Mahalle Yanarken Orospu Saçlarını Tararmış (Türk Atasözü)
Bu atasözünde bahsedilen
mahalle, bugünkünden çok farklı. Bundan 40-50 yıl öncesine kadar, yani benim
çocukluk ve gençliğimde, mahalle kavramının bugünkü gibi idari olmanın yanısıra
sosyal bir anlamı da vardı. Edebiyatımıza ve dilimize girmiş “aşağı mahalle”,
“yukarı mahalle”, “bizim mahalle” gibi kavramlar, günümüzde pek kullanılmıyor.
İnsanları belirli bir ilişki bağlamında birbirine bağlayan “mahalle” ve
“mahallelilik” kavramları içerikleri ve anlamları bakımından ortadan kalktı.
Bunu açıklamak için birkaç neden
sayılabilir. Eski evlerin yıkılıp yerlerine
büyük apartman ve sitelerin yapılması, çocukların mahalle okullarının dışındaki
okullara gitmeleri, iş hayatının farklılaşması, çalışan kadın sayısının
artması, mahalle bakkalı, mahalle berberi, mahalle manavı gibi esnafın giderek
ortadan kalkması vb.
Eskiden aynı mahallede oturan
insanların aralarındaki ilişki, günümüzde aynı apartmanda oturan insanlarınkine
göre çok daha yakın ve sıcaktı. Akla gelebilecek her konuda yardımlaşılır,
herkes birbirinin çocuğuyla, yaşlısıyla yakından ilgilenirdi. Çocuklar aynı
okullara çoğunlukla yürüyerek giderler, o zamanlar pek trafik olmayan
sokaklarda ya da mahalle arasındaki boş arsalarda birlikte oynarlardı.
Cenazesi olan komşunun evine
günlerce, hatta haftalarca komşuları yemek taşır, ev halkının acısını
yaşamasına yardımcı olurlardı. Bugün susuz kalsanız, apartman komşunuzun
kapısını çalamıyorsunuz, çünkü büyük ihtimalle tanışmıyorsunuz bile.
Mahalle konusunu bu kadar
uzatmamın bir nedeni var tabii. Bugünkü gençler eski mahalle yaşam tarzına
yabancı. Olsa olsa bazı TV’de bazı eski Türk filmlerinde görebiliyorlar
mahalleyi. Halbuki bu atasözünü tam olarak anlayabilmek için, mahalleyi biraz
tanımak, bilmek lazım.
Benim çocukluğumda çoğu iki ya
da üç katlı ahşap ya da kâgir binalardan oluşan mahallelerin en büyük
kabusu, hatta kıyameti, yangındı. Özellikle patlıcan mevsimi olarak
adlandırılan yaz aylarında, patlıcan kızartılırken devrilen tavalar ya da
gazocaklarının neden olduğu yangınlar, kısa sürede her tarafı sarardı.
Yine
gençler için belirtelim: Evlerde doğalgaz ya da tüpgaz yoktu. Yemekler
gazocağında pişirilir, elektrik ocağında ya da soba üzerinde ısıtılırdı. Bazı
zengin semtlerde havagazı tesisatı olurdu, ama bu büyük bir ayrıcalıktı. Bir yangın
çıktığında kurumuş ahşaplar çıra gibi tutuşur, ısıyla korlaşan çiviler mermi
gibi metrelerce uzağa fırlar, yeni yangınlara yol açardı. O dönemdeki itfaiye
de yetersiz kaldığından, bazen bir mahallenin yarısı hatta bazen tümü tek bir
yangında yanar, biter, kül olurdu.
Mahalle konusu yeter, sıra atasözündeki “orospu”da.
Eski dönemlerde her mahallede
hafif (ya da atasözündeki gibi orospu) olarak nitelenebilecek bir veya birkaç
kadın olurdu. Genellikle kiracı olarak oturan bu kadınların mahallede
varlıklarını sürdürebilmeleri, diğer kadınlarla yaptıkları zımni bir anlaşmaya
bağlıydı. Ortalıkta pek fazla gözükmezler, mahallenin erkeklerine katiyen
ilişmezler, ilişmek isteyen erkekleri reddederler, böylece o mahallede
yaşamlarını sürdürebilirlerdi.
Bu anlaşmaya rağmen tabii ki
mahallenin diğer kadınlarıyla çok canciğer bir ilişki kuramazlardı. Çünkü bu
sefer de mahalleli kadınlar kocalarının şiddetine maruz kalabilirlerdi.
Kendine ait bir evi, ailesi,
çocuğu, çoluğu, yakını olmadığından, diğer komşuları bir yangın sırasında canlarını,
mallarını kurtarmaya çalışırken, bu durum onların pek de umurlarında olmazdı.
Çünkü en fazla yapmaları gereken, az sayıdaki giyim kuşamlarını alıp, bir başka
mahalleye göçmekti. Yani mahallenin yanmakta olduğu ya da tamamen kül olabileceği, onların umurunda olmazdı.
İşte bu yazının başlığı olarak
kullandığım atasözü, bu tür kadınların tavrına bağlı olarak söylenegelmiştir.
Şimdi bu uzun tarihi ve edebi açıklamaya uygun gene tarihi ve güncel bir iki örnek görelim:
Yukarıdaki fotoğrafta Nazi
Almanyası’nın tartışılmaz hakimi Adolf Hitler, şansölyelik binasında bir maketi
incelerken görülüyor. Önce bu maketin bulunduğu şansölyelik binasına ilişkin biraz bilgi verelim.
Mozaik Salon |
Bu ihtişamı sağlayabilmek için, Şeref Salonu’ndan
başlayarak, Mozaik Salon, Yuvarlak Salon ve Mermer Galeri’den geçerek Kabul
Salonu olarak kullanılan
Mermer Galeri |
Hitler’in çalışma odasına ulaşan 300 metrelik meşhur
“Diplomatlar Yolu” oluşturulmuştu. Bu yol üzerindeki Mermer Galeri, Versailles
Sarayı’ndaki Aynalı Galeri’nin iki katı uzunluğundaydı.
Kabul Salonu (Hitler'in Çalışma Odası) |
Hitler’in çalışma odasının alanı
400 metrekare, tavan yüksekliği ise 10 metreydi. Abartılı boyutlardaki çalışma
masası tamamen ahşap kakmalıydı ve yüzeyi kırmızı deriyle kaplıydı. Odadaki
harita masası ise yekpare mermerden oluşturulmuş, 5.0 x 1.60 m. ebadında bir
yüzeye sahipti.
İlginç olan ise, bu ihtişamlı
binada görev yapan personelin yalnızca birkaç farklı kıyafet giymekte
olmasıydı. Sivil teşrifat görevlileri süslü kıyafetler, askeri muhafızlar ise
gösterişli üniformalar giyiyorlardı. Sanırım, Almanlar kıyafetlerini sergileyebilecekleri
eski devletlerden ve uygarlıklardan yoksundular.
arasındaki bir
bölgeye yapıldı. Ne de olsa Müttefiklerin hava hücumları Nazilerce
öngörülememiş biçimde Berlin’i tehdit etmeye başlamıştı. İhtişam üzerine bu
kadar laf yeter.
Dönelim maketli fotoğrafa.
Yeni Şansölyelik Binası’nın
salonlarından birinde çekilmiş olan bu fotoğrafta Hitler, doğum yeri olan Linz
kentine savaştan sonra yapılması planlanan dev yapıların modellerinden
oluşturulan maketi inceliyor. Fotoğraftan anlayabildiğimiz kadarıyla oldukça
heyecanlı. Bu görüntü, son haftalarda Digitürk’te gösterilen, George Clooney’in
yönettiği ve başrolünü oynadığı “Hazine Avcıları” adlı, gerçek tarihe dayalı filmde
de aynen yer alıyor.
Ike (Müttefik Kuvvetler Başkomutanı Eisenhower) savaştan sonra ele geçirilen tabloları inceliyor |
Bildiğiniz gibi Naziler, işgal
ettikleri tüm ülkelerde ele geçirebildikleri tüm sanat eserlerini yağmaladılar.
Birçoğunu da kendi sanat anlayışlarına uygun bulmayarak imha ettiler.
İşte
masanın üzerindeki Linz maketinin en önemli parçalarından biri, bu yağmalanan
eserlerin sergileneceği Führer Müzesi (Führer Museum) idi.
Linz'te inşa edilecek Führer Müzesi'nin maketi |
Linz maketinin görüldüğü fotoğrafta
Hitler, böylesi uzun vadeli bir proje için heyecenla direktifler veriyor. Bu
çok normal aslında. Ne de olsa adam Führer, yani Reis, yani Beyefendi, yani Patron, yani Boss.
Ama fotoğrafın asıl önemli hikayesi
iki sonraki paragrafta geliyor.
Hitler 16 Şubat 1945’te
sığınağına indi ve bilindiği kadarıyla 30 Nisan 1945’teki intiharına kadar
yukarıya birkaç kez çıkabildi. O çıkışlara ilişkin birkaç fotoğrafı var.
Birinde havalandırma kapısının önünde çocuk yaştaki Alman askerlerine madalya
takıyor. Diğerinde ise yine o kapının önünde endişeyle bir yerlere
bakıyor. Bir sonrakinde ise yakılmak üzere ceset olarak çıkacak. Tarih: 30
Nisan 1945.
Sadece 2 gün sonra da 2 Mayıs
1945 tarihinde Nazi İmparatorluğu’ndan geriye kalanlar kayıtsız şartsız teslim
oldu.
Maketli Fotoğrafın Tarihsel Önemi
Peki bu maketli fotoğrafın önemi
nereden kaynaklanıyor: Maketin bulunduğu salon, Yeni Reich Şansölyeliği binasının
yıkılmadan kalabilmiş son salonlarından biri. Fotoğraf ise 13 Şubat 1945'te çekilmiş. Yani Hitler’in kendi ölümünden ve
İmparatorluğun teslim oluşundan yalnızca iki buçuk ay önce.
Peki şimdi bunun, mahalle
yanarken orospunun saçını taramasıyla ne alakası var diyeceksiniz. Bilmem.
Belki de günümüze seksen sene öncesinden yaşanmış bir örnek olsun diye, bu
atasözünü hatırlamış olabilirim. Yoksa son zamanlarda çokça söz edilen saray,
itibar ve ihtişam kavramlarından mı esinlendim acaba?
Hay Allah, bir de güncel örnek verecektim, unuttum.
Nooolur, birisi söylesin. Tarih,
hakikaten tekerrürden ibaret midir?
Sağlıcakla kalın.