8 Haziran 2017 Perşembe

Bitmeyen Senfoni: Anti-Kemalizm + YAE


Bitmeyen neymiş? Kim bitirmiyormuş? Neden bitmiyormuş? Ardarda böyle çok soru sorulabilir. Merak etmeyin, ben bitmemesinden yana değilim. Bitsin. Ama bir belirli bir ahlâk çerçevesinde ve düzeyinde bitsin.

Bulabilirsem bir resim koymak istiyorum. Hani oyun salonlarında bir oyuncak vardır, farklı deliklerden farklı anlarda kafalar çıkar, oyuncu elindeki tokmakla çıkan kafayı yerine sokmak zorundadır. İşte, buldum bile.
 

Vur, vur. Vazgeçmiyorlar

Resimdeki oyuncağın adı, “YAE” (Yetmez Ama Evet). Durun! Hemen kızmayın! Kabahat benim değil, sakin sakin anlatacağım. Siz de sakin sakin okuyun.

Biliyorsunuz, bu YAE dalgası 2010 referandumunda patladı. Dilimizin döndüğünce bundaki hatayı vurgulamaya, arkadaşlarımızı uyarmaya çalıştık. Yetersiz kaldık, arkalarında yoğun verilmiş bir Anti-Kemalist gaz ve artık kaynakları iyice ortaya çıkmış mali destekler vardı. Ayrıca onların karşısında mücadele edecekleri sadece “hayır” cephesi varken, bizim karşımızda her bakımdan çok güçlü bir FETÖ, AKP (devlet), YAE ittifakı yer alıyordu.

Uzatmayalım, üzerinden yedi yıl geçti. Gelinen noktada artık kimsenin büyük bir hatanın varlığı hakkında şüphesi kalmamış olduğu zannedilirken, bizim oyuncak devreye giriveriyor ve kafalar deliklerden fırlayıveriyor.

Şimdi gene diyebilirsiniz ki, “Ziya kardeş, faşizm olanca gücüyle kapıya dayanmış, hatta öte bile geçmiş. Sen hâlâ YAE diyorsun.” Bu eleştiri haklı olabilirdi, benim yaptığım gerçekten gereksiz olabilirdi. Ama bunun için zorunlu iki yol var. Birincisi, oyuncaktaki kafaların yalnızca başlıklarının rengini değil, kendilerini de değiştirmiş olmaları ve bunu açıkça deklare etmiş olmaları. Tercümesi, özeleştiri vermiş olmaları. İkincisi biraz daha kolay. Kafalarını o oyuncaktan hiç çıkartmamaları ya da yavaşça oradan sıvışıp kendilerini kabul edecek birilerinin yanına (sessizce, şımarık çığlıklar atmadan!!!) yanaşmaları. Mücadeleye oradan katılmaları.

Hani Amerikan filmlerindeki nikah törenlerinde rahip der ya: “Söyleyecek bir şeyi (yani özeleştirisi) olan ya şimdi söylesin ya da sonsuza kadar sussun”. Onun gibi.

Onlar o dönemde, hatta daha sonra da hepimize hakaret ederken çığlık, hatta söz kotalarını doldurdular. Sadece dürüst özeleştirilerini dinleyebiliriz artık.

Şimdiye kadar başvurdukları çeşitli kıvırtma örneklerine ileride yer vermek istiyorum, hem de isimleriyle. Ama önce bu konuda neden bu kadar hassas olduğumu, olduğumuzu herkesin kolayca anlayabileceği bir fıkra ile anlatmak istiyorum.

Kuşetli Vagon Macerası


Uzun yola giden trenlerde yataklı vagonların dışında kuşetli tabir edilen kompartımanlar da vardır. Gece olduğunda duvardan raf gibi bir ya da iki yatak indirilir, böylece en alt koltukla birlikte dört ya da altı kişiye uyuma imkanı tanınır.

Böyle bir yolculuk sırasında birbirlerini tanımayan iki adam aynı kuşetli kompartımana düşmüş. Tren yola çıktıktan kısa bir süre sonra adamlardan biri cebinden bir tabanca çıkartıp karşısındakine doğrultmuş ve derhal pantolonunu ve külodunu indirip mastrübasyon yapmasını istemiş. Adam hem şaşırmış, hem korkmuş. Ama kafasına yönelen namluyu ve silahlı adamın ciddiyetini görünce, mecburen isteneni yapmış.

Hiç ses çıkartmadan bir süre oturmuşlar. Kurban, kendisini biraz toparladıktan sonra sormuş: “Bunu bana neden yaptırıyorsunuz?” Adam silahı yeniden doğrultmuş: “Yeterince dinlendin, hemen bir kere daha!” diye emretmiş. Zavallı kurban yine itiraza yeltenmiş, ama bakmış ki durum ciddi, çaresiz uğraşıp bir kez daha yapmış. Uzun bir süre sessizce yol almışlar. Adamcağız sormaya çekiniyormuş, ama diğeri silahı bir kere daha doğrultmuş: “Hadi, bir daha!” Zavallı bütün cesaretini toplamış, “yahu” demiş, “ben hayatımda bir kere bile arka arkaya üç yapamadım. Bu koşullarda nasıl yaparım? Hem senin derdin ne, niye beni buna zorluyorsun?” Bu sorulara silahlı adamın cevabı “sızlanmayı kes, işini yap” olmuş. Adamcağız çaresiz son gücüyle uğraşmış, didinmiş, bir kere daha yapmayı becermiş. Ama bu arada canı da çıkmış tabii.
Gene uzun bir süre konuşmamışlar, ama bu arada diğer adam silahını cebine koymuş.

Zavallı kurban, bundan cesaret alarak, yalvaran bir sesle “yahu, istersen silahını gene çıkar ve beni vur, ama ne olursun önce bu yaptığının sebebini anlat” demiş.

Silahlı adam rahat bir edayla arkasına yaslanmış, derin bir nefes çekmiş ve eliyle kendisini göstererek, “bu trende bu adamı bir kere s.kerler” demiş.

Aydın İhanetleri


Bu ülke ve bu millet son yüz yıllık iki kere çok büyük aydın ihaneti yaşadı. Birinci ihanetin palyaçoları genel bir sıfat olarak “İstanbul Basını” olarak adlandırılırlar. Çok ezaya, cefaya, cana, kana malolmuşlardır. İşin ilginç yanı, bunların bazıları bu işi büyük menfaatler karşılığında yaparken, bazılarının da aşkla, şevkle, boğaz tokluğuna yapmış olmalarıdır. 

YAE’cilerde de durum aynı. Bunların da eline eza, cefa, can ve kan bulaştı. Öylemesine atıp geçmeyeceğim. Elimde uzun bir liste var. Bir yazıyı sırf o listeye ayıracağım. Bugün Ankara’da sürdürülen açlık grevindeki acılarda bile payları var. Burada da avantacılar, diş kiracılar vb.’nin yanı sıra, onların önderliğinde kendini yırtmış, eski yoldaşlarına sırtını dönmüş, hatta onlara sövüp saymış büyük bir (kelimenin malûm anlamıyla) kitle var.

Belki burada tam anlaşılacağı biçimde ifade edemeyebilirim, ama söylemem gereken bir önemli nokta var. İstanbul basınının ülke ve millet bütünlüğüne karşı mücadelesi ve etkisi, sadece dört yıl sürebildi. YAE’cilerde ise bu süre yedi yılı buldu, daha da bitmedi. Arada hizmette kusur etmedikleri AKP’den (Aziz Babuşcu’nun ağzından) gerekli uyandırma sopasını yemiş olmalarına rağmen, İstanbul basını ile öylesine güçlü bir ortak noktaları ve oradan edinegeldikleri öyle büyük bir miras var ki, hiç bir olguyu, hiç bir süreci, hiç bir sonucu doğru algılayamıyorlar, göremiyorlar.

Cebir dersinde en sevdiğim konulardan biri eşitlikler idi. Eşit işaretinin iki yanındaki harfleri, sayıları karşılıklı olarak sadeleştirirsin, sonuçta elinde ufacık bir eşitlik kalır. İstanbul basını ile YAE’yi karşılıklı koyup sadeleştirmeye tabi tuttuğunda, elinde kalabilecek ortak tek değer, Anti-Kemalistliktir.

Bakın daha bugün Facebook’a yazmış olan bir YAE’ci ne diyor?
Nereden alıntı yaptığını belirtmemiş, ama yazının ilk paragrafı birinden alıntı:
" bulunmamız, bir başka terimle “sıramızı savmış” olmamız; sözcü’nün ve sözcülüğünü yaptıklarının sıra bizdeyken susmuş olması ve sıranın nihayet onlara gelmiş olduğu doğru ama politik bir belirleyiciliği yok bunların. çünkü siyaset, sürekli olarak kaybedip kazandığımız bir kumar olmadığı gibi, “eden bulur” kuralının geçerli olduğu bir kader oyunu da değil. kimsenin yanlışı ona yapılan bir başka yanlışla doğrulanmıyor. intikamın siyasette belki yeri olabilir ama başkasının -hele de iktidarın eliyle- alınan intikamın değil. temel itkimiz de intikam değil eşitlik, özgürlük, barış, adalet gibi hedeflerimiz. sözcü demokrasi suçları işlediği için değil, muhalefet ettiği için baskıya uğradı. o kadar."  

alıntısından sonra kendi muhteşem ifadesi geliyor.

“Buna katılmakla birlikte Türkiye’de Kemalistlerin AKP iktidarından bile daha "ırkçı, ayrımcı ve önyargılı" olmaktan muzdarip olduklarını bizlerin bu desteğinin ardında anlamlar arayacağını belirtmek gerek”


Bu ifade 22 Mayıs 2017 tarihini taşıyor. AKP Kongresi yapılmış, olanlar olmuş, olacaklar cabası, adam Kemalistlerin AKP iktidarından daha kötü olduğunu anlatıyor. İşte bu Kemal nefreti, ülkeyi mahvolmaya götürecek birinci adım olan 2010 referandumunda o kahrolası AKP-YAE ittifakını sağladı. O YAE’ci güruhtan birileri son zamanlarda (özeleştiri filan vermeksizin) sadece bir bel kırma hareketiyle AKP ya da RTE karşıtı ifadelere başvurdular. Ama bu ifadelerin içinde bile Kemalizm’e laf etmekten vazgeçmediler.



Not: Bu yazıyı daha önce yazmıştım. Bloğa koymaya fırsat bulamadan, oyuncak gürültüyle harekete geçti ve kocaman bir kafa dışarıya fırladı. Tanıdınız siz onu: Ali Nesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder