Usta: “Yaz!” Dedi. Belki Utanan Olur
Birkaç
gün önce “Utanmazların Utancı” başlıklı bir yazıya başlamıştım. Aysel Tuğluk’un
annesinin cenazesinde olanlara ilişkin yorumları irdeleyen bir yazı olacaktı. Olanları
değil, olanlara ilişkin bazı yorumları! Yazdıkça hırslandım, alıntı örnekleri
arttıkça daha çok hırslandım ve sonunda yazmayı bıraktım. Evvelsi güne kadar...
Evvelsi
gün bozkırın tezenesi, büyük usta Neşet Ertaş’ın ölüm yıldönümüydü. Bir
arkadaşım, Instagram’da Usta’nın bir resmini paylaşmış. Resmin üzerinde de
Usta’dan alınma bir özlü söz var. Şöyle diyor büyük sanatçı, büyük insan: “Kendi
kendisinden utanmayan, yeryüzünde kimseden utanmaz”.
Dedim
ki kendime, senin daha dün vazgeçtiğin yazın, ‘utanmak, utananlar, utanmazlar,
utanma numarası yapanlar, mahcup olanlar’ vb. üzerine değil miydi? Sanki Usta
burada sana “haydi, vazgeçme, yaz” diyor. Burası biraz latife, biraz gerçek.
Zaten gönlüm yazmaktaydı.
Ve
yazıya geri döndüm.
Utanmazların Utancı (!)
Bu
ülkede bir cenaze ayıbı yaşandı. Neler olduğunu takip etmişsinizdir. En son
aşamada İçişleri Bakanı’yla tutuklananlardan birinin birlikte poz verdikleri
fotoğraf, kazuratın üzerine dikilen bir tüydü. Bu ahlaksızca eylem ve üzerine
bu fotoğraf, toplumun geniş kesiminde oldukça ciddi bir eleştiri dalgasına yol açtı.
O kadar ki, gözünü milliyetçi bir kin bürümüş olduğuna çeşitli vesilelerle
şahit olduğumuz bir Kürt milletvekili olan Aysel Tuğluk, bu güçlü tepkiye
şaşırdı ve “annemin cenazesine yapılan saldırı büyük bir
vahşet. Ancak bu saldırıya karşı toplumdan tek ses halinde gelen lanetleme,
kınama beni umutlandırdı. Annemin cenazesi umut ederim ki bazı şeyleri
sorgulamamıza gözden geçirmemize sebebiyet versin. Barışa karşı umudumuzu
kaybetmememiz gerektiğini bir kez daha anladım. Çözüm süreci bitmemiş olsaydı bunu
yaşamamış olabilirdik. Nasıl bu hale geldik. Biz de tabii ki barış sürecinin
sekteye uğramasında büyük hatalar yaptık. İki tarafın da hataları oldu. Umarım
annemin cenazesinde yaşanan bu hadise başka umutların kapısını açsın. Çünkü
toplumsal uzlaşmadan başka, barıştan başka çıkış yolumuz yok" demek
zorunda hissetti kendini.
Bunları
söylediği için parti yoldaşları daha sonra ona ne yaparlar bilemem, ama genelde
ne yapmadıklarını net olarak biliyorum. Şimdilik bu ifadeyi, Aysel Tuğluk’un
annesini kaybetmiş olmasının acısına verdiler ve bu yönde tek bir kelime
söylememeye dikkat ettiler.
Çünkü
onların kafalarında “Kürt” dışında bu ülkede yaşayan herkesin o cenazeye
yapacağı şey, yapılmış olanla aynıdır ve mesela ben, Türk (?) Ziya olarak,
aslında zamanında oraya erişemediğim için o eyleme katılamamışımdır.
Kusura
bakılmasın, ben HDP’de Ertuğrul Kürkçü ya da Mithat Sancar gibi unsurların bile
böyle düşündüklerine inanıyorum. Hatta Trakya kökenli olup eş durumundan
kendini Kürt zanneden bazı eski arkadaşlarımızın bile böyle hissettiklerini
izleyebiliyorum.
Peki,
neden böylesi acımasızca sayılabilecek bir hükme sahibim? Bu arada belirtmemde
fayda var, hayatımda hiçbir konuda sabit fikirli olmadım, ama bu hükmüm ancak
çok somut, bilimsel bazı karşı tezlerle çürütülebilirdi (zaten o nedenle hüküm
diyorum), bu da henüz başarılamadı.
Tahminim
odur ki, acısının biraz küllendiğine kanaat getirdiklerinde, parti arkadaşları
herhalde Aysel Tuğluk’a gerekli uyarıları yapacaklardır.
Utanma, Mahcubiyet Alıntıları
Bu
alıntıların tamamını vermeyeceğim, çok yer kaplar. Belki bir de tanıdık gelip
sahibini meydana çıkarır. Böyle dokundurma gibi ifadeleri sevmem, doğrudan
hedef alırım genelde. Ama burada ufak örneklerle, bir iki alıntıyla yetinmek
istiyorum. Açıkçası her yazıyı da takip etmedim, ama istatistiksel bir
çoğunluğa ulaştım.
“Ne
olduğunda mahcubiyet duyacak bu toplum?”, “İnsan olan güne utanarak başlar,
yüzünü yerden kaldıramaz bu ülkede”...
Twitter’da
buna benzer onlarca tweet’e, onların da yüzlerce retweet’ine rastladım. Demek
ki, utanan, mahcup olan ve diğerlerini (kimleri ?) bu nedenle garipseyen,
onlardan da aynı tavrı bekleyen, hatta o tavrı takınmadıkları için onları
kınayan bir dolu insan var. Ay, pek sevindim, ne hassasiyet, ne hassasiyet.
Konunun
ve bu konunun canlanmasına yol açan özdeyişin içerdiği yüksek hassasiyetin
bilincindeyim. O nedenle bu yazıyı okuyanlardan biraz edepsizce sayılabilecek
bir ricam var. Kızmayın, tecrübe konuşuyor. Lütfen bu yazıyı salt gözünüzle ya
da g.tünüzle değil, beyninizi de devreye katarak okuyun. Yanlış anlaşılmaya çok
müsait bir konu.
İşte İtiraf: “Asla Utanmıyorum!”
Tabii
ki aslında itiraf filan söz konusu değil, dobra dobra söylüyorum: “Asla
utanmıyorum!”. Şaşırmayın, nedenleri hepinizin anlayabileceği kadar
basit.
Dikkat
ettiyseniz, ‘nedeni’ değil ‘nedenleri’ dedim. Çünkü esas olarak çok farklı iki
düzeyde, iki farklı nedeni var bu tavrın. Daha fazla da sayılabilir, ama temel
nedenler bu ikisi.
Önce Kimlik Tespiti
İsterseniz
önce bu zaten utananların, mahcup olanların, utanma veya mahcubiyet bekleyenlerin kim olduklarına
biraz bakalım. Yapılan derme çatma bir istatistik bile, bunların çoğunluğunun,
bundan yedi sene önce “yetmez ama evet” sayhalarıyla (bu kelimeyi seviyorum)
sokaklara, gazetelere, dergilere, radyolara, televizyonlara çıkan ya da onları
gönülden destekleyenlerden olduğunu kanıtlayacaktır. Peki, bunların o
tavırlarından utandıklarına ilişkin tek bir ifadeye rastlandı mı? Bunu bir
kenara koyalım. Onlara bu yazıda söyleyeceğimiz daha çok söz var.
Ben Neden Utanmıyorum?
Affınıza
sığınarak söylüyorum, ben salak bir ütopyacı sosyalist değilim. Daha farklı bir
ifadeyle, kendini sosyalist sanan liberal bir salak hiç değilim. Bugünü,
bugünden yarını görebilmek için, dünü iyi bilmenin zorunlu olduğuna inanırım.
Bulunduğum ortamı, değiştirmek, dönüştürmek istediğim ortamı iyi tanımaya
gayret ederim. Solcuyu, dinciyi, Kürd’ü, Laz’ı, Alevi’yi, Sünni’yi, varsa Türk’ü,
hadi yakında yine iş başına düşecek olan Balkanlı’yı tanımak, bilmek, ne zaman
ne yapmış, ne yapar sorularına cevap bulmak zorundayım.
O
dün şunu yapmış, bu bugün şunu yapıyor, diğeri yarın şunu yapacak ya da
yapabilir diye utanmak ya da onların utanmasını bekleme lüksüm yok. Burada
benim açımdan devreye girecek olan (tarihi şahıs ya da) semt, Kasım Paşa’dır.
Haydi Biraz Tarih
Bu
şimdi utanan ya da utanç bekleyen zevat, örneğin Menemen Olayı’nın yıldönümünde
dinci kişilerin bir yedek subayın kafasını kesmelerini ve sırığa takıp
dolaştırmalarını, o ilçe halkının da buna karşı çıkmadıklarını hatırladıklarında,
bir utanç duyuyor mudur ya da toplumdan bir mahcubiyet bekliyor mudur?
Bir
de benim birinci ağızdan dinlediğim bir olayı katalım buraya. Bakalım utanç,
mahcubiyet düzeyi ne olacak?
Dedem,
annemin babası Mehmet Duyuldu, Balkanlardan göç ettirilip yerleştirildiği
İnegöl’de bir yandan ufak atölyesinde takunya üretirken bir yandan da (Balkan
eğitimli biri olarak okuma yazma ve Kuran bildiğinden) geçimini sağlamak için
çevresindekilere hafızlık öğretiyordu. Bugün İnegöl’de belli bir yaşın
üzerindeki kişilerce hâlâ ‘takunyacı Hafız’ adıyla hatırlanır. İstiklâl
Madalyası vardı. Bir gün ona Kurtuluş Savaşı’nı sordum. “Yazıcıydım” dedi.
“İyimiş” anlamına gelen bir şeyler söyledim. Çok kızdı. Yakasız mintanını
sıyırdı ve üç kurşun yarasının izini gösterdi. Meğer İnegöl yakınında bugün de
‘Kanlıbayır’ adıyla bilinen yer Yunan ordusuyla en kanlı çatışmaların olduğu
yerlerden biriymiş. Orada vurulmuş.
Buraya
kadar sadece onu tanıtmaya çalıştım. Yani dindar, hafız, hoca. Önemli dinsel
takıntısı ise futbol oynanmasına karşı olmasıydı.
Daha
sonra bana bir şeyler daha anlattı. Yunan Ordusu İnegöl’ü ele geçirdikten
sonra, orada yaşayan yobazlar Yunan subaylarına tek tek (onun tabiriyle)
Kuvvacı evlerini göstermişler. Daha önce kaçabilen kaçmış, kaçamayanlar çok
zulme uğramışlar, hükümet meydanında kuruna dizilenler, asılanlar ve tabii ki
evlerde de ırzına geçilenler olmuş. Ve dedem bana dedi ki (sene 1966, ben on
iki yaşındayım): “Uyanık olun, Yunan düşmandı, gitti. Asıl düşman içeride.
Müslüman komşusunu ihbar eden Müslüman, her kötülüğü yapar.”
Annemle
bir gün arayla biri İnegöl’de biri İstanbul’da hakka yürüdüler. Birbirlerinin
ölümünden haberleri olmadı. Neden böyle dinsel bir ifade kullandım? Bunun da
nedeni var.
Etnik Katliamcı Başka, Dinci Katliamcı Başka
Din
faktörü, dikkat çekecek ölçüde dillere yerleşmeye başladı. Bu yukarıda
bahsettiğim utananlar, mahcuplar, bunu toplumdan isteyenler, tweetlerinde son
zamanda Tanrı’ya da sığındılar. Ateist olduğunu iddia edenler bile “eğer varsa,
onları affetmez”, “Allah belalarını versin”, “Allah onları kahretsin” gibi
ifadelere sıkça başvurur oldular.
Ben,
bu tarihi bilen biri olarak (Menemen, İnegöl yetmedi mi, eksik mi kaldı? Daha
var: Çorum, Maraş, Sivas ..., son yıllarda Ankara, Diyarbakır, Suruç ve bir
sürü...) Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldıranların sloganlarında çok
net bir ifade algılıyorum: “Ermeni, Alevi” ifade ediliyor, Kürt yok. Din var,
etnisite yok, Ermeni gavur anlamında, etnisite hâlâ yok. Ya da dinsel faktör
sanki daha önde. Zaten Türk mezarlığı da yok, Müslüman mezarlığı var.
Menemen’de
kafa kesenden, Sivas’ta insan yakana, Suruç’ta oyuncak götüren gençleri
parçalayandan, Ankara’da cenazeye saldırana kadar bu oldukça geniş
yelpazedekileri tanıyorum. Menemen’de görmezden gelenden, Sivas’ta tezahürat
yapana kadar hepsini tanıyorum. Elinde bayrakla poz veren Samast’ın
yanındakileri, Ankara’da karakolda çekilen fotoğraftakileri tanıyorum. Onlardan
neden utanayım, hepsini tanıyorum, ne olduklarını, ne olabileceklerini, neler
yapabileceklerini biliyorum. Ne yaptıklarını okudum, gördüm. “Acaba gene yaparlar
mı? Yok canım, herhalde artık bu devirde de yapmazlar” deme lüksüm yok.
Bak,
şimdi aklıma geldi, araya katıvereyim. Yıllar önce bu utangaçlardan biri, “bu
ülkede kendine komünist diyenler iktidara gelseydi, en az beş milyon insanı
katlederlerdi” mealinde laflar etmişti bir röportajında. Aynı yıl yapılan
referandumda neyi savunmuştu peki? Yetmez ama evet’i tabii ki. Peki, o zaman
kendisine “hata yapıyorsunuz, bu adamların niyeti kötü” dediğimizde bize ne
demişti o utangaç: “Faşistler!”
Daha
önce dedemin örneğini verdim. Tarihten bir örnek daha vereyim mi? Ne garip
rastlantıdır ki, (Prof.Dr.Celal Şengör’den) Sakarya Meydan Muharebesi’nden
kaçan asker oranı da yaklaşık % 46’dır. Tanıdık geldi mi?
Ensar’dan
bahsetmem de gerekiyor mu? Karısını vurmak için bile ancak pusu kurup arkasından
ateş edebilenlerden? Acaba benden mi diye şüphelenip, çocuğunu öldürenlerden?
Yetmiş yaşında ak sakallıyken on üç yaşında kızla evlenenlerden? Bu işin
aslında dokuz, hatta altı yaşında da olabileceğini söyleyenlerden?
Gene
dinsel takılayım, Allah korusun, mutlak iktidara sahip olduklarında, Abant’taki
masum masörün daha önce ovduğu hangi boyunlara vinçlerdeki iplerin
geçirilmesine onay vereceği hakkında bir fikrim var. Yıllar önce İletişim
Han’ın merdivenlerinde rastladığım mütedeyyin aydınların (lafa bak), hangi
postlarda oturup nasıl hükümler vereceklerine dair de çeşitli fikirlerim var.
Haydi
diyelim bunlar faraziye. Öylemesine sallıyorum. Kontrollü ya da değil, 15
Temmuz’da harekete geçenlerin arasında o emirleri aldıkları sümüklü vaizin
sümüklü mendilini yiyenler vardı. Adamlar inkar etmiyor, bu da mı faraziye.
Peki, Bu Utangaçlar Kim?
Yazmadan
duramayacağım. Bu “utangaçlar” ya da “utananlar” kelimelerini gördüğümde,
aklıma bu ifadenin yetersiz kaldığı fikri saplanıyor. Eski bir paralelliği de devreye
sokarak “kullanışlı utangaçlar” ifadesini kullanmak sanki hem daha hoş hem de
daha bilimsel gibi geliyor bana. Peki, kim bunlar?
Bunlar
gerçek hayatı, tarihi, insanları, insansıları velhasıl hiç bir moku doğru
dürüst tanımayan, yaşanmışlıklardan ders almayıp salakça aynı konuda yeniden
denemeler yapan, gene tanımak için zahmete girmediği ama kendisine hedef olarak
gösterilen düşmanlarına kin duyan, dünyaya o kinin penceresinden bakan
insanlar. Örnek: Gazi Mustafa Kemal Atatürk adını duyduğunda ya da onun resmini
gördüğünde aklına gelen ilk şeylerin İstiklâl Mahkemeleri (ki o yukarıda
bahsettiğim % 46 vb. durumlar için kurulmuştur, savaş görmüş her ülkenin
tarihinde de vardır), Prof.Dr.Afet İnan (6, 9 ya da 12 yaşında değil, koskoca
Prof.), Sabiha Gökçen (Ermeni veya değil, bana ne, sana ne) olduğu insanlar.
Biraz
zorlama gibi algılanabilir, ama sanki yeri geldi. Son bir örnek vermek
istiyorum, olabildiğince objektif değerlendirmeniz ricasıyla:
Geçtiğimiz
yıllarda bazı yazarlar, yazılarında kullandıkları “bidon kafalılar”, “göbeğini
kaşıyan adamlar” gibi ifadeler nedeniyle, bu kullanışlı utangaçların çoğu
tarafından “faşist“ olmakla suçlandılar. Hâlâ da öyle tanımlanıyorlar. Dikkat
edin, daha hafif bir tanımlama değil: “FAŞİST”. Şimdi, kendisinden utanılacak
nitelikte büyük bir kitle adına utanan, kendisini o pozisyonda gören, kendinde
o hakkı bulan birileri size de sanki biraz faşizan gelmiyor mu? En azından daha
üst, elit bir noktada değiller mi?
İşte
tartışmanın çıkacağı nokta tam da burası. Ben de elit değil miyim? Elbette
öyleyim. İçine doğmuş olduğum koşullar beni elit olarak nitelenebileceğim bir
noktaya getirmiş (tabii sonra benim de biraz katkım var, çok okudum) . O ufacık
(belki de büyük) fark burada devreye giriyor. Ben, benim gibi elit olmayanların
yaptıkları ya da yapmadıkları şeyler için utanmam. Buna hakkım yoktur. Eğer ben
elitsem, bir misyonum olmalıdır ve bunun içinde onlar adına utanma değil,
onlara bir şeyler verebilme olmalıdır. Kalkıp da birisi bana “ulan, sen kim
oluyorsun da benim adıma utanıyorsun” derse, son derece haklıdır ve söyleyecek
sözüm yoktur. Bu ayrı bir sürü yazının konusu.
Peki,
ben utanmaz mıyım? Utanma duygum mu yok? Vardı da aşındı mı? Hiç mi kalmadı?
Tümüyle
duruyor. Ama ben bu duygumu benimle eşit, benim gibi elit insanlar için
kullanıyorum, daha doğrusu ben kullanmıyorum, kendisi devreye giriyor. Birkaç
örnek: “Sen şucuydun, değil mi?”, “yahu, ne yaptı bu sizinkiler?”, “filanla
hâlâ görüşüyor musun?”, “o referandumda sen de mi şey demiştin?”, “yahu, senin o
abi(ler) neler saçmalıyor Allah aşkına?”
İşte
dan, dun utanç bombardımanı. Denebilir ki, burada da sana o elitlerden birisi
çıkıp, “ulan, sen kim oluyorsun da benim adıma utanıyorsun” diyemez mi?
Diyemez. Yıllardır bu konuda yazıyorum, kitap yazan bile oldu. Daha bu
kullanışlı apt, pardon utangaçlardan hiçbiri tek kelime söylemedi. Burada
yukarıdan faşizan tavır yok, eşitler, elitler arasında mücadele. Tam er
meydanı.
Son Söz
Son
söz dediğime bakmayın. Dilim ya da elim hareket ettikçe, bir sözüm hep olacak.
Bu
utanma, mahcubiyet, ahlâka uygun ya da uygun olmayan tavırlar, riya, elitizm
vb. konular beni hem sinirlendiriyor hem de bu konularda yazmak hoşuma gidiyor.
Yani demem o ki...(arkası gelecek)
“Ceterum censeo Carthaginem esse
delendam...”
“Bana soracak olursanız, Kartaca
mutlaka yıkılmalıdır.”
“Si vis pacem, para bellum”
“Barışı istiyorsan, savaşa hazır
ol”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder