18 Mayıs 2018 Cuma

Bugün 18 Mayıs, Türkan Saylan'ın Ölüm Yıldönümü


Siz hiç cüzzam (Lepra) hastalığından dolayı burnu düşmüş (tabir böyle) bir insan gördünüz mü?


Resimlerin en etkisizlerini seçtim


Ben gördüm. Küçücük bir çocuktum. Beylerbeyi vapur iskelesinin çımacısı Mustafa’nın lakabı, ¨burunsuz¨ idi. O hastalık nedeniyle burnu düşmüş, o dönemde yeni yeni başlayan tedavilerle iyileşmiş ama suratının ortasında çok çirkin bir çukur taşıyan, çok iyi bir adamcağızdı. Büyüklerimiz anlatırdı çok iyi bir adam olduğunu. Biz çocuklarsa, yanına pek yaklaşmamayı tercih ederdik.

Cüzzam hastaları, binyıllarca tüm dünyada lanetli olarak tanındılar. Toplumdan mutlaka dışlanırlar, tercihan onlara ayrılmış bir adada tecrit edilirlerdi. Bu arada fırsattan istifade hemen mallarına da el konurdu. Bilinen bir tedavisi olmayan bu hastalık ölüme kadar giderdi. 

İşte burun gitmiş
Türkiye, coğrafyası itibarıyla bu hastalığın en yoğun görüldüğü bölgelerin arasında yer alıyordu. Tıbbın ana branşlarında bile çok az doktorun olduğu bu ülkede, cüzzam tedavisine sıra gelmesi neredeyse imkansızdı. Bu hastalar genellikle toplumun fakir kesimlerinden geldikleri için, bu konuda hekimlikten para kazanmak da çok zordu.

Cüzzama ilişkin bu kadar bilgi yeter.



Sıra Türkan Saylan’a geldi (Vikipedi’den)


13 Aralık 1935 günü İstanbul'da doğdu. Cumhuriyet döneminin ilk müteahhitlerinden Fasih Galip Bey ile (evlendikten sonra Leyla adını alan) İsviçreli Lili Mina Raiman çiftinin beş çocuğunun en büyüğüdür.



Sol başta en büyük olan Türkan

1944-1946 yıllarında Kandilli İlkokulu ve 1946–1953 yıllarında Kandilli Kız Lisesi’nde okudu. 1963’te İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdi. 1964-1968 yılları arasında SSK Nişantaşı Hastanesi’nden Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanlığını aldı.

1968 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Başasistanlığa başladı. 1971’de İngiliz Kültür Heyeti’nin bursuyla İngiltere'de ileri eğitim gördü, 1974'de Fransa’da ve 1976’da İngiltere’de kısa süreli çalışmalar yaptı, 1972’de doçent, 1977’de profesör oldu. 1982–1987 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı, 1981–2001 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü yürüttü. 1990’da oluşturulan “İÜ Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kuruluşunda görev aldı ve 1996’ya kadar müdür yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatörlüğünü yaptı. Dermatoloji Kliniği öğretim üyesi olarak 2002 yılı sonuna kadar çalıştı ve 13 Aralık 2002'de emekli oldu.

1976 yılında lepra (cüzzam) çalışmalarına başladı, Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurdu. 1986’da kendisine Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verildi. 2006 yılına kadar Dünya Sağlık  Örgütü’nün lepra konusunda danışmanlığını yapmıştır. Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesi ve başkan yardımcısıdır. Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin üyesidir. Dermatopatoloji Laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasında yer aldı. 1981-2002 yılları arasında 21 yıl gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı Lepra Hastanesi'nin Başhekimliği’ni yaptı.

1957'de evlendi ve bu evlilikten iki oğlu oldu. Biri grafiker diğeri hekim iki oğlundan iki torunu vardır. 

Saylan, oğullarıyla


Uzun süre meme kanseri ile savaşan Saylan, bu hastalıktan kurtulduktan bir süre sonra bu sefer karaciğer kanserine yakalandı ve 18 Mayıs 2009 tarihinde saat 04.45'te vefat etti. Vefat ettiğinde gönüllü kuruluş olarak ÇYDD’nin Genel Başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı sürdürmekteydi.

1989 yılında, "Atatürk ilke ve devrimlerini korumak, geliştirmek, çağdaş eğitim yoluyla çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşmak" amacı ile oluşturulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) kurucularındandır ve uzun bir süre Genel Başkanlığını yürütmüştür. Bunun yanı sıra, 14 Nisan 2007 Ankara-Tandoğan ve 29 Nisan 2007 İstanbul-Çağlayan Cumhuriyet Mitinglerinin organizasyonunda ve icrasında bulunmuştur.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin dışında farklı sivil toplum kuruluşlarında da çeşitli görevlerde bulunmuş, örneğin 1990’da oluşan “Öğretim Üyeleri Derneği”ni kurmuş ve ilk dönem II. Başkanlığını yapmıştır. Ayrıca 1995’te, mezun olduğu lise için oluşturulan Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı (KANKEV)nın ve yine 1995’te kurulan 'Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı' (TÜRKÇAĞ)’nın kurucusu ve başkanıydı.

Bazı detaylar


Buraya kadar yazmadığım bazı ufak tefek detaylar var. Yukarıda ¨1976’da¨ yani kırk bir yaşında ¨Lepra çalışmalarına başladı¨ deniyor. Sanılabilir ki, bu hekim odasında masasının başına geçti ve çalışmalarına başladı. Hayır, öyle olmadı. 



Mezra, köy, her yere gitti

Haber aldığı her vaka için, arabayla gidebildiği yerlere arabayla, jiple gidebildiği yerlere jiple, atla gidebildiği her yere atla, eşekle gidebildiği her yere eşekle gitti.

Rahatça denebilir ki, Anadolu’da gitmediği yer kalmadı. Hastaları tek tek tesbit etti. Getirebildiklerini kendi kurmuş olduğu hastaneye getirdi. Getiremediklerinin, bulundukları yerlerde tedavi edilmeleri için gerekli tedbirleri aldı. Toplumdan tecrit edilmiş, kimsenin yanlarına yaklaşmadığı, bu nedenle de adeta yaşayan ölüler haline gelmiş insanları, çevrelerindeki korkuyu alt edebilmek amacıyla öpe okşaya yeniden topluma ve hayata kazandırdı. Hastalığın kökünü kuruttu. Bugün tüm ülkede, hepsi kayıtlı ve tedavi edilmiş olmak üzere sadece 2 500 hasta kalmış durumda.

Bazı ek bilgiler (Yılmaz Özdil’den)


¨Ömrünü kız çocuklarının eğitim almasına adayan yürekli kadınımız Profesör Türkan Saylan, 36 bin kız çocuğunun hayatına dokundu, okumalarını, meslek sahibi olmalarını sağladı. Gözlerini yumduğunda 29 bin üniversite öğrencisine burs veriyordu. 28 kız yurdu yaptırdı. 56 okul yaptırdı.
.


Cenaze miting gibiydi

.
(Cenazesinde) Miting gibi tören yapıldı. Sadece AKP hükümeti katılmadı. Kızlarımızın eğitimine ömrünü veren ‘kadın’ın cenazesine ‘kadın milli eğitim bakanı’ bile katılmadı. İstanbul valisi Muammer Güler'di, o da katılmadı. Çiçek bile göndermediler. Başsağlığı bile yayınlamadılar. Toprağa verildiği gün, yandaş medyanın gazeteleri ‘lezbiyen, terörist, fahişe, dinsiz, Ergenekoncu, 

Sloganı buydu

misyoner, Amerikan ajanı, komünist’ diye yazdı. Zincirlikuyu'da defnedildi, kabristandaki belediye işçisi Halil Düldül hergün mezarını sulayıp, hergün başucunda dua ediyordu, çünkü, kızı üniversitede okuyordu, Türkan Saylan'ın bursu sayesinde okuyordu.

O narin güzel kadının zihnimize kazınan son hatırası... Ruhumuza açılan çiçekli penceresinden gülümseyerek el sallamasıydı.






Sevenlerinin desteğiyle ayakta durabiliyordu

Sıra bende


Şimdi de buraya kadar bir türlü yazamadığım, her niyetlenişimde önce çok kişiye saygılarımı (!) sunmamı gerektiren bir noktaya geldik.

Bu mucize kadının evi, ölümünden sadece 35 (yazıyla otuz beş) gün önce, 13 Nisan 2009’da Ergenekon şüphelisi olduğu gerekçesiyle sabahın köründe polisler tarafından basıldı. Kemoterapi görüyor olması nedeniyle dinlenmesi ve steril koşullarda yaşaması zorunlu olan Saylan kaldırılarak, ufacık evinde yedi saati aşan polis araması yapıldı. Ev darmadağın edildi. Aynı saatlerde başkanlık ettiği ÇYDD'nin çeşitli merkezlerinde de aramalar yapıldı, bazı ÇYDD yöneticileri göz altına alındı, birçok bilgisayar ve belgeye el konuldu. 


Ölümüne 35 gün kala

(Ufak bir not: Baskın haber alındığında, başta Arnavutköylü komşuları olmak üzere o kadar çok kişi evinin önüne toplandı ki, kendisi yine o hayran olunası sorumluluk duygusuyla çiçekli penceresine çıkarak, hastalıktan kurumuş elleriyle mola işareti ve sessiz, sakin olun işareti yaptı. Yine de evde arama yapan polisler, giderken bayağı zorlandılar. Özellikle kadınlardan yakalarına yapışanlar oldu.)

Hükümetin, Gülen cemaatinin, diğer dincilerin bu gelişme  karşısında orgazma yakın bir heyecan duyduklarından eminim. Bu beni hiç ilgilendirmiyor. Benim ve benim gibi düşünenlerin sırası da gelecektir. Benim derdim başka.



İşte onlardan bir demet

Tahmin ettiğiniz gibi benim derdim, başta Türkan Saylan olmak üzere ona ve onun kadın yoldaşlarına ¨laikçi teyzeler¨ diye hitap eden ¨yetmez ama evet¨çilerle, ¨sol liberaller¨le, ¨özgürlükçü demokratlar¨la ve her ne iseler onlarla.

Araya önemli bir katkı


Biraz karışıklık olabilir, ama vurgulamadan geçmek istemediğim tarihsel bir olgu daha var: Bu aşağılanan ¨laikçi teyzeler¨ var ya, onları biz bir yerde daha gördük. Gezi direnişi sırasında sanırım İstanbul valisi, annelere çağrıda bulunarak, ¨gelin, çocuklarınızı evlerinize götürün¨ demişti. İşte o çağrı üzerine, akşamın ilerleyen saatlerinde Taksim’e gelerek, Gezi merdivenlerinin önünde elele tutuşarak zincir oluşturan elleri öpülesi o kadınlar, ¨laikçi teyzeler¨den başka birileri değildi. 

Laikçi teyzeler ve kızları

İşin komik (yok canım, hicranlı tarafı) tanınmış YAE’cilerden sadece birinin, Ahmet İnsel’in, o merdivenlerin yakınına kadar gelebilmiş olmasıydı. Diğerleri Gezi’yi ancak fotoğraflarda ve TV’de görebildiler.

Konuya dönelim


Bu zavallıların ezici bir çoğunluğu da, dincilerle aynı orgazmı yaşadılar. Çünkü Taraf dışında bir gazete okumadıklarından, o mübarek kadının 14 Nisan Tandoğan ve 29 Nisan 2007 Çağlayan Cumhuriyet mitinglerinde ¨Ne şeriat, ne darbe¨ diye bağırdığını bilmiyorlardı. Ben Çağlayan’daydım, şahidim.



Hadi RTE korktu, YAE'ciler neden korktu?

Ama o şeysizlerin (arkadaş, yine bulamadım, neysizdi bunlar?) o mitinglerde görebildikleri tek şey, tabii yine ¨solcu, demokrat¨ Taraf gazetesinin katkılarıyla, Türk Solu adını taşıyan ne idüğü belirsiz üç-beş kişilik grubun taşıdığı ve sonra katılanlarca engellenen ¨Ordu göreve¨ pankartıydı.

Çok zaman sonra Yrb.Ali Tatar’la Türkan Saylan’ı suçlamakta kullanılan CD’lerin sahte olduğu ortaya çıktı. Bazı şeysizler (buraya bir şey bulmak lazım artık), yine asker olduğu için Ali Tatar’ı görmezden gelerek, ¨canım, o Türkan Saylan’a yapılanlar, benim de biraz midemi bulandırmıştı¨ filan dediler.



Öldükten sonra aklandılar, hesaba kim ortak?

Yahu, yapılanlar 2009 Nisan’ında yapıldı, hadi o zaman mideniz bulandı. Bugüne kadar niye çıkartamadınız? Haydi şimdi itiraf edin, Saylan’a edilen küfürler bu yana, aklınıza yatan bir olgu daha vardı. Bunun kaynağını genç yaşta okumuş, belki de yararlanmıştınız (hııııı!). Çağlayan Yayınları’ndan çıkmış, küçük boyutlu bir kitap: ¨İnsan Harası¨.

Akla yatan ahlaksızlık


Canım, tabii yatılı okulda ben de okudum. O kitapta Nazilerin, cephede kahramanlık göstermiş genç ve ari ırk özelliklerini taşıyan subaylarla, Nazi Almanyası’nın önde gelen ari ailelerinin kızları, bu iş için özel olarak seçilmiş evlerde bir araya geliyorlardı. Amaçlanan üstün bir ırk yaratmaktı. 

Senaryoyu yazanlar bunu okumuştu


Ergenekon davasında bu senaryo aynen Türkan Saylan için öne sürüldü. Vallahi sürüldü, billahi sürüldü. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, tahsiline yardımcı olduğu genç kızlar, bulundukları illerde genç subaylarla tanıştırılacaklar, düzenlenen balolar vb. yollarla ilişkiye geçmeleri sağlanacak filan. Herhalde o şeyler de bu kitabı (belki dinci olmadan önce) okumuşlardı. Onlar bu fikirden yararlanarak senaryolarını yazdılar, ama işin acıklı tarafı, sizin de aklınıza yattı. Neden? Çünkü bu Kemalistler ve Laikçi Teyzeler, size göre peze....lik dahil her şeyi yapabilecek yaratıklardı.

Gördünüz mü, gayet düzgün, hatta neredeyse bilimsel olarak nitelenebilecek bir yazı ne hale geldi? Söyleyin, suçlu olan ben miyim, yoksa ilham verenler mi?

Yazıyı bitirmeden birkaç ibret fotoğrafı vermek istiyorum.

Son günlerinde




Vakit gazetesinin yorumu










Muhterem böyle konuşmuştu








Hatırlıyor musunuz nasıl öldüğünü?













Son söz



Ülkemde benzeri az görülen bu çalışkan, yaratıcı, fedakar, dirençli, olağanüstü kadının anısı önünde hürmetle eğiliyor ve ömrümün sonuna kadar ona saygısızlık yapmış herkesten, onun manevi şahsiyetinden özür dileyinceye kadar hesap sormaya devam edeceğimi ilan ediyorum.