17 Şubat 2017 Cuma

“Belki Affedebilirim, Ama Asla Unutmam” Dizisine Zorunlu Kısa Bir Ara

Referandum ve Başkanlık


Bu konuda yazmamaya oldukça kararlıydım. Eli kalem ya da klavye tutan herkes bu konuda zaten fazlasıyla yazıyor. Yazmayanlar da Facebook ya da Twitter’da başkalarının yazdıklarını kopyalayıp kendi çevrelerinde paylaşıyorlar.

Ortalığı “Evet”ler, “Hayır”lar kapladı. İnsanların profil
Diyelim ki, Facebook yıkıldı, what fayda?
resimlerini değiştirerek (kırmızı beyaz hayır) ya da “var mısın” gibi meydan okuma ya da davet kalıplarıyla tavır açıklamalarından pek hoşlanmıyorum. Neden mi?

İki nedeni var. Bir defa, insanlara geçici bir tatmin ve rahatlık sağlıyormuş gibi geliyor bana. Diğer yandan, etkisinin topluma açık bir imza kampanyası vb. yanında adeta hiç değerinde olması. Herkesin gruplarında ya da listelerinde zaten kendisi gibi düşünenlerin ezici çoğunlukta olması normal. Bu kalıplarla bir anket ya da sayım yapmak mantıklı değil. 

“Evet”çi tayfanın da oturup kırmızı beyaz hayırları sayacak ve tavrını buna göre belirleyecek hali yok. Demek ki, bu tavırların duruma etkisini “ok meydanında buhurdanlık” olarak tanımlayabiliriz. Yanlış anlamayın, isteyen tabii ki yapsın, ama bunun pek önemli olmadığını da bilsin istedim.

Önceki bazı yazılarımda da yazdım, böyle referandum olmaz, olursa da ona referandum denmez. Bunu bilmekte fayda var. Diyelim ki, on sekiz maddenin dokuzunu beğendik, diğer dokuzunu beğenmedik. Ne olacak halimiz? Evet mi, hayır mı? Referandumda tek konu oylanır. Bizdekine ise referandum değil, üç kağıt denir.

Peki, bu sözde referandumun sonucu ne olacak? Hayatımda karşıma çıkan en kolay soru. Cevap veriyorum: Ya evet ya da hayır olacak. Ama bu biraz penaltı atışını da andırıyor. Tamam, onda da ya gol oluyor ya da olmuyor. Ama yüzde ellişer gibi görünen bu durum, taraflar açısından sanki hem farklı sorumluluklar içeriyor gibi. Hem de sonrasında tarafların sonuçtan etkilenme biçimleri ve düzeyleri farklı oluyor.

Penaltı Metaforu


Kısaca anlatayım: Her ikisinin şansı da yüzde elli gibi görünse de penaltı golünü atamayan bir futbolcu, penaltı golünü yiyen bir kaleciye göre daha çok suçlanır. Zaten bazı araştırmacıların iddiasına göre topa vuracak oyuncunun heyecan düzeyi, topu tutacak olan kalecininkinden çok daha yüksektir.

Şimdiye kadarki haliyle bu örneğin bizim sözde referandumla benzerliğini çözememiş olabilirsiniz. Ben de henüz çözemedim. Belki koşulları biraz değiştirmeliyiz. Bu maç öyle bir maç olsun ki, hayat memat maçı olsun. Her şey de bu penaltıya bağlı olsun. Kaybeden takım bir alt lige değil, ülkedeki en alt lige düşecek ya da bir daha futbol oynamaktan men edilecek olsun. Şimdi biraz benzedi işte.

Ama dikkat, ufak bir terslik var burada. Kalecinin takımı, penaltıyı talep eden taraf. Dedik ya, bu maç biraz farklı. Penaltıyı atacak olan, belki maç bir iki devre daha oynansa, kendini daha şanslı olabilecek gibi görebiliyor. Kalecinin takımı da bunun farkında. Maç uzarsa işler karışabilecek, o da dönülemez bir noktaya gelmiş, ya herru ya merru diyor.

Sonuç Ne Olacak?


Şaka ya da metafor bir yana bugün itibarıyla bir referandum sonucu tahmin etmek zorundaysam, ki ne yapmalı sorusunun önemli bir çıkış noktası bu olduğu için öyleyim, “Hayır”ın kazanacağını söyleyebilirim.

Neden bu görüşte olduğumu elbette açıklayacağım, ama açıklayacağım ve dikkat çekeceğim başka hususlar da olacak.

Anket sonuçları yayınlanmaya başlandı. Çok fazla ilgilenmiyorum. Anket firmaları son seçimde feci şiştiler. Başka unsurları görmeye çalışıyorum. Mesela benim için son seçimlerdeki oy oranları daha önemli. 

Tek tek oran işine de fazla girmek istemiyorum. Çünkü bence 2015 Kasım ayından bu yana, geçen sürenin kısa gibi görünmesine rağmen, köprülerin altından çok sular aktı. Ama başlama noktası olarak şu andaki AKP-MHP ittifakının o tarihteki (Kasım 2015) oy oranlarının toplamının % 61,3 olduğunu bilmekte de yarar var. Karşılarında ise, % 38,7 vardı.

Olsaydı, aynı ittifakın Haziran 2015 toplam oy oranı % 57.2, karşı tarafın ise % 42.8 olacaktı. İki seçim arasında MHP’nin oy kaybına karşılık AKP oylarını artırınca, bu cephede totalde % 4 artış meydana geldi. 

Bu artışı sağlayan iki temel faktörden biri Temmuz 2015’te adeta aynı anda başlayan karşılıklı ateşkes ihlali, ikincisi ise Irak ve Suriye’de sürmekte olan savaştı.

Bu iki faktör, Temmuz 2015-Kasım 2015 dönemi ile bugünkü sözde referandum dönemi arasındaki belirleyici faktörleri de anlamamıza yardım edecektir, umarım.

İlk Hedef Ne Olmalı?


İlk ve ana hedef çok net: Hayır oylarının % 50’nin üzerine çıkması. Peki bu nasıl gerçekleşecek?

Biraz hesap yapalım. Kasım 2015’te varsayılabilecek AKP-MHP bloğunun toplam oy oranı % 61,3 idi. Bu, % 50’nin % 11,3 üzerinde bir değer. Demek ki, yapılması gereken bu blokun oylarını % 11,3’den fazla indirebilmek ve karşısındaki bloğun oy oranını da en az bu kadar artırabilmek. Tabii bunu söylemek ya da yazmak kolay. Nasıl olacak?

Bazı önemli faktörleri sıralayalım. Birinci ve her zaman en önemli faktör, ekonomik durumdur. Ekonominin ne durumda olduğu ortada. Dolardı, işsizlikti, pazar enflasyonuydu vb. derken aslında şu andaki bir faciadan söz ediyoruz. Burada önemli olan necip milletimizin bu facianın ne kadar farkında olduğu.

Pesimist olmadığım nokta bu. Son günlerde çok farklı kesimlerden çok kişiyle konuşma ve gözlem yapma fırsatım oldu. Bir dip dalgasından rahatça söz edebiliriz. 

Konuşmalarımın ve gözlemlerimin bir diğer sonucu ise karşı tarafın, daha önceki seçim ve referandumlara oranla, ancak bir yüzeysel dalga yaratabiliyor olması. Kitlesel düzeyde heyecanlarını kaybetmiş durumdalar, yalnızca kaybı ağır olacak olanlar yırtınıyor.

İşin ilginç tarafı ise, sokaktaki adamın esas derdinin, (tabii aslında ondan kaynaklanmasına rağmen) ekonomik durumdan ziyade Suriyeli göçmenler olması. Emekliler, Suriyelilere verilen imkanların kendilerine verilmiyor olmasından şikayet ediyor. Suriyeli göçmenlere verildiği iddia edilen binbeşyüz liranın asgari ücretin üzerinde olması da çok önemli bir muhalefet unsuru. Üstüne üstlük, orada askerlerimizin neden öldüğünü anlamakta zorlanan da büyük bir kesim var. Bunlara, orada dövüşebilecek güçte olup da, daha düşük ücretle işlerini ellerinden almış Suriyeli göçmenlere duyulan hıncı da ekleyebilirsiniz.

Daha bir dolu faktör var. İnsanların baskıdan sıkılmış olmaları gibi. Her gün mahallesinde bir başka esnafın dükkan kapatmasını acıyla izlemesi gibi. Bunlara, dip dalgasını açıklayacak bir dolu örnek daha eklenebilir.

Başka yazılarda daha derinlemesine incelemeye çalışacağım başka faktörler de var. “Evet” takımının kendini güvende hissetmemesinden kaynaklanan saldırgan ve hatta terbiyesiz tavırları gibi.

Sonuç olarak n.ş.a. “Hayır” bence daha  büyük ihtimal. 

Ammaa!

“Hayır”da Nasıl Hayır Olur?


Peki, bu “hayır” hayırlı mı olacaktır? Bakın, bu soruya bir kelime oyunu ya da espri olarak bakmayın. Bence meselenin can alıcı noktası burada.

Hatırlayın, 7 Haziran seçimlerinde çoğunluğu kaybetmiş ve istifa etmesi gereken AKP Hükümeti bunu yapmamış ve teamüller gereğince başbakanlığı CHP Genel Başkanı’na vermesi gereken Cumhurbaşkanı da buna yanaşmamıştı. Daha sonra PKK ile organize ve eşzamanlı olarak başlatılan olaylar nedeniyle namüsait koşullarda yapılan 1 Kasım seçimlerini AKP yeniden kazanmıştı.

AKP karşısındaki en örgütlü güç olan CHP’nin, o dönemde yüzbinlerce kişiyle Saray’ın kapısına dayanıp, hakkı olan görevi istemek yerine bir aydan fazla süren “istikşafi” görüşmelerle dolandırılmış olması, beni tereddüde sevk ediyor. 

Bu sözde referandumu kaybettiği halde sonuçları hiç dikkate almayan bir AKP karşısında, CHP ne yapacaktır? Ki, AKP’nin, en azından Cumhurbaşkanı’nın böyle davranacağı kesindir.

Merdan Yanardağ Ne Diyor?


Yazılarını okumaktan büyük keyif ve çoğu fikirlerini birebir paylaşıyor olmaktan onur duyduğum sevgili Merdan Yanardağ ile bu konuda biraz ayrışıyoruz. Yanardağ, AKP’nin dış dinamiklerdeki değişiklikler nedeniyle işlevini yitirmiş, en zayıf dönemini yaşayan bir parti olduğunu uzun süredir vurgulamakta. “Zaten çözülme işaretleri veren AKP’nin hızla dağılacağını ve en iyi olasılıkla yüzde 16 ila 24 oy aralığında seyreden dar bir İslamcı partiye dönüşeceğini” ileri sürüyor. 

Yanardağ’ın bu görüşüne dilek düzeyinde katılıyorum. Keşke öyle olsa. Yazısının sonuna yakın bir yerdeki iki cümlelik bir paragrafı ise, aslında olayı bu kadar da pozitif görmediğinin ipuçlarını veriyor:

“Ancak unutulmamalı ki, Erdoğan-AKP iktidarının en zayıf dönemini yaşıyor oluşu, onun kendiliğinden yıkılacağı anlamına da gelmiyor. Bunun için mevcut siyasal ve tarihsel ortamın ruhuna ve maddesine uygun bir mücadele çizgisi izlemek gerekiyor.” 

Bu noktada bir başka görüşe yer vermem gerekiyor. Sadece birkaç gün önce Facebook’ta bir blog yazarına rastladım: Serhat Halis. Anladığım kadarıyla özellikle Gezi’de etkili yer almış bir genç. Başlığını görür görmez Facebook’ta paylaşılmış olan yazısını hemen okudum: “Eveti hayırı bırak yaklaşan felakete bak”. Vakit geçirmeden arkadaşlık teklifimi de gönderdim. Sağolsun, kabul etti. (serhathalis.com)

Serhat’ın yazısı, Merdan’ın biraz önce aktardığım paragrafının çok açık, çok net bir biçimde ifade edilmiş hali. Bulup okumanızı tavsiye ediyorum. Ben de Facebook’ta zaman tünelimde paylaştım.

Bu görüşlerin açıkça ifade edilebiliyor olmasının benim açımdan bir önemi de şurada: 2010 referandumundan önce bunları aynı şiddet düzeyine işaret eden, belki biraz farklı sözlerle öne sürdüğümde, malum zevat tarafından niyet okumacı, dandik falcı, üşütük ve faşist gibi nitelemelere maruz kalmıştım. Keşke onların dediği gibi kalsaydım da, bugünkü hale, sadece bugüne değil, zor bir yarının arifesine gelmemiş olsaydık. 

Aslında belki Merdan’ın tavrı daha doğru. Hayır oyu vermeye niyetlenenleri umutsuzluğa sevk etmenin bir alemi yok. Ama diğer yandan uyanık olmakta da fayda var. Bu ülke 1923’ten bu yana bu düzeyde bir beka tercihi noktasına gelmedi.

Beki de ¨Savaşların Anası¨


“Evet” çoğunluğu nasıl laik Türkiye Cumhuriyeti için bir son anlamı taşıyorsa, “hayır” da Siyasal İslam için, sadece Türkiye’de değil, tüm İslam dünyasında geri dönülemez bir uçurum anlamını taşıyor. Ve şurası da son derece açık ki, bu sözde referandumda yalnızca ülke içindeki Siyasal İslamcılara karşı değil, paraca güçlü malum İslam ülkelerine karşı da mücadele etmek zorunda kalacağız.

Son yarım asırda neredeyse tüm dünyada (İslam’ın taraf olduğu) her türden ayaklanma, terör vb. gelişmelere açık ya da örtülü destek vermiş olan bu mihrakların, “Türkiye İslam Devleti” gibi bir hayalin ellerinin arasından kayıp gitmesine izin vermeyecekleri ya da vermek istemeyecekleri inancındayım.

Bunun için gerekli bazı tedbirleri de uzun zamandır almakta olduklarına inanıyorum. Bir örnek: Kurucu ve yöneticisi olan emekli generalin saraya danışman yapılmış olduğu Sadat isimli “şirket”. Sitesini görün: sadat.com.tr. Kimlere ya da kaç kişiye askeri eğitim verdiği biliniyor mu? Bunların kaçı Türkiye’den? Silahları var mı? Ülke içinde kullanılmaya yatkın olabilirler mi?

Sınırlarımızdan Suriye’ye geçmiş olan kaç yerli ve yabancı militan, oradaki koşullar nedeniyle buraya döndü? Bunlar şu anda dağınık mı, yoksa organize mi?

Bir enteresan gelişme daha var. Hemen her ilde kurulmakta olan HÖH (Halk Özel Harekat) dernekleri. Tek tek zıpırların işi

Aslı göründüğü kadar komik değil

midir, yoksa merkezi bir organizasyonun parçaları mıdır, belli değil. Belli olan tek nokta, hiç bir çekinme göstermedikleri ve serbestçe hareket edebildikleri.

Bu satırları asla insanları korkutmak, hayır demekten ya da sandığa gitmekten alıkoymak amacıyla

Her ilde kuruluyor

yazmadım. Tam aksi. Bu defa “HAYIR” için eski seçimler ya da sözde referandumlardakinden çok daha yoğun, çok daha özverili, çok daha cesurca çalışılması gerektiğini vurgulamak için yazdım. 

Bence bilinmesi gereken önemli nokta şudur: Merdan Yanardağ’ın üzeri kapalı olarak, Serhat Halis’in ve benim daha açık olarak bahsettiğimiz olumsuz gelişmeleri engellemenin en kolay (!) yolu, farklı bir galibiyet almaktır. Bu durumda yine Merdan’ın uzun zamandır bahsettiği gibi, AKP hızlı bir dağılma sürecine girecek ve ne Sadat ne de Sedat (bu isim benzerliği beni hep kıllandırıyor, anladınız siz onu) değil sokaklara çıkmak, parmağını bile kımıldatamayacaktır. 

Benim halisane önerim, enerjimizin büyük kısmını Facebook, Twitter gibi mecralarda değil, sokakta harcamaktır. Erişebildiğimiz her kişiye, bıkmadan, usanmadan “Evet”in yaratacağı faciayı anlatmak, fikirlerinizi zaten “Hayır” diyecek olan arkadaşlarınız yerine çevrenizdeki kararsızlarla paylaşmak çok daha etkili olacaktır. 


“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...” 


“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”




Zorunlu Bir Dipnot:

Bu, darmadağınık bir yazı oldu, farkındayım. Mazeretlere sığınmayı da sevmem. Ama bu defa gerçekten iki ihanete uğradım. Uzun süredir ihtimamla besleyip büyüttüğüm böbrek taşlarım ayaklandı. Birkaç yıldır kalbimin bile üzerinde bir yerde taşıdığım kalp pilim de onlardan yana saf tuttu. Taş kardeşlerine belli müdahale durumlarında, tavır alacağını ilan etti. Tek bir müdahale yöntemine mahkum kaldık. Orada da artık hain diye bile nitelemediğim kalbim sesini yükseltti: “Ben izin vermezsem kimse sana ameliyat filan yapamaz” diye bağırdı. Ona kızamıyorum da. Onu o yorgun, o yaralı hale getiren benim. O kadar içki, o kadar sigara, o kadar a... Neyse biraz yumuşatabildik galiba. Bazı kontrollerden sonra izin verecek gibi görünüyor.

İşte bu yazı da hastaneden eve, evden hastaneye derken böyle eklektik oldu. Affola.