Ahmet İnsel’in Baransu Üzerine Radikal’de Çıkan Yazısı
İki gündür Ahmet Altan’ın Cumhuriyet’teki yazısı üzerine medyada çıkan yazıları okuyorum. Öyle birkaç yazıyı da değil, ne bulursam. Yrb.Ali
Tatar’ın kardeşi Ahmet Tatar’ınki başta (ki böyle bir yazıya düşmanımın bile muhatap olmasını
istemem), Cüneyt Ülsever, Soner Yalçın, Orhan Bursalı, Av.Hüseyin Ersöz, Nazlı
Ilıcak, Yasemin Çongar, Ali Sirmen, Ahmet Hakan, Ertuğrul Özkök, Kanat Atkaya,
Ezgi Başaran, Şükrü Küçükşahin, Ahmet Şık, Nedim Şener, Yıldıray Oğur, Emre
Uslu, Sedef Kabaş, Ali Bayramoğlu,
Esra Arsen, Markar Eseyan vd. Bu kadar yeter.
Bu köşe yazarlarının ezici çoğunluğu Ahmet Altan’a karşı çıkıyorlar.
Aslında normaldir. Yanında tavır alabilecek olanların çoğu ya arazi oldu, ya saf
değiştirdi ya da çöpe atıldı.
Bu yazıların bazılarını Facebook’ta da paylaştım. Tabii
beğendiklerimi. Bunlardan birine gelen bir yorum önemliydi. Bizim gençlerden
biri Ertuğrul Özkök’ün yazısını paylaşmama bozulmuş (hani adamın geçmişi kirli
ya). Mesela Yılmaz Özdil yazısı paylaşırsan da bozuluyor bu çocuklar. (O da faşistmiş). Bu gibi
yazarlardan bir kez nefret etmişler ve bir daha da okumamışlar. Aslında bu tavır,
benimsediklerini iddia ettikleri siyasi fikirlere tümüyle ters. Çünkü o
fikirlerin temelinde değişim kavramı var. Ama ne yaparsın? Sadece bu iki yazarı
alalım. İkisi de geçmişteki tavırları ile ilgili olarak ya özür dilediler, ya
özeleştiri yaptılar ya da nasıl yanlış anlaşılmış olabileceklerine ilişkin
düzgün açıklamalar yaptılar.
Burada vurgulamak gerek. Hani benim bloğumdaki yazıların çoğunda, hani
Merdan Yanardağ’ın da “Liberal İhanet” kitabında, bazı kişilerden bekleyip de
göremediğimiz özeleştiriler var ya, işte onu kendilerine göre yaptılar aslanlar
gibi.
Aslında biraz geciktim, ama sebebi var
Bizim özeleştiri beklediğimiz arkadaşlarımız yıllardır olanca
güçleriyle CHP’ye, Kemalistlere, solculara vurmakla ve örtük ya da açıktan
AKP’yi desteklemekle öylesine meşgullerdi ki, ne bu yazarları okumaya ne de
özeleştiri yapmaya fırsatları olamadı. Bunu abarttığımı iddia edenler
çıkabilir. Bunu yazarak onları ekstra bir töhmet altında daha bırakmak istemem,
ama özellikle 17-25 Aralık olaylarına kadar yazmış oldukları yazıları bir
gözden geçirsinler. CHP aleyhine kaç yazı var, AKP aleyhine kaç yazı var (ya da
var mı?), saysınlar bir zahmet. Haksız çıkarsam özür dilemesini bilenlerdenim.
17-25 Aralık’tan sonra AKP aleyhine, RTE aleyhine yazılar hem arttı hem de
sertleşti. Neden bilemem. Günahları boyunlarına.
Bu yazımın biraz gecikmesinin sebebi,
daha gelebilecek yazıları beklemiş olmam. Diğer bir dolu gazete ve
dergide Taraf’ın misyonunu, Ahmet Altan’ın, Yasemin Çongar’ın, Mehmet Baransu
ve şürekasının hizmetlerini desteklemiş olan ya da Ahmet Altan’la birlikte
çalışmış, aynı “sol liberal” gazetenin
köşelerini bazen boğaz
tokluğuna paylaşmış, askeri vesayeti ortadan kaldırmak için ter dökmüş,
Ergenekon’u, Balyoz’u, askeri casusları, OdaTV’yi açığa çıkarmak, kitleler
önünde alabildiğine teşhir ve mahkûm edebilmek için Baransu ile aynı mesailerde
cansiperane mücadele etmiş diğer yazarlardan da açıklamalar bekledim. Heyhat.
Ahmet İnsel yetişiyor
Tam hevesim kursağımda kalıyordu ki, Ahmet İnsel imdada yetişti. Tamam onun
Taraf yazarı olmadığını biliyorum, ama orada yazmış olanların çoğuyla aynı ya
da çok yakın fikirleri paylaştığını da biliyorum. Ya da üst paragrafta bahsettiğim
dış destekçi organlardan birinin aslî unsuru olduğunu.
Taraf’ın Ahmet Tatar, Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın gibi doğrudan
mağdurları, Ahmet Altan’a gerekenleri söyledikten sonra (yetmez, ama evet),
benim bir şey söylemeye ne hakkım ne de malzemem kaldı aslında. Ben Taraf’ın tarih önünde doğrudan değil, Türkiye halklarının tamamı gibi, dolaylı mağduruyum. Haa, benim
de hesap sorma sıram elbette gelecek, ama sırama da saygı göstemeyi bilirim.
Ayrıca çok uzun süre beklemeyeceğimize ilişkin bir umudum da var.
Benim burada yapmak istediğim, Ahmet İnsel’in yazısı üzerinden bazı
gerçeklere işaret etmek ve bu yolla bazı insanları benim doğru bildiğim tarafa
(Taraf’a değil) çekebilmek. Benim derdim hiç saygı duymadığım zavallı Ahmet
Altan’la değil, hâlâ saygımı tümüyle kaybetmemiş olduğum ve tümüyle
kaybetmemeyi de umduğum Ahmet İnsel ve onun arkadaşlarıyla.
Yazıya başlayalım
(İtalikler Ahmet İnsel'in)
Ahmet İnsel yazısının ilk paragrafında Kabataş olayını gündeme getiriyor ve
ardından “Tayyip Erdoğan bu yanlış bilgiyi
defalarca gündeme getirdi. Başka gazeteciler de bu bilgiyi teyit ettiler. Suç
işlemiş olarak addedilebilirler mi?” diye
soruyor. Bu sorunun burada sorulmasının maksadı, ileride Mehmet Baransu ile
ilgili olarak bir masumiyet karinesi, en azından şüphesi yaratabilmek. Hani,
hukukta şüphenin varlığı sanığın yararına oluyor ya, ondan.
Ben bunun cevabını hemen vereyim.
Evet, kesinlikle addedilirler. Tek bir kaynaktan gelen haberi en az bir diğer
kaynaktan daha doğrulamadan vermek, gazetecilik değil, tetikçiliktir. Hele özel
koşulları nedeniyle bu durumda.
Sonraki paragraf, “zil, şal ve
gül,…” filan, ortamı flulaştırmak, biraz sonraki savı güçlü gösterebilmek için,
yazının “bahçesinde raksın bütün hızı” falan. Dans muhteşem, kıvrak. Erdoğan bilerek mi
yapmış, bilmeden mi yapmış, safdil miymiş, müfteri miymiş? Türkiye’de Tayyip
Erdoğan’ın yanılması, yanlış bilgi vermesini AKP çevresinden, … kimse
eleştiremiyormuymuş, bla, bla, bla.
Bu lafı çok kullanmaya başladığımın
farkındayım, ama zurnanın zırt dediği yere geldik. Bundan sonra Ahmet İnsel’in
yazısından uzunca bir alıntı:
“Buna karşılık son derece hassas ve
önemli bir konuda haber yapan ve haberinin dayandığı belgeleri daha sonra
savcılığa teslim eden Mehmet Baransu, asgari bir demokrasinin yürürlükte olduğu
dünyanın her yerinde hiç tartışmasız bir gazetecilik faaliyeti olarak
değerlendirilecek bir işten dolayı tutuklanıyor. Baransu’nun haberine kaynaklık
eden ve savcılığa teslim ettiği belgeler sahte miydi? Sahteyse bunları
denetlemek, doğruluğunu teyit etmek savcılığın göreviydi. Savcılık neye göre
dava açtı? Ayrıca belgeler sahte iseler, bunların kopyalarını Deniz
Kuvvetlerinin en korunaklı odalarından birinin taban döşemelerinin altına
Baransu mu yerleştirmişti?”
Bir defa şu kesin: Ahmet İnsel’in
gazetecilik mesleğinin en temel ilkesinden haberi bile yok. Asgari bir
demokrasinin yürürlükte olduğu dünyanın her yerinde bir gazetecilik faaliyeti
olarak hiç tartışmasız bir biçimde kesinlikle kabul edilemez bir faaliyet bu. (Cümle pek
düzgün değil, ama benden değil alıntıdan kaynaklanıyor). Hiç bir gazeteci, herhangi bir üst
akıl tarafından görevlendirilmemişse, kim olduğu bilinmeyen (?) bir kişi
tarafından eline tutuşturulan ve ikinci bir kaynaktan doğrulanmayan bilgileri
haber olarak kullanmaz. Bir de, eğer bu (?) kişi, Baransu'yu birtakım sahte belgelerle kandırmışsa, diğer bir deyişle Baransu'yla arasında organik (örgütsel de denebilir) bir ilişki yoksa, gazeteci ile kaynağı arasındaki gizlilik sorumluluğu da ortadan kalkar. Söyleyiversin Baransu onun kim olduğunu, soruşturma da ilerlesin. Ayrıca Baransu’nun tutuklanma sebebi de bu değil zaten.
Hııı İnseel, demagoji ha?
Şimdi İnsel’e yakıştıramadığım iki
demagojik ifadeye dikkat çekmem gerekiyor: Birincisi, bu belgelerin Deniz
Kuvvetlerinin en korunaklı odalarından birinin taban döşemelerinin altına
Baransu’nun mu yerleştirmiş olduğu sorusu. Şık değil, olmamış. İkincisi, bir
sonraki paragrafın sonundaki, “Türkiye medya dünyasında bilmeyerek, ihmal nedeniyle veya
kasıtlı olarak yanlış haber yapan gazetecilerin ve gazetelerin dökümü çok uzun
bir liste tutacaktır” ifadesi. Bu da
olmamış. Hasanların, Hüsnülerin yaptığı hata, Mehmet’i haklı çıkarmaz ya da
onun yaptıklarına meşruiyet sağlamaz. Ayrıca Türkiye’nin bütün Hasanları,
Hüsnüleri biraraya gelse, bir ülkenin kaderini bu kadar değiştiren, bir sürü
insanın haksız yere hapsedilmesini, sağlıklarını, işlerini, şöhretlerini,
ailelerini, maddi varlıklarını ve hatta hayatlarını kaybetmelerini sağlayacak
böyle bir gazetecilik ihmali, hatası yapmayı başaramazlar.
Bir sonraki paragraf da çok acıklı.
Ahmet İnsel, “bu davaların soruşturmalarını yapanlar, iddianamelerini
yazanlar, tasfiye operasyonunun amacına ulaşması için hayali suçlar icat edip,
gerçekten suç işlemiş olanların yanına suçsuz insanları da kattılar. Gerçek
belgelerin içine sahte bilgi ve belgeler ilave edenler, bunu örgütleyen gücün
özel çıkar ve hedeflerine yönelik olarak tasfiye operasyonunun kapsamını
genişlettiler. Bunu önce Ergenekon, sonra Balyoz davası ile ilgili birçok kez
bu gazetede dile getirdim” diyor.
Sondan başlayalım: Hangi tarihten
başlayarak bu yazdıklarını o gazetede dile getirdin? Davaların hangi
aşamasında? İşin savunulamayacak hale gelmesinden sonra mı? Daha önce hata
yapmış olduğuna ilişkin bir özeleştiri yaptın mı? Yoksa sessizce “…şal ve gül”
mü? (Burada zil olamaz, sessizce dedik). Gerçek belgelerin içine sahte belgeler
zaten ilave edilmiş ve bunlar Baransu’nun bavuluna yüklenmiş değil miydi? Bahsettiğin örgütleyici güç, özel çıkar ve hedeflerine yönelik olarak bu bavul dolusu belgeyi yayınlaması için Baransu'yu görevlendirmiş olabilir mi? “Gerçekten
suç işlemiş olanlar” derken,
verebileceğin bir isim var mı? Kimler suçlu, kimler suçsuz? Bunları davalardaki
mahkûmiyet durumlarına göre mi belirleyeceğiz? Mesela sence Başbuğ,
ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olduğuna göre gerçekten terör örgütü
lideri olabilir mi?
Cezayir toplantısı
“Gelelim Balyoz davası belgelerine” diye başlayan paragraf var ya, keşke oraya hiç gelmeseydin
İnsel. Baştan şunu vurayım, vurgulayayım değil, vurayım. Em.Org. Çetin Doğan’ın
kızı Pınar Doğan ve tahminimce bir çok ortak arkadaşınızın olduğu ya da bizzat
arkadaşınız olan damadı Dani Rodrik, Balyoz üzerine bir kitap yazarak, 1 500
(yazıyla binbeşyüz) civarında somut sahtekârlık ve hatayı ortaya çıkardılar.
Çalışmalarının sonuçlarını anlatabilmek ve muhtemel soruları cevaplayabilmek
için Cezayir lokantasında bir davet düzenlediler. Gittiniz mi? Dinlediniz mi?
Sorular sordunuz mu? Cevaplar aldınız mı? İkna olamadınız mı? Taraf ve devlet
çok daha mı güvenilirdi? Yoksa gitmediniz bile mi? Dani böyle bir durumdan
şikayetçiydi çünkü. Gitmediyseniz nedeni nedir?
Düşülen yer: Ahmet Altan çizgisi
Şimdi de Ahmet Altan’ın yazısına çok
paralel düşen bir ifaden:
“Sadece Baransu değil, dönemin Taraf
gazetesi sorumluları ya kasıtlı olarak sahte bilgi ve evrak kullandılar, o
zaman toplu olarak toplumu yanılmaktan, bu nedenle bir dizi mağduriyet
yaratmaktan sorumludurlar. Ama bunu onların bilinçli ve kasıtlı yaptıklarının
gerçekten ispat edilmesi koşuluyla. Bir de bu sahte belgelerin kim tarafından
üretildiğinin ortaya çıkması koşuluyla. Bunların Taraf gazetesi sorumluları
veya Baransu olmadığı, olamayacağı aşikâr. Ya da taraftar gazeteciliğinin
tuzağına düşerek, gazetecilik hatası yaparak, ellerindeki belgelerin
gerçekliğini titiz biçimde araştırmayarak, haber yaptılar. O zaman bu bir ceza
suçu değildir. Yapılan gazeteciliğin, haberciliğin güvenilir olmadığını, kötü
gazetecilik yapıldığını ele verir.”
“Ya da” ile başlayan son satırların cevabını yukarıda verdim.
A.Altan’la tam uyuşan (paralel de denebilir) esas tezgah, “ya da”dan önceki cümlelerde. Konmuş olan
iki koşula bayıldım. Sen bir ülkenin geleceğinin tümüyle farklı bir rotaya girmesine, insanların çile çekmelerine, ölmelerine dolaylı da
olsa neden olmuşsun, en azından yardımcı olmuşsun (buna Baransu’nun TV’lerdeki, yazılarındaki ve kitabındaki saldırgan ve edepsiz tavrını hiç katmıyorum). Ama suçlanabilmen
için bilinçli ve kasıtlı yaptığının gerçekten ispat edilmesi gerekiyor, öyle
mi? En salak karşı örneği vereyim, minibüsüyle otobüs durağına dalan ve dokuz
kişinin ölümüne neden olan bir şöförün, bu işi bilinçli ve kasıtlı yaptığı
gerçekten ispat edilemezse, özür bile dilemeden çekip gitmesi gibi. Bir de bu
sahte belgelerin kim tarafından üretildiğinin ortaya çıkması koşuluyla, öyle
mi? Ahmet Kardeşim, sen bilmezsin, eskiden Karadeniz bölgesinde el tezgahlarında tabanca
üretilirdi. Adam öldürmekte kullandığın tabancanın kim tarafından üretildiği
belirlenemezse yırttın. Öyle mi? Bu iki örneğimin aslında gereksiz olduğunun
farkındayım. Ama ne yapayım, öne sürülen koşulların kendileri benim örneklerden daha salakça.
Bir sonraki paragraftan yazının
başına spot olarak alınmış olan cümleler, yazının en doğru ifadeleri olarak
kabul edilebilir. Başbakanla ilgili cümleler ise yine biraz “zil, şal ve
gül,…”. Hedef şaşırtmaca.
Suçüstü: Niyet okuma
Sonraki paragrafın büyük kısmını buraya almam gerek:
“Ergenekon ve Balyoz davaları gerçek
suçluların suçsuz veya çok daha sınırlı suçu olanlardan ayrılmasını sağlayacak
bir mecrada seyretmiyor artık. Bu belki kaçınılmaz, çünkü ceza davalarında
delillerin bir kısmının sahte olması davayı zanlılar lehine dönüştürür. Ayrıca
bugün AKP iktidarı bu davalarda hakikatin ortaya çıkmasını da istemiyor.
Yolsuzluk iddiaları karşısında başlattığı büyük temizlik ve tasfiye operasyonunda,
eski düşmanlarını yanına çekmek, bir Gülen cemaati mağdurları ittifakı
oluşturmak çabası güdüyor. Gerçekte Baransu, Balyoz davası haberi nedeniyle
değil, Gülen cemaatine yönelik temizlik operasyonu nedeniyle tutuklu.”
Şimdi sinirlendim işte. AKP iktidarının
neredeyse ilk günlerinden itibaren (AKP'nin belediyecilik uygulamalarının ışığında)
arkadaşlarımızı ne zaman gelebilecek tehlikeler konusunda uyarmaya kalkışsak,
niyet okuma suçlamasıyla karşı karşıya kaldık. Ardından da “başçavuşumun
solcusu, postal sevdalısı, darbeci“ filan geldi. Burada önemli olan, niyet okuma kısmı. Siyasetin
ancak niyet okunarak yapılabileceğini bir türlü anlatamadık bizim
kullanışlılara. Seneler bu lafla ziyan edildi. RTE’ye baktıklarında gözleri
kamaşıyor, nurlu AB ufuklarından ve ileri demokrasi safsatasından başka bir şey
göremiyorlardı. “RTE son zamanlarda değişti, bizi de kandırdı” edebiyatı
yapanlara, ilgili şahsın “ananı da al git” ifadesinin ustalık dönemi ürünü
olmadığını hatırlatırım. Bu kadar lafı neden ettim? Çünkü üstteki paragrafta
Ahmet İnsel bal gibi niyet okuma yapıyor, hem de ne biçim? AKP şunu
istemiyormuş, şu çabayı güdüyormuş. Çok hoş. Bir daha herhangi bir kullanışlı
bana niyet okumadan bahsederse onu fena yapmak boynumun borcu. Sizin mi
ayrıcalığınız yahu bu niyet okuma?
Benimki de küfür değil arkadaş, mahkeme kararı var
Yazının son paragrafına geldik. Ama
önce belirtmem gereken bir konu var. Bu blogtaki yazılarımdan birinde, ilham
veren kim ya da ne olursa olsun, küfür etmeyeceğime söz vermiştim. Sözümün
arkasındayım, ama Türk milleti adına karar veren bağımsız Türk mahkemelerinin verdiği
bazı kararlara da saygılıyım. (Açıklaması dipte).
“Ama aynı zamanda Baransu’nun
tutuklanması, tüm basına ve topluma görmeme, gördüğünü konuşmama, iktidarın
hoşuna gitmeyecek her konuda susmak konusunda verilen yeni bir ihtardır da.
Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasıyla Baransu’nun tutuklanması, özünde
basın özgürlüğüne vurulan ağır darbenin parçalarıdır ve birbirlerinin
devamıdırlar.”
Bugünün tarihsel koşullarında, bir
dolu gerçek ‘gerçek anlamda’ ortaya çıkmışken, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarıyla,
Mehmet Baransu’nun tutuklanmasını, fark belirtmeden aynı paragrafta ifade
etmek, en hafif ifadesiyle hadsizliktir. Hele hele bu tutuklamaların özünde
basın özgürlüğüne vurulan ağır darbenin parçaları ve birbirlerinin devamı
olduğunu ifade etmek…Ve geliyoooor!
“Hassiktirin, hassiktirin,
hassiktirin!”*
*(Açıklama: Diyarbakır Büyükşehir
Eski Belediye Başkanı Osman Baydemir, hükümete karşı sarfettiği bu veciz
sözleri nedeniyle yargılanmış ve mahkeme bunun küfür olmadığına karar
vermiştir.)