Ortadoğu, Satranç ve Keten Helva (2)
Burada yazacaklarım aslında yazının son bölümü
olacaktı, ama yazmaya söz verdiğim anılar (3.Bölüm) çok uzayınca, bu bölümü
ikinci sıraya, anıları da sona aldım. Meraklısı onları da okur. Aslında konuyu
destekleyen anılar onlar. Bence okunmalarında da fayda var. Ama yazının önemli
olan kısmı bu: Yani bu ikinci yarısı.
Bu yazıyı hazırlarken, sevgili ağabeyim Ömer
Laçiner’in www.birikimdergisi.com
adresinde 4 Aralık’ta koyduğu ¨Satranç Maçını Tavlayla Karıştırmak¨ yazısına
rastladım. Heyecanlandım. Onun da yazıda belirttiği gibi, devletler, siyasi
partiler ve bunların yönetimleri arasındaki siyasal mücadeleleri satranç metaforu
ile açıklamak çok yaygın. Eyvah, yoksa aynı şeyleri mi söylüyorduk? Son
yıllarda çok ayrı noktalara savrulmuştuk. Ben Ergenekoncu, Balyozcu, postal
meraklısı filan olmuştum. O da Abant toplantılarına filan devam ediyordu. Ama
tabii bir yandan da aklın yolu birdi. Benzer içerikte buluşmuş olabilirdik de.
Ayrıca yıllar sürmüş ortak geçmişimiz de vardı. Haydi hayırlısı.
Yazısını büyük bir iştah ve korkuyla okudum. Ya
benimle aynı şeyleri söylüyorsa? O daha meşhur, tabii herkes onun yazısını
tercih edecek. Ben de bir kere yazmaya başlamış bulundum, ne yapacağım? Neyse
korktuğum başıma gelmedi, tabii benzer yanlar var, ama o başka bir yoldan
gitmiş. Bence çok da başarılı. Hem de bu sefer oldukça kolay okunuyor. Okumanızı
tavsiye ederim.
Neyse biz kendi yazımıza dönelim.
Satrançta Biz Ne Yaptık?
Osmanlı
İmparatorluğu’nun son ve Türkiye Cumhuriyeti’nin genç yıllarında devlet
ricalini oluşturanların, subayların, aydınların, öğretmenlerin satranca meraklı
oldukları biliniyor. Cumhuriyette dünya eğitim tarihinde devrim sayılabilecek
en önemli gelişmelerden biri olan Köy Enstitüleri’nde satranç, müfredatta yer
alıyordu. Orta dereceli okullarda da satranç kolları vardı. Halkevleri’nde de
satranç öğretiliyor ve turnuvalar düzenleniyordu.
Cumhuriyet’in
başlangıç döneminin yarattıklarını ve başarılarını silmek isteyen güruh
yönetime geldiğinde (1950), bir sürü imha edilen kıymetin arasında, Köy
Enstitüleri gibi, satranç da yerini aldı. Ancak bizimki gibi köklü okullarda
bir süre daha yerini koruyabildi. Yazının üçüncü parçasında, bu konuya ilişkin
hoş (ve acıklı) bir anımı anlatıyorum.
Osmanlı’nın
son dönemiyle Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde satranca olağanüstü bir önem
verildiğini söyledim. Bu, bize bir tek şeyi gösterir, o dönem insanlarının son
derece ileri görüşlü, vizyoner, yurtsever (bunu ulusalcı olarak algılayanı ve
adlandıranı pis üzerim) insanlar olduğunu. Diğer bütün devrimci atılımların
yanı sıra satranç konusuna verilen toplumsal önem sürdürülebilseydi, eminim,
bugün Ortadoğu bataklığına en azından bu şekilde balıklama dalmış olmazdık.
Tahta Değil, Artık Saha
Şimdi sahaya bakalım. Çok büyük olduğu için artık
tahta diyemeyeceğiz. Sahada sayıları yüzlere varan irili ufaklı oyuncu var.
Tabii bu oyuncuların ufakları çoğunlukla daha büyük oyuncular tarafından
manipüle edilebiliyorlar, ama bazen de kendi başlarına hamle yapabiliyorlar.
Dolayısıyla oyundaki herkesi hesaba katmak lazım.
İşin acıklı tarafı, tahtanın hangi tarafında
olduğumuzu kabul edersek edelim, karşımızda, olabilecek en güçlü rakipler
oturuyor. Daha da acıklısı, bizim yanına sığışmaya çalıştığımız büyük
oyuncular, bazen yandan yaptıklarımıza öyle şaşıyorlar ve kızıyorlar ki, bize
karşı rakiplerimizle ortak hamle bile yapıyorlar.
Şimdi bunu biraz daha açalım. Karşımızdakiler tabii
ki Rusya ve İran. Ayrıca daha geride bir yerde de Çin oturuyor. (Onun da
satrançta büyükustaları var). ABD ve AB ülkeleri (genel olarak NATO diyelim) bizi
yanlarında tutuyor, ama her zaman da korumuyor. Uçak düşürülünce bizim uyanıkça
umut bağladığımız NATO’nun beşinci şartına rağmen, ¨Valla, bu işi Rusya ile
aranızda çözün¨ deyiverdiler.
Peki, Bir Önceki Yazıdaki Tarih Ukalalığı Neydi?
Birinci
yazının başında affınıza sığınarak bir tarih ukalalığı yapmıştım. Şimdi onun
amacının ve bir başka versiyonunun yeri geldi. Hatırlayacaksınız, Sovyetler Brest-Litowsk
öncesinde masadaki rakiplerinin beklemediği, alışılmadık bir hamle yapmış ve
olayın akışını değiştirmişlerdi. Uçak krizi öncesinde de Rusya’dan benzeri bir
hamle geldi.
Aslında
uzayda uydusu olan her devletin açıkça gördüğü ve bildiği, bölgede kaynayan
yabancı ajanların çıplak gözle şahit olduğu, yani herkesce bilinen ama
resmiyete dökülmemiş bir gerçek, açığa çıkarılıverdi. Hem de Rusya’nın resmi
dokümanlarıyla. Hem de Putin’in ağzından. Hem de bir sürü devlet başkanının
huzurunda. G 20 zirvesinde. IŞİD’e Türkiye üzerinden TIR’lar dolusu silah
gidiyordu. Bütün güzergahın ve TIR’ların uydu fotoğrafları eldeydi.
Satranç Hamlesi mi? Evet.
Bu
türden açıklamalar genellikle her ülkenin kendi parlamentosunda, belki bir
miktar basın mensubu önünde yapılır. Duyan duyar, duymayan duymaz, kimisi de
duymazdan gelir. Ama bu ağırlıkta bir açıklamayı G 20 zirvesinin kapanışında,
tüm liderler ağzınızın içine bakarken yaparsanız ve kanıtları TC Cumhurbaşkanı
dahil tüm liderlere sunduğunuzu açıklarsanız (ki Putin tam da bunu yaptı), bu
çok önemli bir satranç hamlesidir.
Peki,
TC buna karşı ne yapar? Bu boyutlarda bir hamle karşısında soğukkanlılığını
muhafaza edebilirse, kuvvetli bir karşı hamle düşünür. Ama savunma, ama
saldırı.
Ama
yavrum TC, bu saldırının, bir NATO ülkesi tarafından düşürülen ilk Rus uçağına
dönüşmesi, senin hesapladığın bir satranç karşı hamlesi olarak görülemez. Çünkü
bunun sonrasını gelmiş geçmiş tüm büyükustalar bir araya gelseler,
hesaplayamazlar. Bunu yapan ya satrançla tavlayı karıştırmıştır ya da G 20’de
kabak gibi açığa düşmüş olmasına öyle kızmıştır ki, intikamını alabilmek için
her şeyi göze almıştır. (Birey-Toplumsal olay ilişkisi üzerine de bir yazı
gelecek).
Bu
arada belirtmeden geçmeyelim, uçağın düşürülmesi değil ama, ¨bir tongaya basıp
da, düşürürlerse bu uçağı bu tavlacılar¨ diye düşünüp, pilota hele bir de
telsiz frekanslarıyla oynanmış bir uçakla, TC hava sahasına girme emrini vermiş
olmak, şapka çıkartmayı gerektirecek bir satranç hamlesi olabilir. Malum, S
400’lerin gelmesi iki gün bile sürmedi.
Bir De Ufak Dediklerimiz Var
Benim ufak dediğim oyuncuları da asla küçümsememek
gerekiyor. Mesela bunlardan biri Esad. Mağrip ülkelerinin patır patır
devrildiği Arap Baharı saldırısına karşı kaç yıldır direniyor. Tahtaya yandan
yaptığı hamleler de aslında önemli. Hatırlarsanız, Türkiye’nin bu oyuna dahil
olduğunu (gönderilen silahlar) anladığı anda bir hamle yaptı, yıllar geçmesine
rağmen biz hala o hamlenin giderek büyüyen ve daha etkili hale gelen
sonuçlarıyla uğraşıyoruz ve başarılı olma umudumuzu da giderek tüketiyoruz.
Neydi bu hamle? Esad, Suriye’nin kuzey bölgelerinde
Kürtleri tamamen serbest bıraktı, onlara toprak verdi. Bir taşla kaç kuş? O
bölgelerde Kürtler bir yandan IŞİD ve onun farklı versiyonlarına karşı
çarpışırken, bir yandan da TC’nin bölgesel hesaplarını altüst etmekle
meşguller. Üstüne üstlük bugüne kadar hayal bile edemedikleri bir uluslararası
saygınlığa ve desteğe de kavuştular. Ki bu destek ileride TC’nin başını çok
ağrıtacak. İşte bu da bir satrançsal vizyon örneği.
Ben Ne Biliyorum da Söyleyebilirim?
Satranç
oynadığım dönemlerde iyi bir oyuncu olduğum söylenirdi, ama burcum (İkizler) oyunda
sıkılmama neden oluyordu herhalde. Bir keresinde ortaokul düzeyinde İstanbul’un
en iyi derecelerine sahip olan sınıf arkadaşım Engin Civan’ı bile yenmiştim.
Belli yaşın üzerindekiler onu tanırlar.
Sonra
bir yaşta oynamayı bıraktım. Satranç bisiklete benzemez. Tabii taşların hareketlerini, belirli bazı
oyunları unutmazsınız, ama her büyük aradan sonra neredeyse yeniden başlamanız
gerekir.
Şimdi
bu kadar büyük bir tahtada, pardon sahada yer alan irili ufaklı bir sürü oyuncu
söz konusuyken, herhalde benden kapsamlı bir satranç analizi ya da fal
beklemiyorsunuz. Bu günlerde (olay her gün değişiyor bak) elimden ya da
aklımdan geleni paylaşayım.
Her
gün dünyanın her yanında bu konuda sayısız analizi, köşe yazısını, TV ve radyo
programını okumak ya da izlemek mümkün. Karşılaşmanın sonuna ilişkin kapsamlı
bir tahminde bulunabilen kimse yok. Herkes nefesini tutmuş, 3.Dünya Savaşı
başlayacak mı diye korkuyor. Ortak duygu bu. Bazıları da zaten çoktan
başladığını ileri sürüyorlar.
Bu
karşılaşmanın, daha doğrusu karmaşanın beni daha çok ilgilendiren yanı, bizim
başımıza ne geleceği.
Biz Ne Olacağız?
İşte
konuda çok umutsuzum. Metaforumuza dönelim. Bizim yönetimde satranç bilen yok.
Tahtaya ya da sahaya müdahale etme gücüne sahip tek faktörün (tanıyorsunuzdur),
değil satranç, dama hatta tavla bile bildiğinden şüpheliyim. Ama eğer tavlayı
bir şekilde öğrenmişse, onda da eğer başlangıçta büyük zarı attıysa, yani hamle
önceliğine sahipse, mutlaka taşının kırılmasına neden olan bir hamleye
girişecektir (bak. Rus uçağının düşürülmesi ya da Musul’dan İzmir Marşı ile
geri dönen birlikler).
Ayrıca
o kadar oyuncunun katıldığı bir satranç sahasına ikide birde karışıp tavla
hamleleri yapmaya devam ederse, hele mesela tavladan alıştığı gibi taş çalmaya
filan girişirse, güçlü oyuncuların birinden esaslı bir şaplak yiyeceği
kesindir. Hatta bu şaplağı rakiplerden değil, müttefiği diye bildiklerinden de
yiyebilir.
Eee, Neler Olabilir Peki?
Sadece
neler olacağına değil de neler olmayacağına da ilişkin tahminlerimi (sakın
öngörü zannetmeyin) de aklım erdiğince sıralamaya çalışayım. Rusya, asla ve kat’a
Suriye’den çekilmeyecek. Tek Akdeniz üssü orada. Biz ne kadar karşı çıkarsak
çıkalım, Kuzey Suriye’de Kürt koridoru oluşacak ve bizim petrol boru hatlarımız
iptal olacak. Esad yıkılmayacak. Ama belki bölünmüş bir Suriye’de kendine kalan
bölgede demokrasiye razı olacak. İran, uluslararası arenada her gün daha
güçlenecek, bölge lideri konumuna gelebilecek.
O
uçağın bedelini de Rusya’ya misliyle ödeyeceğiz. Tabii nakdi bedelden
bahsetmiyorum. Uçak önemli değil, önemli olan Rusya’nın, daha doğrusu Putin’in
karizmasını çizmeye teşebbüs etmiş, hatta çizmiş olmak. Siyasal tavır ya da
kişisel karakter yapısı açısından iki lideri karşılaştırmaya kalkanlar, çok
yanılır. Putin’i didik didik doğrasan olayın haftasında ¨vallahi bizim pilotlar
kendi kafalarına göre yapmış¨ dedirtemezsin. Bize bu konudaki büyük esnekliği
sağlayan, ¨savaş başlı başına hiledir¨ mealindeki hadistir. Adamlarda böyle
kaçış yolları yok tabii.
Arap
Baharı’nın ya da BOP’un bölmeyi başarabildiği Libya ve Irak’ı takip etme ihtimalimiz,
oldukça artmış durumda. Bu aşamaya gelmiş bir Kürt hareketinin tümüyle imhasını
dünyanın bu noktasında becerebilmek imkansız bence. Bu durum kolay kolay bir
toplumsal barışa da dönmez.
Ne Olabilmeliydi?
Benim
açımdan çok acıklı olan, muhtemel bir kurtuluşu dışardan gelebilecek bir
şaplağa bağlamak. Olması gereken, örgütlü bir işçi sınıfından, belki de bir
Kürt etnik hareketiyle birlikte, destek alan bir sol muhalefetin, tercihan
sosyalist bir parti öncülüğünde bu işi çözmesi, ülkeyi özlediğimiz düzeyde bir
demokrasiye kavuşturmasıydı.
Bunun
bir kısmı da az daha oluyordu, belki iktidar düzeyinde değil, ama HDP bence bu
konuda ümit veriyordu. İlk günden beri korktuğum ve maalesef beklediğim gibi,
asıl ihaneti soydaşlarından yedi ve bence bir daha asla ümit oluşturamayacak
şekilde yenildi. Kandil’in bugün ilçelerde olacağını hayal ettiği halk
ayaklanmasının neden bir türlü olmadığı da bunda gizlidir.
Cesaretimi
toplamayı becerebilirsem bu konuda da bir yazı yazacağım. Cesaret şundan
gerekli, böyle bir yazıya anlayan anlamayan herkes saldıracaktır. Ben de bu
blogta küfür etmeme sözü vermiştim. Muhtemel eleştirilerin bazılarını nasıl
cevaplayacağımı bilemiyorum.
Bu
satranç sahası üzerine yazmaya devam edeceğim, tabii aklım erdikçe. Bu yazının
biraz hafif kaldığının idrakindeyim, ama bugün bundan daha ileri ve derin
falcılık yapılabileceğini de sanmıyorum.
Sağlıcakla
kalın.
Not
ve rica: Eğer üşenmezseniz, bu yazının 3. bölümünü de okuyun. Özellikle İnönü
anısı oldukça güzel. Haa, bir de beğenirseniz paylaşın kardeşim, yazılarımı
kendinize saklamayın yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder