Keyifli bir “acaba”; Nooolacak bu baraj meselesi?
Ama hemen de çok sevinmeyin. YAE’ye ileride başka yazılarda yine döneceğiz.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra, bu ülkenin bugününü ve geleceğini etkileyen
hatta belirleyen en önemli harekettir. İhmal edilemez. Etmeyeceğiz.
Biliyorsunuzdur, Anayasa Mahkemesi önümüzdeki günlerde bir bireysel
başvuruya bağlı olarak seçimlerdeki % 10 barajının hak ihlali sayılıp
sayılmayacağına karar verecek. (Bu kuruma ilişkin yazı yazmanın bir
dezavantajı, kısaltma kullanamıyor olmak, her defasında adını uzun uzun
yazıyoruz, ben yazının geri kalanında sadece ‘mahkeme’ diyeceğim.) Henüz ortada
bir karar ya da bu kararın ne olabileceğine dair kesinleşmiş bir şey yok. Hatta
mahkemenin konuyu esastan görüşmeyi kabul edip etmeyeceği bile belli değil. Ama
bu kararla ilgisi olabilecek tüm aktörler ve köşe yazarları hızla bir rol
belirleme, saf tutma faaliyetine giriştiler. Bunları yazının ilerki
kısımlarında irdelemeye çalışacağim. Şimdi öncelikle bu meselenin evveliyatına
kısaca bir göz atmak istiyorum.
12 Eylül 2010 referandumunda (ulan, bu tarihe getirilmesi bile tezgahtı
aslında) halkın onayına sunulan 26 madde arasında aslında gerçekten demokratik
olarak nitelenebilecek tek madde “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda
bulunma hakkı”nı tanıyan madde idi. Bu madde, AKP’nin demokratlığı sonucunda
değil, bir yandan AİHM’de kaybedilen davaların TC Devleti’ne giderek daha
pahalıya patlıyor oluşu, diğer yandan da başvuru miktarında Rusya’dan sonra
ikinci sıraya oturmamız nedeniyle AİHM’in isyan etmesi nedeniyle kondu. Zaten
Avrupa ülkeleri yıllardan beri bu yönde baskı yapıyorlardı. Bu baskılar
sonucunda AİHM öncesi bir ara aşama konması zorunlu hale geldi ve referandum
çorbasına Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı maddesi kondu. Bu ve
diğer 24 maddenin tümü, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumunu
değiştirmeyi amaçlayan maddenin kamufle edilmesine yönelikti. Hele 12
Eylül’cülerin yargılanabilmesine olanak tanıyacak olan madde, tam bir
üçkağıttı. Ama kullanışlı aptalları kandırmaya yetti.
Aslında kendini şu veya bu düzeyde demokrat ya da solcu gören birisinin bu
referandumu kabul etmemesi
gerekiyordu. Çünkü kurulan tezgah, dünya üzerinde hiç bir siyaset bilimci
tarafından referandum olarak kabul edilemeyecek bir ucubeydi. Siyaset biliminin
yanısıra siyasi ahlaka da uygun değildi. Merak eden ve Türkçe kitaplara
güvenmeyenler yabancı dillerdeki kitaplardan kontrol edebilir. Referandumların
özellikle demokrasisi yeterince gelişmemiş ülkelerde veya diktatörler
tarafından severek kullanılan bir yöntem olması nedeniyle birtakım tedbirler
alınmıştır. Bir anayasanın tümünün
oylanması (Kurucu Meclis tarafından yapılmış olmalıdır) dışındaki
referandumlarda, iki seçenek sunan tek madde oylanır. (Bak. İskoçya’nın
bağımsızlığına ilişkin referandum).
Ama AKP, öncüllerinden Turgut Özal’ın Türk demokrasisine hediyesi olan
“torba yasa” sitemini kullanmayı tercih etti. Bildiğiniz gibi bu mucize yöntem,
meclis denetimini ve muhalefeti
büyük ölçüde kısıtlıyor ve milli eğitimle ya da sosyal güvenlikle ilgili birkaç
kanun çıkarılırken bunların arasında milletvekillerine zam da geçirilebiliyor.
Tamam, yazının başında bu konuya girmeyeceğimi söyledim, ama olmuyor ne
yapayım? Keşke “yetmez, ama evet” için harcanan enerjiler, paralar, afişler,
pankartlar, bildiriler, köşe yazılarına ve televizyon programlarına katık
edilen kişisel şöhret, onur ve şerefler, bu referandumun antidemokratik
yapısını deşifre edebilmek için harcanabilseydi. Belki ülke içinde ve dış
dünyada çok ses getirebilecek bir muhalif eylemlilik yaratılmış olabilirdi. Her
halükarda da durum bugünkünden daha iyi olurdu. Arkadaşlarımız da faşizme giden
yola “iyi niyet taşları”nı döşemiş olmanın üzüntüsünü duymazlardı. (İnanmayın,
empati yapıyormuş gibi yapıyorum, belki hakikaten üzülürler diye. Aslında ne
üzülen var, ne utanan.)
Gelelim mahkeme konusuna.
Bence bu olayın üç dört farklı kahramanı var. Bunların başında geçen
seçimlerde baraj nedeniyle parlamentoya girememiş, nasıl olsa baraja
takılacaklar kaygısıyla bunlara oy vermeyen kendi seçmenlerini de kaybetmiş
olan DSP, SP, ÖDP gibi bu başvuruyu yapan baraj mağduru partiler. Olağanüstü
uygun bir zamanlama ve kendi ifadelerine göre son derece kapsamlı
hazırlanmış hukuki metinlerle “kişisel başvuru hakkı”nı kullanarak mahkemeye
başvurdular. Bu birinci ataktı.
İkinci atak ise, inisiyatifin ne kadarı kendisine aittir bilemem ama,
mahkeme başkanı Haşim Kılıç tarafından bu başvuruları, nitelikleri nedeniyle
“bireysel”de değil, “genel kurul”da öncelikle görüşüp, 2-3 hafta içinde karara
bağlayacaklarını açıklaması oldu.
Murat Sevinç’in diken.com.tr sitesinde 01/12/2014 tarihinde yayınlanan
yazısı, meselenin ağırlıkla teknik ve hukuki yönlerine ışık tutuyor. Siyasi
yorumlar da yapıyor, ben bu yorumlara naçizane bazı katkılarda bulunmak
istiyorum.
Başvurular ve başkanın açıklamasıyla, yıllardır giderek artmakta olan
karamsarlığım yerini bir anda “acaba”lı bir keyfe bıraktı. Şimdi “siz zaten
Çetin Paşa’nın bırakılmasına da sevinmiştiniz”, “zaten herşeyi ya askerden ya
da devletin vesayetçi kurumlarından beklersiniz” falan gibi saçma sapan laflar
edecek zevzekler çıkabilir. Bi durun, devamını okuyun bence.
Bir defa beni tanıyanlar bilirler, yapım gereği çarşının düzgün ve
düzenlisini değil, karışık olanını severim (burada bahsedilen, yükselenim olan
ÇARŞI değil). Fakat bugüne kadar da çarşıyı karıştıranın hep aynı kişi olması,
diğerlerinin de onun söylemine teslim olmaları sinirime dokunuyordu. Bu yeni
vukuat o kişiyi de karışık çarşının sadece faktörlerinden biri haline
getirince, yukarıda bahsettiğim “acaba”lı keyif ruhumu sarıverdi.
Kısa bir dönem için olsa bile bana bu keyfi bahşeden her kimse ona
şükranlarımı sunuyorum. Bu kimilerinin söylediği gibi “bir üst akıl” olabilir, “henüz
tümüyle yok edilememiş Ergenekon” olabilir, ne bileyim devletin ideolojik aygıtlarının
işi ve hatta Allah’ın işi olabilir, farketmez. Kiminse kimin işi, benim için
önemli değil, önemli olan çarşının karışması ve bunu o şahsın yapmamış olması,
hatta onun belki muhtemel kurbanlardan biri olacak olması.
Genellikle içinden çıkılması zor, çetrefilli durumlarda “iki ucu bo.lu
değnek” tabiri kullanılır. Aslında kararlı biri değneği ortasından tutabilir, iki
ucu da suyun altına tutarak yıkayabilir, böylece bulaşmaktan kurtulabilir.
Şimdiki durum ise daha ziyade, her tarafı bo.klu bir çembere benziyor. Bakalım,
kim en az zararla neresinden tutmayı başarabilecek?
Öncelikle daha ufakmış gibi görünen ihtimali konuşalım: Diyelim, mahkeme
başvuruları görüştü ve usul ya da AİHM’in daha önce bu konuda vermiş olduğu
karar (bak. Murat Sevinç’in diken.com.tr’deki yazısı) nedeniyle reddetti. Ne
olacak şimdi? Sevinen yalnızca AKP olacak. Diğerleri ne yapacak? Birkaç kez
barajın düşürülmesi için teklif vermiş ama bu bireysel başvuru olayına
uyanamamış olan CHP, barajdan en çok zararı gören ama bağımsız adaylarla her
defasında barajı by-pass etmek zorunda kalan HDP, böyle önemli dönemlerde kendi
tavrını neredeyse son ana kadar belli etmeyip, son anda AKP’ye koltuk değneği
oluveren MHP ne yapacaklar?
Bu partiler arasında strateji belirleme ve siyaset üretme yeteneğine sahip
tek parti olarak gördüğüm HDP zaten inisiyatifi ele aldı ve seçimlere bağımsız
adaylarla değil, parti olarak katılacağını şimdiden açıkladı. Bu tavır, seçim
zarları kaç gelirse gelsin, HDP’ye kazandırır. Parti olarak barajı geçerse,
şimdikine göre hatırı sayılır bir parlamenter sayısına ulaşır. Bunun da önemli
kısmını AKP’den alır. Geçemezse HDP bugünkü konjonktürde öyle bir uluslararası
destek kazanır ki, herkes şaşırır. Tam IŞİD’e karşı verilmekte olan PKK ve PYD mücadelesi
ABD ve AB tarafından bu düzeyde destekleniyorken, PKK’nin siyasi kanadı olarak
kabul edilen HDP’nin parlamento dışında kalması, ne ABD ne de AB tarafından
asla kabul edilemez. Bunun ne gibi pratik sonuçları olur, şimdiden bilemem. Ama
kurulacak olan hükümetin canını çok sıkacağı kesindir.
CHP ve MHP’nin yapması gereken tek şey ise kitlesel protestolarla buna
karşı çıkmak. O da nereye kadar? Adam olsalardı, bu protestoları şimdiye kadar
yapmış ve her gün yenisini yapıyor olmaları gerekirdi.
Gelelim diğer olasılığa. Mahkeme baraja ilişkin olarak “ihlal” ya da
“iptal” kararı verebilir. Her iki kararda da “seçim kanununda yapılan
değişiklikler bir yıl içinde yapılacak seçimde uygulanamaz” hükmünü getiren
Anayasa maddesinin değiştirilmesi
zorunlu olacaktır. Bu zorunluluğu dışarıda bırakan tek olasılık, mahkemenin
iptal kararı vermesi ve Anayasa değişikliği konusunda partilerin anlaşamaması
nedeniyle seçime barajsız olarak girilmesidir. Bu durum AKP’nin hiç işine
gelmez.
Aslında bir ihtimal daha var: Mahkeme olası bir iptal kararında, “kararın
bir yıl sonra yürürlüğe gireceğine gireceğine” karar verebilir. Bu durum
AKP’nin 2015 seçimi konusunda çok işine gelir. Ama bu durumda da diğer
partilerin çarşıyı karıştırmaları kendi bekaları bakımından zorunludur. Hele
AKP muhtemel bir ihlal kararı sonrasında “beni bağlamaz, ben seçime giderim”
derse ve YSK da aynı yönde karar verirse, çarşı iyice karışacaktır.
Gördüğünüz gibi, daha önce bahsettiğim “acaba”lı keyfi duymamı
sağlayacak koşullar, ama o yönde ama bu yönde, illaki geliyor.
Tamam muhtemel karışık çarşı keyif veriyor, ama merak etmeden de
duramıyorum, acaba “yetmez, ama evet”çiler bu durumda barajın antidemokratik
olduğunu kabul mu edecekler, yoksa mahkemenin tavrını vesayet olarak mı
niteleyecekler? Hala bir ses yok. Aloooo!
Yorum girmeye calistim ama ne yazik ki basaramadim. Merak ettim acaba yoruma acik gorunse de aslinda kapali mi diye.
YanıtlaSilNeyse onemli degil, Sayende memleketten haber almanin gercek bir anlami oldu. Dusuncelerine de, eline de saglik. Aman yazmayi birakma! Takipteyim.
Vildan (eskiden Islamoglu) Kirby