15 Aralık 2015 Salı

Ortadoğu, Satranç ve Keten Helva (2)

Burada yazacaklarım aslında yazının son bölümü olacaktı, ama yazmaya söz verdiğim anılar (3.Bölüm) çok uzayınca, bu bölümü ikinci sıraya, anıları da sona aldım. Meraklısı onları da okur. Aslında konuyu destekleyen anılar onlar. Bence okunmalarında da fayda var. Ama yazının önemli olan kısmı bu: Yani bu ikinci yarısı.

Bu yazıyı hazırlarken, sevgili ağabeyim Ömer Laçiner’in www.birikimdergisi.com adresinde 4 Aralık’ta koyduğu ¨Satranç Maçını Tavlayla Karıştırmak¨ yazısına rastladım. Heyecanlandım. Onun da yazıda belirttiği gibi, devletler, siyasi partiler ve bunların yönetimleri arasındaki siyasal mücadeleleri satranç metaforu ile açıklamak çok yaygın. Eyvah, yoksa aynı şeyleri mi söylüyorduk? Son yıllarda çok ayrı noktalara savrulmuştuk. Ben Ergenekoncu, Balyozcu, postal meraklısı filan olmuştum. O da Abant toplantılarına filan devam ediyordu. Ama tabii bir yandan da aklın yolu birdi. Benzer içerikte buluşmuş olabilirdik de. Ayrıca yıllar sürmüş ortak geçmişimiz de vardı. Haydi hayırlısı.

Yazısını büyük bir iştah ve korkuyla okudum. Ya benimle aynı şeyleri söylüyorsa? O daha meşhur, tabii herkes onun yazısını tercih edecek. Ben de bir kere yazmaya başlamış bulundum, ne yapacağım? Neyse korktuğum başıma gelmedi, tabii benzer yanlar var, ama o başka bir yoldan gitmiş. Bence çok da başarılı. Hem de bu sefer oldukça kolay okunuyor. Okumanızı tavsiye ederim.

Neyse biz kendi yazımıza dönelim.

Satrançta Biz Ne Yaptık?


Osmanlı İmparatorluğu’nun son ve Türkiye Cumhuriyeti’nin genç yıllarında devlet ricalini oluşturanların, subayların, aydınların, öğretmenlerin satranca meraklı oldukları biliniyor. Cumhuriyette dünya eğitim tarihinde devrim sayılabilecek en önemli gelişmelerden biri olan Köy Enstitüleri’nde satranç, müfredatta yer alıyordu. Orta dereceli okullarda da satranç kolları vardı. Halkevleri’nde de satranç öğretiliyor ve turnuvalar düzenleniyordu.

Cumhuriyet’in başlangıç döneminin yarattıklarını ve başarılarını silmek isteyen güruh yönetime geldiğinde (1950), bir sürü imha edilen kıymetin arasında, Köy Enstitüleri gibi, satranç da yerini aldı. Ancak bizimki gibi köklü okullarda bir süre daha yerini koruyabildi. Yazının üçüncü parçasında, bu konuya ilişkin hoş (ve acıklı) bir anımı anlatıyorum.

Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde satranca olağanüstü bir önem verildiğini söyledim. Bu, bize bir tek şeyi gösterir, o dönem insanlarının son derece ileri görüşlü, vizyoner, yurtsever (bunu ulusalcı olarak algılayanı ve adlandıranı pis üzerim) insanlar olduğunu. Diğer bütün devrimci atılımların yanı sıra satranç konusuna verilen toplumsal önem sürdürülebilseydi, eminim, bugün Ortadoğu bataklığına en azından bu şekilde balıklama dalmış olmazdık.

Tahta Değil, Artık Saha


Şimdi sahaya bakalım. Çok büyük olduğu için artık tahta diyemeyeceğiz. Sahada sayıları yüzlere varan irili ufaklı oyuncu var. Tabii bu oyuncuların ufakları çoğunlukla daha büyük oyuncular tarafından manipüle edilebiliyorlar, ama bazen de kendi başlarına hamle yapabiliyorlar. Dolayısıyla oyundaki herkesi hesaba katmak lazım.

İşin acıklı tarafı, tahtanın hangi tarafında olduğumuzu kabul edersek edelim, karşımızda, olabilecek en güçlü rakipler oturuyor. Daha da acıklısı, bizim yanına sığışmaya çalıştığımız büyük oyuncular, bazen yandan yaptıklarımıza öyle şaşıyorlar ve kızıyorlar ki, bize karşı rakiplerimizle ortak hamle bile yapıyorlar.

Şimdi bunu biraz daha açalım. Karşımızdakiler tabii ki Rusya ve İran. Ayrıca daha geride bir yerde de Çin oturuyor. (Onun da satrançta büyükustaları var). ABD ve AB ülkeleri (genel olarak NATO diyelim) bizi yanlarında tutuyor, ama her zaman da korumuyor. Uçak düşürülünce bizim uyanıkça umut bağladığımız NATO’nun beşinci şartına rağmen, ¨Valla, bu işi Rusya ile aranızda çözün¨ deyiverdiler.

Peki, Bir Önceki Yazıdaki Tarih Ukalalığı Neydi?


Birinci yazının başında affınıza sığınarak bir tarih ukalalığı yapmıştım. Şimdi onun amacının ve bir başka versiyonunun yeri geldi. Hatırlayacaksınız, Sovyetler Brest-Litowsk öncesinde masadaki rakiplerinin beklemediği, alışılmadık bir hamle yapmış ve olayın akışını değiştirmişlerdi. Uçak krizi öncesinde de Rusya’dan benzeri bir hamle geldi.

Aslında uzayda uydusu olan her devletin açıkça gördüğü ve bildiği, bölgede kaynayan yabancı ajanların çıplak gözle şahit olduğu, yani herkesce bilinen ama resmiyete dökülmemiş bir gerçek, açığa çıkarılıverdi. Hem de Rusya’nın resmi dokümanlarıyla. Hem de Putin’in ağzından. Hem de bir sürü devlet başkanının huzurunda. G 20 zirvesinde. IŞİD’e Türkiye üzerinden TIR’lar dolusu silah gidiyordu. Bütün güzergahın ve TIR’ların uydu fotoğrafları eldeydi.

Satranç Hamlesi mi? Evet.

Bu türden açıklamalar genellikle her ülkenin kendi parlamentosunda, belki bir miktar basın mensubu önünde yapılır. Duyan duyar, duymayan duymaz, kimisi de duymazdan gelir. Ama bu ağırlıkta bir açıklamayı G 20 zirvesinin kapanışında, tüm liderler ağzınızın içine bakarken yaparsanız ve kanıtları TC Cumhurbaşkanı dahil tüm liderlere sunduğunuzu açıklarsanız (ki Putin tam da bunu yaptı), bu çok önemli bir satranç hamlesidir.

Peki, TC buna karşı ne yapar? Bu boyutlarda bir hamle karşısında soğukkanlılığını muhafaza edebilirse, kuvvetli bir karşı hamle düşünür. Ama savunma, ama saldırı.

Ama yavrum TC, bu saldırının, bir NATO ülkesi tarafından düşürülen ilk Rus uçağına dönüşmesi, senin hesapladığın bir satranç karşı hamlesi olarak görülemez. Çünkü bunun sonrasını gelmiş geçmiş tüm büyükustalar bir araya gelseler, hesaplayamazlar. Bunu yapan ya satrançla tavlayı karıştırmıştır ya da G 20’de kabak gibi açığa düşmüş olmasına öyle kızmıştır ki, intikamını alabilmek için her şeyi göze almıştır. (Birey-Toplumsal olay ilişkisi üzerine de bir yazı gelecek).

Bu arada belirtmeden geçmeyelim, uçağın düşürülmesi değil ama, ¨bir tongaya basıp da, düşürürlerse bu uçağı bu tavlacılar¨ diye düşünüp, pilota hele bir de telsiz frekanslarıyla oynanmış bir uçakla, TC hava sahasına girme emrini vermiş olmak, şapka çıkartmayı gerektirecek bir satranç hamlesi olabilir. Malum, S 400’lerin gelmesi iki gün bile sürmedi.

Bir De Ufak Dediklerimiz Var


Benim ufak dediğim oyuncuları da asla küçümsememek gerekiyor. Mesela bunlardan biri Esad. Mağrip ülkelerinin patır patır devrildiği Arap Baharı saldırısına karşı kaç yıldır direniyor. Tahtaya yandan yaptığı hamleler de aslında önemli. Hatırlarsanız, Türkiye’nin bu oyuna dahil olduğunu (gönderilen silahlar) anladığı anda bir hamle yaptı, yıllar geçmesine rağmen biz hala o hamlenin giderek büyüyen ve daha etkili hale gelen sonuçlarıyla uğraşıyoruz ve başarılı olma umudumuzu da giderek tüketiyoruz.

Neydi bu hamle? Esad, Suriye’nin kuzey bölgelerinde Kürtleri tamamen serbest bıraktı, onlara toprak verdi. Bir taşla kaç kuş? O bölgelerde Kürtler bir yandan IŞİD ve onun farklı versiyonlarına karşı çarpışırken, bir yandan da TC’nin bölgesel hesaplarını altüst etmekle meşguller. Üstüne üstlük bugüne kadar hayal bile edemedikleri bir uluslararası saygınlığa ve desteğe de kavuştular. Ki bu destek ileride TC’nin başını çok ağrıtacak. İşte bu da bir satrançsal vizyon örneği.

Ben Ne Biliyorum da Söyleyebilirim?


Satranç oynadığım dönemlerde iyi bir oyuncu olduğum söylenirdi, ama burcum (İkizler) oyunda sıkılmama neden oluyordu herhalde. Bir keresinde ortaokul düzeyinde İstanbul’un en iyi derecelerine sahip olan sınıf arkadaşım Engin Civan’ı bile yenmiştim. Belli yaşın üzerindekiler onu tanırlar.

Sonra bir yaşta oynamayı bıraktım. Satranç bisiklete benzemez.  Tabii taşların hareketlerini, belirli bazı oyunları unutmazsınız, ama her büyük aradan sonra neredeyse yeniden başlamanız gerekir.

Şimdi bu kadar büyük bir tahtada, pardon sahada yer alan irili ufaklı bir sürü oyuncu söz konusuyken, herhalde benden kapsamlı bir satranç analizi ya da fal beklemiyorsunuz. Bu günlerde (olay her gün değişiyor bak) elimden ya da aklımdan geleni paylaşayım.

Her gün dünyanın her yanında bu konuda sayısız analizi, köşe yazısını, TV ve radyo programını okumak ya da izlemek mümkün. Karşılaşmanın sonuna ilişkin kapsamlı bir tahminde bulunabilen kimse yok. Herkes nefesini tutmuş, 3.Dünya Savaşı başlayacak mı diye korkuyor. Ortak duygu bu. Bazıları da zaten çoktan başladığını ileri sürüyorlar.

Bu karşılaşmanın, daha doğrusu karmaşanın beni daha çok ilgilendiren yanı, bizim başımıza ne geleceği.

Biz Ne Olacağız?


İşte konuda çok umutsuzum. Metaforumuza dönelim. Bizim yönetimde satranç bilen yok. Tahtaya ya da sahaya müdahale etme gücüne sahip tek faktörün (tanıyorsunuzdur), değil satranç, dama hatta tavla bile bildiğinden şüpheliyim. Ama eğer tavlayı bir şekilde öğrenmişse, onda da eğer başlangıçta büyük zarı attıysa, yani hamle önceliğine sahipse, mutlaka taşının kırılmasına neden olan bir hamleye girişecektir (bak. Rus uçağının düşürülmesi ya da Musul’dan İzmir Marşı ile geri dönen birlikler).

Ayrıca o kadar oyuncunun katıldığı bir satranç sahasına ikide birde karışıp tavla hamleleri yapmaya devam ederse, hele mesela tavladan alıştığı gibi taş çalmaya filan girişirse, güçlü oyuncuların birinden esaslı bir şaplak yiyeceği kesindir. Hatta bu şaplağı rakiplerden değil, müttefiği diye bildiklerinden de yiyebilir.

Eee, Neler Olabilir Peki?


Sadece neler olacağına değil de neler olmayacağına da ilişkin tahminlerimi (sakın öngörü zannetmeyin) de aklım erdiğince sıralamaya çalışayım. Rusya, asla ve kat’a Suriye’den çekilmeyecek. Tek Akdeniz üssü orada. Biz ne kadar karşı çıkarsak çıkalım, Kuzey Suriye’de Kürt koridoru oluşacak ve bizim petrol boru hatlarımız iptal olacak. Esad yıkılmayacak. Ama belki bölünmüş bir Suriye’de kendine kalan bölgede demokrasiye razı olacak. İran, uluslararası arenada her gün daha güçlenecek, bölge lideri konumuna gelebilecek.

O uçağın bedelini de Rusya’ya misliyle ödeyeceğiz. Tabii nakdi bedelden bahsetmiyorum. Uçak önemli değil, önemli olan Rusya’nın, daha doğrusu Putin’in karizmasını çizmeye teşebbüs etmiş, hatta çizmiş olmak. Siyasal tavır ya da kişisel karakter yapısı açısından iki lideri karşılaştırmaya kalkanlar, çok yanılır. Putin’i didik didik doğrasan olayın haftasında ¨vallahi bizim pilotlar kendi kafalarına göre yapmış¨ dedirtemezsin. Bize bu konudaki büyük esnekliği sağlayan, ¨savaş başlı başına hiledir¨ mealindeki hadistir. Adamlarda böyle kaçış yolları yok tabii.

Arap Baharı’nın ya da BOP’un bölmeyi başarabildiği Libya ve Irak’ı takip etme ihtimalimiz, oldukça artmış durumda. Bu aşamaya gelmiş bir Kürt hareketinin tümüyle imhasını dünyanın bu noktasında becerebilmek imkansız bence. Bu durum kolay kolay bir toplumsal barışa da dönmez.

Ne Olabilmeliydi?


Benim açımdan çok acıklı olan, muhtemel bir kurtuluşu dışardan gelebilecek bir şaplağa bağlamak. Olması gereken, örgütlü bir işçi sınıfından, belki de bir Kürt etnik hareketiyle birlikte, destek alan bir sol muhalefetin, tercihan sosyalist bir parti öncülüğünde bu işi çözmesi, ülkeyi özlediğimiz düzeyde bir demokrasiye kavuşturmasıydı.

Bunun bir kısmı da az daha oluyordu, belki iktidar düzeyinde değil, ama HDP bence bu konuda ümit veriyordu. İlk günden beri korktuğum ve maalesef beklediğim gibi, asıl ihaneti soydaşlarından yedi ve bence bir daha asla ümit oluşturamayacak şekilde yenildi. Kandil’in bugün ilçelerde olacağını hayal ettiği halk ayaklanmasının neden bir türlü olmadığı da bunda gizlidir.

Cesaretimi toplamayı becerebilirsem bu konuda da bir yazı yazacağım. Cesaret şundan gerekli, böyle bir yazıya anlayan anlamayan herkes saldıracaktır. Ben de bu blogta küfür etmeme sözü vermiştim. Muhtemel eleştirilerin bazılarını nasıl cevaplayacağımı bilemiyorum.

Bu satranç sahası üzerine yazmaya devam edeceğim, tabii aklım erdikçe. Bu yazının biraz hafif kaldığının idrakindeyim, ama bugün bundan daha ileri ve derin falcılık yapılabileceğini de sanmıyorum.

Sağlıcakla kalın.


Not ve rica: Eğer üşenmezseniz, bu yazının 3. bölümünü de okuyun. Özellikle İnönü anısı oldukça güzel. Haa, bir de beğenirseniz paylaşın kardeşim, yazılarımı kendinize saklamayın yani.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder