğu suçlamasıyla “Paşalar” yargılandı. Bazıları
ülkeyi terketti. Yani o düzeyde de muhalefet susturuldu; kredileri
düşürüldü. ”
Şimdi bu paragrafı da eleştirmeye
kalkarsam, derler ki “Ziya Kemalist olmuş” ve kendilerini de haklı çıkmış
hissedebilirler. Benim derdim Mustafa Kemal’i savunmak değil. Çok ayıp bir
tavrı okuyanlara anlatmak.
Bu arada söylemeden de geçmemek lazım, bu
“Paşalar” grubunun tamamı hilafetten yanaydı.
Murat’ın
Tepe Noktası
Şimdi çok ayıp bir ifadeye geliyoruz. Bu
cümle, yazının ve geneline hakim olan ayıbın tepe noktası:
“Atatürk bildiğimiz kadar böyle bir şey demedi ama diyebilirdi
ve dese doğal olurdu: ‘Bu bize Allah’ın bir lütfudur.”
Şimdi
burada benim fıtratıma uygun olan söylem: “Babaannemin … olsaydı” diye
başlardı. Ayıp. Ama Murat’ın yaptığı da ayıp.
Simetriler Galerisi
Yazının buradan sonrası “simetriler
galerisi”. Uzun alıntılar yapmadan eleştirmek çok zor. Diğer yandan da yazı çok
uzadı. Bir kez daha ricam, Murat’ın yazısının tamamını okumanız. Benim
bulamadığım bir dolu herzeye daha ulaşabilirsiniz. Ben sadece vurucu alıntıları
kullanacağım.
“Şimdi, biri 1926’da, öbürü 2016; arada doksan yıl var.
Bu doksan yılda birçok şey değişmiş. En önemlisi toplumun büyümesiyle ölçekler
değişmiş. O zaman birkaç yüz kişiyi sorgulayınca, düşmanın belini kırıyordunuz.
Şimdi binlerle, on binlerle uğraşmak gerek.
Suikast girişiminden bir yıl önce başlayan
ve bastırılan Şeyh Said olayıyla “olağan suçlular”dan Kürtler de zaten
sindirilecekler arasında yerlerini almışlardı.
Sanırım bütün bu olaylar arasında da (“ölçek” farklarını
bir kenara bırakırsak) çarpıcı benzerlikler var.”
Doksan yıllık farkın bilincinde olması
olumlu. Ama bunu sadece ölçek değişikliğinde kullanmak bence yanlış. Mutlaka
başka farklar da olmalı.
Neyse.
Son zamanlarda yazarlar, yazılarını
zenginleştirmek için, belli kavramları mutlaka kullanıyorlar. Ne gibi? Mesela
“Kürt”, “Kürdistan”, “Ermeni”, “soykırım” hatta son dönemde “Pontus”. Bunların
herhangi birinin olmadığı yazılar eksik sayılıyor. Belge’nin Şeyh Said’i işin
içine katması da bundan. Böyle konular ise, üzerinde yeterince okuma ve çalışma
yapılmadan ahkâm kesmeye pek gelmiyor. İsyan ne zaman çıkmış? Kim desteklemiş?
O sırada Musul-Kerkük sorunu ne aşamadaymış? Kiminle pazarlık yapılıyormuş? En
komiği de, Şeyh Said kendi isyanının Kürt niteliğiyle ilgili ne demiş?
|
Necip Fazıl Kısakürek şahit. Bize Kürtlük gütmek düşmez. |
Kısa bir paragrafını atlıyorum. Orada
Murat’ın haklı olduğu taraflar var. Tamamı doğru olmasa bile. Önemli de değil.
Şimdi
alıntının dibi: “‘Devrimler’den
bekletilenler vardı. Üstüste gelip toplumsal tepki yaratmasınlar diye uygun
zaman ve zemin kollanıyordu. Bunlar hemen, hızla geçirildi. Örneğin tekke ve zaviyeler
kapatıldı. Takvim değişti. Medenî Kanun falan da bu sıralarda yürürlüğe
sokuldu.
AKP’nin şu ara “Başkanlık Sistemi” denen tek adam
yönetimini geçirmeye çalışması gibi.”
‘Devrimler’ tırnak içine alınmış (!),
uygun zaman ve zemin kollanıyormuş, hemen hızla geçirilmiş (yangından mal mı
kaçırılıyormuş), tekke ve zaviyeler kapatılmış (cık, cık, cık, Fetö’ye ayıp
olmuş), takvim değişmiş, Medeni Kanun falan da bu sıralarda yürürlüğe sokulmuş.
İyice vurgulansın diye tekrarladım.
Tamamına laf edilebilir de, beni yerden yere vuran “falan” kelimesi oldu. Bence
bu bir reenkarnasyon vakası. Artık Ali Kemal mi dersiniz, İskilipli mi
dersiniz? Biri yeni bir bedende cana geliyor sanki. Murat’ın o kanunun neleri
değiştirdiği hakkında bir fikri var mı? Mesela, o kanunla kadınların elde
ettiği haklardan rahatsız mı? Mecelleye göre çok daha ileri hükümler içermesi,
hatta toplumu yepyeni ve o döneme göre çağdaş bir yapıya dönüştürmeye
çalışması, “falan” tarzında bir kelime ile ifade edilebilir mi?
Bu ne düşmanlıktır? Nereden kaynaklanır?
Bir ulu herze hemen sonraki tek cümlelik
paragrafta geliyor:
“AKP’nin şu ara “Başkanlık Sistemi” denen tek adam
yönetimini geçirmeye çalışması gibi.”
Söz de Yazı da Biter
Hani çok sevilen bir söz var ya “burası
sözün bittiği yer” diye. İşte burası da benim için yazının bittiği, bitmesi
gerektiği yer aslında.
Simetriye bak: Bir yanda devrimler, diğer
yanda Başkanlık Sistemi. Çok dikkatimi çeken bir husus daha var. RTE’nin değil,
AKP’nin geçirmeye çalıştığı bir sistem bu. Simetriyi kurarken de bu olgu
şaşırtıcı. Tayyip Erdoğan ismi yazıda sadece bir kez, o da ilk iki kelime
olarak geçiyor. Mustafa Kemal’e ise vur ha vur.
Yazının buradan sonrası, göz pınarlarımda
biriken yaşlara hakim olamadığım bölüm. Kendim için değil, Murat için
ağlıyorum. Alıntı olarak sadece üç cümlelik giriş paragrafını kullanıyorum:
“Bir soru daha ister istemez akla geliyordu. 1926’da bir
suikast girişimi, 2016’da bir darbe girişimi olacağından yetkililerin haberi
var mıydı? Burada da bir benzerlik var mı?”
Buradan itibaren tarihi kaynak, Kemal
Tahir’in “Kurt Kanunu” adlı romanı.
Suikasti kim ihbar etmiş? Kim ötmüş?
Kılıç Ali, Ayıcı Arif’le konuşmuş, ne konuşmuş? Naciye'nin beraat etmesi neyin ¨güçlü karinesi¨ymiş? Devlet hazırlıklardan haberdar mıymış?
Yaa, işte böyleymiş.
konuşmuş? Naciye’nin beraat etmesi neyin
“güçlü karinesi”ymiş? Devle
Ve Murat Belge'den son iki paragraf:
“’Türkiye’de
siyaset’in bu temel kuralları elbette bu son komik darbe girişimi için de
geçerliydi.
Dolayısıyla bu iki
olay da birbirinin simetriğidir. Aynı yerin büyük ve küçük ölçekli birer
haritası gibi birbirine uyar.”
Yazımın
Son Sözü
Yazı boyunca bazen Murat Belge, bazen
Murat, bazen de Belge diye hitap ettiğime bakmayın. Aramızdaki yaş farkı
elbette azalmadı, ama yaşlandıkça bu farkın sanki önemi azaldı, en azından
dışarıdan bakanlar için.
Aslında o da, Ömer Laçiner de benim için
hâlâ ağabeydirler. Bazı fikirlerim tabii ki var, neden bu noktaya gediklerine
ilişkin. Ama henüz tam da çözebilmiş değilim. Artık pek umudum kalmadı, ama
belki bir gün özeleştiri türü bir şey yaparlarsa, biz de anlayabiliriz onları.
Son sözü gerçekten Murat Ağabey’e
bırakmak istiyorum.
11/02/2011 tarihli Medya Radar sitesindeki haberden:
Yazar Aytaç Yıldız tarafından
kaleme alınan 'Üç Dönem Bir Aydın: Burhan Asaf Belge' adlı kitap, ünlü
Hollywood yıldızı Zsa Zsa Gabor’la yaptığı evlilikle tanınan Burhan Belge’nin
hayatını mercek altına alıyor. (Kitap İletişim Yayınları tarafından 2011
yılında, 2010 referandumundan sonraki bir tarihte basılmış).
Kitabın önsözünde
gazeteci-yazar Murat Belge babasını siyasi olarak 'dönek' kategorisine koydu:
"(...) Gelelim baba sorununa. İkimizin kariyerleri arasında
özetlemeye
|
Babasına benziyor değil mi? |
çalıştığım türden bir farklılaşma var. Marksizm, komünizm güçlü
ideolojilerden biridir; bir siyasi hareket olarak siyasi bağıtlanma talep eder,
kişisel fedakârlıklar talep eder. Böyle ideolojilerde 'yarı yolda terk',
üzerine güçlü bir vurgu olur. ‘Dönek' derler, 'hain' derler, demekten öte işler
de görülür. Benim çizdiğim resimde babam 'dönek' kategorisine giriyor. Kendi
açımdan ben böyle değilim ama bunu bir de halen 'ben komünistim' diye benim on
katım gürültü çıkaranlara sorun."
“Ceterum censeo
Carthaginem esse delendam...”
“Bana soracak
olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”