23 Şubat 2018 Cuma

Mecburi Bir Ara


Bir dizi yazı planlayıp, blogta yazmaya başlamıştım. Safça iyi niyete bak, adamı hiç planlı bir şey yapmaya bırakırlar mı? Ömer Laçiner ve Hasan Cemal ile ilgili yazıları yayınladım, Murat Belge hakkındaki yazıyı bitirdim. Tam bloğa koymak üzereyken, adamın kıfı kalktı, Oxford’a gidesi tuttu.

Ortalık birbirine girdi. Her kafadan bir ses çıktı. Kimisi “kaçıyor” dedi, kimisi “ayıptır , bu yaptığınız linçtir” dedi. Murat Belge söylenenleri pek muhatap almadı, “ben oralara çok gittim, bu gidişim de sadece akademik” demekle yetindi.

Fakat onu önder bellemiş bir kitleyi zaptedebilmek pek mümkün olmadı. Kimisi yıllardan beri taş altında kurbağa gibi sesini çıkartmadan oturan, kimisi gene de kendini unutturmamak için bu konulara girmeksizin başka uzmanlıklara yelken açmış olan, kimisini de sadece yüzsüz zevzekler olarak niteleyebileceğimiz bir dolu insan, erişebilecekleri her yerde YAE karşıtlarına saldırdılar.

Facebook yıkıldı, Twitter az daha patlıyordu. Dergi köşelerinde yerleri olanlar uzun, sert yazılar döşendiler. Konuyla ilgili olduğum halde, çoğunu gözden kaçırdım. Ama eldekiler zaten tümü hakkında bir fikir veriyor.

Sakın yanlış anlamayın! Bu tavrı insani açıdan anlayışla karşılamaya çalışıyorum. Düşünsenize, bilmediğiniz birilerine uyup büyük bir hata yapmışsınız, sizi bu konuda uyaranlara sarf etmediğiniz hakaret kalmamış, çok kısa süre sonra, soldaki arkadaşlarınıza tercih ettiğiniz ve bu yolları birlikte yürüdüğünüz insanlar size “isterseniz kusura da bakabilirsiniz, buraya kadar” demiş. Hatta onlardan biri, “bugün ne yapabiliyorsak, referandumdaki evet sayesinde yapabiliyoruz” demiş. Burada yedi yılda neler yapabildiklerini sayabilmek zor ve gereksiz, hepsini beraber yaşadınız. Bir de bu yedi yıl boyunca (bence haklı olarak) ensenizde boza pişiren YAE karşıtlarından çektiklerinizi sayarsak, bu akademik geziyi, daha doğrusu bu konudaki eleştirileri, bir çığlık fırsatı olarak görmeniz normaldi artık.

Peki, bu durumun bana etkisi ne oldu? Çok komik. Dizinin üçüncü yazısı adeta elimde kaldı. Onun yerine bu Oxford gelişmesi üzerine bir yazı koymak zorunda kaldım. Murat Belge yazısı zaten hazır, hemen ardından o gelecek. O yazının hedefi başka. Oxford meselesi o yazıda yok.

Ama hemen o yazının ardından yine bu konuya girmek, yani diziye bir kez daha ara vermek zorundayım. Çünkü okuduğum yazılardan anladığım, bu kendinden geçmiş YAE’ci kitlenin çok zor zaptedilebileceği. Yazı dizisinin sıradaki YAE’ci kahramanları biraz daha beklemek zorunda kalacaklar.

Bir üzüntümü ifade etmeden bu kısa yazıyı bitirmek istemiyorum. Yavaş yavaş başka konulara yönelmekteydim, ama büyük yanılgı içindeymişim. Bu YAE’ci patlama ve yazılarının içeriği, bu akımın bir tür irtica gibi, biraz başıboş bırakıldığında yeniden canlandığını, başkaldırdığını kanıtladı.

Demek ki, bu konuda daima uyanık olmak gerekiyor. Ne de olsa önümüzde dandik de olsa seçimler var. Ne olur, ne olmaz.


“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”

“Si vis pacem, para bellum”

“Barışı istiyorsan, savaşa hazır ol”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder