Schadenfreude
İlk
duyduğumdan beri beni çok etkilemiş olan bir kelime bu. Yaptığım ufak bir
araştırmaya göre, Almanca dışında bunu tek ya da bileşik olarak karşılayan bir
kelime yok. Zaten herhalde bu nedenle önde gelen tüm dillerde de ¨Schadenfreude¨
olarak kullanılıyor ve Türkçe dahil bir sürü dildeki sözlüklerde karşılığı ancak
uzun cümlelerle verilebiliyor.
Türkçe
olarak en ekonomik karşılığı şöyle ifade edilebilir: ¨Birinin ya da birilerinin
uğradığı zarar karşısında alınan keyif, sevinç ya da zevk duygusu¨. Kelime
anlamı ise ¨zarar keyfi¨ olarak karşılanabilir.
Ben bu
duyguyu hiç yaşamadım, zaten yaşamak da ne bana ne ailem, ne arkadaşlarım ne de
dostlarım diye bildiğim kimselere yakışmaz.
Ama
ülkemin geçirdiği son sekiz-on yıl
içinde bu duyguyu canlı olarak yaşamakta olan çok kişiyi (insanı dememiş
olmamın nedeni var) izleme acısına şahit oldum.
Söylediklerinde
duydum, yüzlerinde gördüm, yazdıklarının altında hissettim. Bu tarz insanlarla
yanyana gelmemeye çalıştım. Zaten onlar da bu konuda azami gayreti gösterdiler.
Ama karşılaşmak durumunda kaldığımızda, seyrek de olsa tartışmak durumunda
kaldığımızda, vücut dillerinin, yüz ya da dil ifadelerinin, böylesi acımasızlık
içeren bir kelimeyle bile tarif edilemeyeceğini çok gördüm. Almanca bilenler bu
katkıyı anlayabileceklerdir: Bunların duygularını tarif etmek için
¨Schadenvollfreude¨ (full zarar zevki) ya da ¨maximale Schadenfreude¨ (azami
zarar zevki) gibi ifadeler kullanmak gerekir.
Beni
tanıyanlar bilir. Abartı, çok başvurduğum bir yöntemdir. Ama bunu, konunun
içine yalan, palavra katmadan, karşımdakini etkilemek için, daha doğrusu
anlatımımı güçlendirmek için yaparım. Bu benim üsluplarımdan biridir. Tanıyanlar,
ne kadar abartıyor olsam da, söylediklerimin doğru olduğunu bilir.
Bu
aradan sonra bir önceki paragrafa devam edelim.
Göbek Baba Şakirtleri
Kimdi bu
full keyifçiler? Peki, zarar görenler kimlerdi? Ne gibi zararlara
uğramaktaydılar? Onlarzarar görmekteyken, ¨göbek baba¨ya adaklarını yerine
getirmek için kapı arkasında göbek atanlar, kapı arkasına saklanmaya gerek
görmeden TV programlarında oturdukları yerde göbeklerini hoplatarak kahkaha
atanlar kimlerdi?
Göbek ya
da kahkaha atmaları, konumuzla (Schadenfreude) bağlantılı olduğu için öne
aldım. Bunların arasında ¨bu zararlar yetmez, şuralarına da vurun¨ derken çok
daha büyük zevkler tadanlar da vardı.
Çok
derine inmek istemiyorum, ama biri çıkar ve ¨yok canıııım, o kadar da değil,
yine abartıyorsun, Ziya¨ derse, (tarih ve teknoloji benden yana), sayfalarca
yazılı ve görüntülü kanıtı buraya dökerim. (Yaşasın Google ve YouTube).
Ürkütmek
için değil, ama akıllı olunmasını sağlamak için, bir örneğe yer vermek
istiyorum.
Hatırlayacaksınız,
o zamanki adıyla ¨Fethullah Gülen Hareketi¨ daha sonraki adıyla ¨Hizmet
Hareketi¨ ve bugünkü adıyla ¨FETÖ/PDY¨ olan ekibin mülkiyetinde olan ve daha
sonra kapatılan Mehtap TV adlı bir kanal vardı. Bu kanalda da ¨Akıl Defteri¨
adlı bir program. Kimdi katılımcılar? Şahin Alpay, Mehmet Altan ve Eser
Karakaş. Eser Karakaş, şu sıralar arazi. Bir ihtimal, AİHM’deki Türk hakim olan
eşi Prof.Dr.Işıl Karakaş’ın yanında olabilir. Yani yurtdışında. Şahin Alpay ise
FETÖ Örgütünden tutuklandı. Prof.Dr.Mehmet Altan ise ağabeyi Ahmet Altan ile
birlikte gözaltına alındı.
Yazdıklarımda
gerçeğe aykırı bir abartma olmadığının kanıtı olarak, okurlarımdan, bu üç
muhterem zatın katıldığı ¨Akıl Defteri¨ programlarından birini (özellikle
Ergenekon ve Balyoz mahkumiyet kararları dönemindekilerden) YouTube’dan izlemelerini
rica ediyorum.
Schadenfreude’nin
ne kadar abartılı, ne kadar yıvışık (hadi artık yeri geldi) ne kadar alçakça
hissedilebildiğini canlı olarak görebilirsiniz.
Yemin
ediyorum, benzer çizgide farklı insanların katıldıkları yüzlerce programı,
sayfalarca yazıyı, röportajı, kitabı, köşe yazısını buraya sıralayabilirim.
Tabii utanacaklarına ilişkin en ufak bir ümidim olsa. Yoksa uğraşmaya değmez,
bırakalım çukurlarında yaşasınlar.
Mağdurların Bugünkü Schadenfreude’si (?)
Uzunca
bir yazı hazırlıyorum. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. davaların bazı
mağdurları üzerine. Bunları araştırırken, Schadenfreude kelimesi daha çok aklıma
takıldı. Haksız yere, iftiralarla, sahte delillerle, yalancı gizli tanıklarla
can yakınlarını, yaşam standartlarını, umutlarını, geleceklerini kaybetmiş onca
insan, bugün ne düşünmekte, ne hissetmektedir?
Bu son
dönemde çok takip ettim, araştırdım. Onca polis, onca savcı, onca hakim
gözaltına alınırken, tutuklanırken ne kapı arkasında ne de ortalıkta göbek atan
bir mağdura ya da mağdur yakınına rastlamadım. Olgun, soğukkanlı, adalet isteyen
ifadeler dışında, ¨oh olsun¨ diyen birini görmedim.
Dini
duyguları, inancı güçlü olan kişilerin işi biraz daha kolay. Benim annem de
anne yarım olan halamda, bir haksızlıkla karşılaştıkları zaman ¨hasbinallah, ve
nimel vekil¨ (Allah bize yeter, o ne güzel vekildir) demeye alışmışlardı.
Bekledikleri, ilahi bir adaletin gerçekleşmesiydi.
Ama dini
inanç sahibi olmayan biri için durum zor. Onun bekleyebileceği, ilahi olmayan
bir adaletin gerçekleşmesi. Davaların doğrudan mağduru olmasam bile o karanlık
dönem boyunca asıl mağdurlar kadar kızdım, sinirlendim, üzüldüm. Benim de
dindarlar gibi vekalet verebilme şansım yok. Ben de şu ya da bu şekilde
adaletin gerçekleşmesini beklemek, bu arada bunun için elimden gelen desteği
vermek durumundayım.
Benim Tavrım
Bu arada
benden beklenemeyecek, asla istenemeyecek bir duyguyu açıklamam şart.
Kimse
benden o programlarda kahkaha atarak göbek hoplatanların, o kumpas davalarına
yazılarıyla, konuşmalarıyla destek olanların, onların yanında duranların
bugünlerde başına gelebilecek gözaltı, tutuklanma, işten çıkarılma, bu nedenle
hastalanma, hatta hayatını kaybetme gibi olaylarda üzüntü duymamı beklemesin.
Kahkaha
atmam, ama suratımı da asmam. Bu alçakça işleri yapanlar, yaptıklarıyla kimlere
ne kadar zarar verebilecekleri hakkında bir fikir sahibiydiler. Hedefledikleri
başarılara ulaştılar ki, o kahkahaları atabildiler.
Ben ve
birçok fikirdaşım, onlara yıllarca anlamaları kolay olsun diye ¨keser döner,
sap döner, gün gelir, hesap döner¨ tekerlemeleri söyledik. ¨Akıllı olun¨ dedik.
¨Bu işlerde kumpas var, tezgah var. Sizi kullanıyorlar¨ dedik. Belki
sinirlendirmek uyanmalarına yardımcı olur diye, tarihten benzer örnekler
vererek, ¨bakın, sonra tarih karşısında nasıl ‘kullanışlı aptallar’ olarak
anılır hale geliyorsunuz¨ bile dedik.
¨Enaniyet¨
özellikleriyle başa çıkamadık. (Bugün İlber Hoca’dan duydum, hoşuma gitti, tam
onları tarif ediyor, isteyen Ekşi Sözlük’ten bulsun).
Hadi
biraz ipucu: Her şeyi yalnızca onlar biliyordu. Üstündüler.
Neyse
işler öyle bir noktaya geldi ki, artık kandırılmış olduğunu söylemek filan da
kurtulmaya yetmeyecek, zaten bunu ifade edebilmek de enaniyete aykırı. Önce
kapsamlı bir tedavi lazım. (Biz buna eskiden ¨yeniden eğitim¨ filan derdik).
İnsan Alemde Hayal Ettiği Müddetçe Yaşarmış
Yazının
son bölümünü son derece önemli gördüğüm bir konuya (bir hayale) ayırmak
istiyorum.
FETÖ,
kumpas davalarda kullanılan sahte CD, bant, gizli tanık, sahte imza vb.
konularında yetişmiş (yetiştirilmiş) elemanlara sahipti. Bunu görebilmek için
şimdi içeride olan emniyet mensuplarının (bu arada farklı bir örnek, Mehmet
Baransu’nun) ABD’de kaçar yıl ¨mesleki¨ eğitim aldıklarına bakmak yeterli.
AKP,
Cemaat’le ortak sürdürdüğü bu gibi faaliyetlerde FETÖ’yü kolayca taşeron olarak
kullandığından, bu sayıda ve bu düzeyde teknik (!) eleman yetiştirmeye gerek
görmedi.
Peki,
bunun önemi nerede?
FETÖ’nün
böylesi bir örgütü kurup, elemanlarını eğitip, kumpas malzemelerini
hazırlatabilmesi, yıllarca sürmüş olmalı. Karşı hücumun başlangıç noktasını
17/25 Aralık olarak alırsak, AKP’nin, hem eleman hem de zaman bakımından
FETÖ’ye göre çok daha zayıf kaldığı ortada.
Hadi
baklayı çıkaralım. Bu dönemde devletin ele geçirdiği delillerin (eğer varsa)
üretilmiş sahte deliller olması olasılığı, kumpas davalarındakilere oranla göz
ardı edilebilecek kadar az. Diğer yandan gizli tanık oluşturmak gibi çabalar da
gereksiz. Kumpas davalarında dışarıdan ısmarlama Sırrı Sakık ya da Osmanım gibi
paçavralar haricinde, sanıklar arasından tek bir (rakamla 1) gizli tanık çıktı.
Onun da akıl ve ruh sağlığı bakımından çok hasarlı olduğu biliniyor.
FETÖ’nün
dini bütün, yüksek ahlaklı elemanlarının önemli bir kısmı ise, anlaşıldığı
kadarıyla, ilk andan itibaren ötmeye başlamışlar. Zaten devletin elinde daha
önceden örgütün yapısı hakkında kapsamlı bilgiler vermiş olan Nurettin Veren
gibi kaynaklar da var. Ayrıca yıllardan beri erişebildikleri en üst makamlara
kadar sayısız raporlar yazan kumpas mağdurları Ahmet Ziya Üçok, Ali Türkşen
gibi bilgi kaynakları da var.
Önemli
bir farklılık daha var. Kumpas davalarında bir takım kağıtlara imlası bozuk el
yazılarıyla yazılmış planlar, darbe günlükleri, mektuplar söz konusuydu. Harp
Okulları’nda, Harp Akademileri’nde İstihbarat ve Karşı Casusluk eğitimleri
almış koca koca kurmay subaylar, el yazılarıyla (!) küçük kağıtlara, defterlere
darbe planları, hayali yönetim listeleri vb. yazıyorlar ve bunları da
yakalatıyorlardı. Hatırlarsınız, en meşhur kağıt, Bülent Arınç suikastıyla
ilgili olarak yakalanan albaylardan birinin, su isteyip yutmaya çalıştığı
kağıttı.
FETÖ’de
işler çok farklı. Word, Excel, Powerpoint gibi programları doğru dürüst
kullanamayan gazeteci, yazar, bilim adamı ve subaylardan oluşan kumpas
örgütlenmelerine karşı, kendi ürettiği ByLock adlı programı kullanan, onun ifşa
olduğunu öğrendiğinde yine kendi üretimi olan bir başka programa (Eagle) geçebilen
gerçek bir örgütle karşı karşıyayız.
Bu iki
program da er veya geç çözülür. Devlet, ucu kendisine de dokunduğundan,
verileri açıklamazsa, yeni bir yönetim gelene kadar yapacak bir şeyimiz olmaz.
Bu arada vurgulanması gereken nokta, hiç bir bilginin sonsuza kadar gizli
kalamayacağı.
Buralardan
sızabilecek ya da doğrudan açıklanabilecek bazı bilgilerin içeriklerine bağlı
olarak, şimdiden ¨Schadenfreude dokunulmazlığı¨ istiyorum. Ne gibi içerikler
mi? Bir iki örnek:
Diyelim
ki, tüm maddi kayıtlar ele geçti. Himmetler, yatırımlar, gelirler, harcamalar.
Gene
diyelim ki, harcamalardaki kalemlerin biri, Abant Toplantıları’nda verilen
paralar, hediyeler ve kimlere ne verildiği.
Diyelim
ki, bir başka harcama kalemi, Taraf Gazetesi’ne ilişkin. Çalışanların
paralarını alamadıkları, Kemalizm, Cuntacılık, Askeri Vesayet vb. karşıtları
olarak boş mideyle bedava çalıştıkları dönemlerde, gazete yönetimine açıktan
gönderilmekte olan paralar (?).
İşte bu
gibi durumlarla karşılaşacak olursak, Schadenfreude’yi bir yana atarım ve çok gülerim. Çünkü bunlar
insani hasarlar değil, artık mizah unsurlarıdır. Ne var canım, o kadar da
gülelim.
Ne demiştik? İnsan
alemde hayal ettiği müddetçe yaşarmış.
“Ceterum censeo Carthaginem esse
delendam...”
“Bana soracak olursanız, Kartaca
mutlaka yıkılmalıdır.”