Bildiriler, bildiriler, bildiriler
Uzun
zamandır bazı aydınlar, bazı sanatçılar, bazı akademisyenler, bildiriler
yayınlamaktalar.
Bildiri
sayısı arttıkça ve bunlar çeşitlendikçe, bazı olgular dikkatimi çekmeye
başladı. Aslında çok sayıda bildiri var, bazılarını burada ayrıca hatırlatabilirim
de, ama üstünde derinlemesine durmak istediğim bence önemli iki bildiri söz
konusu.
Birincisi,
250 aydın tarafından Anayasa referandumu öncesinde yayınlanan
ve “bir
ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine yaşamak için ‘hayır’”
sloganıyla yayınlanan bildiri.
Bu birinci bildiri |
Bu
bildiriye ilişkin bazı görüşlerimi daha sonra ifade etmek istiyorum.
İkincisi
ise çok yakın zamanda yayınlanan “yan yanayız, bir aradayız” başlıklı
ve başlangıç olarak 1000 aydın (?) tarafından imzalanan bildiri.
Usûl esasa mukaddemdir (Usûl esastan
önce gelir)
Cevdet
Paşa tarafından yazılan Mecelle’nin başında yer alan bu ifade, hukuğun,
adaletin ve sistemin dayanması gereken ilk ve en önemli kuralı belirtir.
Bireysel tavırdan toplumsal tavıra, bireysel eylemden toplumsal eyleme kadar
her tavır ya da eylemin bir usûlü vardır, olmalıdır. Bu kural, en devrimci
tavır ve eylemlerde bile geçerlidir.
Ben
bu blogda usûl meselesinin önemini vurgulayabilmek amacıyla 13.03.2015
tarihinde “Eşek sevmenin bile usûlü var” başlıklı biraz da mizahi ögeler içeren
bir yazı yayınladım. O güne kadar en çok okunan yazılardan biri, hatta
birincisi oldu. Ama bazı çok edepli okurlarım tarafından da eleştirildi.
Blogtan kaldırdım, daha sonra 08.05.2015 tarihinde otosansürlü halini
yayınladım, yine çok okundu.
Şimdi
usûle ilişkin bu mecelle kuralını, bildiri olayına uygulayalım.
250
aydın tarafından yayınlanan metin, usule uygun bir bildiridir. Spesifik, tek
bir konuda şu ya da bu kadar kişinin ortaklaşa kabul ettikleri çok net bir
ifade içermektedir.
1000
aydın (?) tarafından imzalanan metin ise bir bildiri olarak kabul edilemez.
Neden mi? Çok basit. Birkaç nedeni var.
Ben
bu bildiriyi ilk okuduğumda, 12 Eylül 2010 referandumuyla 16 Nisan 2017
referandumunu hatırladım. Onların maddeleri gibi bunun da içinde her şey var.
Sanki HSYK var, darbecilerin yargılanması var, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel
başvuru var, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş var, partili
Cumhurbaşkanı var, var oğlu var.
Eh,
bende de bu kadar yıllık siyasi tecrübe var. Düşündüm, bu bildiride (!) beni
rahatsız eden neler var? Temelde usûl hatası gibi görünen bu kadar fazla
maddenin ardı ardına sıralanması, bir, iki ya da daha çok maddeye katılabilecek
herkesin imza koyabilmesi için mi yapıldı? Amaç, gerçekten bu mu?
Şimdiye
kadarki uygulamaların çoğundan farklı olarak, bildiri doğrudan imzaya açılmadı
ya da bir internet sitesi adres olarak gösterilmedi. İrtibat için Gencay Gürsoy
ve Gürhan Ertur’un mail adresleri verildi. Neden? Bir filtre mi?
Hatırladığım
bir olayı da sizinle paylaşayım. Bu bildiri, imzaya açıldıktan hemen sonra
medyaya sızdı. Sanki ayıp bir şeymiş gibi “sızdı” ifadesi sizi rahatsız
etmesin. 15 Mayıs tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde haber olarak çıktıktan hemen
sonra, aynı gün gelen T24 yazarı Oya Baydar, Prof. Dr. Gençay Gürsoy ve Gürhan Ertur imzalı düzeltme metninde, haberde bahsi geçen kampanyanın
"henüz bin imzaya ve yeterli olgunluğa ulaşmadığı için kamuoyuyla
paylaşılmadığı" vurgulandı. Metinde "geniş kapsamlı bir buluşma ve
ortaklaşma girişimini, henüz tamamlanmadan sekteye uğratma ve sıradanlaştırma
tehlikesi taşıdığı için düzeltme gereği duyuyoruz" açıklaması yapıldı.
Önce
hedeflenen sayıya ulaşılması gerekiyormuş. Neden? Bildiriye meşruiyet sağlamak
için mi? Aydın ihanetinin (YAE) kahramanlarının o kalabalıkta araya
kaynamalarını sağlamak için mi? Muarızlarının oluşacak bu büyük kitleye karşı
çıkmaktan çekinmelerini sağlamak için mi?
Ayrıca, “Yan yanayız, bir aradayız” bildirisini
imzalayan bin kişi içerisinde yer alan Prof. Dr. Gençay Gürsoy, bin imza ile
başladıkları kampanyada hedeflerinin 10 bin imza olduğunu ve ardından ise
bölgesel toplantılar yapmayı planladıklarını söyledi.
Planlayanları tanıyor muyuz? Kimlermiş
bu kişiler? Bin kişilik liste bir yerlerde tümüyle yayınlanmış olmadığından,
içinde kimlerin olduğunu da bilemiyoruz. Bildirinin içeriği ve vurgulanan
amaçlar açısından, bu bilginin önemli olmadığı iddia edilebilir. Hani
Mevlana’ya maledilen “ne olursan ol yine gel” ifadesinde olduğu gibi.
Ama üzgünüm, bence kazın ayağı öyle
değil. Özellikle de bizim aramızda, geçmişte yaşadıklarımızın ışığında öyle
değil. İmzacılar arasında yer alan eski AKP’lilerle, hatta Said-i Nursi
müritleriyle bile birlikte tavır alabilirim (tabii son derece tedbirli bir
biçimde). Ama bir YAE sabıkalısıyla birlikte davranmam söz konusu olamaz. Unutmayalım,
daha AKP liderinin “liberallerle de arayı düzelteceğiz” demesinin üzerinde bir
hafta geçmeden, Ali Nesin’in “bugün olsa yine ‘yetmez, ama evet’ derim” beyanı
ve bir sürü hakareti geldi. (Diğer YAE’cilerden de buna karşı bir tavır
gelmedi, yani herhalde yoldaşlarının fikirlerini zımnen desteklediler).
Bu Neyin Kafası ya da Nasıl Bir Kafa?
Bu kafa patolojik bir kafadır. Bir şey
yaparken, sebep olduğu şeylere kafasını çevirip bakmaz. Yalnızca o vardır, o
bilir ve o ne yaparsa doğrudur.
İmza kampanyaları düzenler, ön alır.
Başka kampanyaların içine sızar. Ülkenin bugünkü noktaya gelmesindeki katkısını
bilir, ama asla üstlenmez. Allahtan RTE balkon konuşmasında ona teşekkür
etmiştir de tarihe bir kanıt kalmıştır.
Bir diğer kanıtı da Bülent Arınç’a
borluyuz. Bir konuşması sırasında “bugün ne yapabiliyorsak, bunu 12 Eylül 2010
referandumuna borçluyuz” demişti. O yapabildiklerinin sonucunda ölen
yoldaşlarımızı unutanların kanı kurusun.
Bu kafa, Ergenekon, Balyoz gibi
tezgahlarla içeri tıkılan gazeteciler için “gazetecilikten tutuklanmadılar”
manşetini atar ya da atılan bu manşeti savunur. Ahmet Altan, Mehmet Altan vb.
içeri alındığında ise derhal “serbest bırakılsın” kampanyaları düzenler, her
gün “… gündür içeride” sütunları açar, haydi hakkını yemeyelim, Kadri Gürsel’i,
Ahmet Şık’ı ve diğer tutuklu gazetecileri de buraya katar.
Bunun gibi insanlık dışı bir dolu tavra
imza attıklarını ve buna yönelik en ufak bir üzüntü, bir pişmanlık
duymadıklarını sayfalarca yazabilir ve kanıtlayabilirim.
Dönelim Birinci Bildiriye: “Hayır!”
Bu konuya başka
yazılarda değineceğim. Şimdi önce söz verdiğim gibi, birinci bildiriye dönelim.
Vurucu bir etki
sağlayabilmek için, adeta her devrimcinin amentüsü olmuş Nazım dizeleriyle damgalanan
bu “hayır” bildirisi, tek bir somut hedefe işaret ediyor olması nedeniyle, usulüne
uygun bir bildiri.
İmzacı sayısının
yaklaşık 250 rakamıyla sınırlı olmasına karşın, yine farklı görüşlerden
kişilerin yer almış olması tabii ki sevindirici. Ama buna biraz daha dikkatli
bakmakta da yarar var.
Dikkat edince,
bildirinin öncü kadrolarının, daima devrimci, bildirici atılımın en ön
saflarında yer alan, bu nedenle de AKP’nin devrimci ve ilerici tavrını
alabildiğine desteklemiş olan YAE’cilerden oluştuğunu görebiliyoruz (!). Bunun
pek hayırlı amaçlar taşımadığına ilişkin şüphelerim var. Ama bunu bir kenara
bırakalım.
Bildirinin basında
ilk görüldüğü tarih, 6 Nisan 2017. Çeşitli yayın organlarında başlığı ve
imzacılar listesi olarak haber metni biçiminde yayınlandı. Daha sonra, 8 Nisan
2017 tarihinde çeşitli gazetelerde tam sayfa olarak ve altında “Bu bir ilandır”
ibaresiyle yayınlandı. İki bildiri arasında çok küçük, ama ilginç bir fark
vardı. Birincide yer alan bir imza, iki gün sonraki tam sayfa ilanda yoktu.
Liberal demokrat!Hem de kadın hem de şair! |
O imzanın sahibi,
Fethullah Gülen’i 18 Eylül 2010’da (Serdar Turgut, Cüneyt Özdemir ve Ferhat
Boratav ile birlikte) Pennsylvanya’da ziyaret ettikten iki ay sonra, 17 Aralık
2010’da Zaman Gazetesi’nde şöyle bir metne imza atmıştı:
"...türkan saylan ise daha
baştan hasar bir konu. güneydoğudan devşirdiği genç kızları askerî okulların
genç talebeleriyle eşleştiren saylan'ın on sene sonra hangi salonda nasıl
anılacağını sahiden ben de merak ediyorum. insanlığa, kadınlık tarihine bir
değer kattığı için mi hatırlanacak saylan? genç kızlara otoriteden bağımsız,
hesapsız bir güzelliği, kimliği yaşattığı için mi?
nazi subaylarını andıran mühendislik yöntemleriyle ütopyasına uygun bir ırk yaratmak üzere, asimilasyon öncülüğü yapan saylan'ı gelecekte kimlerin anacağını sahiden merak ediyorum. türkiye'de yaşanan derin kutuplaşma sayesinde iyi niyetli insanların bile ilgisine mazhar olan saylan gibilerin, siyasi gerilim sona erdiğinde, kimler tarafından sahipleneceği merak edilmesi gereken bir konu gerçekten!"
nazi subaylarını andıran mühendislik yöntemleriyle ütopyasına uygun bir ırk yaratmak üzere, asimilasyon öncülüğü yapan saylan'ı gelecekte kimlerin anacağını sahiden merak ediyorum. türkiye'de yaşanan derin kutuplaşma sayesinde iyi niyetli insanların bile ilgisine mazhar olan saylan gibilerin, siyasi gerilim sona erdiğinde, kimler tarafından sahipleneceği merak edilmesi gereken bir konu gerçekten!"
Kim
miydi o? Ünlü Kürt kadın şair Bejan Matur.
Hakkını
yemeyelim, Türkan Hoca, Yrb. Ali Tatar, diğer Ergenekon, Balyoz ve benzeri
dandik davalar hakkında Ahmet Altan’ın yazmış oldukları en az bu kadar, hatta
daha da iğrençti. (Belki unutulmuştur, Yrb. Ali Tatar bu şairin anlattığı
senaryonun subay tedariki rolüne atanmıştı. Ağırına gitti, kafasına sıktı.
Ertesi gün güzide bir basın mensubunun köşe yazısının başlığı şöyle idi:
“Mermiye kafa attı”. Bizim malûm kardeşlerden “ayıptır, bu kadarı da fazla”
diyen birine rastladınız mı? Ben rastlamadım.)
Ödüllü
soru:
Peki,
YAE sabıkalılarından herhangi birinin, bu şairin ifadesine karşı bir eleştiride
bulunduğunu okudunuz ya da duydunuz mu?
Hayatının
büyük bölümünü Türk, Kürt vb. ayrımı yapmadan genç kızların okuması, meslek
sahibi olması için harcamış bir bilim insanına, “o darbecidir, o Kemalisttir”
ön kabulünden yola çıkarak, yukarıdaki ifadeyi reva gören “Kürt genç kadın
şair”, aslında o kadar iğrenç bir iş yapmıştı ki, 250 aydın bildirisinden
imzasını çekmek zorunda kaldı. Ya da kendi ihanet yoldaşları çektirdiler.
Bu
yeni 1000 imzalı bildiride de imzası olup olmadığını bilemiyoruz.
İkinci
ödüllü soru:
Bu
sorunun sorulması için birinci sorunun olumsuz yanıtlanmış olması gerekiyor. Ki
zaten öyle olduğunu biliyoruz, aksine bir gelişmeye rastlamadık.
İster
imzasını kendisi çekmiş, isterse de yoldaşları çektirmiş olsun, burada
birilerinin altından kalkamadığı bir ayıbın varlığı ortada.
Her
biri en az bunun kadar ayıp farklı ifadelerin bu 1000 imza sahibi arasında
hangilerine ait olduklarını ya da böyle rezil, böyle kepaze ifadeler karşısında
hangi imza sahiplerinin tavır almaya bile tenezzül etmeyip, zımni olarak
desteklediğini biliyoruz.
Haklarında
yazılar, kitaplar yazdık. Görmezden, duymazdan geldiler. Ayıplarının üstüne
yattılar. Yapacakları, dürüstçe bir özeleştiriydi, yapamadılar.
Bu
nedenle ne yapmayacaklar? Kusura bakmayacaklar. Biz yokuz.
Oluşmuş,
oluşmakta ve oluşabilecek bir (devrimci) potansiyelin, bu tür bildiri vb.
yollarla sönümlendirilmesine, pazifize edilmesine karşıyız.
Hırsımı
alamadım, son bir ekleme yapmam gerekiyor.
Bu
YAE tayfası, tartışmada sıkıştıkları zaman ya da çeşitli mecralarda durup
dururken saldırıya geçtiklerinde, yalnızca 2010’da “evet” demiş olmalarını
eleştiriyormuşuz gibi davranıyorlar.
Tamam,
o büyük suçtu. Ama mesele yalnızca o değil. Benim patolojik olarak nitelediğim
bu kafanın, Kuddusi Okkır’ın, Türkan Saylan’ın, Yarbay Ali Tatar’ın, İlhan
Selçuk’un, Erhan Göksel’in, Amiral Cem Çakmak’ın (dahasını saymak istemiyorum)
ölümlerinde, birçok insanın sağlığını kaybetmesinde, evladının, eşinin
cenazesine katılamamasında ne gibi duygularla seyirci kaldığını o kafaya acıyarak
izledik.
Altan
Kardeşler ve Nazlı Ilıcak içeriye girene kadar, tutuklamalara, mahkûmiyetlere
gıkını çıkartmayan bu kafa, onların tutuklanmasıyla gayrete geliverdi. Her gün bu şahısların kaç gündür içeride olduklarına ilişkin twitler atılıyor. Ergenekonlar döneminde görmezden gelinen gazeteciler birden kıymete bindi. Altanların yüzüsuyu hürmetine, Cumhuriyet yazarları filan da bu twitlerde anılabiliyorlar.
Şimdi
bu “yan yanayız, bir aradayız” başlıklı bildirimsi şeyle çıkılacak yolda bu
kafanın neler düşüneceğini açıkçası ben bilemiyorum.
Gel
de yan yana ol, bir arada ol. Hadi canım sen de!
“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”
“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder