12 Mayıs 2019 Pazar



Bu eski bir yazı. Yeniden koyup koymama konusunda kendimle çok tartıştım. Daha önce okumuş olanlardan özür diliyorum. 
Resimde, oğluyla ne kadar mutlu olduğu açıkça görülebilen bu hoş kadın, o zamanların en gelişkin tıbbi araştırmaları sonucunda, ¨eğer doğum yaparsa, en fazla on-on iki yıl yaşayabileceği, yapmazsa daha uzun yaşama şansına sahip olabileceği¨ konusunda uyarılmıştı. Doğum yaptıktan sonraki yaşamı, (ki tahmin edildiği gibi ancak on iki yıl sürdü) her dönem tıbbının bir ya da iki yıl önünde giden ve artan rahatsızlıkla sürdü. Aynı anda hem kalp, hem hipertansiyon hem de damar sertliğinden rahatsızdı. Bir rahatsızlığı için kullanabildiği ilaçların bazıları diğer rahatsızlıklarına ters etki yapıyordu. 
Kocası devlet memuruydu. O mütevazi yaşantıları içinde hızla ağarmakta olan saçlarını boyatamadı, ama gene o dönemin ucuz ve basit saç şıklığı olan permasını hiç ihmal etmedi. Her zaman delicesine sevdiği kocasını bir gün bile yapılmış ya da taranmış olmayan bir saçla, ruj sürülmemiş bir dudakla karşılamadı. Rujun bir önemli faydası daha vardı. Melankolik bir kişiliğe sahip olan kocası, böylece hastalık nedeniyle moraran dudaklarını göremiyordu.
Oğulları ilkokulu bitirdiğinde, önemli bir karar verdiler. Maddi bakımdan çok zorlanacak da olsalar, oğullarını yatılı okula vereceklerdi. Böylece hem onu yaklaşmış olması muhtemel ebedi ayrılığa hazırlamış olacaklar, hem de ileride kendi ayaklarının üzerinde durmasını sağlayabilecek bir eğitim aldırmış olacaklardı.
Oğlan İstanbul Erkek Lisesi’ni kazandı. Yatılı okumaya başladı. Bu arada yıllardan beri aidatını ödedikleri küçücük kooperatif evine de kavuşmuşlardı. Hepsi mutluydular. Ta ki oğlanın okuldaki ikinci senesine (orta 1) kadar.
Bir sabah etüdü sırasında sınıfın kapısı açıldı ve önce nöbetçi muavin, ardından amcası sınıfa girdi. Oğlan o anda anladı. Paltosunu askıdan alıp giydi. Beraberce bahçeye çıkıp bir banka oturdular. Hiç konuşmadan bir süre beraber ağladılar. Sonra eve gittiler. Ev çok kalabalıktı. Babası bir koltukta ağlıyordu. Ona annesinin yüzünü son kez görmesi için ısrar ettiler, söylediklerine göre hala çok güzeldi ve gülümsüyordu. Oğlan reddetti. İki gün önce okula gitmek için evden ayrılırken, annesi çok mutlu bir günündeydi. Onu o haliyle hatırlamak istedi. Gerçekten de bugün hala o haliyle hatırlıyor.
Oğlanın babası da sekiz sene sonra öldü. Cerrahpaşa Hastanesi’nde ölüm döşeğindeyken oğlana iki vasiyette bulundu: ¨Beni annenin kabrine gömün ve taşıma on dört yıl yaşadı yazın¨.
Herhalde anlamışsınızdır, hakkında daha sayfalarca yazabileceğim bu güzeller güzeli, bu akıllı, bu fedakar, bu muhteşem kadın, benim annemdi. Onu kaybettiğimde o henüz kırk bir, bense on iki yaşımızdaydık. Çok erken ayrıldık. Her şeyi önceden görürdü. Çevresindeki herkese akıl verirdi. Herkes onun fikrini dinler ve uygulardı. Başarısız olduğu tek konu oldu. Beni ve babamı onsuzluğa hazırlamak. Çok uğraştı ama bunu beceremedi.
Hep eksikliğini hissettim. Her geçen yıl onu daha çok özledim.
Annesi hayatta olanlar. Ona iyi bakın, kendinizi özlettirmeyin. Benim gibi yıllardır sadece rüyalarında bir de eski fotoğraflarında görüp, sıcak yüzüne hasret olanları unutmayın.
Yorumlar