Önemli bir ön açıklama:
Aşağıdaki yazıyı bloğuma koymaya karar vermiştim ki, kötü
bir haber aldım. İletişim
Yayınları’nda “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”nin yayınlanması
sırasında birlikte (aynı odada) çalıştığımız sevgili Seyfettin Gürsel, beyin
kanaması tespitiyle hastaneye kaldırılmıştı. Durumu belli değildi.
Tabii ki, yazıyı yayınlamadım. Ama son günlerde aldığım
haberler iyi. Ağır iki beyin ameliyatı geçiren Seyfettin Gürsel tamamen
iyileşip taburcu olmuş ve hiç bir araz kalmamış.
Çok mutlu oldum ve yeniden yazıyı bloğa koymaya karar
verdim. Bugün bakıldığında çift anlamlı gibi görünen başlık, Seyfettin’in
rahatsızlığından önce konmuştur. Denk geldi öylesine. Yazıda da hiçbir
değişiklik yapmadım. Yazıldığı günkü aslına sadık kaldım.
Dön gel be Seyfettin, kim tutar seni?
Tarih: 10 Eylül 2014 Çarşamba
Yer: CNN’de Şirin Payzın’ın sunduğu Neler Oluyor (NO)
programı
Konu: Çarşı iddianamesi
Katılımcılardan biri: Prof.Dr.Seyfettin Gürsel (Şiyeef:
Açıklaması ileride)
Programın diğer katılımcılarının kim olduklarını ve neler
söylediklerini aktarmak gereksiz. Önemli olan, Seyfettin’in anlattıkları.
Gözlerime ve kulaklarıma inanamıyorum. Bizim Seyfettin,
coşkulu bir biçimde “Çarşı Davası”nın hükümet tarafından her türlü muhalafeti
ve karşı duruşu sindirmek için açıldığını iddia ediyor. Çarşı’nın eyleminin bir
darbe teşebbüsü olduğunu iddia eden bir konuğa sert ifadelerle karşı çıkıyor,
hatta azarlıyor. AKP hükümetinin önümüzdeki genel seçimlerde rejimi
değiştirebilmek için mutlaka % 50’nin üzerinde bir oy alması gerektiğini, bunu
da ancak bu tür davalarla kendi tabanını konsolide ederek ve muhalefeti
korkutup sindirerek yapabileceğini bildiğini öne sürüyor.
Aman Allahım, gerçekten inanamıyorum. Seyfettin bu konuda
tarihten örnekler vermeye başlıyor. SSCB’deki Moskova Mahkemeleri’ni anlatıyor.
Stalin’in muhalefeti yok edebilmek ve kalan parti üyelerini ve halkı konsolide
edebilmek için, sahte itiraflar, ispiyonlar, sahte deliller (gizli
tanıklar-bunu ben ekledim.ZB) ile
SBKP’nin tüm önde gelen kadrolarını bu mahkemeler aracılığıyla tasfiye
ettiğini, kurşuna dizdirdiğini söylüyor.
Konuyu çalışmış, ama mahkemelerin tarihini ve adıyla
adlandırıldıkları meşhur başkanının adını unutmuş. Onu da ben ekleyeyim: 1936
Vişinski Mahkemeleri.
(Yahu, bu anlatılan mahkeme özellikleri bana tanıdık geldi,
size de gelmedi mi?)
Derken gözlerimden kontrol edemediğim birkaç damla yaş
süzülüyor. İşte şimdi Allahım, sana geliyorum!
Aynı coşkuyla sözüne devam eden Seyfettin, Stalin’in 1938
yılında gerçekleştirdiği Kızılordu tasfiyesine geliyor. Bu kez dersine daha iyi
çalışmış ve daha bilgili. Anlattığına göre yine Stalin, yine iftiralar, espiyon
ve sahte delillerle (gizli tanıklarla-bunu yine ben ekledim.ZB) başta
Beyazordu’ya karşı kaç savaştan galibiyetle çıkmış Genelkurmay Başkanı
Tuhaçevski olmak üzere, Kızılordu’nun tüm işe yarar komutanlarını tasfiye
ediyor, kurşuna dizdiriyor.
Suçlamalara birkaç örnek vereyim: Alman Genelkurmayı’yla
işbirliği yapmak, Almanya ve Japonya adına casusluk yapmak, antikomünist
faaliyetlerde bulunmak, hükümeti devirmek amacıyla gizli örgüt kurmak, yönetmek
veya üye olmak (kendimi tutamadım, bunu da ben ekledim, belki gerçekten bu
suçlama da vardı. Bilemiyorum. Bu tür davalarda hep oluyor. ZB).
İki sene sonra Sovyetler Birliği’ne saldıran Nazi Almanyası
orduları, kısa süre içinde ikinci üçüncü sınıf generallerin komutasındaki
Sovyet ordusunu perişan ediyor, kuzeyde Leningrad, ortada Moskova ve aşağıda
Stalingrad’a kadar ilerliyor.
(Detay bilgiler vallahi Seyfettin’den).
Bu yazıya Allah’ı çok dahil ettiğimin farkındayım, ama
inanın ki, dışarıdan herhangi bir güçlü desteğe çok ihtiyacım var.
Konsolidasyon ve pasifizasyon tezlerini savunabilmek için,
Komünist Parti tasfiyesini anlatmak bence yeterli olabilir. Fakat bakın şu
Allah’ın işine ki, Seyfettin, yeni çalışılmış izlenimi veren bilgilerle
Kızılordu tasfiyesi konusuna da giriyor. Gel de çık bu işin içinden.
(Yahu, bu anlatılan tasfiyenin özellikleri de bana tanıdık
geldi, size de gelmedi mi?)
Daha bir ay önce benzer bir programda, bebek suratındaki o
beşuş ifade ve Tommiks’den alınmış yamuk gülümsemeyle, diğer konukları adeta
aşağılayarak, Ergenekon olayının ciddi olduğunu, Balyoz’un da ciddi bir darbe
teşebbüsünü içerdiğini ifade ediyordu. Bir yandan da adeta kasılarak ders
verircesine, kendisinin 12 Eylül referandumunda “yetmez, ama evet” değil,
“evet” oyu verdiğini söylemeyi ihmal etmiyordu.
Peki, bu geçen süre zarfında acaba ne değişti de, bizim eski
“şiyeef” (artık bu şiyeef meselesini anlatmak gerekiyor.) bu tarihi örneklere
merak sardı. Üstüne üstlük AKP’nin bu konudaki katkı ve sorumluluğunu da
(yalnızca Çarşı davasıyla ilgiliymiş gibi yaparak) ortaya serdi. (Hani,
“gelinim sana masalı anlatıyorum, sen esas hikayeyi de anla” dercesine).
Haydi anlatalım şu “Şiyeef” hitabını. Seyfettin Gürsel ile
aynı işyerinde birlikte çalıştık. Bizim ansiklopedinin yayın yönetmeni idi.
Maiyetindeki elemanlar olarak kendisine saygımızın bir ifadesi olarak “şiyeef”
diye hitap ederdik (“şef”in yavşatılmışı).
Haydi Şiyeef,
Senden de Nazlı Ilıcak gibi bir “aldatıldım” itirafı
bekliyoruz. Tabii özeleştiri sayılmaz, ama bize şimdilik bu kadar da yeter.
Belki böylece birilerine de örnek olursun.
Sevgiler
Not: Bana inanmayanlar ya da
abarttığım izlenimine kapılanlar tv.cnnturk.com adresinden 10 Eylül 2014
Çarşamba günkü Ne Oluyor programını izleyebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder