30 Mart 2017 Perşembe

Geçen Yazı Üzerine Kısa Bir Not



Biliyorum, geçen yazım çok uzundu. Nitekim bu yönde eleştiriler de gelmedi değil. Ama ben başından söyledim. O yazı, ölüm fikriyle karşılaştıktan sonra, ana konularda olabildiğince fazla şey söyleyebilmiş olmak için, biraz da panikle yazılmış bir yazıydı. Aslında o bir özet. Öylesi karmaşık ve aslında birbiriyle bağlantılı olgu ve olaydan oluşmuş bir “destan” da ancak o kadar kısa yazılabilirdi. Bir de tabii zorunlu alıntılar var. Onlar da uzattı yazıyı.

Tabii ki, o kanlı ve şanlı tarihten anlatacaklarım o uzun yazı ile sınırlı değil. Zaten o dönemi biraz anlayabilmek için, Birikim ya da İletişim de yeterli değil. Çok kıymetli bir dolu anı, anekdot, yaşanmışlık var. İddialıyım ya, hadi tevazu gösterelim, çoğu da aklımda. Arada bir aynı seri başlığı altında (belki affedebilirim, ama asla unutmam) yayınlamayı düşünüyorum (çok daha kısa yazılarla tabii). “Panik yok, panik yok, çok eğlenecüğük” (Düğün, dernek filminden).

Neyse, bu uzunluk handikapına rağmen yazım tahminimden çok kişi tarafından okundu. Ama beğenen ve paylaşan arkadaşların dışında tek bir geri dönüş almadım. Zaten çok umutlu değildim, ama biraz hayal kırıklığı olmadı dersem de yalan olur.

Bu boş umutları ve hayal kırıklıklarını da hep kendimden yola çıkarak yaşıyorum. Bir nevi boş empati.

Kendime diyorum ki: Birisi bana bu tür suçlamalarda bulunsa, hele hele çok hassas olunduğu genel kabul gören insanlık, emek, ahde vefa vb. konularda suçlasa, mutlaka bir şeyler yazardım. Bunlarda tık yok.

Hani, muhatap almamak gibi bir tavır da olamaz. Bir yandan yazının içeriği bunu imkansız kılarken, diğer yandan da eleştiren kişinin Ziya Tozan olması muhatap almama tavrını çok tehlikeli bir macera haline sokuyor. Demedi demeyin.

Rüştü’nün harika eleştirisinin muhatap alındığı, hemen dergiye konulmasından belli. Neyse, kendileri bilir. Demek ki, benim yazdıklarımda itiraz edilebilecek bile bir nokta yokmuş. Biliyordum zaten, emin olmasam yazmazdım.


Ben yine de insani ve devrimci görevimi yapıyor ve Birikim ya da İletişim’e ucundan kulbundan değmiş herkese sesleniyorum: “Anlatılan senin hikayendir” ve “susma, sustukça sıra sana ya çoktan gelmiştir ya da mutlaka gelecektir”.


“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...” 


“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder