17 Ocak 2018 Çarşamba

Bugün Sıra Hasan Cemal’de


14.01.2018 tarihli t24.com.tr sayfasında bu internet yayınının kurucusu olan Hasan Cemal’in bir yazısı yayınlandı. Vurucu bir başlıkla:


“Sözüm demokrasi düşmanlarına...”

Ön açıklama:
Bu blogda ilk defa böyle bir uygulama yapıyorum ve yazının tamamını bölümler halinde alıntılıyorum. Yani siz sarı harflerle italik yazılmış olan yazıyı, araya beyazları katmadan, okursanız Hasan Cemal’in yazısının tamamını okumuş olacaksınız. Beyaz düz harfler de benim yazdıklarımı gösterecek. Hani sonra cımbızlanmış filan denmesin diye. Yine de okumayı zorlaştırabilir diye, aralara HC ve Zo kısaltmaları koyacağım. HC'nin yazılarındaki koyu renk (bold) harfler yazarın kendisine ait. 

HC:
                                                                                                       
“Sözüm demokrasi düşmanlarına...

Öylesine karanlık bir dönemden geçiyoruz ki, sözcükleri eğip bükmek istemiyorum.
Düşüncelerimi olanca çıplaklığıyla söylemekten yanayım.
Mesleğimde 49. yıla girdim.
Yıllardır diyorum ki:
Gazetecilik ifade özgürlüğüdür, bağımsızlıktır.
İfade özgürlüğü yoksa, benim mesleğim de nefes alamaz.
Ve benim mesleğimi soluk alamaz hale getirenler, gazeteciliği boğanlar, demokrasiyi de boğmuş olurlar.”

Zo:
İlk temel eleştirim burada. Anlayışsızlığıma verin, karanlık dönemle sözcük bükmenin ilişkisini çıkaramadım. Önemli değil, belki yalnız ben anlamamışımdır. Ama sonraki satırları eksiksiz anladığıma inanıyorum ve öncelikle mesleğinde 49.yıla girmiş bir gazetecinin benim bu yazıma muhatap olması beni üzüyor.

Basit, belki abes ve biraz da kışkırtıcı olarak görülebilir ama, sonraki sorulara bir alıştırma olması için, ilk sorumu şöyle sormayı uygun gördüm:

Yıllardır diyorum ki: diyerek sıraladığınız görüşleri ne zamandır biliyor ve ifade ediyorsunuz (daha net bir tarih gerekiyor)?

Biraz yardımcı olmaya çalışayım. Mesleğe girişinizin ilk günlerinden, yani yaklaşık 49 yıldan beri mi? 25-30 yıldan beri mi? AKP’nin iktidara geldiği 1992 yılından, yani 15 yıldan beri mi? Ergenekon, Balyoz ve benzeri kumpas davalarının başladığı dönemden beri mi? Yoksa bu davaların kumpas olduğunun kanıtlandığı tarihten beri mi?

Kabul ediyorum, bu soru(ları) cevaplamak sorunlu. Şıklar öyle seçilmiş ki, hangisini evet bu diye yanıtlarsanız, sonucu mutlak rezillik. Eh, böyle şıkları hiçbiri diye cevaplayacak haliniz de yok.

HC:

“Gazetecilik ifade özgürlüğüdür, bağımsızlıktır.
İfade özgürlüğü yoksa, benim mesleğim de nefes alamaz.
Ve benim mesleğimi soluk alamaz hale getirenler, gazeteciliği boğanlar, demokrasiyi de boğmuş olurlar.

Demokrasi düşmanları ancak bağımsız yargıyla, güçler ayrılığıyla, özgür ve bağımsız medyayla etkisiz hale getirilir.”

Zo:

Biraz evvelki soru(lar) bu güzel ve doğru ifadeler için de geçerli. Bu sorulardan maksadımı bir sonraki paragrafta anlayacaksınız.

Şimdi hatırlayalım. Çok da uzun sayılmayacak bir süre, diyelim bir on yıl kadar önce, bu ülkede olağanüstü bir cadı avı başladı. Dalga dalga yapılan baskınlar, gözaltılar ve tutuklamalarla birçok insan başta Silivri Zindanları olmak üzere, ülkenin her yanında hapishanelere dolduruldular.  Askerleri, öğretim üyelerini ve bazı diğer meslek gruplarını saymayacağım, ama yukarıdaki alıntıda basın konusunu vurgulamış olmanız nedeniyle, ben de bazı isimleri hatırlatmak ve bunlarla ilgili bir ya da birkaç soru yöneltmek istiyorum. (Size Sn. Hasan Cemal!)

GAZETECİLER
Adnan Akfırat
Adnan Bulut
Ahmet Şık
Barış Pehlivan
Barış Terkoğlu
Deniz Yıldırım
Doğan Yurdakul
Doğu Perinçek
Durmuş Ali Özoğlu
Fatma Sibel Yüksek
Ferit İlsever
Güler Kömürcü
Halil Behiç Gürcihan
Hayati Özcan
Hayrullah Mahmut Özgür
Hikmet Çiçek
Merdan Yanardağ
Murat Avar
Mustafa Balbay
Müyesser Yıldız
Nedim Şener
Serhan Bolluk
Soner Yalçın
Tuncay Özkan
Ufuk Akkaya
Ufuk Mehmet Büyükçelebi
Ümit Oğuztan
Ünal İnanç
Vedat Yenerer
YAZARLAR
Bekir Öztürk
Coşkun Musluk
Emin Gürses
Ergün Poyraz
Erol Manisalı
Erol Mütercimler
Sait Çakır
Yalçın Küçük
TV SAHİPLERİ
Mehmet Haberal
Mustafa Özbek
Bu listeye o yaşında sabahın köründe evinden alınıp, günlerce gözaltında tutulan ve ameliyat olmak zorunda kalıp kısa süre sonar da vefat eden eski hasmınız İlhan Selçuk’u ve yazdığı kitap nedeniyle başı belaya, kendisi Silivri’ye giren Hanefi Avcı’yı dahil etmedim.
Yukarıdaki zaman sorusu sınava dahil değildi. Amaç, bazı eylemlerinizi yaparken temel ilke bilgilerine sahip olup olmadığınız, diğer bir deyişle o eylemleri, aldığınız o tavırları bilerek, bilinçli, kasıtlı yapıp yapmadığınızı belirleyebilmek.
Birinci soru zor. Çalışmadığınız, yani herhalde üzerine hiç kafa yormadığınız yerden geliyor. Önce verilerde anlaşalım. Listedeki 39 (yazıyla otuz dokuz) kişinin tamamı için yapılan tanımlamalar doğru mudur? Yani bunlar şu veya bu şekilde medya mensubu mudur? Kolaymış diye hemen sevinmeyin, asıl soru bu kadar basit değil. O şimdi geliyor:

Bu insanlar dalga dalga zindanlara tıkılırken ve kimisi beş yılı aşan sürelerle içerde yatırılırken, ömürlerinden geri getirilemeyecek günleri, sağlıklarını kaybederlerken, hassas olduğunuz anlaşılan basın özgürlüğü, adalet, demokrasi vb. konulara hiç değindiniz mi? Genelden bahsetmiyorum, bu isimlerle ilgili olarak. Değindiyseniz, kim ya da kimler için hangi yönde?

HC:

“Bugün Türkiye karanlık bir dönem yaşıyorsa, bugün Türkiye'de demokrasi düşmanları ellerini kollarını sallayarak dolaşabiliyorlarsa, iktidar dizginlerini ellerinde tutabiliyorlarsa, bunun temel nedeni yargı bağımsızlığının yok edilmiş olmasıdır.
Güçler ayrılığının yok edilmiş olmasıdır.
Özgür medyanın çok büyük ölçüde yok edilmiş olmasıdır.
Hiç aklınızdan çıkarmayın:
Yargısı, yasaması, yürütmesi, medyası, üniversitesi biat kurumları haline gelmiş bir memlekette, sadece orman kanunları geçerli olmaya başlamış demektir.”

Zo:

Bu alıntıyı biraz uzun tuttum, ama aslında içinde benim yazım açısından çok cevher barındırıyor. Paragrafın tümüne yazının sonunda bir kere daha değineceğim, ama buradaki sorum ilk cümlesi üzerine:

Geçmiş on beş yılı gözden geçirdiğinizde, yargı bağımsızlığının yok edilme süreci sizce hangi tarihte başlamış olabilir. Destek soruları: Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. davalar başladığında ve de sürmekteyken, yargı bağımsızlığı var mıydı? Varsa nasıl? Yoksa, o dönemde bu konuda bir itirazınız oldu mu? Nerede, nasıl?

Bir ipucu daha:

Bu iktidarın, mesela ilk beş yılında TMSF ya da mahkemeler üzerinden gerçekleşen el koyma, kapatma, yandaşa devretme vb. eylemleri sırasında, yargı bağımsızlığı var mıydı, tehlikeye girmeye başlamış mıydı? Asıl sorunun cevabına belki buralardan başlanabilir.

HC:

“Türkiye'de askeri vesayet dönemi sona erdi, artık sivil vesayet derinleşiyor;
sıra artık askeri değil 'sivil darbe'ye geldi...”

Zo:

Hadi şimdi sizin açınızdan kolay gibi gözüken, ama yanlış cevaplayacağınızdan neredeyse emin olduğum bir soruya geldik:
Türkiye’de askeri vesayet dönemi ne zaman sona erdi? Sivil darbe yapıldı mı, yoksa yapılacak mı? Nasıl? Kim yapacak?

HC:

Bu açıdan en son çarpıcı örnek, Anayasa Mahkemesi'nin gömülmüş olmasıdır.
Yüksek Mahkeme bir karar verdi.
Bu karara göre, Şahin Alpay'la Mehmet Altan'ın tahliye edilmeleri gerekiyordu.
Onlardan sonra da sıra hapisteki diğer gazetecilere, yazarlara gelecek, cezaevi kapıları onlar için de açılacaktı.
Ama olmadı.
Önce Saray sözcüsü, sonra Saray Başdanışmanı, daha sonra Saray'ın Başbakanı hep bir ağızdan hayır diye bağırdılar.
Alt mahkemeler bunun üzerine Yüksek Mahkeme'ye değil Saray'a kulak verdi, Saray'ın sözünü dinledi.
İşte böylece hukuk devleti tamamen bitti.
Kanun devleti de bitti.
Yargı bağımsızlığı da bitti.
Güçler ayrılığı da bitti.”

Zo:

Hakkını teslim etmeliyim. Harika bir paragraf.

Soru: Anayasa Mahkemesi hakkında AKP’nin kapatılması davasına ilişkin olarak sonuç belli olmadan neler yazdınız?

Ufak bir soru daha: O davayla ilgili yazılarınızda, Anayasa Mahkemesi’nden bahsederken, Yüksek Mahkeme ifadesini kullandınız mı? Yoksa o günlerde mahkemeyi 1960’dan kalma bir askeri vesayet organı olarak mı görüyordunuz?

HC:

Türkiye'de bütün iktidar dizginlerinin Saray'da toplanmış olduğu gerçeği bir kez daha çırıl çıplak gözler önüne serildi.
Hapisteki arkadaşlarımız zaten haksız yere, hukuk hiçe sayılarak bunca zamandır demir parmaklık arkasında tutuluyordu.
Şahin'lerden, Nazlı'lardan, Ahmet'lerden, Mehmet'lerden, Ali'lerden, Enis'lerden, Osman'lardan darbeci, terörist, casus çıkarmaya kalkışmak hem hukuka aykırıydı, hem de hiç bir inandırıcılığı olmayan deli saçması bir gayretti.¨¨ 

Zo:

Bu bölümün soru gerektirdiği inancında değilim. Bu cümlelere ve isimlere ilişkin soruyu zaten yukarıda sormuştum. Hani belki çok zorlayarak şu sorulabilir: Sonradan (?) Fetöcü olduğu anlaşılan bazı yüksek rütbeli emniyet görevlilerinin, davaların ve soruşturmaların sefahatine ilişkin dosyaları günbegün dönemin başbakanına verdiklerini açıklamaları, o dönemde de iktidar dizginlerinin bir yerlerde toplanmış olduğunu göstermiyor muydu?

Vurgulamam gereken bir durum daha var bu bölümde: Şahin'lerden, Nazlı'lardan, Ahmet'lerden, Mehmet'lerden, Ali'lerden, Enis'lerden, Osman'lardan” şeklinde yazılınca, bunlar benim arkadaşım vurgusu geliyor. Halbuki aynı sıcak ilgi ve yakınlık, yukarıda sayılmış olan otuz dokuz kişiden esirgenmişti. Neden?

HC:

“Bu deli saçması ve hukuka aykırı çabanın altında Saray'ın tek bir hedefi vardı:
Muhalefeti tümüyle ezmek...
Aykırı sesleri yok etmek...
Saray'a karşı kıpırtıları sindirmek...
Ve ülkede bir korku imparatorluğunu hakim kılmak...
Anayasa Mahkemesi'nin kapısına bu nedenle kilit vuruldu.
Bir yargı darbesi bunun için yapıldı.
Kaç zamandır yazıyorum.
Türkiye'de askeri vesayet dönemi sona erdi diye...
Artık sivil vesayet derinleşiyor diye...
Sıra artık askeri değil 'sivil darbe'ye geldi diye...
Erdoğan'ın sivil darbesi özellikle 20 Temmuz OHAL rejimiyle derinleşiyor diye...”

Zo:

Olayı bayağı anlamışsınız, kaç zamandır da yazıyormuşsunuz.

Peki biz, sizin faşist bile demekten çekinmediğiniz, liberal olmayan solcular, bunları ne zamandır yazıyormuş? Hiç okudunuz mu? Takip ettiniz mi?

HC:

“Demokrasi ve hukukun, özgürlüklerin, insan haklarının katledildiği bu yolda, en ölümcül darbelerden biridir Anayasa Mahkemesi'ne indirilen
Bu öylesine ağır ve acımasız bir darbe ki, Türkiye bundan sonra içte ve dışta çok daha fazla sarsılacak.”

Zo:

Sorular bitti. Bundan sonrası benden gelecek deklarasyon gibi algılanabilir. Ama önce şu son satırlarınıza da bir şeyler söylemek istiyorum.

HC:

“Ama demokrasi düşmanları şunu hiç akıllarından çıkarmasınlar:
Bugün benim sevgili arkadaşlarımın oturmakta oldukları sanık sandalyelerinde yarın onlar oturacak.
Hiç kuşkunuz olmasın.
Bu ülkede yarın demokrasi düşmanlarından hesap sorulacak.
İyi pazarlar!”

Zo:

Efendim,  size de iyi çarşambalar! (Ne yapayım, yazı bugüne denk geldi).

Şunu net olarak ifade edeyim ki, bu ülke gelinen bu noktadan sizin hayalinizdeki demokrasi modeliyle çıkmaz. Zaten sizin modeliniz daha çok kısa zaman önce AKP modeliydi. Buradan ölçebiliriz.

Bu gelinen (ve sizin de birlikte getirdiğiniz) noktadan ancak çok zor, engebeli, dolambaçlı ve sarp bir yoldan çıkılabilir ve o gün geldiğinde o sandalyeleri diğer demokrasi düşmanlarıyla paylaşacağınızdan şüpheniz olmasın.

Ufak bir uyarı:

O sandalyelerde bir pozitif ayrımcılık da uygulanmak zorunda. Lehinize değil tabii ki, aleyhinize. Çünkü birlikte yargılanacağınız demokrasi düşmanlarının tavır ve eylemleri fıtratlarına son derece uygun. Sizinkiler?
 

Seni görmezden gelenin kanı kurusun

Kahretsin, sorular bitti dedim ama, tam yazıyı kapatırken aklıma bir soru daha geldi. Twitter’de uzun süredir her gün internet sayfanızda da yayınlanan, “Ahmet Altan .. gündür içeride”, “Şahin Alpay ... gündür içeride”, “Mehmet Altan ... gündür içeride” şeklinde tweetler görülüyor. Bunlar yazarlarınız ve okurlarınız tarafından retweet de ediliyor. Uzun bir süredir bu tweetler arasında Ahmet Şık kardeşime ilişkin bir tweet göremiyor olmamın özel bir nedeni mi var, yoksa Ahmet Şık sehven mi unutuluyor?

“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”

“Si vis pacem, para bellum”

“Barışı istiyorsan, savaşa hazır ol”


1 yorum: