Sana Kaderinin Bir Oyunu Mu Bu,
Levent Gültekin?
Levent
Gültekin’i uzun zamandan beri yakından izliyorum. Yazılarını, katıldığı TV
programlarını kaçırmamaya çalışıyorum. Bir defasında beni üzdü ve o konuda
bloğuma bir yazı yazdım: 26/05/2016 tarihli ve “Kurban olduğum seni de mi
verdi?” başlıklı yazım.
Öğren de yaz, tamam. Ama böyle olmuyor |
Diyebilirsiniz
ki, Levent’in de çok umurundaydı. Benim zaten asıl hedefim o değil, onu okuyup,
dinleyip yanlış etkilenebilecek olanlardı. Ama bir yerden bloğumu duyar,
bunları okur ve etkilenirse, cennet canıma minnet.
Levent’in Son Büyük Hatası
Diken
dergisinde Levent’in yeni bir yazısıyla karşılaştım ve kendimi adeta ihanete
uğramış hissettim. Bu öncekinden daha beter bir hadsizlik taşıyordu: Başlığı:
“Castro, Chavez ve Erdoğan”.
Şanssız
yazının girişini Levent’in kaleminden vereyim:
“Sabah akşam demokrasi, özgürlük,
insan hakları, evrensel değerler, bağımsız yargı, bağımsız medya diyenlerin,
ölümü üzerine Fidel Castro’ya düzdükleri övgüleri görmemiş olsaydım böyle bir
yazıya ihtiyaç duymayacaktım.”
Şerefsizim,
bu girişi okumasaydım, ben de böyle bir yazıya gerek duymayacaktım.
Yazıma
başladım, birkaç gün içinde önce Diken dergisinde sevgili Murat Sevinç’in
“Levent Gültekin’in yazısına dair bir iki söz” başlıklı yazısını ve ardından
Birgün Gazetesi’nde Mustafa K.Erdemol’un “Fidel efsane değil, gerçekti”
başlıklı yazısını okudum. Küba Büyükelçisi Eduardo Gonzales Casals’ın Mustafa
Akyol zibidisine verdiği cevabı ve birkaç yazıyı daha okuyunca, aklıma
düsturumuz geldi: “Düşküne vurmak bize yakışmaz” ve vermiş olduğum söze, ayrıca
bütün kızgınlığıma rağmen yazmaktan vazgeçtim. Nereye kadar mı?
Twitter’da
takip etmekte olduğum Levent Gültekin’in bu konuda koyu yazılmış tweetini
görene kadar:
Levent
Gültekin:
“Küba ve dermokrasi yazıma Sevgili
Murat Sevinç eleştiri yazmış. Katılmasam da çok kıymetli buluyorum.”
(Burada
Murat Sevinç’in yazısına link var. Delikanlı bir tavır.)
İnan
Temelkuran’ın “nerelerine katılmadığınızı
merak ettim. Belki bi yazı yazarsınız” tweetine ise Levent o öldürücü
cevabı veriyor:
“Bu konu öyle sürdürülecek kadar kıymetli bir konu değil.”
Tamer_inc
adlı kullanıcının “Küba mı kıymetli değil
yazdığınız yazı mı?” sorusuna ise cevap vermemiş.
Bu
tweeti daha sonra silmiş Gültekin. Bilmem neden? Aslında önemli de değil. Her
iki yazıyı okuyanlarınız, Levent Gültekin’in “konu” kelimesiyle neyi kastettiği
hakkında bir fikir sahibi olacaklardır.
Hep karizmaydı |
Belki
size garip gelebilir, ben “konu” kavramına Gültekin’in ne yüklediğiyle de ilgilenmiyorum.
En azından şimdilik. Çünkü yazının ilerleyen kısımlarında farklı bir yorumla
karşılaşacaksınız.
İster
Levent’e cevap olarak yazılmış olsun, ister Levent’ten haberi bile olmasın,
Küba, Fidel, Che üzerine yazılmış bir dolu yazı, onun yazısını bir daha ele alıp
ayrıntılı olarak eleştirmeyi gereksiz kılıyor, yani Levent’in tarzıyla ama daha
belirgin ifade etmek gerekirse (ki bazen hakikaten gerekiyor), onun yazısının
içeriği, aslında tek tek eleştirilecek ve öyle sürdürülecek kadar kıymetli bir olgu oluşturmuyor. Ama yine kafası
karışabilecek diğer okurlar için, bunu yapmak maalesef zorunlu.
Önce
eski bir yazısına bakmamız gerek.
Küba’dan Bildiriyorum!
Levent
Gültekin, 8 Nisan 2014 tarihinde İnternet Haber adlı sitede “Küba’dan
Bildiriyorum!” başlıklı bir yazı yayınlamış. (Başlığın sonundaki (!) ünlem
işaretine dikkat. Herhalde çok önemli bir şeyler bildiriyordu). Konumuz olan son
yazısında da bize uzun uzun Küba’yı
anlatacak (L.G.) olmadığından bu yazıya gönderme yapıyor.
Yazıyı
Internet’te bulabilirsiniz. Kısa bir yazı. Zaten yarısında kaçırdıkları
uçakları anlatıyor.
Bu
birkaç arkadaşın Küba’ya inebilmelerinden sonra, yoğun olumsuz eleştiri
bombardımanı başlıyor. İnternet yokmuş,
arabalar eskiymiş, şehrin en görkemli, en korunaklı binası Castro’nun binlerce dönümlük
orman alanı içerisindeki evi imiş (it. L.G.). Marketlerde yiyecek çok azmış,
falan filan.
O külüstürlerle geldiler, onu yolcu etmeye |
Tek
gelir kaynağı turizm imiş. Kadınların yarısı fahişe imiş. Temel ihtiyaçlar
neredeyse bedava imiş, ama halk Fidel’den memnun değilmiş.
Bir Garip Fark
İki
buçuk yıl arayla yazılmış bu iki yazı arasında ilgimi çeken farklı bir ortak anı
var. İki yazıda da Küba’da kaldıkları yerde onlara hizmet eden bir garsondan
bahsediyor Gültekin. Ona çocuk diyor, ama yaşı herhalde daha büyük. Çünkü esas
mesleği doktorlukmuş. Aylık 20 Dolar maaş alıyormuş, garsonluktan da 30 Dolar
alıyormuş.
Gültekin
birinci yazıda şöyle anlatıyor: Kaldıkları otelde çocuk Gültekin’in telefonunu
alıp “ben doktor olmama rağmen hayatım boyunca böyle bir telefon alamam” demiş
ve gelir durumunu anlatmış.
İkinci
yazısında ise farklı bir anlatım sözkonusu: Kaldıkları evde arkadaşlarından
biri hizmetine karşılık doktora 100 (yazıyla 100) Dolar bahşiş vermiş. Doktor
da gelir durumunu anlatıp, “bu benim için çok büyük rakam” demiş.
Murat
Sevinç bu konudaki düşüncesini nazik yazısının sonunda, ince bir biçimde
açıklamış. Sanki biraz kıskandım, ben o kadar nazik olamıyorum. Otel mi, ev mi?
Telefon mu, 100 Dolar mı? Ne fark var ya da ne önemi var demeyin. En azından
100 Dolar fark var, biir. Küba’ya giden arkadaşlardan duyduğuma göre evde ya da
otelde kalmak arasında çok fark olabiliyor, ikii. İki buçuk sene için biraz
fazla unutkanlık değil mi bu?
Bir
de kardeşim, 100 Dolar bahşiş ne yahu?
Geldik İşin Ağır Kısmına
Aslında
yazının tamamını okumanızı tercih ederdim, ama sinirinize dokunabilir. Ben bazı
alıntılar yapayım, yeterli olacaktır sanırım.
“Castro için söylenecek elbette çok
olumlu cümleler var. Ama yanlışlarına vurgu yapmadan sadece övmek bizi
savunduğumuz değerleri önemsemez durumuna düşürüyor.
O nedenle sormak istiyorum:
Biz Erdoğan’ı niçin eleştiriyoruz?
Demokrasiyi yok ettiği, özgürlükleri askıya aldığı, ifade özgürlüğünü
kısıtladığı, bağımsız medyayı, bağımsız yargıyı ortadan kaldırdığı, dış
politikada aklı selimi bir tarafa bırakıp dünya ile ilişkileri kesmeye
çalıştığı için eleştirmiyor muyuz?
Bütün bunları yaptığı için kimileri
Erdoğan’a diktatör demiyor mu?
Dış politikada diplomasiyi bir
tarafa bırakıp, akılla değil duyguyla hareket etmesinin bu ülkeyi bir felakete
sürükleyeceğini söylemiyor muyuz?
“Boyun eğmemek başka, hamasetle
meydan okumak başka” demiyor muyuz? Bütün
bunları yaptığı için Erdoğan’ı eleştirmiyor muyuz?
Peki Erdoğan’ın yaptığı neyi Castro
geçmişte yapmadı?”
Bu
yazımı okuyacak olanlardan peşinen özür diliyorum. Normalde bu noktada
tanıyanların benden bekleyecekleri hitap tarzına girmiyorum. Ama Levent
Gültekin söylenebilecekleri hak etmemiş değildir. Onu da belirtmem gerek.
Buraya
kadar yazısının ancak yarısına gelebildim. Yazı uzayacak. O nedenle yalnızca bu
alıntıya ilişkin eleştirel cevabımı yazıp, kalanını bir sonraki yazıya bırakmak
istiyorum. Elimden geldiğince çabuk yazacağım onu da.
Gel Bakalım Levent Kardeşim
Öncelikle
bir talebim var. İkinci cümlende bir kalıp kullanmışsın: “savunduğumuz değerler”. Şimdi bunu bir kenara koyalım, ileride çok
lazım olacak.
Çok
merak ettiğim bir başka nokta ise Chavez meselesi. 950 kelimelik yazında Chavez
bir kere geçiyor. Onu başlığa da katmaktaki amacını anlamadım. Neyse vardır
elbet bir bildiğin.
Senden
yaptığım alıntıda Erdoğan eleştirisi olarak neredeyse eksik bırakmamışsın. Son
cümlede de asıl darbeyi vurmuşsun:
“Peki Erdoğan’ın yaptığı neyi Castro
geçmişte yapmadı?”
Bu
cümleden sonra yapmış olduğun eleştirilerin çoğunu zaten cevaplayan çok
arkadaşım oldu, ama ben de bir sonraki yazımda onlar üzerine bir şeyler yazmak
niyetindeyim.
Ama
arkadaşça vurgulamam gereken, bu son cümleyle gerçekten büyük bir halt ettiğin.
Tabii ki, isteyen herkes bu iki ismi bir yazıda biraraya getirebilir, ama sonra
“Wikileaks belgelerinde adım niçin geçiyor?” başlıklı yazındaki gibi ağlamak
yok.
Senden
yaptığım alıntı, son derece önemli, hatta belirleyici birkaç faktörü gözardı
ediyor, başta “zaman”. Görmezden geldiğin bir diğer faktör ise coğrafya”. Yine
görmediğin bir başka faktör, “demografik koşullar. Görmediğin bir faktör daha
var: “Tarihsel gelişim”.
Seni
temin ederim, daha bir dizi faktör sayabilirim, görmediğin, görmezden geldiğin.
Dikkatini çekerim, göremediğin demiyorum, görmediğin, görmezden geldiğin diyorum.
İşte bu ahlaki bir soruna işaret edebilir.
Bu
yazıyı bir şekilde sana eriştirmeye çalışacağım. Senden ricam, ne ricası yahu,
sana meydan okuduğum nokta şu:
Bir
iki tane soru sıralayacağım. Bakalım, bunları cevaplayabilecek misin? Bu
cevaplarda yukarıda kenara koyduğumuz “savunduğumuz
değerler”e (bizimkilere!) asgari saygıyı göstereceğini umuyorum. Malum, bu
yazının bir de devamı gelecek!
Basit, Ama Bence Can Alıcı Sorular
Fidel,
Raul, Che ve Cienfuegos’un lider kadroda rol aldığı Küba Devrimi’nin tarihi
nedir?
Recep
Tayyip Erdoğan’ın iktidara geldiği tarih nedir? İki tarih arasında ne kadar
fark vardır?
Küba
nerededir? Yakın komşuları kimlerdir?
Türkiye
nerededir? Yakın komşuları kimlerdir?
Küba
nüfusunu oluşturan unsurlar nelerdir?
Türkiye
nüfusunu oluşturan unsurlar nelerdir?
Küba’nın
günümüze kadarki tarihsel gelişimi nasıldır? (İpucu) Tarihinde demokratik bir
dönem yaşamış mıdır?
Türkiye’nin
günümüze kadarki tarihsel gelişimi nasıldır? Tarihinde demokratik bir dönem
yaşamış mıdır?
Son
soru:
Fidel
Castro’nun, halkıyla birlikte yıktığı nedir? Erdoğan’ın halkın bir kısmıyla birlikte yıkmaya çalıştığı nedir?
“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”
“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder