Gene O Mahut Mesele: Siyasal Ahlâk
Bu blogta bir seri yazı yayınlamaya
karar vermiştim. Amacım, bazı yazı ve tavırları eleştirerek, siyasetteki ahlâki
düzeye dikkat çekmekti. Tabii burada bahsettiğim genel ülke siyaseti değil, sol
siyaset.
İlk iki yazı Ömer Laçiner ve Hasan
Cemal ile ilgiliydi. Onları yayınladım. Üçüncü yazıyı Bay Belge hakkında
hazırlamaktaydım ki, Oxford meselesi patlak verdi. Bu konuda sosyal medyayı çok
çeşitli ve çok ağır eleştiriler kapladı.
Kimseye hakaret etmek gibi bir
niyetim yok, ama bu YAE’cilere söz söylemekten vazgeçmeye de niyetim yok. Onlar
belki okumuyorlar, okusalar da aldırmıyorlar, önemli değil. Mutlaka okuyan
birileri var. Olmasa da bunları geleceğe bir not olarak yazmakta yarar
görüyorum. Herkesin de yazmasından yanayım.
Yolun açık olsun! Bizi unutma sakın. (YAE karşıtları) |
Bay Belge hakkında sert eleştiriler
yayılınca yine sosyal medyada, onu korumak amaçlı gibi, aslında kendini
korumaya çalışan bir takım bünyeler fışkırdı. Ana tema şu: Yok, “efendim,
Afrin’de savaş var, savaşta şehitler var. Sırası mı YAE teranelerinin?”
(terane, Bay Belge’den alınma). Yok, “bugün hâlâ bunları mı konuşacağız?” Yok,
“ne kadar belirleyici etkisi oldu ki referandumda ‘yetmez ama evet’in?” Yok,
“zaten bizimki linç kültürü”. Yok, “Kemalistler de şöyle yapmıştı” vb. Belki
inanmayacaksınız, hayvanlar dünyasından, La Fontaine’den masallar bile yazan oldu.
Ama bu karşı çıkanlar arasından,
“yahu, bu işi biz de yapmıştık” diyen çıkmadı. Hanımlar, beyler! Yazılar,
röportajlar, açık oturum görüntüleri vb. saldırı kayıtları internette
bulunabiliyor.
Genel Tespit
Bundan sonraki blog yazılarımı da
kapsayacak şekilde, genel bir ifadede bulunmak istiyorum: “Bu memleketin ve
insanlarının başına son yıllarda olumsuz olarak ne geldiyse, bunların miladı 12
Eylül 2010 referandumu ve ana sorumluları da yetmez ama evetçi “sol
liberaller”dir. Bunu, en azından milat kısmını, dönemin Başbakan Yardımcısı
Arınç, gayet net ifade etmişti. Dönemin başbakanı da kendilerine balkon
konuşmasında hasseten teşekkürlerini sunmuştu.
Aslında itiraf etmeliyim ki, Oxford meselesinde alınması gereken tavır konusunda oldukça ikircikliyim. Daha net
söyleyeyim. Bay Belge’nin şahsına karşı yürütülmekte olan şiddetli linçe
karşıyım. Bence gereksiz. Bir sürü adam benzer şekilde gitti, onlara bu kadar sert davranılmadı.
Diğer yandan bu YAE’ciler şimdiye
kadar yapageldiğimiz eleştiriler karşısında öyle bir tavırla suskun kaldılar
ki, insanın cinleri ister istemez kabarıyor. Bugün "linç var, linç var!
Linç yapılıyor!" diye feryat edenlerin, Ergenekon, Balyoz vb. davalar
sürerken ya da 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde karşı tavır alanlara neler
söylediklerini hatırlamalarında yarar var. Birkaç örnek: "Cuntacılar, postal
yalayıcılar, faşistler vb". Bunlar linç ya da hakaret sayılmıyor mu?
Farklı Bir İtiraz
Farklı bir itiraz biçimine daha
rastladım. Bir arkadaşım Twitter’da "linç var" diye bağırmak yerine, kendince
şık bir yöntem seçmiş ve Bay Belge'nin bugüne kadar yapmış olduğu işleri
gösteren (tabii ki) upuzun bir liste yayınlamış. Herhalde diyor ki, "şu
listeye bir bakın, bunca işi yapmış bir insan linç edilir mi?"
Bu arkadaşım, bu
itiraz biçimini daha önce kendisi ile ilgili olarak da kullanmıştı. “Mutlaka
birtakım insanların istediği gibi dizüstü çökmek mi lazım, insan yaptıklarıyla
da bir özeleştiri veriyor olabilir, mesela ben bla, bla, bla” (Hızlı ve
saldırgan bir YAE militanıydı, daha sonra blog yazıları, kitap vb. yollarla
kendince özeleştirimtrak şeyler yaptı).
Bak canım olmuyor, öyle olmuyor. O hata
(!) var ya, insanın boynuna asılıyor, ölene kadar eşlik ediyor. Haaa, derseniz
ki, özeleştiri onu silip yok ediyor mu, aslında o da tam manasıyla olmuyor. Ama
hiç olmazsa yeni bir başlangıç noktası sunabiliyor.
Buraya eklemek istediğim bir nokta
daha var. Devrimci mücadeleye şu ya da bu düzeyde katılmış binlerce insanın
emek ve fedakârlıkları, kitap, dergi, yazı, şiir vb. yollarıyla görünür hale
gelmediği için yok mu sayılacak ya da değerlendirilmesi nasıl olacak? Bunun
biraz zor anlaşılacağını tahmin ediyorum.
Bir Senaryo, Bir Soru
Bir senaryo yaratalım. Diyelim ki,
ülkede sert bir mücadele sürüyor. Bir miktar devrimci gencin yaşadığı bir
mekanda, onlarla birlikte eylemlere katılmayan, ama onlara varolan tüm imkânlarını
sunan, gece gündüz onların işlerini yapan bir genç, daha az mı devrimcidir,
gibi?
Sorusunu da soralım. Diyelim ki, bu
genç günün birinde büyük bir suç işledi (ya da hata yaptı). Kendisinden
özeleştiri isteyen arkadaşlarına, “ama ben de o kadar yemek yaptım, bulaşık,
çamaşır yıkadım” mı diyecek?
Görüldüğü gibi yapılan olumlu işler
(yazı, çizi, kitap, film vb.) ayrı, hatalar, suçlar ayrı. Bazı hatalar ya da
suçlar vardır ki, mesela ben onu yapmış olan kişiyle artık aynı evde oturmak,
onun yaptığı yemekleri yemek istemem. Bunu düzeltmenin başka yolları olmalıdır
ve de vardır.
Birkaç Farklı Hata Örneği
Belki biraz zorlama olacak ama
birkaç farklı tarihi örnekle, yapılan bazı hataların geriye dönüşünün ne kadar
zor olabildiğini anlatabilmek istiyorum.
İlki aslında yanlış olan ya da
yanlış kullanılan bir örnek:
Sevgili anti-Kemalistlerimiz
(özellikle de çömezler, ki alayı YAE’cidir), “Atatürk ne yaptı da böyle
kızgınsınız” sorusuna pek sağlıklı cevaplar veremezler. Ustalarından en yoğun
olarak duydukları “vesayet, darbe vb” kelimeleri tekrar ederler, o kadar.
Ustalarından da çok farklı ve detaylı cevaplar gelmez aslında: “İzmir Suikasti
davaları, İstiklal Mahkemeleri, Kürt isyanları, özellikle de Dersim, tüm askeri
darbeler, Bonapartizm vb.” Bunlar başka yazıların konusu aslında.
Peki, Atatürk’ün yaptığı olumlu
şeyler nedir diye sorduğunuzda, pek cevap almazsınız. Yani YAE’ciler, kendileri
için şikayetçi oldukları tavrı bu konuda aynen gösterirler. Bay Belge’nin ya da
diğer arkadaşımın yazdıkları yazılar, kitaplar nasıl havaya gidiyorsa, TC’nin
kuruluşu ve bağlı devrimler de havaya gider. Ayrıca bunlara yöneltilen 27 Mayıs
1960 ve 1961 Anayasası konuları zor sorular oluşturur. Ben bu konuda en yetkili
antikemalistlerden birinin kıvrak göbek dansını izlemiştim. Çok acıklıydı.
İnsanın hayatında yaptığı bir büyük
hatanın izi, yalnızca diğer insanlarca değil, kendisince de takip edilir ömür
boyu. Biri bizden biri Dünyadan iki örnek vereceğim.
Bizimki, ismi lazım değil, (isteyen
Bay Belge’ye sorsun, o yazdı son kitabında şairlerle ilgili olarak bu tür
dedikoduları) bir tarihte polis tarafından yapılan bir operasyonda topluca
içeri alınan onlarca komünistten biridir. O zamanın meşhur polis merkezi
Sansaryan Han’da işkenceye tabi tutulurlar. Bizimki nedense henüz bir fiske
bile yemeden konuşur. Aslında daha önce de polisten ölümüne dayaklar yemiş,
daha sonra da hapse düşmüş, bilinçli bir kişidir. Ama nedense o gün, orada
çözülüverdiği anlatılır (ben birlikte tutuklanan birinden canlı dinledim, o
dönem solcularının birbirleri hakkında söyledikleri her zaman pek sağlıklı
olmaz, ama bana anlatılan bu).
Bu tevkifat ve hapis döneminden
sonra uzun süren derin bir sessizliğe gömülür. Sol şiirin hepsi birbirinden
kıymetli, hepsi birbirinden güzel örnekleri yıllar sonra tek bir kitapta
toplanır. Kitap birçok baskı yapar. İlginç olan nokta, bu şiirlerin tamamının
tevkifattan önceki döneme ait olmalarıdır. Daha sonraki tek şiir kitabı ise pek
ilgi görmez. Denir ki, bir daha hiç bir şiirinde aynı lezzeti yakalayamamıştır.
Yani demem o ki kardeşler, yapılan
bir siyasi hatanın insanın kendi üzerindeki etkisinin de yıkıcı ya da en
azından yıpratıcı olma durumu var. Tabii bu herkes için geçerli olmuyor.
“Kandırıldım”, birkaç gün sonra “yok yahu, kandırılmamışım“ diyeni var. Tüm
suçu asrın liderinin şahsına yükleyip “ondan alacaklıyım” diyeni var. Hiç bir
ses çıkartmayanı var (ama yazmaya devam ediyor). Varoğlu var da, “arkadaşlar,
ben bir halt ettim” diyeni yok. Ne yapalım, bizim “solcu aydın” malzememiz de
bu.
Gelelim dünyadan örneğe.
1920 Nobel Edebiyat Ödülü’nü
Norveçli yazar Knut Hamsun aldı. Dilimize de çevrilmiş en meşhur eserleri, “Açlık”, “Pan”, “Göçebe”dir. 2.Dünya Savaşı
öncesinde Nazi yanlısı bir tavır sergiledi. Savaşta Norveç’in Hitler tarafından
işgaline karşı çıkmadı. Hatta almış olduğu Nobel Ödülü’nü 1943 yılında
Göbbels’e hediye etti.
Hani demiş ya: ¨Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini,müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler¨ diye. |
“Savaş bitip
işgal sona erdiğinde son derece kırgındır Norveçliler en büyük yazarlarına.
Devlet tarafından yargılanır ve cezalandırılır. Fakat Norveçliler ne hakaret
ederler, ne bağırıp çağırırlar ne de intikam hissiyle saldırıya geçerler.
Peki, ne mi
yaparlar?
Bir sabah, genç
bir Norveçli, elindeki Hamsun kitabını yazarın evinin önüne bırakıp sessizce
uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha kitap bırakır aynı yere. Sonra biri daha,
biri daha, biri daha... Oslolular ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar
yazarın kapısının önüne. Ne bir arbede yaşanır, ne de kötü bir laf edilir.
Kırgın Norveçliler kitapları sessizce bırakıp dağılırlar. Adeta kendi
kitaplarından bir dağ oluşur Hamsun'un bahçesinde. Bu zarif tepki, doksan küsur
yaşındaki yazara ömrünün en acı dersini verir. Pişman, mutsuz ve utanç içinde
yumar hayata gözlerini…” (Tırnak içindeki
paragraflar artfullliving.com.tr sitesinden).
Demem o ki, biraz zeka, biraz
da zarafet ve medeniyet, taşla sopayla yaratılan tahribattan çok daha asil ve
etkili sonuçlara yol açabilir…Ve böyle açılmış yaraların sağaltılması da bazen çok
daha zordur.
Tam bunu yazmıştım ki, Bay
Belge’nin bu konudaki açıklamasına rastladım.
K24'ten Murat
Şevki Çoban'a konuşan Belge, “Benim
İngiltere’deki akademik çevrelerle ilişkim her zaman olmuştur. Daha önce de
gittim, çalıştım, geldim. Şimdi olursa, gene gider, çalışır, gelirim. Mesele
budur. Mesele sadece akademik" demiş.
İşte bu
dizinin amacına ve yazının ilk paragrafındaki soruna geri döndük.
Bay Belge,
anladığım kadarıyla kimse size Oxford’a neden gittiğinizi sormuyor. Sizden
cevabı beklenen soru şu:
“Bu işi
yaparken neden yüzlerce KHK mağduru vb. kişinin yardımına ihtiyaç duyduğu ‘Risk
Altındaki Akademisyenler Konseyi’nin imkânlarını kullanıyorsunuz?”
“Ceterum censeo
Carthaginem esse delendam...”
“Bana soracak
olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”
“Si vis pacem, para
bellum”
“Barışı istiyorsan,
savaşa hazır ol”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder