Bitmeyen Şarkı
Geçen iki yazıda Kürt hareketi üzerine bazı
düşüncelerimi ifade etmiştim. Doğaldır ki, o konu daha çok su kaldırır. Ama
vakit ve enerji kısıtlı olunca, insan ister istemez bir öncelikler sıralaması
yapmak zorunda kalıyor ve o nedenle de buraya koyacağım ufak bir ek dışında şimdilik
bu kadar Kürt meselesi bence yeterli.
Birkaç bölümünü yayınladığım ve çok daha uzun süreceği
belli olan bir Cengiz Çandar dizisini de yarım bıraktım. Yapacak bir şey yok,
röportajın kendisi de çok uzundu ve önemliydi. Onun bölümlerini de hazırladıkça
araya katmaya çalışacağım.
Büyük Yenilgi
Kim ne derse desin, PKK’nın kent gerillası (?)
saldırısı, binlerce gencin kanına mal olmuş bir yenilgidir. İddialarına göre
dağ kadrosu bu saldırıya katılmamış. Ama bu yenilginin, o kadroda da ne gibi
etkileri olacağını ileride göreceğiz. HDP ile ilgili sonuçlar ise bence daha da
vahim olacak. Eğer parti olarak varlığını koruyabilirse ya da dokunulmazlıklar
nedeniyle yemesi mukadder darbeyi yeni kadrolarla karşılayabilirse, belki şu
veya bu desteği sağlayıp barajı geçebilir. Ama hiçbir durumda, bir kez daha
Türkiye’nin partisi olma iddiasında bulunamayacaktır.
Üzülerek şunu da belirtmek istiyorum, zaten kanımca
çok
olağandışı bir gelişme olmadığı takdirde, ülkede bir daha doğru dürüst bir
seçim yaşanamayacaktır. Bunun tek istisnası, belki çok kısa süre içinde
yapılacak bir sürpriz seçim olabilir. Süre ne kadar uzarsa, seçimin düzgün ve
dürüst olma ya da yapılma olasılığı azalacaktır. (Bak.Fuat Avni).
Fuat Avni'nin son tweetleri çok ürkütücü |
Asıl konumuza geçmeden önce, bu yenilginin olası ya da
olması gereken başka sonuçlarına da biraz daha eğilmek istiyorum. AKP veya
diğer meşru partiler açısından değil, özellikle PKK ve dolayısıyla HDP
açısından.
Parti İçi Demokrasi (?)
Adında
“parti” (Partiya Karkerên Kurdistanê) sözcüğü geçen bir örgütlenme olarak PKK’nın bir
takım demokratik karar mekanizmalarına sahip olması gerekir. Partide böylesi
bazı organların ismen var olsalar bile fiilen etkili olmadıklarını biliyoruz.
Ama ne olursa olsun, hiçbir örgüt bu ağırlıkta bir yenilgiyi sessiz sedasız,
içinde bazı hesaplaşmaları yapmadan geçiştiremez. Sonuçta 7000 civarında genç kaybedilmiştir. Bu kadar büyük stratejik ve
taktik hataların sorumlularının mutlaka sorgulanması, özeleştiri vermesi ve hatta
cezalandırılması gerekir.
Şimdi geldik bu konuda, çok sevdiğim bir ifadeyle,
“zurnanın zırt dediği yere”. Ne demiştik? Bu mekanizmalar partide olsalar bile
düzgün çalışmıyorlar. O zaman geriye bir yol kalıyor: (Dağda) saray darbesi.
Bu işten PKK içinde yara almadan çıkacak tek unsur,
bence Öcalan’dır. Ben TC derin devletinin yerinde olsam, Öcalan’ın kısa bir
süre için bile olsa sesini ve sözünü Kandil’e eriştirebilmesine olanak
tanırdım. Çünkü isyanı destekleyeceği hesaplanmışken şehirleri terk eden
binlerce insan, TC devleti karşısında onun da elini zayıflattı. O da
birileriyle bunun hesabını görmek isteyecektir.
Bir diğer ihtimal, dağ yönetiminde bir değişiklik
olmaksızın, her şeyin eskisi gibi devam etmesidir. O takdirde PKK’nın parti
adını taşıyabilecek bir örgüt olamadığı, lider kadrosundakilerin de “savaş
baronu” (warlord) olarak adlandırılmaları gerektiği ortaya çıkacaktır. Buraya
biraz mizah katmak istedim. Dünyadaki farklı gerilla örgütlerinin şefleriyle,
PKK’nınkileri görüntü olarak karşılaştırmak bile, bu baron tanımlamasını haklı
çıkarabiliyor.
PKK dağ kadrosu liderleri |
Bu analizleri yaparken, PKK'ya ilişkin dış faktörleri adeta es geçtiğimin farkındayım. Onlar katılırsa iş çok uzar. Aslında bırakalım, PKK ve HDP ne yaparlarsa yapsınlar.
Bu yenilginin beni çok ilgilendiren ve bence toplum açısından son derece
zararlı bir yanı daha var. Geçen iki yazıda ve yukarıda Kürt hareketinin
uğradığı yenilgiden bahsettim.
Bugüne kadar kimse bir zaferden bahsedemediğine göre, bu yenilgi tespiti doğru. Ama kabul edilmesi gereken bir realite daha var ki, kimse yenilgiyi sevmez. Bu kurala bir örnek.
Bugüne kadar kimse bir zaferden bahsedemediğine göre, bu yenilgi tespiti doğru. Ama kabul edilmesi gereken bir realite daha var ki, kimse yenilgiyi sevmez. Bu kurala bir örnek.
Yenik YAE’ci
Bir YAE’ci düşünelim. O kör olasıca referandumda
şeytana uymuş, (kandırılmış ya da aslanlar gibi göğsünü gere gere) “evet”
demiş, bir sürü insanın saldırısına uğramış, yol göstericilerinden bir ses, bir
ışık alamamış, ikircikte kalmış, son anda kendini Kürt hareketinin güçlü ve güvenli
kollarına atmış bir kardeşimiz.
Başlangıçta seçim sonuçlarıyla başarılı olmuş bu Kürt hareketinin,
aklının ermediği bazı operasyonlarla içeriden darbe yemiş olması nedeniyle
şaşırmış (ihanete uğramış demiyorum, çocuğa ağır gelebilir), sivil halka karşı,
savunmakta çok zorlanacağı, bombalı eylemlere neredeyse ortak olmak durumunda
kalmış, bu arada yine kahrolasıca birilerinin eleştiri saldırısına uğramış bir
kardeşimiz.
Ne yapabilir şimdi? Adeta her tarafı pislenmiş bir
çember tutuyor elinde. Acele bir durum muhasebesi yapıyor. Hangi tarafta yer
tutarsa, daha az zarar görebilir? Nereye zıplarsa, biraz yıpransa bile ileride
daha rahat edebileceği bir pozisyon alabilir? Kürt ya da Kürtçü olarak
kalabilmesi çok zor. YAE karşıtları da henüz “Liberal İhanet”i unutmamışlar,
Merdan’ın kitabı hala yeni baskı yapıyor. Hesap vermeden oraya da sızmak zor.
Ayrıca hala bir sürü YAE karşıtı da “yerli yersiz” (!) her konuyu dönüp dolaşıp
bu YAE meselesine bağlıyorlar. Özeleştiri diye tutturuyorlar.
Tabii ki, bu YAE’ci kafanın nasıl çalıştığını
bilebilmek, sağlıklı bir yorumda bulunabilmek zor. Tarihsel bir çizgisi de
olmadığı için, başarılı olduğumuz “niyet okuma” özelliğimizden de
yararlanamıyoruz. Ancak yaptıklarına bakarak çeşitli tahminlerde bulunabiliriz.
Yalnız önce ufak bir tasnifleme yapmak gerekiyor.
Kahramanımız, YAE’ci zümrenin o erişilemez, dokunulamaz (hani Merdan’ın
kitabında her birine ayrı bölüm ayrılmış olan) katına mensup değil. O, biraz
daha alt kademelerden. Yukarıya bakıyor, orada en ufak bir rahatsızlık
göremiyor. Oradaki insanlar ya çok tecrübeli ya da yüzsüze bağlamışlar. Zaten
günlük hayatın içinde (fanuslarında korunduklarından) YAE karşıtlarıyla birebir
muhatap olmak zorunda değiller. Ayrıca eleştirilerden etkilenecek tıynete sahip
olsalardı ya da kendilerini o kadar elit görmeselerdi, Merdan Yanardağ’ın
kitabı üzerine bir yerlerde iki üç kelam ederlerdi. Bildikleri, söyledikleri
“niyet mi okuyacaktık, o günkü koşullarda haklıydık” vb. yaveler.
YAE’ci: “Heeey, sen de beni unuttun!”
Haklı, lafa daldım, bizim “yenik YAE’ci” kardeşimizi
unuttum. Ama ben yukarıda unuttum hiç olmazsa. Onun liderleri onu aşağıda bir
yerlerde unuttular ve korumak ya da yol göstermek için tek bir cümle bile
yazmadılar.
Bir konuyu baştan belirlemekte fayda var. Yenilen,
terkedilen, yalnız kalan YAE’cilere yardım kulübü filan kurma iddiasında, hele
hele de niyetinde hiç değilim. Ne ettirip, nereye gitmeleri konusunda da fikir
verecek değilim. Benim derdim, son zamanlarda bu bozuk psikolojileri nedeniyle
yine sağda solda başını çıkartıp, güfteleri “yeter artık bu YAE meselesi” gibi
sözlerle başlayan, “çatlak zurna saz semaileri” icracılarıyla.
Kim Bunlar?
Son günlerde farklı dergilerde, internet sitelerinde
hatta Facebook’ta bu “yalnız, yenik YAE’ciler”in bazı yazılarına rastladım.
Besteleri arasında ufak farklar vardı, ama güfteleri hep aynıydı. Sayıları bir,
ikiyle kısıtlı kalsaydı, üzerinde durmazdım. Ama yaygınlaşma belirtilerini fark
edince kendimi müdahale zorunda hissettim. Önce biraz (otantik) genel kültür.
Ülkemizin belli bölgelerinde hindiye “culuk” denir. Birçok
bölgede de hindi yavrusu ¨culuk¨ olarak adlandırılır. Ben bu kelimeyi, herhalde
söylenişinden dolayı, çok severim.
Şimdi özellikle Facebook’ta YAE yandaşı (dolayısıyla
anti-YAE karşıtı) yazılar yazan, postlar açan bu yenik YAE’ciler, bence
kendilerini aklamak ya da kalabalığın içinde kaybetmek için, büyük bir hata
yapıyorlar. Çünkü her yazıları, bir dolu küçük culuğun destekleme akınına
uğruyor. “Bakın, yalnız değiliz. Hala bizi destekleyenler var” diyebilmek için
neden oluyorlar buna. E, adı üstünde. Bunlar henüz culuk. Saygı duydukları bazı
ağaları ya da “ortanca” ağabeyleri yüzünden hep bu yanlışın içinde mi
çırpınsınlar, yazık değil mi?
Gerçekten üzülüyorum, özellikle Facebook’ta yanıtlar,
yorumlar cıyak cıyak canhıraş culuk bağırışlarıyla, feryatlarıyla doluyor.
Yanlışlıkla bir YAE karşıtı, posta düşüp de tek kelime yazacak olsa, hepsi
birden kanat çırparak yem kabına saldıran culuklar gibi onun üzerine saldırıp,
güçlerinin (burada akıllarının demek doğru) yettiğince gagalamaya başlıyorlar.
Facebook bunlarla dolu.
Böyle bir görüntü gerçek hayatta insana sempatik
gelebilir. Ama siyasal ortamda benzerine çok rastladığımız, tarihten bir dolu
örnek verebileceğimiz kötü ve acıklı bir durum aslında.
Elitler, kahramanlarımız gibi bir ya da iki alt
kategoride sayılabilecek kişileri yönlendirmiş, iş bozulunca dokunulmaz
köşelerine çekilip buncağızları ortada bırakmışlar. Bunlar da sağa, sola
savrulmuş. Bu arada kendilerini sosyalist olarak görmelerine rağmen, o savrulma
sırasında etnik siyasetlerin filan eline düşmüşler. Etnik siyasetler de bir
sürü hataya düşmüş. Daha sonra bakmışlar, eski elitlerden ses yok. Gidebilecek
başka yer de yok. Ne yapsınlar? “Belki birkaç culuk da biz buluruz” diyerek
erişebildikleri yerlerde yazmaya başlamışlar.
Gelin Artık Vazgeçin, Hanımlar, Beyler!
Bu filmin çok daha kapsamlı versiyonlarını biz sol
tarih boyunca çok defa seyrettik beyler! Yazıktır, günahtır, cinayattır! O
culukları kandırmayı bırakın. Savunduklarınız yanlış. Bu yanlışın ispatlanması
için zavallı RTE’nin daha ne yapması gerekiyor?
Adam, aynen Hitler’in Kavgam’da yaptığı gibi, tüm
yapacaklarını ilk günden bu yana söyledi ve adım adım da yaptı. Bize kızdınız,
ama biz niyet okumadık, yazılanları okuduk. Söylenenleri dinledik. Bize eskiden
gelen gıcığınız ya da niyet okuyor olmamızdan nefretiniz sizi bu körlüğe
yöneltti, tamam. Ama artık niyet okumalar filan da bitti, gerek kalmadı.
Lise öğrencileri bile aslanlar gibi ortaya çıktı.
Onlar aydınlığa erişmek için istikballerini tehlikeye atmaktan çekinmezken, siz
bir özeleştiri yapmadan yırtmak için taklalar atıyorsunuz. Hadi kendiniz
attınız, culuklara neden eziyet ediyorsunuz, geleceklerini neden kendi
karanlığınıza ortak etmeye çalışıyorsunuz?
Çok sabrettim. Gelecek yazıdan itibaren, çok ayıp
olmayacağı durumlarda isim de vererek alıntılarla, bu culuk operasyonlarını
deşifre edeceğim. O culukları etkilemekte ya da boş ortamlarda kendinizi
aklamakta kullandığınız belagatinizi görelim.
Hodri meydan!
Ceterum censeo Carthaginem esse delendam.
“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır”.