3 Eylül 2016 Cumartesi


Son Fırsatlar, Kaçırmayın!



Bu sürmekte olan hengamenin içinde şaşkına dönmüş,  morali bozulmuş,  2010 referandumundan bu yana önüne gelenin vurduğu, hatta hızını ve hırsını alamayıp bir daha vurduğu eski arkadaşlarıma (herkes üzerine alınmasın, YAE’cileri kastediyorum) yepyeni iki çıkış yolu göstermek istiyorum (Akıllı olun, bunlar uçurumdan önceki son iki çıkış olabilir, hatta öyledir!).

Bu iki yol da birer mucizedir. ¨Yumurtaya can veren yüce rabbimin¨ size belki de son kıyağıdır.

Önce şunu hatırlatmalıyım: Tartışmalarımız süresince kullanmayı en çok sevdiğiniz ifadeler ¨biz insanın beyanına önem veririz¨, ¨sizin gibi niyet okuyuculuğu yapmayız¨, ¨bizim için öncelikli olan insandır, onun sözüdür¨ filan türünden yavelerdi. Hatırlamanın sizi üzmesini istemem, ama aslında niyeti okunması gereken, buna karşılık sözüne önem verilen kişi de o zamanın başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı olan kişi idi.

O zaman bakmadığınız, bakmayı reddettiğiniz niyetler, korkusuz beyanlara dönüşünce ona kızdınız, hatta hakkında ileri geri yazanlarınız, konuşanlarınız oldu. Ama önceki ifadelerinizden de vazgeçmediniz. Özeleştiri vermemenin, özür dilememenin argümanları olarak yine o ifadeleri kullandınız.

Dikkat! 1. Çıkış Yolu:


RTE’nin Yenikapı Buluşması’nda yaptığı, onu bulamazsanız Külliye’de (!) yapılan Adli Yıl Açılışı’nda yaptığı konuşmanın metnini mutlaka ele geçirin. Bıkmadan, yılmadan defalarca okuyun. Ya da videosunu defalarca izleyin (Aslında bir kere okumak ya da izlemek yeter ama aradaki kızgınlık döneminin etkilerini soğutmak için, tekrarlar yararlı olabilir).

Umarım, hatta eminim ki, kafanızda ışıklar parlamaya (ya da şöyle diyelim, ampuller yanıp sönmeye) başlayacaktır.

Evet, yepyeni bir ileri demokratik aşamayı müjdeliyor bu konuşmalar. Geçmişe bir sünger çekiyor (bu süngerin son kullanılacağı tarihin bazı kesimler için 17/25 Aralık, bazı kesimler için de 15 Temmuz olarak ilan edilmesi de biraz garip, ama neyse), çatışmasız, demokratik, nurlu ufuklara yöneleceğimizi beyan ediyorlar.

Burada kullandığım bu ¨beyan¨ sözcüğünün öneminin tabii ki bilincindeyim. Biliyorum ki, siz niyete değil, beyana önem veren kişilersiniz.

Uzun bir süredir yanınızda ¨evet¨, hele hele ¨yetmez ama evet¨ dendiğinde kendinizi kötü hissettiğiniz, bazı fikir önderlerinizin yazılarından, konuşmalarından anlaşılıyor. İşte size fırsat! Cumhurbaşkanının yeterince okuduğunuzda ya da izlediğinizde, konuşmayı yeterli bulanlarınız, yüreklerinin ve ciğerlerinin bütün gücüyle ¨eveeeeeeet!¨ diye, yeterli bulmayanlarınız da yine bütün aşkıyla ¨yetmez ama eveeeeet¨ diye bağırabilirsiniz.

Göreceksiniz, çok ferahlayacaksınız. Bu, geçen seferkine göre daha hızlı azalacak bir ferahlama olacak, ama olsun. Ne demiş atalarımız? ¨Bir günün beyliği bile beyliktir¨.

Aslında 2.çıkışı hemen açıklamak istemiyordum nedense. Pek sevemedim onu. Ama buraya kadar gelmişken geri dönemem. Bu çıkışı kaçırmamanız için elimden geldiğince yardımcı olmalıyım diye hissediyorum kendimi. (Kahrolsun bu inzibatlar, merhamet ve empati duygularım!).

Dikkat! 2. ve son çıkış:


Aslında bu çıkış daha önce de farklı biçimlerde kullanıldı. Ama son günlerde ortaya çıkan bir gelişme, yeniden ve güçlü bir biçimde kullanılmasına olanak tanıdı. Benim tercihim 1.çıkıştan yana. Ama isteyen YAE’ciler bunu da kullanabilir.  Bu çıkışın dezavantajı, uzun süreli tutarlılık sağlayamaması, kısa sürede geri dönülmesidir (¨ben öyle dememiştim¨, ¨demek istememiştim¨, ¨yanlış anlaşıldım¨, ¨maksadımı aştım¨ filan).

12 Eylül 2010 teatral referandum kandırmacası öncesinde genel başkanının neredeyse tüm ekranlardaki açık oturum, panel, tartışma, konferans vb. programlara katıldığı ve karşı fikirlerde olanları sürekli ve şiddetle aşağıladığı bir parti vardı: DSİP. (Partinin internet  sitesinde bu konuşmalardan özet görüntüler hala duruyor).

Her ne kadar çekemeyen bazı kişiler, ¨Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, ne kadar kutsal, ne kadar Romalı, ne kadar Cermen ve ne kadar imparatorluk ise, bu parti de o kadar devrimci, o kadar sosyalist, o kadar işçiyle ilgili ve o kadar partidir¨ diyorlar. Önemli değil. Ama bir dakikaa!

12 Eylül 2010 akşamı RTE’nin balkon konuşmasında teşekkür ettiği parti bu partidir. Adını tam ezberleyememiş olduğu için, konuşmasında ‘Devrimci Sol İşçi Partisi’ne teşekkür etmiş olsa da, herkes kimi kastettiğini anladı ve başta başkanları olmak üzere tüm partililerin göğsü gururla doldu. Bir üyenin ise duyguları herhalde daha da yoğundu. Parti adına gurur duyması konusunda bir şey diyemem, ama bireysel görevini yerine getirmiş olmaktan dolayı bir zamanların TV çizgi film kahramanı sevimli köpek ¨Değerli¨ gibi ¨kıh, kıh, kıh¨ diye gülmekte olduğundan eminim. Kim mi bu? Hemen geliyor.

Partinin ismi uzun zamandır duyulmuyordu. 31 Ağustos tarihli gazetelerde ve internette birden patladı. Partinin her zaman kısıtlı sayıda olan üyelerinden biri (şimdi artık üyesi değilmiş, 2011’de ¨referandum görevinden sonra¨ ayrılmış), Av.Müçteba Kılıç, FETÖ üyesi olma suçlamasıyla gözaltına alındı.

Çıkış yolundan ayrıldık zannetmeyin, çıkışın yol tabelası bu zatta. Zaten pek de küçümsemeyin, bakın kısa süreli parti üyeliği sırasında kimlerle birlikte, hangi düzeyde neler yapabilmiş? Bir örnek:

¨marksizm 2010 toplantılarında 24 nisan cumartesi günü saat 17.00'de özgürlüğü birlikte kazanalım - nasıl bir mücadele öneriyoruz? toplantısında hayko bağdat, bülent somay, metin kılınç ve özden dönmez'le beraber konuşmacıdır.¨

Bravo! Tamam, o partinin üye sayısı çok azdır, ama yine de böylesi bir toplantıda kıymetli konuşmacılar arasına girebildiğine göre, rahatça ¨kimbilir YAE çalışmalarında ne etkili görevlerde bulunmuştur¨ diyebiliriz.

İşte çıkış. Bu FETÖ, taa 2010’da (en az bir) ajanını kaç yıllık Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’ne sızdırıp, onları kandırabildiyse, tüm YAE’cileri kandırabilmesi de o kadar kolay olmuştur. İspatı ortada.

Çıkın ortaya, gücünüz yettiğince ¨kandırıldık¨, ¨kandırılmışız¨ diye bağırın. İnanmayanlara Müçteba Kılıç’ı ve DSİP’i gösterin. Tek tek bireyler olarak sizin, işçi sınıfının kolektif sosyalist devrimci aklını temsil eden bir partiden daha akıllı olabileceğinizi kimse iddia edemez. Mazur görülmelisiniz, ama tabii bir şartla: Bazı liderlerinizi örnek alarak, iki gün sonra, ¨yok yahu, ben kandırılmamışım meğerse¨ demek yok.

Boşuna mı dedik, ikinci ama son çıkış diye? Kararlı olun. O liderleri boş verin, onlar dönmeye alışık. Siz dönmeyin.

Yalnız bir konuda sizi uyarmam gerekiyor. Referandumda benimle aynı tavrı almış kişilerin hepsi benim kadar merhamet ve empati sahibi değil. Aslında gelinen bu tarihi noktada onlara hak vermemek de elde değil. Ben gene de herkese bir ya da iki şans daha verilmesinden yanayım. Belki naif kişiliğimden kaynaklanıyor bu durum.

Karşınıza Çıkabilecek Engeller


Ama asıl alınması gereken tavırla ilgili olarak da bir örnek verebilirim. Kırmızı Kedi yayınlarının yöneticisi sevgili Haluk Hepkon şöyle diyor:

¨Yetmez ama evetçilik, kötü yola düşmek gibi. Özeleştiri işe yaramaz. Bir kere düştüysen, ömrün boyunca bu kara lekeyle yaşayacaksın demektir.¨

Siz beni dinleyin, bu seferlik onu okumamış, duymamış gibi yapın. Çıkışlardan birini kullanın. Belki o ve onun gibi düşünenler de yumuşayabilir, çıkmadık candan umut kesilmez, değil mi?

Tavsiyeme uyun ve bu yollardan birini hiç olmazsa bir kez deneyin.

Size şu andaki durumunuzu açıklayabilecek kısa bir Bektaşi fıkrasının ardından Av.Müçteba Yiğit ve FETÖ liderinin görüntüleriyle veda etmek istiyorum.

Bir köyde Bektaşi babasının önüne iki tas şarap koymuşlar. Biri sormuş: ¨Baba erenler, şunları bir dene de bize söyle, hangisi iyi, hangisi kötü?¨ Bektaşi babası, birinci tastan bir yudum almış ve tereddütsüz bir ifadeyle ¨diğeri iyi¨ demiş. Sormuşlar: ¨Baba erenler, daha ondan tatmadın, nereden biliyorsun onun iyi olduğunu?¨

Bektaşi babası gene tereddütsüz yanıtlamış: ¨Bunun kadar kötü olamaz ya.¨

Fıkra açıklamayı sevmem ama burada zorunlu olabilir. Durumunuz bugünkünden kötü olamaz, deneyin şu yollardan birini.

Başrolde Av. Müçteba Kılıç:



“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”




1 yorum: