Bitmeyen Senfoni: Anti-Kemalizm + YAE
Bitmeyen
neymiş? Kim bitirmiyormuş? Neden bitmiyormuş? Ardarda böyle çok soru
sorulabilir. Merak etmeyin, ben bitmemesinden yana değilim. Bitsin. Ama bir
belirli bir ahlâk çerçevesinde ve düzeyinde bitsin.
Bulabilirsem
bir resim koymak istiyorum. Hani oyun salonlarında bir oyuncak vardır, farklı
deliklerden farklı anlarda kafalar çıkar, oyuncu elindeki tokmakla çıkan kafayı
yerine sokmak zorundadır. İşte, buldum bile.
Resimdeki
oyuncağın adı, “YAE” (Yetmez Ama Evet). Durun! Hemen kızmayın! Kabahat benim
değil, sakin sakin anlatacağım. Siz de sakin sakin okuyun.
Biliyorsunuz,
bu YAE dalgası 2010 referandumunda patladı. Dilimizin döndüğünce bundaki hatayı
vurgulamaya, arkadaşlarımızı uyarmaya çalıştık. Yetersiz kaldık, arkalarında
yoğun verilmiş bir Anti-Kemalist gaz ve artık kaynakları iyice ortaya çıkmış
mali destekler vardı. Ayrıca onların karşısında mücadele edecekleri sadece
“hayır” cephesi varken, bizim karşımızda her bakımdan çok güçlü bir FETÖ, AKP (devlet), YAE
ittifakı yer alıyordu.
Uzatmayalım,
üzerinden yedi yıl geçti. Gelinen noktada artık kimsenin büyük bir hatanın
varlığı hakkında şüphesi kalmamış olduğu zannedilirken, bizim oyuncak devreye
giriveriyor ve kafalar deliklerden fırlayıveriyor.
Şimdi
gene diyebilirsiniz ki, “Ziya kardeş, faşizm olanca gücüyle kapıya dayanmış,
hatta öte bile geçmiş. Sen hâlâ YAE diyorsun.” Bu eleştiri haklı olabilirdi,
benim yaptığım gerçekten gereksiz olabilirdi. Ama bunun için zorunlu iki yol
var. Birincisi, oyuncaktaki kafaların yalnızca başlıklarının rengini değil,
kendilerini de değiştirmiş olmaları ve bunu açıkça deklare etmiş olmaları.
Tercümesi, özeleştiri vermiş olmaları. İkincisi biraz daha kolay. Kafalarını o
oyuncaktan hiç çıkartmamaları ya da yavaşça oradan sıvışıp kendilerini kabul
edecek birilerinin yanına (sessizce, şımarık çığlıklar atmadan!!!) yanaşmaları.
Mücadeleye oradan katılmaları.
Hani
Amerikan filmlerindeki nikah törenlerinde rahip der ya: “Söyleyecek bir şeyi (yani
özeleştirisi) olan ya şimdi söylesin ya da sonsuza kadar sussun”. Onun gibi.
Onlar
o dönemde, hatta daha sonra da hepimize hakaret ederken çığlık, hatta söz
kotalarını doldurdular. Sadece dürüst özeleştirilerini dinleyebiliriz artık.
Şimdiye
kadar başvurdukları çeşitli kıvırtma örneklerine ileride yer vermek istiyorum,
hem de isimleriyle. Ama önce bu konuda neden bu kadar hassas olduğumu,
olduğumuzu herkesin kolayca anlayabileceği bir fıkra ile anlatmak istiyorum.
Kuşetli Vagon Macerası
Uzun
yola giden trenlerde yataklı vagonların dışında kuşetli tabir edilen
kompartımanlar da vardır. Gece olduğunda duvardan raf gibi bir ya da iki yatak
indirilir, böylece en alt koltukla birlikte dört ya da altı kişiye uyuma imkanı
tanınır.
Böyle
bir yolculuk sırasında birbirlerini tanımayan iki adam aynı kuşetli
kompartımana düşmüş. Tren yola çıktıktan kısa bir süre sonra adamlardan biri
cebinden bir tabanca çıkartıp karşısındakine doğrultmuş ve derhal pantolonunu
ve külodunu indirip mastrübasyon yapmasını istemiş. Adam hem şaşırmış, hem
korkmuş. Ama kafasına yönelen namluyu ve silahlı adamın ciddiyetini görünce,
mecburen isteneni yapmış.
Hiç
ses çıkartmadan bir süre oturmuşlar. Kurban, kendisini biraz toparladıktan
sonra sormuş: “Bunu bana neden yaptırıyorsunuz?” Adam silahı yeniden
doğrultmuş: “Yeterince dinlendin, hemen bir kere daha!” diye emretmiş. Zavallı
kurban yine itiraza yeltenmiş, ama bakmış ki durum ciddi, çaresiz uğraşıp bir
kez daha yapmış. Uzun bir süre sessizce yol almışlar. Adamcağız sormaya
çekiniyormuş, ama diğeri silahı bir kere daha doğrultmuş: “Hadi, bir daha!”
Zavallı bütün cesaretini toplamış, “yahu” demiş, “ben hayatımda bir kere bile
arka arkaya üç yapamadım. Bu koşullarda nasıl yaparım? Hem senin derdin ne,
niye beni buna zorluyorsun?” Bu sorulara silahlı adamın cevabı “sızlanmayı kes,
işini yap” olmuş. Adamcağız çaresiz son gücüyle uğraşmış, didinmiş, bir kere
daha yapmayı becermiş. Ama bu arada canı da çıkmış tabii.
Gene
uzun bir süre konuşmamışlar, ama bu arada diğer adam silahını cebine koymuş.
Zavallı
kurban, bundan cesaret alarak, yalvaran bir sesle “yahu, istersen silahını gene
çıkar ve beni vur, ama ne olursun önce bu yaptığının sebebini anlat” demiş.
Silahlı
adam rahat bir edayla arkasına yaslanmış, derin bir nefes çekmiş ve eliyle
kendisini göstererek, “bu trende bu adamı bir kere s.kerler” demiş.
Aydın İhanetleri
Bu
ülke ve bu millet son yüz yıllık iki kere çok büyük aydın ihaneti yaşadı.
Birinci ihanetin palyaçoları genel bir sıfat olarak “İstanbul Basını” olarak
adlandırılırlar. Çok ezaya, cefaya, cana, kana malolmuşlardır. İşin ilginç
yanı, bunların bazıları bu işi büyük menfaatler karşılığında yaparken, bazılarının
da aşkla, şevkle, boğaz tokluğuna yapmış olmalarıdır.
YAE’cilerde
de durum aynı. Bunların da eline eza, cefa, can ve kan bulaştı. Öylemesine atıp
geçmeyeceğim. Elimde uzun bir liste var. Bir yazıyı sırf o listeye ayıracağım. Bugün
Ankara’da sürdürülen açlık grevindeki acılarda bile payları var. Burada da
avantacılar, diş kiracılar vb.’nin yanı sıra, onların önderliğinde kendini
yırtmış, eski yoldaşlarına sırtını dönmüş, hatta onlara sövüp saymış büyük bir
(kelimenin malûm anlamıyla) kitle var.
Belki
burada tam anlaşılacağı biçimde ifade edemeyebilirim, ama söylemem gereken bir
önemli nokta var. İstanbul basınının ülke ve millet bütünlüğüne karşı
mücadelesi ve etkisi, sadece dört yıl sürebildi. YAE’cilerde ise bu süre yedi
yılı buldu, daha da bitmedi. Arada hizmette kusur etmedikleri AKP’den (Aziz
Babuşcu’nun ağzından) gerekli uyandırma sopasını yemiş olmalarına rağmen, İstanbul
basını ile öylesine güçlü bir ortak noktaları ve oradan edinegeldikleri öyle
büyük bir miras var ki, hiç bir olguyu, hiç bir süreci, hiç bir sonucu doğru
algılayamıyorlar, göremiyorlar.
Cebir
dersinde en sevdiğim konulardan biri eşitlikler idi. Eşit işaretinin iki
yanındaki harfleri, sayıları karşılıklı olarak sadeleştirirsin, sonuçta elinde
ufacık bir eşitlik kalır. İstanbul basını ile YAE’yi karşılıklı koyup
sadeleştirmeye tabi tuttuğunda, elinde kalabilecek ortak tek değer, Anti-Kemalistliktir.
Bakın
daha bugün Facebook’a yazmış olan bir YAE’ci ne diyor?
Nereden
alıntı yaptığını belirtmemiş, ama yazının ilk paragrafı birinden alıntı:
" bulunmamız, bir başka terimle “sıramızı savmış”
olmamız; sözcü’nün ve sözcülüğünü yaptıklarının sıra bizdeyken susmuş olması ve
sıranın nihayet onlara gelmiş olduğu doğru ama politik bir belirleyiciliği yok
bunların. çünkü siyaset, sürekli olarak kaybedip kazandığımız bir kumar
olmadığı gibi, “eden bulur” kuralının geçerli olduğu bir kader oyunu da değil.
kimsenin yanlışı ona yapılan bir başka yanlışla doğrulanmıyor. intikamın
siyasette belki yeri olabilir ama başkasının -hele de iktidarın eliyle- alınan
intikamın değil. temel itkimiz de intikam değil eşitlik, özgürlük, barış,
adalet gibi hedeflerimiz. sözcü demokrasi suçları işlediği için değil,
muhalefet ettiği için baskıya uğradı. o kadar."
alıntısından sonra
kendi muhteşem ifadesi geliyor.
Bu
ifade 22 Mayıs 2017 tarihini taşıyor. AKP Kongresi yapılmış, olanlar olmuş,
olacaklar cabası, adam Kemalistlerin AKP iktidarından daha kötü olduğunu
anlatıyor. İşte bu Kemal nefreti, ülkeyi mahvolmaya götürecek birinci adım olan
2010 referandumunda o kahrolası AKP-YAE ittifakını sağladı. O YAE’ci güruhtan
birileri son zamanlarda (özeleştiri filan vermeksizin) sadece bir bel kırma
hareketiyle AKP ya da RTE karşıtı ifadelere başvurdular. Ama bu ifadelerin içinde
bile Kemalizm’e laf etmekten vazgeçmediler.
Not:
Bu yazıyı daha önce yazmıştım. Bloğa koymaya fırsat bulamadan, oyuncak
gürültüyle harekete geçti ve kocaman bir kafa dışarıya fırladı. Tanıdınız siz
onu: Ali Nesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder