4 Ocak 2018 Perşembe

Meğer Neler de Bilirmiş?


Son yazımda gelecek yazının sevgili Ömer Laçiner’in birikimdergisi.com adresindeki “Aslında şaşırmamak lazım” başlıklı yazısı üzerine olacağını belirtmiştim. Burada ilgili yazıdan alıntılar yapacağım nasıl olsa, ama adres ve isim vermiş olmamın nedeni, bazılarınızın, bu yazımı beklemeden, tamamını okumasına imkân sağlamaktı.

Bu yazı Ömer Laçiner üzerine (tarihe not!)


Aslında bu ülkede bu tür sözler vermek çok yanlış. O yazıdan bu yana o kadar çok gündem değişikliği oldu ki, gündelik yazan profesyoneller bile bunların bazısını atlamak, görmezden gelmek zorunda kaldılar. Hele ki benim gibi ıkınarak yazanlar için böylesi bir gündem hızını takip etmek imkânsız. O nedenle tutabildiğimi yazıyorum.

Alıntıların Anası


Ömer Laçiner’in yazısından çok alıntı yapmayacağım, ama bir tane yapacağım ki, alıntıların anası olarak adlandırılabilir. Buyrun alıntıyı:


“Derin analizlere girmeden, aklıma hemen geliveren bir hususa, Sünni muhafazakâr kültürümüzün orijinal denebilecek bir unsuruna, şu ‘hile-i şeriye’ ‘kurumu’na değineyim. 

Hülle, muta nikâhı gibi hile-i şeriye mamulatını duymayan pek yoktur. Onlar kadar eski ve hâlâ yürürlükteki ‘kumaş ribası’nı da duymayan varsa anlatıvereyim. 

Malum İslâmiyet’te faiz kesinlikle haramdır, dindışıdır. Ama ‘bizim’ borç paraya, borç para verenin de faize ihtiyacı vardır. ‘Çelişki’ şöyle çözülür: Borç para ihtiyacı olan, dükkânında birkaç top kumaş olan paralı kişiye gider ve ondan diyelim 1000 lira borç ister. Paraya kumaş almak için ihtiyacı olduğunu da bilhassa belirtir. 1000 lira verilir, deftere kaydedilir. Borç alan o 1000 lirayı geri verip karşılığında bir top kumaş alıp dükkândan çıkar. Ama hemen geri dönüp, aslında kumaş değil de daha mühim bir ihtiyacı olduğunu söyleyip, kumaşı geri alırsa o parayla bu ihtiyacını karşılayacağını ekler. Az önce 1000 lira borç vermiş kişi, bir dakika önce 1000 liraya sattığı kumaşı 600 liradan geri alabileceğini söyler. Öteki de kabul eder. Böylece kumaş geri verilir; karşılığında 600 lira alan kişi çıkıp gider. Oysa borç defterinde yazan 1000 liradır. 

400 lira? Kumaşın alış ve satış fiyatları arasındaki farktır ve zinhar faiz denilemez. Asırlardır Müslüman ülkelerin köylüsünü, esnafını soyan tefeciler, bu yöntemle çalışan, abdestini, namazını asla ihmal etmeyen ‘dini bütün’ kişilerdir. ‘Faiz haramdır’ kuralını koyan ahiretteki peygamber, bin yılı aşkındır bu ‘tiyatro’yu seyrediyor; onu gönderen Allah her şey gibi bu numarayı da kaydettiriyor… ve bu gözetimin üzerlerinde olduğuna ‘inanan’ müminler, şu yaptıklarının bir dalavere, hile, kandırmaca olmadığını nasıl iddia edebiliyorlar?

Şu kumaş alışverişi ile Allah ve peygamberine ‘gördüğünüz gibi sizin o kesin faiz haramdır ilkesine nasıl da uyuyoruz; yaptığımız şey ne kadar da meşru!’ dercesine davranabilenleri bünyesinde ‘itibarlı kişiler’ olarak barındırabilen Sünni muhafazakâr kültür ve kimlik; şimdi de ‘biz’e rüşvet kayıtlarını, siyasal hezimetleri ‘vatan tehlikede’ ambalajıyla yutturmaya kalkıyorsa çok mudur Allah aşkına?”



Ne Zamandır Biliyor Acaba?


Burada dikkat çekilmesi gereken altyapısal bir durum var. Ömer Laçiner, eski mesleği itibarıyla eğitiminin neredeyse tamamını laik, hatta neredeyse ateist sayılabilecek prensipler ışığında almış bir kişi. Bak şimdi aklıma geldi, yoksa Fethullah ta o zamandan mı sızmıştı Kuleli’ye, Harp Okulu’na? Yok canım, tarihler tutmuyor.

Neyse,  Laçiner daha sonra ayrıldığı sınıf (Jandarma) nedeniyle de farklı siyasi akımlar (solculuk, sağcılık, İslamcılık vb.) üzerine yoğun eğitim almış olması gereken biri.

Zaten bu alıntıdan da meseleye iyice vakıf olduğu anlaşılıyor. Gene anlaşılabilecek bir başka husus, bu bilginin yakın zamanda edinilmiş bir kitabi bilgi olmaktan ziyade, kişisel deneyimlerine bağlı olan, hatta belki çocukluk ve ilk gençlik yıllarından kaynaklanan bir bilgi olduğu (aile kökeni, memleketi vb.). Daha sonraları tabii bu bilgisini geliştirmiş olabilir. 

Nitekim alıntının içerisinde “asırlardır Müslüman ülkelerin köylüsünü, esnafını soyan tefeciler, bu yöntemle çalışan, abdestini, namazını asla ihmal etmeyen ‘dini bütün’ kişilerdir” ifadesi, bu tür ahlâksızlıkların yalnızca bir kasabada, şehirde, ülkede değil, tüm Müslüman ülkelerde yaşandığını açıkça ortaya koyuyor.

Daha elim ve vahim bir olguya ise Laçiner’in şu ifadesinde rastlıyoruz: “bünyesinde ‘itibarlı kişiler’ olarak barındırabilen Sünni muhafazakar kültür ve kimlik”. Buradan çıkarsayabileceğimiz olgu ise, Laçiner’e göre ahlaksızlığı yapanlar artı görmezden gelenler toplamının neredeyse tüm Sünni Müslümanları kapsıyor olması.

Hac görevinde birbirinin imamı arkasında namaz kılmayı bile reddeden Sünni mezhepler bile, bu konuda en ufak bir itirazda bulunmuyorlar.

Din, riba, İslam konuları yeter. Ahlâk konusuna ise başka bir bağlamda devam edeceğiz.

Şimdi bu uzun alıntıdan, tereddüde mahal bırakmayacak ana noktaları bir kez daha vurgulayalım ve bir kenara koyalım. İleride kullanacağız.

1. Sünni muhafazakâr kültür ve kimlik, türlü çeşitli ahlâksızlığı yapabilen kişileri, bünyesinde itibarlı kişiler olarak barındırabiliyor ve bundan rahatsızlık duymuyor.

2. Bu durum asırlardan beri sürüyor ve tüm Müslüman ülkeleri kapsıyor.

3. Ömer Laçiner, hile-i şeriyeyi, hülleyi, kumaş ribasını ve kimbilir daha ne gibi versiyonlarını kapsayan bu bilgilere, uzun yıllardan beri, hatta belki bazılarına ilk gençlik yıllarından beri sahip.

Ekonomi Nerede?


Yazının siyasi tarihten bahseden kısımlarına fazla itirazım yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili siyasi tarihi anlatıldıktan sonra Laçiner, şöyle bir soru soruyor: 


AKP, bütün bu partilerin zayıflama, bölünme ve çöküş nedenleri olarak gösterilen siyasal basiretsizlik, yolsuzluk ve zulüm düzeyinde sertleşme gibi faktörlerin bütününü ve fazlasını özellikle şu son dört beş yılına sığdırabildiği halde neden hâlâ ‘ayakta’?” 

Ve kendisi cevaplıyor:


“Bu soruya verilen çeşitli cevaplar arasında hemen herkesin asli faktör olarak gösterdiği şey, AKP ve reisinin toplumun %35-55’ini oluşturan Sünni-Türk muhafazakâr kesimi, bu kimliği her ne olursa olsun egemen konumda kalma konusunda ‘ikna’ etme/etmiş olma başarısıdır.” 

Buradan o uzun alıntıya kadarki ifadeler, büyük çoğunluğuna benim de katılabileceğim, bazı tespitler içeriyor. Ağırlık noktasını “çamurdan olsun, bizim olsun” mottosuna dayandıran bu bölüme tabii ufak (!) bir itirazım var.

Bence burada “bizden” ya da “bizim” kavramlarından daha önemli olduğu halde, Laçiner’in hiç bahsetmediği bir durum daha söz konusu. “Bizden’ olanlar ya da ‘bizim’ tayfa kaybederse, ‘bizim’ avantalar ne olacak?” sorusu adeta unutulmuş ya da gerçekten hiç düşünülmemiş. 

Demem o ki, biz eskiden siyasal gelişmeleri analiz etmeye çalışırken, ekonomiyi sanki biraz daha hesaba katardık.
Nitekim son anketlerde AKP’nin oy oranlarında görülmekte olan düşüş, Sünni Müslümanların giderek ahlâk kazanmalarından değil, ekonomideki gerilemenin “biz”i yenmeye başlamasından kaynaklanmakta bence.


Özeleştiri mi? Ben Yapmam, AKP Yapsın


Laçiner’le sosyalizm, Marksizm-Leninizm, emperyalizm vb. kavramlarda çok ayrı noktalara düşmüş olabiliriz. Bahsettiğim ekonomiyi görmeme ya da talî unsur olarak görme halinde de bu nedenle uyuşmuyor olabiliriz. Benim açımdan çok da önemli değil. Herkesin yolu kendine.

Ama kesinlikle görmezden gelemeyeceğim, affetmeyeceğim ve gücüm oldukça (eski sevilen tabirle) kitleler önünde teşhir etmekten vazgeçmeyeceğim çok önemli bir konu var.

Sevgili Merdan Yanardağ’ın “Liberal İhanet” adlı kitabında açıkça teşhir etmiş olduğu ihanetin bugün de farklı olmaya çalışan bazı kimliklerle sürdürüldüğü konusunda kuvvetli şüphelerim var.

AKP’yi bir dolu zafiyetinden dolayı en ufak bir pişmanlık göstermemek ve özeleştiri ihtiyacı duymamakla suçlayan bir Laçiner var bu yazıda. (Aslında bu da doğru değil, uzun adam “kandırıldık, Allah affetsin” diyecek kadar delikanlı da çıktı. Halbuki biz kendi yönümüzde (sol diyelim), önce “kandırıldım” deyip iki gün sonra “yok canım, kandırılmamışım” diyenleri, daha da fecisi olarak “biz o zaman haklıydık, hiç de kandırılmadık” diyenleri gördü.)

Önemli bir ara not: Bu yazıda muhatap ya da hedef alınanlar arasında Baskın Oran ve Oya Baydar yoktur. Bizim de kendimize göre bir seviyemiz var.

Bu Yazının Gizli Hedefi


İster istemez ahlâk konusuna da dalmış olduk. Son derece sofistike, bir o kadar da temel bir soru: “Arkadaş, Ömer Laçiner bu yazıyı hangi saikle, neden yazdı?”

Konseptimiz ona uygun olsaydı, bu konuda bir yarışma düzenler ve bu sorunun cevabına cidden büyük bir ödül koyardım.

Aslında cevap çok basit. Cevap, yazının ilk cümlesinde gizli. Aynı ifade yazının ileriki bölümlerinde bir kez daha geçiyor, ama bence espri birinci cümlede. Alay edercesine oraya gömmüş cevabı Laçiner.

Ne diyor, Laçiner? “Türkiye, şu son dört-beş yıllık sürede, normal bir Cumhuriyet rejiminde, değil bir dört-beş hükümeti devirecek politika fiyaskoları, hezimetleri ve siyasal ahlaki rezaletler yaşadı.”

Bence çoğunuz bu cümlede bile asıl önem taşıyan beş-altı kelimeyi ayırt edememiş olabilirsiniz. Artık açıklıyorum: “şu son dört-beş yıllık sürede”.

AKP’nin iktidarı on beş yılı doldurdu. Ama Laçiner için önemli olan son dört-beş yıldır yaptıkları. On beş yıl derken iltimas geçmiş oluyoruz, bunun bir de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemi var. Bu da önemli değil. Laçiner’in “kumaş ribası” dersinde bahsettiği asırlar var. Ama yine Laçiner için önemli olan, son dört-beş yıl. Aynı Sünni-Müslüman kesim, aynı insanlar, dört-beş seneden önce son derece ahlâklı, hile-i şeriyeyi, hülleyi, kumaş ribasını bilmeyen, uygulamayan, mazur görmeyen insanlardan mı oluşuyordu?

Bir temel soru daha: Laçiner, onların gerçekten böyle mi olduklarını düşünüyordu?

Peki, Benim Derdim Ne?


Artık sıra bana geldi. 2010 yılının Ocak ayında, canım Raife anamın cenazesinin ardından, otuz kadar kişinin (Laçiner dahil) karşısında tek başıma, Taraf gazetesinin ne olduğunu, mevcut iktidarın ilk sıkıştığında seçim, meçim iplemeyeceğini, bu işin eninde sonunda nihai bir hesaplaşmaya gideceğini, oradaki mevcudun büyük bir yanılgı içinde olduğunu bas bas bağırdım. Taraf gazetesinden gösterdim. Tekel işçilerinin Ankara’da Ocak ayında havuza atılmalarının haberi, sekizinci sayfada yarım karıştı. Halbuki o toplulukta Taraf’ın solcu bir gazete olduğunu iddia edenler de vardı. Kimseden çıt çıkmadı, hele Laçiner tek kelime bile etmedi.

O zaman bilmiyordum, AKP’nin ilk parti programının yazılmasına kimlerin katkıda bulundğunu. Sonra tanıdım, AKP’nin şimdiki Avrupa Birliği bakanını. Geçelim.

Artık sonuca gelelim. Yani, AKP’nin günahı son dört-beş yılla sınırlıysa, geriye doğru ancak 2013-2012’ye kadar gidebiliriz. Dolayısıyla 12 Eylül 2010 referandumunda “evet”, ya da aslında öyle bir seçenek yok ya, “yetmez ama evet” demiş olanlar, bizleri de faşistliğe kadar erişen bir yelpaze ile suçlamış olanlar, bugün gelinen nokta konusunda günahsızdır. Herhangi bir özür dilemeksizin ya da özeleştiri yapmaksızın, bugün istediklerini söyleyebilirler.

O tayfadan bugün istediğini söyleyebilenlere örnek olarak yine Ömer Laçiner’i vermek istiyorum. Birikimdergisi.org adresinde yayınlanan bir sonraki yazısı 29 Aralık 2017 tarihini taşıyor ve başlığı “Onlar’ Mesajlarını Aldı Ya Biz?”.

Ama o yazı sırasını bekleyecek. Sırada önce Murat Belge var, Ümit Kıvanç var. Yine de sizden ricam, Laçiner’in yazısını verdiğim adresten  ve Murat Belge’nin yazısını (birikimdergisi.org, Siyaset Yapmak Üzerine, 25.12.2017) okumanız. Aslında imkan bulursanız Çağlar Ezikoğlu'nun 29.12.2017 tarihli abcgazetesi.com'da Murat Belge üzerine yazısını okuyabilirsiniz. Oldukça vurucu. Zaten ben de Murat Belge üzerine yazabilmek için, yazısının sonunda söz verdiği devamı beklemek zorundayım.

Ayrıca bir not: Yazılarımın sonuna koyduğum bu iki Latince vecizenin, son günlerdeki gelişmelere ne kadar uyduğunu görmekten son derece üzgün ve gururluyum.
 

“Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...”

“Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.”
 

“Si vis pacem, para bellum”

“Barışı istiyorsan, savaşa hazır ol”
 
 

2 yorum: