23 Kasım 2014 Pazar

Önemli bir ön açıklama:

Aşağıdaki yazıyı bloğuma koymaya karar vermiştim ki, kötü bir  haber aldım. İletişim Yayınları’nda “Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi”nin yayınlanması sırasında birlikte (aynı odada) çalıştığımız sevgili Seyfettin Gürsel, beyin kanaması tespitiyle hastaneye kaldırılmıştı. Durumu belli değildi.

Tabii ki, yazıyı yayınlamadım. Ama son günlerde aldığım haberler iyi. Ağır iki beyin ameliyatı geçiren Seyfettin Gürsel tamamen iyileşip taburcu olmuş ve hiç bir araz kalmamış.

Çok mutlu oldum ve yeniden yazıyı bloğa koymaya karar verdim. Bugün bakıldığında çift anlamlı gibi görünen başlık, Seyfettin’in rahatsızlığından önce konmuştur. Denk geldi öylesine. Yazıda da hiçbir değişiklik yapmadım. Yazıldığı günkü aslına sadık kaldım.

Dön gel be Seyfettin, kim tutar seni?


Tarih: 10 Eylül 2014 Çarşamba
Yer: CNN’de Şirin Payzın’ın sunduğu Neler Oluyor (NO) programı
Konu: Çarşı iddianamesi
Katılımcılardan biri: Prof.Dr.Seyfettin Gürsel (Şiyeef: Açıklaması ileride)

Programın diğer katılımcılarının kim olduklarını ve neler söylediklerini aktarmak gereksiz. Önemli olan, Seyfettin’in anlattıkları.

Gözlerime ve kulaklarıma inanamıyorum. Bizim Seyfettin, coşkulu bir biçimde “Çarşı Davası”nın hükümet tarafından her türlü muhalafeti ve karşı duruşu sindirmek için açıldığını iddia ediyor. Çarşı’nın eyleminin bir darbe teşebbüsü olduğunu iddia eden bir konuğa sert ifadelerle karşı çıkıyor, hatta azarlıyor. AKP hükümetinin önümüzdeki genel seçimlerde rejimi değiştirebilmek için mutlaka % 50’nin üzerinde bir oy alması gerektiğini, bunu da ancak bu tür davalarla kendi tabanını konsolide ederek ve muhalefeti korkutup sindirerek yapabileceğini bildiğini öne sürüyor.

Aman Allahım, gerçekten inanamıyorum. Seyfettin bu konuda tarihten örnekler vermeye başlıyor. SSCB’deki Moskova Mahkemeleri’ni anlatıyor. Stalin’in muhalefeti yok edebilmek ve kalan parti üyelerini ve halkı konsolide edebilmek için, sahte itiraflar, ispiyonlar, sahte deliller (gizli tanıklar-bunu ben ekledim.ZB) ile  SBKP’nin tüm önde gelen kadrolarını bu mahkemeler aracılığıyla tasfiye ettiğini, kurşuna dizdirdiğini söylüyor.

Konuyu çalışmış, ama mahkemelerin tarihini ve adıyla adlandırıldıkları meşhur başkanının adını unutmuş. Onu da ben ekleyeyim: 1936 Vişinski Mahkemeleri.

(Yahu, bu anlatılan mahkeme özellikleri bana tanıdık geldi, size de gelmedi mi?)

Derken gözlerimden kontrol edemediğim birkaç damla yaş süzülüyor. İşte şimdi Allahım, sana geliyorum!

Aynı coşkuyla sözüne devam eden Seyfettin, Stalin’in 1938 yılında gerçekleştirdiği Kızılordu tasfiyesine geliyor. Bu kez dersine daha iyi çalışmış ve daha bilgili. Anlattığına göre yine Stalin, yine iftiralar, espiyon ve sahte delillerle (gizli tanıklarla-bunu yine ben ekledim.ZB) başta Beyazordu’ya karşı kaç savaştan galibiyetle çıkmış Genelkurmay Başkanı Tuhaçevski olmak üzere, Kızılordu’nun tüm işe yarar komutanlarını tasfiye ediyor, kurşuna dizdiriyor.

Suçlamalara birkaç örnek vereyim: Alman Genelkurmayı’yla işbirliği yapmak, Almanya ve Japonya adına casusluk yapmak, antikomünist faaliyetlerde bulunmak, hükümeti devirmek amacıyla gizli örgüt kurmak, yönetmek veya üye olmak (kendimi tutamadım, bunu da ben ekledim, belki gerçekten bu suçlama da vardı. Bilemiyorum. Bu tür davalarda hep oluyor. ZB).

İki sene sonra Sovyetler Birliği’ne saldıran Nazi Almanyası orduları, kısa süre içinde ikinci üçüncü sınıf generallerin komutasındaki Sovyet ordusunu perişan ediyor, kuzeyde Leningrad, ortada Moskova ve aşağıda Stalingrad’a kadar ilerliyor.  (Detay bilgiler vallahi Seyfettin’den).

Bu yazıya Allah’ı çok dahil ettiğimin farkındayım, ama inanın ki, dışarıdan herhangi bir güçlü desteğe çok ihtiyacım var.

Konsolidasyon ve pasifizasyon tezlerini savunabilmek için, Komünist Parti tasfiyesini anlatmak bence yeterli olabilir. Fakat bakın şu Allah’ın işine ki, Seyfettin, yeni çalışılmış izlenimi veren bilgilerle Kızılordu tasfiyesi konusuna da giriyor. Gel de çık bu işin içinden.

(Yahu, bu anlatılan tasfiyenin özellikleri de bana tanıdık geldi, size de gelmedi mi?)

Daha bir ay önce benzer bir programda, bebek suratındaki o beşuş ifade ve Tommiks’den alınmış yamuk gülümsemeyle, diğer konukları adeta aşağılayarak, Ergenekon olayının ciddi olduğunu, Balyoz’un da ciddi bir darbe teşebbüsünü içerdiğini ifade ediyordu. Bir yandan da adeta kasılarak ders verircesine, kendisinin 12 Eylül referandumunda “yetmez, ama evet” değil, “evet” oyu verdiğini söylemeyi ihmal etmiyordu.

Peki, bu geçen süre zarfında acaba ne değişti de, bizim eski “şiyeef” (artık bu şiyeef meselesini anlatmak gerekiyor.) bu tarihi örneklere merak sardı. Üstüne üstlük AKP’nin bu konudaki katkı ve sorumluluğunu da (yalnızca Çarşı davasıyla ilgiliymiş gibi yaparak) ortaya serdi. (Hani, “gelinim sana masalı anlatıyorum, sen esas hikayeyi de anla” dercesine).

Haydi anlatalım şu “Şiyeef” hitabını. Seyfettin Gürsel ile aynı işyerinde birlikte çalıştık. Bizim ansiklopedinin yayın yönetmeni idi. Maiyetindeki elemanlar olarak kendisine saygımızın bir ifadesi olarak “şiyeef” diye hitap ederdik (“şef”in yavşatılmışı).

Haydi Şiyeef,

Senden de Nazlı Ilıcak gibi bir “aldatıldım” itirafı bekliyoruz. Tabii özeleştiri sayılmaz, ama bize şimdilik bu kadar da yeter.

Belki böylece birilerine de örnek olursun.

Sevgiler


Not: Bana inanmayanlar ya da abarttığım izlenimine kapılanlar tv.cnnturk.com adresinden 10 Eylül 2014 Çarşamba günkü Ne Oluyor programını izleyebilirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder