Seçim Yazıları (1)
Artık seçime ilişkin yazılara ağırlık vereceğimi söyledim,
ama inanın ki bu iş insanın boyunu aşıyor (hele benim 1.58 m.’mi hayda hayda
aşıyor). Özellikle de bu seçim için. Ama söz verdik bir kere, çabalayacağız.
Bu işi sözlü sohbetlerde yapsak sorun değil, bir terslik
olursa çamura yatarız, olur biter. Ama yazılı olunca eloğlu hatanı kafana
çakabilir (bak. YAE’cilerin başına gelenler). Son yazılarımdan birinde (“Niyete
filan bakma, doğru anla” başlıklı yazı) boşuna savunmadım Süleyman Demirel’in
“dün dündü, bugün bugündür” ifadesini. Gerektiğinde kullanılabilir.
Bu kadar ön tedbir yeter bence, gelelim işin aslının bir
kısmına. “Bir kısmına”dan kastım şu: Siyaseten akl-ı baliğ olduğumdan bu yana –yedi
yaşındayken her akşam oyunu filan bırakıp, radyoda Yassıada saatini dinlerdim-
yani yaklaşık yarım asırdan beri siyasette izlediğim kadarıyla bu ülke
böylesine kritik ve çok bilinmeyenli bir seçim görmedi.
Yalnız yazılan yüzlerce köşe yazısında, katılınan yüzlerce
TV ve radyo programında bence mutlaka gözönüne alınması ve üzerine en azından
üzerine birkaç kelime söylenmesi gereken bazı faktörlerden kimse söz bile
etmiyor (birkaç istisna var tabii). Bu “bir kısmı” mecburen vurgulamam
gerekiyor.
Emperyalizm var mı, yok mu?
Yıllarca bu ülkedeki darbeleri, iktidar değişikliklerini, yoktan
var ediliveren siyasi figürleri, neredeyse hiç bir iç dinamik yokmuşçasına
gerçekleştirdiği iddia edilegelen emperyalizmden kimse söz etmiyor. Yoksa benim
dışımda herkes, bu küreselleşme nedeniyle emperyalizmin ortadan kalktığı
yavesine filan mı inandı?
Boş verin bu işleri beyler! Ortadoğu gibi bir bölge ve bu
bölgedeki petrol rezervleri varlığını sürdürdükçe, burada emperyalizm de
oyunları da varolacaktır – tabii devrimlerle yenilene kadar.
Kürtlerin uluslararası meşruiyeti
26 Mayıs 2015 tarihli sol görüşlü Alman gazetesi Junge
Welt’te yayınlanan bir yazıyla, ABD tarafından kurulduğu (2012) belgelenen
IŞİD’e karşı savaşmak üzere PYD gerillaları “biji serok Obama” sloganlarıyla TC
sınırlarından geçerek Kobane’ye gittiler. Komik değil mi, piyonlar birbirini
dövüyor. Bu durumun Türkiye için önemi ise şuydu: ABD’nin Frankenstein’ı IŞİD’e
karşı mücadele edebilen yegane güç, bölgedeki Kürt gruplarıydı. Irak, Suriye ve
Türkiye Kürtlerinden oluşan kuvvetler, önce Kobane’yi kurtardılar. Ardından da
IŞİD’e karşı mücadeleye devam ettiler. Bunun en önemli sonucu da, Kürt
hareketinin uluslararası düzeyde elde ettiği meşruiyet oldu. Bu meşruiyet, Kürt
hareketinin siyasal platformlarının en büyüğünü oluşturan HDP’nin elini çok
güçlendirdi.
Şimdi soruyu soralım: Böylesine uluslararası önem kazanmış
Kürt hareketinin Türkiye’de elini güçlendirmiş olan siyasi platformu HDP, acaba
% 10’u geçer mi, yoksa % 9,5’ta kalır mı nağmeleriyle bir seçim kumarına
girecek, bu bölgeye yıllardır önemli bir güç ve mesai harcayan Anglo-Amerikan
emperyalizmi de öylece durup seyredecek, size uydu mu? Bana uymadı. Dolayısıyla
yapılan bütün hesapların içine bu emperyalizm faktörü katılmak zorunda.
Unutmamak gerekir ki, Anglo-Amerikan emperyalizmi (neden
böyle adlandırdığımı başka bir yazıda anlatmaya çalışacağım), bizzat ve uzantıları
aracılığıyla bu ülkede NATO’nun ikinci büyük ordusunu adım atamaz hale getirdi,
toplumu büyük ölçüde yeniden dizayn etmeyi başardı. Ya da sevilen ifadelerle
söyleyelim: 80 yıldır bu toplumun iliğine, kemiğine, genetiğine işlemiş (!)
olan askeri vesayeti, bir, bilemedin iki darbeyle yerle yeksan edebildi. O
kadar uğraştıktan sonra, böylesine kritik ve önemli bir seçimi kendi haline
bırakacaklarını düşünmüyorum açıkçası.
Ha, müdahele şekli nasıl olur, bilemiyorum. Bu konuda akıl
yürütmeye devam edeceğim. Şimdi biraz da bir başka emperyalist projeye, çözüm
sürecine bakalım.
Çözüm Süreci: Kim ne anladı acaba?
Birkaç yıl önce farklı kapsamlar ve farklı adlarla
başlatılan ve bugün çözüm olarak adlandırılan sürecin aslı esası ne yazık ki
toplumun büyük kısmı tarafından ya anlaşılamadı ya da yanlış anlaşıldı.
Olayın aslını doğru anlayanlar, başta Abdullah Öcalan olmak
üzere Kürt siyasi hareketinin silahlı ve silahsız önderleri, farklı kesimlerden adlarını bilemediğim
az sayıda insan ve -kasılmak gibi olmasın- bir de bendim.
AKP ve onun önderi, aslında ABD tarafından kendisine
dayatılmış olan öneriyi, kendi yararına nasıl kullanabileceğini hemen farketti.
Bu konuda deneyimliydi. Yaptığı bir dolu numarayı, ABD’nin de AB’nin de (hatta
kullanışlı aptalların da) farkedebilmeleri yıllar sürmüştü. Herkesi
kandırabilmişti. Aslında adamların bir kabahati de yok. “Yok ulan, bu kadar da
olmaz” diye düşündükleri için, hep ofsayta düştüler. RTE’nin hesabı basitti:
Zaman kazanmak. Analar ağlamıyorken kendi iktidarını garantilemek,
Cumhurbaşkanı ve sonra da başkan olmak. Ve tabii buna uygun rejimi kurmak. Atı
alan Üsküdar’ı geçecekti, Kürtlere sonra bakılacaktı.
ABD’nin niyeti ise, bu ülkeyi askeri vesayetten kurtarmak
filan değildi. Kendi kafalarındaki çözüm sürecine muhalafet etmesi mutlak olan
TC Ordusunu yoldan çekmekti. Bu, RTE’nin de işine geldiği için, Cemaat’in de
büyük katkısıyla mükemmelen başarıldı.
Kürtlerin durumu
Yüzyıllardır, hatta binyıllardır bölgede bir devlet
kurmamış, ama kurulan devletlerle bir şekilde geçinmeyi becerip varlıklarını
bugüne kadar sürdürmeyi başarmış Kürtler açısından ise bu süreç tadından
yenmezdi. Hem silahlı güçleri kayıp
vermeyecek, hem bölgede paralel devletlerini inşa edebilecekler, hem de (çok
daha önemlisi) ABD, AB ve Dünya önünde TC Devleti’nin resmen muhatabı
olabileceklerdi. Çözüm sürecinin AKP tarafından sonuna kadar dürüstçe
götürüleceği konusunda en ufak bir inançları da yoktu. Ama sürecin sanki olması
gerektiği gibi yürüdüğünü, en azından kendileri tarafından sorun çıkmadığını,
eğer sorun çıkarsa bunun AKP tarafından çıkarıldığını tüm Dünyaya teşhir
edebilmek için olaya ciddiyetle eğildiler.
Suriye krizi, IŞİD sorunu gibi durumların da katkısıyla Kürt
siyasi hareketinin elde ettiği uluslararası meşruiyet, yukarıda da vurgulamaya
çalıştığım gibi, bu seçimleri Anglo-Amerikan emperyalizmi açısından çok önemli
kılıyor. Ve bu emperyalistler, kendileri için önemli konularda seyirci olmaktan
pek hoşlanmazlar.
İşi yine sonraya bıraktık
İtiraf etmeliyim ki, bu da tam bir seçim yazısı
sayılmayabilir. Arada bazı ipuçları var yalnızca. Ama daha somut şeyler
yazabilmem için, böyle bazı altyapı yazılarına ihtiyacım var.
Ayrıca, 7 Haziran tarihine kilitlenmeye de gerek yok. Bu
seçimin sonucu ne olursa olsun, seçim sonrası daha önemli olacak. Asıl tahmin
edilmesi ve belki de ona bağlı olarak bugünden uygun tavır alınması gereken
süreçle seçim sonrasında karşılaşacağız.
Sağlıcakla kalın.