19 Eylül 2016 Pazartesi

Schadenfreude


İlk duyduğumdan beri beni çok etkilemiş olan bir kelime bu. Yaptığım ufak bir araştırmaya göre, Almanca dışında bunu tek ya da bileşik olarak karşılayan bir kelime yok. Zaten herhalde bu nedenle önde gelen tüm dillerde de ¨Schadenfreude¨ olarak kullanılıyor ve Türkçe dahil bir sürü dildeki sözlüklerde karşılığı ancak uzun cümlelerle verilebiliyor.

Türkçe olarak en ekonomik karşılığı şöyle ifade edilebilir: ¨Birinin ya da birilerinin uğradığı zarar karşısında alınan keyif, sevinç ya da zevk duygusu¨. Kelime anlamı ise ¨zarar keyfi¨ olarak karşılanabilir.

Ben bu duyguyu hiç yaşamadım, zaten yaşamak da ne bana ne ailem, ne arkadaşlarım ne de dostlarım diye bildiğim kimselere yakışmaz.

Ama ülkemin geçirdiği son sekiz-on yıl  içinde bu duyguyu canlı olarak yaşamakta olan çok kişiyi (insanı dememiş olmamın nedeni var) izleme acısına şahit oldum.

Söylediklerinde duydum, yüzlerinde gördüm, yazdıklarının altında hissettim. Bu tarz insanlarla yanyana gelmemeye çalıştım. Zaten onlar da bu konuda azami gayreti gösterdiler. Ama karşılaşmak durumunda kaldığımızda, seyrek de olsa tartışmak durumunda kaldığımızda, vücut dillerinin, yüz ya da dil ifadelerinin, böylesi acımasızlık içeren bir kelimeyle bile tarif edilemeyeceğini çok gördüm. Almanca bilenler bu katkıyı anlayabileceklerdir: Bunların duygularını tarif etmek için ¨Schadenvollfreude¨ (full zarar zevki) ya da ¨maximale Schadenfreude¨ (azami zarar zevki) gibi ifadeler kullanmak gerekir.

Beni tanıyanlar bilir. Abartı, çok başvurduğum bir yöntemdir. Ama bunu, konunun içine yalan, palavra katmadan, karşımdakini etkilemek için, daha doğrusu anlatımımı güçlendirmek için yaparım. Bu benim üsluplarımdan biridir. Tanıyanlar, ne kadar abartıyor olsam da, söylediklerimin doğru olduğunu bilir.

Bu aradan sonra bir önceki paragrafa devam edelim.

Göbek Baba Şakirtleri


Kimdi bu full keyifçiler? Peki, zarar görenler kimlerdi? Ne gibi zararlara uğramaktaydılar? Onlarzarar görmekteyken, ¨göbek baba¨ya adaklarını yerine getirmek için kapı arkasında göbek atanlar, kapı arkasına saklanmaya gerek görmeden TV programlarında oturdukları yerde göbeklerini hoplatarak kahkaha atanlar kimlerdi?

Göbek ya da kahkaha atmaları, konumuzla (Schadenfreude) bağlantılı olduğu için öne aldım. Bunların arasında ¨bu zararlar yetmez, şuralarına da vurun¨ derken çok daha büyük zevkler tadanlar da vardı.

Çok derine inmek istemiyorum, ama biri çıkar ve ¨yok canıııım, o kadar da değil, yine abartıyorsun, Ziya¨ derse, (tarih ve teknoloji benden yana), sayfalarca yazılı ve görüntülü kanıtı buraya dökerim. (Yaşasın Google ve YouTube).

Ürkütmek için değil, ama akıllı olunmasını sağlamak için, bir örneğe yer vermek istiyorum.

Hatırlayacaksınız, o zamanki adıyla ¨Fethullah Gülen Hareketi¨ daha sonraki adıyla ¨Hizmet Hareketi¨ ve bugünkü adıyla ¨FETÖ/PDY¨ olan ekibin mülkiyetinde olan ve daha sonra kapatılan Mehtap TV adlı bir kanal vardı. Bu kanalda da ¨Akıl Defteri¨ adlı bir program. Kimdi katılımcılar? Şahin Alpay, Mehmet Altan ve Eser Karakaş. Eser Karakaş, şu sıralar arazi. Bir ihtimal, AİHM’deki Türk hakim olan eşi Prof.Dr.Işıl Karakaş’ın yanında olabilir. Yani yurtdışında. Şahin Alpay ise FETÖ Örgütünden tutuklandı. Prof.Dr.Mehmet Altan ise ağabeyi Ahmet Altan ile birlikte gözaltına alındı.
 
İşte Göbek Baba Şakirtlerinden Üç Örnek
Yazdıklarımda gerçeğe aykırı bir abartma olmadığının kanıtı olarak, okurlarımdan, bu üç muhterem zatın katıldığı ¨Akıl Defteri¨ programlarından birini (özellikle Ergenekon ve Balyoz mahkumiyet kararları dönemindekilerden) YouTube’dan izlemelerini rica ediyorum.

Schadenfreude’nin ne kadar abartılı, ne kadar yıvışık (hadi artık yeri geldi) ne kadar alçakça hissedilebildiğini canlı olarak görebilirsiniz.

Yemin ediyorum, benzer çizgide farklı insanların katıldıkları yüzlerce programı, sayfalarca yazıyı, röportajı, kitabı, köşe yazısını buraya sıralayabilirim. Tabii utanacaklarına ilişkin en ufak bir ümidim olsa. Yoksa uğraşmaya değmez, bırakalım çukurlarında yaşasınlar.

Mağdurların Bugünkü Schadenfreude’si (?)


Uzunca bir yazı hazırlıyorum. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. davaların bazı mağdurları üzerine. Bunları araştırırken, Schadenfreude kelimesi daha çok aklıma takıldı. Haksız yere, iftiralarla, sahte delillerle, yalancı gizli tanıklarla can yakınlarını, yaşam standartlarını, umutlarını, geleceklerini kaybetmiş onca insan, bugün ne düşünmekte, ne hissetmektedir?

Bu son dönemde çok takip ettim, araştırdım. Onca polis, onca savcı, onca hakim gözaltına alınırken, tutuklanırken ne kapı arkasında ne de ortalıkta göbek atan bir mağdura ya da mağdur yakınına rastlamadım. Olgun, soğukkanlı, adalet isteyen ifadeler dışında, ¨oh olsun¨ diyen birini görmedim.
 

Mağdurlar adalet istiyor

Dini duyguları, inancı güçlü olan kişilerin işi biraz daha kolay. Benim annem de anne yarım olan halamda, bir haksızlıkla karşılaştıkları zaman ¨hasbinallah, ve nimel vekil¨ (Allah bize yeter, o ne güzel vekildir) demeye alışmışlardı. Bekledikleri, ilahi bir adaletin gerçekleşmesiydi.

Ama dini inanç sahibi olmayan biri için durum zor. Onun bekleyebileceği, ilahi olmayan bir adaletin gerçekleşmesi. Davaların doğrudan mağduru olmasam bile o karanlık dönem boyunca asıl mağdurlar kadar kızdım, sinirlendim, üzüldüm. Benim de dindarlar gibi vekalet verebilme şansım yok. Ben de şu ya da bu şekilde adaletin gerçekleşmesini beklemek, bu arada bunun için elimden gelen desteği vermek durumundayım.

Benim Tavrım

Bu arada benden beklenemeyecek, asla istenemeyecek bir duyguyu açıklamam şart.

Kimse benden o programlarda kahkaha atarak göbek hoplatanların, o kumpas davalarına yazılarıyla, konuşmalarıyla destek olanların, onların yanında duranların bugünlerde başına gelebilecek gözaltı, tutuklanma, işten çıkarılma, bu nedenle hastalanma, hatta hayatını kaybetme gibi olaylarda üzüntü duymamı beklemesin.

Kahkaha atmam, ama suratımı da asmam. Bu alçakça işleri yapanlar, yaptıklarıyla kimlere ne kadar zarar verebilecekleri hakkında bir fikir sahibiydiler. Hedefledikleri başarılara ulaştılar ki, o kahkahaları atabildiler.

Ben ve birçok fikirdaşım, onlara yıllarca anlamaları kolay olsun diye ¨keser döner, sap döner, gün gelir, hesap döner¨ tekerlemeleri söyledik. ¨Akıllı olun¨ dedik. ¨Bu işlerde kumpas var, tezgah var. Sizi kullanıyorlar¨ dedik. Belki sinirlendirmek uyanmalarına yardımcı olur diye, tarihten benzer örnekler vererek, ¨bakın, sonra tarih karşısında nasıl ‘kullanışlı aptallar’ olarak anılır hale geliyorsunuz¨ bile dedik.

¨Enaniyet¨ özellikleriyle başa çıkamadık. (Bugün İlber Hoca’dan duydum, hoşuma gitti, tam onları tarif ediyor, isteyen Ekşi Sözlük’ten bulsun).

Hadi biraz ipucu: Her şeyi yalnızca onlar biliyordu. Üstündüler.

Neyse işler öyle bir noktaya geldi ki, artık kandırılmış olduğunu söylemek filan da kurtulmaya yetmeyecek, zaten bunu ifade edebilmek de enaniyete aykırı. Önce kapsamlı bir tedavi lazım. (Biz buna eskiden ¨yeniden eğitim¨ filan derdik).

İnsan Alemde Hayal Ettiği Müddetçe Yaşarmış


Yazının son bölümünü son derece önemli gördüğüm bir konuya (bir hayale) ayırmak istiyorum.

FETÖ, kumpas davalarda kullanılan sahte CD, bant, gizli tanık, sahte imza vb. konularında yetişmiş (yetiştirilmiş) elemanlara sahipti. Bunu görebilmek için şimdi içeride olan emniyet mensuplarının (bu arada farklı bir örnek, Mehmet Baransu’nun) ABD’de kaçar yıl ¨mesleki¨ eğitim aldıklarına bakmak yeterli.

AKP, Cemaat’le ortak sürdürdüğü bu gibi faaliyetlerde FETÖ’yü kolayca taşeron olarak kullandığından, bu sayıda ve bu düzeyde teknik (!) eleman yetiştirmeye gerek görmedi.

Peki, bunun önemi nerede?

FETÖ’nün böylesi bir örgütü kurup, elemanlarını eğitip, kumpas malzemelerini hazırlatabilmesi, yıllarca sürmüş olmalı. Karşı hücumun başlangıç noktasını 17/25 Aralık olarak alırsak, AKP’nin, hem eleman hem de zaman bakımından FETÖ’ye göre çok daha zayıf kaldığı ortada.

Hadi baklayı çıkaralım. Bu dönemde devletin ele geçirdiği delillerin (eğer varsa) üretilmiş sahte deliller olması olasılığı, kumpas davalarındakilere oranla göz ardı edilebilecek kadar az. Diğer yandan gizli tanık oluşturmak gibi çabalar da gereksiz. Kumpas davalarında dışarıdan ısmarlama Sırrı Sakık ya da Osmanım gibi paçavralar haricinde, sanıklar arasından tek bir (rakamla 1) gizli tanık çıktı. Onun da akıl ve ruh sağlığı bakımından çok hasarlı olduğu biliniyor.

FETÖ’nün dini bütün, yüksek ahlaklı elemanlarının önemli bir kısmı ise, anlaşıldığı kadarıyla, ilk andan itibaren ötmeye başlamışlar. Zaten devletin elinde daha önceden örgütün yapısı hakkında kapsamlı bilgiler vermiş olan Nurettin Veren gibi kaynaklar da var. Ayrıca yıllardan beri erişebildikleri en üst makamlara kadar sayısız raporlar yazan kumpas mağdurları Ahmet Ziya Üçok, Ali Türkşen gibi bilgi kaynakları da var.

Önemli bir farklılık daha var. Kumpas davalarında bir takım kağıtlara imlası bozuk el yazılarıyla yazılmış planlar, darbe günlükleri, mektuplar söz konusuydu. Harp Okulları’nda, Harp Akademileri’nde İstihbarat ve Karşı Casusluk eğitimleri almış koca koca kurmay subaylar, el yazılarıyla (!) küçük kağıtlara, defterlere darbe planları, hayali yönetim listeleri vb. yazıyorlar ve bunları da yakalatıyorlardı. Hatırlarsınız, en meşhur kağıt, Bülent Arınç suikastıyla ilgili olarak yakalanan albaylardan birinin, su isteyip yutmaya çalıştığı kağıttı.

FETÖ’de işler çok farklı. Word, Excel, Powerpoint gibi programları doğru dürüst kullanamayan gazeteci, yazar, bilim adamı ve subaylardan oluşan kumpas örgütlenmelerine karşı, kendi ürettiği ByLock adlı programı kullanan, onun ifşa olduğunu öğrendiğinde yine kendi üretimi olan bir başka programa (Eagle) geçebilen gerçek bir örgütle karşı karşıyayız.

Bu iki program da er veya geç çözülür. Devlet, ucu kendisine de dokunduğundan, verileri açıklamazsa, yeni bir yönetim gelene kadar yapacak bir şeyimiz olmaz. Bu arada vurgulanması gereken nokta, hiç bir bilginin sonsuza kadar gizli kalamayacağı.

Buralardan sızabilecek ya da doğrudan açıklanabilecek bazı bilgilerin içeriklerine bağlı olarak, şimdiden ¨Schadenfreude dokunulmazlığı¨ istiyorum. Ne gibi içerikler mi? Bir iki örnek:

Diyelim ki, tüm maddi kayıtlar ele geçti. Himmetler, yatırımlar, gelirler, harcamalar.

Gene diyelim ki, harcamalardaki kalemlerin biri, Abant Toplantıları’nda verilen paralar, hediyeler ve kimlere ne verildiği.
 

Ay İnanmıyoruuum!

Diyelim ki, bir başka harcama kalemi, Taraf Gazetesi’ne ilişkin. Çalışanların paralarını alamadıkları, Kemalizm, Cuntacılık, Askeri Vesayet vb. karşıtları olarak boş mideyle bedava çalıştıkları dönemlerde, gazete yönetimine açıktan gönderilmekte olan paralar (?).

İşte bu gibi durumlarla karşılaşacak olursak, Schadenfreude’yi  bir yana atarım ve çok gülerim. Çünkü bunlar insani hasarlar değil, artık mizah unsurlarıdır. Ne var canım, o kadar da gülelim.


Ne demiştik? İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşarmış.



“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder