27 Haziran 2016 Pazartesi

Bitmeyen Şarkı


Geçen iki yazıda Kürt hareketi üzerine bazı düşüncelerimi ifade etmiştim. Doğaldır ki, o konu daha çok su kaldırır. Ama vakit ve enerji kısıtlı olunca, insan ister istemez bir öncelikler sıralaması yapmak zorunda kalıyor ve o nedenle de buraya koyacağım ufak bir ek dışında şimdilik bu kadar Kürt meselesi bence yeterli.

Birkaç bölümünü yayınladığım ve çok daha uzun süreceği belli olan bir Cengiz Çandar dizisini de yarım bıraktım. Yapacak bir şey yok, röportajın kendisi de çok uzundu ve önemliydi. Onun bölümlerini de hazırladıkça araya katmaya çalışacağım.

Büyük Yenilgi


Kim ne derse desin, PKK’nın kent gerillası (?) saldırısı, binlerce gencin kanına mal olmuş bir yenilgidir. İddialarına göre dağ kadrosu bu saldırıya katılmamış. Ama bu yenilginin, o kadroda da ne gibi etkileri olacağını ileride göreceğiz. HDP ile ilgili sonuçlar ise bence daha da vahim olacak. Eğer parti olarak varlığını koruyabilirse ya da dokunulmazlıklar nedeniyle yemesi mukadder darbeyi yeni kadrolarla karşılayabilirse, belki şu veya bu desteği sağlayıp barajı geçebilir. Ama hiçbir durumda, bir kez daha Türkiye’nin partisi olma iddiasında bulunamayacaktır.

Üzülerek şunu da belirtmek istiyorum, zaten kanımca çok

Fuat Avni'nin son tweetleri çok ürkütücü

olağandışı bir gelişme olmadığı takdirde, ülkede bir daha doğru dürüst bir seçim yaşanamayacaktır. Bunun tek istisnası, belki çok kısa süre içinde yapılacak bir sürpriz seçim olabilir. Süre ne kadar uzarsa, seçimin düzgün ve dürüst olma ya da yapılma olasılığı azalacaktır. (Bak.Fuat Avni).

Asıl konumuza geçmeden önce, bu yenilginin olası ya da olması gereken başka sonuçlarına da biraz daha eğilmek istiyorum. AKP veya diğer meşru partiler açısından değil, özellikle PKK ve dolayısıyla HDP açısından.

Parti İçi Demokrasi (?)


Adında “parti” (Partiya Karkerên Kurdistanê) sözcüğü geçen bir örgütlenme olarak PKK’nın bir takım demokratik karar mekanizmalarına sahip olması gerekir. Partide böylesi bazı organların ismen var olsalar bile fiilen etkili olmadıklarını biliyoruz. Ama ne olursa olsun, hiçbir örgüt bu ağırlıkta bir yenilgiyi sessiz sedasız, içinde bazı hesaplaşmaları yapmadan geçiştiremez. Sonuçta 7000 civarında genç kaybedilmiştir. Bu kadar büyük stratejik ve taktik hataların sorumlularının mutlaka sorgulanması, özeleştiri vermesi ve hatta cezalandırılması gerekir.


Şimdi geldik bu konuda, çok sevdiğim bir ifadeyle, “zurnanın zırt dediği yere”. Ne demiştik? Bu mekanizmalar partide olsalar bile düzgün çalışmıyorlar. O zaman geriye bir yol kalıyor: (Dağda) saray darbesi.

Bu işten PKK içinde yara almadan çıkacak tek unsur, bence Öcalan’dır. Ben TC derin devletinin yerinde olsam, Öcalan’ın kısa bir süre için bile olsa sesini ve sözünü Kandil’e eriştirebilmesine olanak tanırdım. Çünkü isyanı destekleyeceği hesaplanmışken şehirleri terk eden binlerce insan, TC devleti karşısında onun da elini zayıflattı. O da birileriyle bunun hesabını görmek isteyecektir.

Bir diğer ihtimal, dağ yönetiminde bir değişiklik olmaksızın, her şeyin eskisi gibi devam etmesidir. O takdirde PKK’nın parti adını taşıyabilecek bir örgüt olamadığı, lider kadrosundakilerin de “savaş baronu” (warlord) olarak adlandırılmaları gerektiği ortaya çıkacaktır. Buraya biraz mizah katmak istedim. Dünyadaki farklı gerilla örgütlerinin şefleriyle, PKK’nınkileri görüntü olarak karşılaştırmak bile, bu baron tanımlamasını haklı çıkarabiliyor.

PKK dağ kadrosu liderleri


Bu analizleri yaparken, PKK'ya ilişkin dış faktörleri adeta es geçtiğimin farkındayım. Onlar katılırsa iş çok uzar. Aslında bırakalım, PKK ve HDP ne yaparlarsa yapsınlar. Bu yenilginin beni çok ilgilendiren ve bence toplum açısından son derece zararlı bir yanı daha var. Geçen iki yazıda ve yukarıda Kürt hareketinin uğradığı yenilgiden bahsettim. 

Bugüne kadar kimse bir zaferden bahsedemediğine göre, bu yenilgi tespiti doğru. Ama kabul edilmesi gereken bir realite daha var ki, kimse yenilgiyi sevmez. Bu kurala bir örnek.

Yenik YAE’ci


Bir YAE’ci düşünelim. O kör olasıca referandumda şeytana uymuş, (kandırılmış ya da aslanlar gibi göğsünü gere gere) “evet” demiş, bir sürü insanın saldırısına uğramış, yol göstericilerinden bir ses, bir ışık alamamış, ikircikte kalmış, son anda kendini Kürt hareketinin güçlü ve güvenli kollarına atmış bir kardeşimiz.

Başlangıçta seçim sonuçlarıyla başarılı olmuş bu Kürt hareketinin, aklının ermediği bazı operasyonlarla içeriden darbe yemiş olması nedeniyle şaşırmış (ihanete uğramış demiyorum, çocuğa ağır gelebilir), sivil halka karşı, savunmakta çok zorlanacağı, bombalı eylemlere neredeyse ortak olmak durumunda kalmış, bu arada yine kahrolasıca birilerinin eleştiri saldırısına uğramış bir kardeşimiz.

Ne yapabilir şimdi? Adeta her tarafı pislenmiş bir çember tutuyor elinde. Acele bir durum muhasebesi yapıyor. Hangi tarafta yer tutarsa, daha az zarar görebilir? Nereye zıplarsa, biraz yıpransa bile ileride daha rahat edebileceği bir pozisyon alabilir? Kürt ya da Kürtçü olarak kalabilmesi çok zor. YAE karşıtları da henüz “Liberal İhanet”i unutmamışlar, Merdan’ın kitabı hala yeni baskı yapıyor. Hesap vermeden oraya da sızmak zor. Ayrıca hala bir sürü YAE karşıtı da “yerli yersiz” (!) her konuyu dönüp dolaşıp bu YAE meselesine bağlıyorlar. Özeleştiri diye tutturuyorlar.

Tabii ki, bu YAE’ci kafanın nasıl çalıştığını bilebilmek, sağlıklı bir yorumda bulunabilmek zor. Tarihsel bir çizgisi de olmadığı için, başarılı olduğumuz “niyet okuma” özelliğimizden de yararlanamıyoruz. Ancak yaptıklarına bakarak çeşitli tahminlerde bulunabiliriz.

Yalnız önce ufak bir tasnifleme yapmak gerekiyor. Kahramanımız, YAE’ci zümrenin o erişilemez, dokunulamaz (hani Merdan’ın kitabında her birine ayrı bölüm ayrılmış olan) katına mensup değil. O, biraz daha alt kademelerden. Yukarıya bakıyor, orada en ufak bir rahatsızlık göremiyor. Oradaki insanlar ya çok tecrübeli ya da yüzsüze bağlamışlar. Zaten günlük hayatın içinde (fanuslarında korunduklarından) YAE karşıtlarıyla birebir muhatap olmak zorunda değiller. Ayrıca eleştirilerden etkilenecek tıynete sahip olsalardı ya da kendilerini o kadar elit görmeselerdi, Merdan Yanardağ’ın kitabı üzerine bir yerlerde iki üç kelam ederlerdi. Bildikleri, söyledikleri “niyet mi okuyacaktık, o günkü koşullarda haklıydık” vb. yaveler.

YAE’ci: “Heeey, sen de beni unuttun!”


Haklı, lafa daldım, bizim “yenik YAE’ci” kardeşimizi unuttum. Ama ben yukarıda unuttum hiç olmazsa. Onun liderleri onu aşağıda bir yerlerde unuttular ve korumak ya da yol göstermek için tek bir cümle bile yazmadılar.

Bir konuyu baştan belirlemekte fayda var. Yenilen, terkedilen, yalnız kalan YAE’cilere yardım kulübü filan kurma iddiasında, hele hele de niyetinde hiç değilim. Ne ettirip, nereye gitmeleri konusunda da fikir verecek değilim. Benim derdim, son zamanlarda bu bozuk psikolojileri nedeniyle yine sağda solda başını çıkartıp, güfteleri “yeter artık bu YAE meselesi” gibi sözlerle başlayan, “çatlak zurna saz semaileri” icracılarıyla.

Kim Bunlar?


Son günlerde farklı dergilerde, internet sitelerinde hatta Facebook’ta bu “yalnız, yenik YAE’ciler”in bazı yazılarına rastladım. Besteleri arasında ufak farklar vardı, ama güfteleri hep aynıydı. Sayıları bir, ikiyle kısıtlı kalsaydı, üzerinde durmazdım. Ama yaygınlaşma belirtilerini fark edince kendimi müdahale zorunda hissettim. Önce biraz (otantik) genel kültür.

İşte bu tatlı şeylere culuk deniyor

Ülkemizin belli bölgelerinde hindiye “culuk” denir. Birçok bölgede de hindi yavrusu ¨culuk¨ olarak adlandırılır. Ben bu kelimeyi, herhalde söylenişinden dolayı, çok severim.

Şimdi özellikle Facebook’ta YAE yandaşı (dolayısıyla anti-YAE karşıtı) yazılar yazan, postlar açan bu yenik YAE’ciler, bence kendilerini aklamak ya da kalabalığın içinde kaybetmek için, büyük bir hata yapıyorlar. Çünkü her yazıları, bir dolu küçük culuğun destekleme akınına uğruyor. “Bakın, yalnız değiliz. Hala bizi destekleyenler var” diyebilmek için neden oluyorlar buna. E, adı üstünde. Bunlar henüz culuk. Saygı duydukları bazı ağaları ya da “ortanca” ağabeyleri yüzünden hep bu yanlışın içinde mi çırpınsınlar, yazık değil mi?

Gerçekten üzülüyorum, özellikle Facebook’ta yanıtlar, yorumlar cıyak cıyak canhıraş culuk bağırışlarıyla, feryatlarıyla doluyor. Yanlışlıkla bir YAE karşıtı, posta düşüp de tek kelime yazacak olsa, hepsi birden kanat çırparak yem kabına saldıran culuklar gibi onun üzerine saldırıp, güçlerinin (burada akıllarının demek doğru) yettiğince gagalamaya başlıyorlar. Facebook bunlarla dolu.

Böyle bir görüntü gerçek hayatta insana sempatik gelebilir. Ama siyasal ortamda benzerine çok rastladığımız, tarihten bir dolu örnek verebileceğimiz kötü ve acıklı bir durum aslında.

Elitler, kahramanlarımız gibi bir ya da iki alt kategoride sayılabilecek kişileri yönlendirmiş, iş bozulunca dokunulmaz köşelerine çekilip buncağızları ortada bırakmışlar. Bunlar da sağa, sola savrulmuş. Bu arada kendilerini sosyalist olarak görmelerine rağmen, o savrulma sırasında etnik siyasetlerin filan eline düşmüşler. Etnik siyasetler de bir sürü hataya düşmüş. Daha sonra bakmışlar, eski elitlerden ses yok. Gidebilecek başka yer de yok. Ne yapsınlar? “Belki birkaç culuk da biz buluruz” diyerek erişebildikleri yerlerde yazmaya başlamışlar.

Gelin Artık Vazgeçin, Hanımlar, Beyler!


Bu filmin çok daha kapsamlı versiyonlarını biz sol tarih boyunca çok defa seyrettik beyler! Yazıktır, günahtır, cinayattır! O culukları kandırmayı bırakın. Savunduklarınız yanlış. Bu yanlışın ispatlanması için zavallı RTE’nin daha ne yapması gerekiyor?

Adam, aynen Hitler’in Kavgam’da yaptığı gibi, tüm yapacaklarını ilk günden bu yana söyledi ve adım adım da yaptı. Bize kızdınız, ama biz niyet okumadık, yazılanları okuduk. Söylenenleri dinledik. Bize eskiden gelen gıcığınız ya da niyet okuyor olmamızdan nefretiniz sizi bu körlüğe yöneltti, tamam. Ama artık niyet okumalar filan da bitti, gerek kalmadı.

Lise öğrencileri bile aslanlar gibi ortaya çıktı. Onlar aydınlığa erişmek için istikballerini tehlikeye atmaktan çekinmezken, siz bir özeleştiri yapmadan yırtmak için taklalar atıyorsunuz. Hadi kendiniz attınız, culuklara neden eziyet ediyorsunuz, geleceklerini neden kendi karanlığınıza ortak etmeye çalışıyorsunuz?

Çok sabrettim. Gelecek yazıdan itibaren, çok ayıp olmayacağı durumlarda isim de vererek alıntılarla, bu culuk operasyonlarını deşifre edeceğim. O culukları etkilemekte ya da boş ortamlarda kendinizi aklamakta kullandığınız belagatinizi görelim.

Hodri meydan!

Ceterum censeo Carthaginem esse delendam.

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır”.

22 Haziran 2016 Çarşamba

Kürt Siyaseti ve Bazı Sorular (2)


Açıkçası geçen yazıdaki soruların cevaplarını aramak ve bulmak konusunda isteksizim. Çünkü aslında konu beni çok


Bunlar öylemesine toplanmış

da ilgilendirmiyor. Neden mi? Sorumlu veya ilgili herkesin şu ya da bu ölçüde yalan cevaplar verdiğini ve vereceğini bildiğim için.

Dünya kamuoyuna ilan edildiği ilk günden bu yana ne TC Devleti, ne Kandil, ne İmralı ne de ben, ¨Açılım¨a ya da “Çözüm Süreci”ne inanmadık. İnananlar oldu, onlar

Meğer Reis'in bundan haberi yokmuş

Avrupa Birliği’ne girmeye çalıştığımıza, 12 Eylül 2010 referandumuyla ileri demokrasi için büyük bir adım atıldığına da inanıyorlardı. Onları tanıyoruz. Onlar,  referandum sonrası dönemde ofsayta düşünce (bence taca çıkınca) yanlayacakları ve belki meşruiyet kazanabilecekleri, tarihlerini silebilecekleri, en azından gölgeleyebilecekleri bir konum aradılar ve kendilerini HDP’nin onları bekleyen şefkatli kollarına attılar.

Peki, Ya Savaş?


7 Haziran seçimlerinden sonra başlatılan savaş, ileride üzerine çeşitli açılardan kitaplar yazılmasını gerektirecek bir olgudur ve eminim yazılacaktır da. Bir defa bilinmesi gereken başlı başına bu savaşın (süregelen 30-40 yıllık mücadelenin dışında) uzun vadede çok önemli sonuçlarının olacağıdır. 

Savaşın sonunda Cizre


Bölge, o kadar çok ve farklı faktöre sahip ki, o uzun vadeli sonuçlar üzerine bugünden ahkâm kesilemez. Bence o uzun vadeli sonuçlara yönelik hamleleri satranç tahtası üzerinde bugünden planlayan bir hiper üst akıl (?) filan varsa, onun bile işin sonunda şişme ihtimali hiç de az değildir.

Garip İktidar, Garip Muhalefet, Garip Örgüt


Muhtemel uzun ve kısa vadeli sonuçlar üzerine falcılığı sonraya bırakalım. Benim kafamı çok meşgul eden bir konu var. Onu bu arada anlatmak istiyorum. Bir ülke ya da bölge düşünün. Ülkede seçimler yapılıyor, iktidardaki parti

CHP'nin binlerce kişiyle kapıya dayanması gerekiyordu

kaybediyor, iktidarı bırakmadan yeni bir seçim organize ediyor. O seçime kadar binlerce kişinin öleceği belli olan bir iç savaş başlatıyor. O seçimi kazanıyor ve hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor. İşin garip tarafı, muhalefet de bu konuda bir şey yapamıyor, yapmıyor.

Bu konunun birinci tarafı. Gelelim öbür tarafına. Bir gerilla örgütü, 30 yıldan bu yana neredeyse hiç deneyimlememiş olduğu, kent gerillasına girişiyor. Bu çarpışmalarda askeri eğitimi zayıf kentli çocukları kullanıyor. Bu arada vurgulamak gerek, rakibi, önceki dönemde mezraları, köyleri yakmaktan, yaygın inanışa göre ardında yüzlerce faili meçhul bırakmaktan çekinmemiş bir ordu.

İktidarda ise Gezi sırasında başta İstanbul Taksim örneği olmak üzere ülkenin 80 vilayetinde silahsız göstericilerin

Saldırganlığın boyutu

üzerine acımasızca saldırmaktan, yaralamaktan, öldürmekten çekinmemiş bir anlayış var. Yani, silahlı bir ayaklanma karşısında ne yapacağı, nasıl saldıracağı belli.

Neyine Güvendin Örgüt Yöneticisi Kardeşim?


Bu türden bir mücadeleyi başlattığında, yerel halkın seni destekleyeceğinden emin olman gerekir. Tanıdığın bölge, tanıdığın halk. Güvendin mi? Nasıl güvendin? Nasıl

Ülke tarihinin en büyük iç göçü yaşandı

davranacaklarını biliyor muydun? Silahını alan barikata, hendeğe koşacağına, tüpünü, yorganını alan şehir dışına koştu. Bunu hiç mi öngöremedin? Ayıp olur dediler diye, niyet de mi okuyamadın?

Haydi asıl soruyu sorayım. Bizim eski jargonla, hangi somut koşulların somut tahlili seni bu önemli kararı almaya itti? Burada uyanıkça verebileceğin “ama her şeyi TC Devleti başlattı” cevabını yemezler, çünkü aylarca EYB’lerle, tünellerle, hendeklerle buna hazırlanmış olduğun belli.

Bireysel Tavrım


Gelelim burada benden beklenen tavra. (Kimlerin beklediğini sormayın).

Uzakta bir yerlerde (bir dağ grubunda yaşadıkları söyleniyor) biri ya da birileri, çekirdek çitler gibi rahatça, (çoğu çocuk sayılacak yaşta) birkaç bin insanın ölmesinin mukadder olduğu yanlış hesaplanmış bir ayaklanmanın emrini verecek, benden de bu insanlık suçuna destek olmamı mı isteyecek? Hadi oradan!

Bu muydu hesaplanan? Bu muydu amaçlanan?


Ben ve benim gibilerin yapacağı, Cizre’de bir bina bodrumunda yüz elli kişinin yakılarak imha edildiği vb. zamanlarda, buna karşı yüksek sesle karşı çıkmak, bu gibi haber ve bilgilerin özellikle yurt dışına yayılmasını sağlamaya çalışmak olabilirdi. O kadar.

Ender Helvacıoğlu’ndan Yardım


Buraya kadarki metnin tamamı bana ait. Bundan sonraki bölümde ABC Gazetesi’nden Ender Helvacıoğlu’nun 9 Haziran 2016 tarihli köşe yazısından yararlanacağım (yorum, kısaltma vb.) ve bazen de alıntılar kullanacağım. Alıntılar italik olacak.

Sorulması gereken soru şu: Türkiye sosyalistlerinin Kürt hareketi ile ilişkisi nasıl olmalıdır? Neden?

Buna cevap verebilmek için sosyalistler açısından önemli noktalarda Kürt hareketinin tavrına bakmak gerek.

- Kürt hareketi sol, sosyalizan bir hareket değildir. Sınıfsal değil, ulusaldır.

- Kürt hareketi kesinlikle anti-emperyalist bir hareket değildir. 20 yıldan fazla bir süredir, Kürt hareketinin herhangi bir
parçasının herhangi bir temsilcisinden Amerikan emperyalizmine ve onun bölgedeki stratejilerine yönelik

Sloganlar: Biji Serok Apo, Biji Obama

eleştirel tek bir laf duyulmamıştır.
Peşmergelerin Türkiye topraklarından geçişi sırasındaki “biji Obama” sloganları henüz çok tazedir.


- Kürt hareketi (var idiyse de) demokratik niteliğini kaybetmiştir. Yerel seçimlerde kimin hangi kentte belediye başkanı adayı olacağı, şahsen ve bizzat liderlik (APO) (?) tarafından belirlenmiştir.

Seyit Rıza'nın Heykeli

- Yukarıda bir örnekte de belirttiğim gibi, Kürt hareketinin bölgenin feodal yapısına karşı olma, laiklik ve aydınlanma konularında ilan edilmiş bir ilkesel duruşu yoktur. Yönetiminde oldukları illerde, Said-i Nursi, Seyit Rıza heykelleri dikilmekte, ağalarla, aşiretlerle ittifaklar kurulabilmektedir.

- Kürt hareketi uzun süredir Türk devleti ile (bugün AKP iktidarı) pazarlık sürdürmüştür. Gezi direnişinde darbeyi gören HDP, daha sonra “RTE’yi darbeden ben kurtardım” diyen ise, APO’dur.

Ne yazabilirim buraya, ¨sağol, varol¨ mu?


- Kürt hareketi (PKK, bazen de ayıp oluyorsa TAK eliyle), Türkiye şehirlerinde halk düşmanlığı olarak görülebilecek terör eylemleri düzenlemekte. Daha önceki yazılarımda gerilla nedir, silahlı eylem nedir gibi konularda çok yazdım. Rahatça söyleyebilirim ki, PKK’nın (ya da TAK’ın) şehirlerde yapmakta olduğu eylemlerin gerilla savaşıyla alakası yoktur. Doğrudan canavarca haydutluktur. Sosyalistlerin bu eylemleri mazur görmesi kabul edilemez.

Şimdi bu maddelerin ışığında bizim sosyalistlerin (!) ne tavır almış olduklarına bakalım.

Temel soruları bir kez daha hatırlatmakta fayda var:

- Türkiye sosyalistlerinin Kürt hareketine yönelik yaklaşımı ne olmalı?

-Bugünkü politik koşullarda Kürt hareketinin stratejisi ile sosyalistlerin stratejisinin bir yakınlığı var mı?

- Kürt hareketinin hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için izlediği eylem çizgisi ile sosyalistlerin hedefleri ve eylem çizgileri arasında paralellik var mı?

- Türkiye sosyalistlerinin Kürt hareketini destekleme, yan yana gelme, ortak eylem düzenleme, ittifak yapma türünden tutumlar alması doğru bir politika mı?

Sosyalistlerin bu sorulara vermesi gereken cevapların hepsi aslında olumsuz olmalı. Türkiye sosyalistlerinin büyük çoğunluğu ise bu konularda arkasında durabilecekleri cevaplar üretemiyorlar. Bir kesimi HDP üzerinden Kürt hareketinin stratejisine eklemlenmiş durumda. Kürt hareketinden bağımsız bazı sosyalist örgütler ise net tutum alamıyorlar. Kürt hareketinin dayatmalarına (bunlar zaman zaman tehdit boyutuna da ulaşıyor) karşı cesur davranamıyorlar.

Daha önceki bazı yazılarımda belirtmiştim. Sosyalizm anlamında işbirliği yapılabilecek Kürt kökenli örgütler, daha önce PKK tarafından neredeyse yok edildiler. Kalan tek tük kişi ya da grupçuklar da yaşamlarını sürdürebilmek için ona biat etmiş durumdalar.

Kürt etnik hareketi, sadece Kürt sosyalistlerinin değil, Türkiye sosyalistlerinin de net bir teori oluşturabilmesinin ve net bir tavır alabilmesinin önündeki en büyük engeli oluşturuyor.

Ayrıca sosyalistlerin Kürt etnik hareketi için şu veya bu düzeyde harcadığı mesai ve enerjinin, Türkiye emekçi sınıfının payından adeta çalınmakta olduğu da ortadadır.

Türkiye sosyalistlerinin başta gelen görevi (çok geç kalındı), Kürt etnik hareketiyle olması gereken ilişkisini net bir biçimde belirlemektir.

Şimdilik sonuç olarak söyleyebileceklerim şunlar:

(Bütün bunları da ¨geç kalındı¨ parantezine alarak okuyun. Tekrar yetişilmez mi, yetişilir. Ama çok daha fazla bedel ödemek zorunda kalınacağı kesin).

1. Sosyalistlerce asgari müşterekler bazında siyasetlerarası bir ortak yapı en kısa zamanda hayata geçirilmelidir.

2.  Bu oluşumun öncelikle Kürt etnik hareketi ile ilgili tavrı net olarak belirlenmelidir.

3. Bu tavır asla bir tanımama, görmezden gelme tavrı olmayacaktır. Türkiye sosyalistleri gerektiğinde Kürt vatandaşların yaşadığı bölgelerdeki faşist saldırılara karşı beraberce karşı koymalıdır.

4. Tersi yönde de, Türkiye sosyalistlerinin mücadelesinde yer almak isteyen Kürt gruplarıyla ittifaklar yapılabilmeli, birlikte yeni politikalar oluşturulabilmelidir.

Şimdi bu ifadeler farklı kişilere ait:

Peki, ben sosyalist değilim, belki biraz solcuyum, CHP bunun neresinde ve nasıl yer almalı, işler bu noktaya gelene kadar siyasetle hiç ilişkim yoktu, şimdi bir şeyler yapmak istiyorum, geleceğe ilişkin korkularım var. Ben ne yapabilirim?

Bu yazı Kürtlerle bağlantılı olduğu için ister istemez sosyalistlere ağırlık verdim. Üst paragraftaki ifadelerin sahiplerine de söylenebilecek çok şey var tabii. Ama bu yazıda değil. Belki onlara da şimdilik bir şeyi yeniden söyleyebilirim: ¨Haberiniz olsun. Geç kalındı!¨

Ceterum censeo Carthaginem esse delendam

"Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır".