Mecburi Bir Ara
Bir dizi yazı planlayıp, blogta
yazmaya başlamıştım. Safça iyi niyete bak, adamı hiç planlı bir şey yapmaya
bırakırlar mı? Ömer Laçiner ve Hasan Cemal ile ilgili yazıları yayınladım, Murat
Belge hakkındaki yazıyı bitirdim. Tam bloğa koymak üzereyken, adamın kıfı
kalktı, Oxford’a gidesi tuttu.
Ortalık birbirine girdi. Her kafadan
bir ses çıktı. Kimisi “kaçıyor” dedi, kimisi “ayıptır , bu yaptığınız linçtir”
dedi. Murat Belge söylenenleri pek muhatap almadı, “ben oralara çok gittim, bu
gidişim de sadece akademik” demekle yetindi.
Fakat onu önder bellemiş bir kitleyi
zaptedebilmek pek mümkün olmadı. Kimisi yıllardan beri taş altında kurbağa gibi
sesini çıkartmadan oturan, kimisi gene de kendini unutturmamak için bu konulara
girmeksizin başka uzmanlıklara yelken açmış olan, kimisini de sadece yüzsüz
zevzekler olarak niteleyebileceğimiz bir dolu insan, erişebilecekleri her yerde
YAE karşıtlarına saldırdılar.
Facebook yıkıldı, Twitter az daha
patlıyordu. Dergi köşelerinde yerleri olanlar uzun, sert yazılar döşendiler.
Konuyla ilgili olduğum halde, çoğunu gözden kaçırdım. Ama eldekiler zaten tümü
hakkında bir fikir veriyor.
Sakın yanlış anlamayın! Bu tavrı
insani açıdan anlayışla karşılamaya çalışıyorum. Düşünsenize, bilmediğiniz
birilerine uyup büyük bir hata yapmışsınız, sizi bu konuda uyaranlara sarf
etmediğiniz hakaret kalmamış, çok kısa süre sonra, soldaki arkadaşlarınıza
tercih ettiğiniz ve bu yolları birlikte yürüdüğünüz insanlar size “isterseniz
kusura da bakabilirsiniz, buraya kadar” demiş. Hatta onlardan biri, “bugün ne
yapabiliyorsak, referandumdaki evet sayesinde yapabiliyoruz” demiş. Burada yedi
yılda neler yapabildiklerini sayabilmek zor ve gereksiz, hepsini beraber
yaşadınız. Bir de bu yedi yıl boyunca (bence haklı olarak) ensenizde boza
pişiren YAE karşıtlarından çektiklerinizi sayarsak, bu akademik geziyi, daha
doğrusu bu konudaki eleştirileri, bir çığlık fırsatı olarak görmeniz normaldi
artık.
Peki, bu durumun bana etkisi ne
oldu? Çok komik. Dizinin üçüncü yazısı adeta elimde kaldı. Onun yerine bu
Oxford gelişmesi üzerine bir yazı koymak zorunda kaldım. Murat Belge yazısı
zaten hazır, hemen ardından o gelecek. O yazının hedefi başka. Oxford meselesi
o yazıda yok.
Ama hemen o yazının ardından yine bu
konuya girmek, yani diziye bir kez daha ara vermek zorundayım. Çünkü okuduğum
yazılardan anladığım, bu kendinden geçmiş YAE’ci kitlenin çok zor zaptedilebileceği.
Yazı dizisinin sıradaki YAE’ci kahramanları biraz daha beklemek zorunda
kalacaklar.
Bir üzüntümü ifade etmeden bu kısa
yazıyı bitirmek istemiyorum. Yavaş yavaş başka konulara yönelmekteydim, ama
büyük yanılgı içindeymişim. Bu YAE’ci patlama ve yazılarının içeriği, bu akımın
bir tür irtica gibi, biraz başıboş bırakıldığında yeniden canlandığını, başkaldırdığını
kanıtladı.
Demek ki, bu konuda daima uyanık
olmak gerekiyor. Ne de olsa önümüzde dandik de olsa seçimler var. Ne olur, ne
olmaz.
“Ceterum censeo
Carthaginem esse delendam...”
“Bana soracak
olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”
“Si vis pacem, para
bellum”
“Barışı istiyorsan,
savaşa hazır ol”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder