Hüsnü Mahalli
Benim
için son dönemde işinden atılan, içeri atılan bir dolu demokrasi mücadelecisi
arasında iki kişinin ayrı bir yeri oldu. Birincisi, geçen yazımda anlattığım
Ahmet Şık.
İkincisi
ise Hüsnü Mahalli. Onun farklı bir durumu, çok ciddi bir sağlık sorunu var. Bu
öyle bir sorun ki, ataklarla gelişiyor ve bu ataklar da birtakım asabi rahatsızlıklarla
tetiklenebiliyor.
Yani
kısacası, sinirlenmemesi, üzülmemesi, zorlanmaması lazım.
Çok
sevdiğim, beni ülserden kurtarmış bir doktorum vardı. Rahmetli oldu. Her
muayenede bana tavsiyelerinin başında “sinirlenmeyeceksiniz Ziya Bey” gelirdi.
Ben de her defasında “nasıl sinirlenmeyeyim, burası Nişantaşı, arabayı park
etmek bile bir bela” diye cevap verirdim, gülüşürdük.
Hüsnü
Mahalli’nin işi çok daha zor. Ömrünü bu kahrolası bölgeyi gözlemeye,
araştırmaya, analiz etmeye adamış bir gazeteci. Aşağı yukarı yapmış olduğu her
analiz, her öngörü hayat içerisinde doğrulanmış. Ama bu konularda yapmış olduğu
uyarılar, büyük çoğunluk (bunlar
arasında önemli bir payı maalesef aydınlar
oluşturuyor) tarafından adeta görmezden, duymazdan gelinmiş.
Hep uyardı, adeta kimse duymadı |
Sadece
bu kadarı bile insanı çileden çıkartmaya yetecekken bir de dokuz köyden
kovulmuş. Kimisi Muhaberat ajanı demiş, kimisi çift taraflı çalışıyordur o
demiş. Demiş oğlu demiş.
Nihayet
devletimiz de olaya dahil oldu ve bir televizyoncu müsveddesinin ihbarı üzerine
önce gözaltına alındı, ardından da tutuklandı. Eş, dost ve arkadaş çevresinin
yoğun gayretleriyle bir hafta sonra hastaneye yatırıldı. Bir ay kadar yattıktan
sonra serbest bırakıldı, ama yargılanma süreci devam ediyor. “Cumhurbaşkanı’na hakaret” vb. suçlardan 7
yıldan fazla hapsi isteniyor.
Durumu
o kadar ilginç ki, onu “demokratik” isyancı güçlere karşı, faşist zalim Esad’ı
desteklemekle suçlayanlar vardı. Ama bunlar onun sözlerine, yazılarına ve
twitlerine ancak ağıza alınmayacak küfürlerle karşılık verebiliyorlardı.
“Yetmez
ama Evet” tavrına karşı olduğu ve bunu açıkça ifade ettiği için de YAE’ciler
tarafından Türk ulusalcısı, milliyetçisi olarak suçlanıp, türlü çeşitli
hakarete maruz kalıyordu. Suriyeli bir Arap olarak bunu bir türlü anlayamıyor
ve hoş üslubuyla “anlıyorsam Arap olayım” diyordu.
Hastaneden
tahliye edildikten sonraki ilk beyanatlarında, kendisini arayıp sormamış
olanlara kırgınlığını çok net ifade etti. Bunu çok normal karşıladım. İnsanlar
için sağlığını kaybetmeyi göze alarak birtakım tehlikelerin üzerine gidersen, o
insanlardan da bir şeyler bekleyebilirsin, normaldir.
Ben
de dahil olmak üzere, onu ziyaret etmek isteyen çok kişinin, o baskı altında
kendisine erişemeyecekleri fikrine kapılıp bu işten vazgeçtikleri inancındayım.
Bu
tür mücadeleler içinde yer alan birçok insanın benzeri duygusallıklar yaşamış
olduğunu biliyoruz. Burada önemli olan bu duyguların esiri haline gelmemek, bunu
yanlış saplantılara dönüştürmemek (yine bak. Nedim Şener).
Nitekim
Hüsnü Mahalli de eşinden ve çok sevdiği kızından izin alabildiği anda
kameraların ve halkın karşısına geçti ve mücadelesine kaldığı yerden devam
etti.
Bu
yazıyı, aslında geçen yazının bir parçası olarak tasarlamıştım. Sonradan vazgeçtim,
her ikisi için ayrı ayrı yazmaya karar verdim. Ama geçen yazıdaki bir dolu
ifade, bu yazı için de aynen geçerli. Tekrarlarsam ayıp olacak.
İlk
kez kısa bir yazı yazmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Ama bundan sonrası için
bana gene de pek güvenmeyin.
“Ceterum
censeo Carthaginem esse delendam...”
“Bana
soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır”
.................................................................................
“Si
vis pacem, para bellum!”
“Barışı
amaçlıyorsan, savaşa hazır ol!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder