10 Aralık 2014 Çarşamba


Keyifli bir “acaba”; Nooolacak bu baraj meselesi?

 “Yetmez, ama evet” nereye kadar? Vallahi, şimdilik kaydıyla buraya kadar. Biraz da güncel siyasete bulaşalım kendi çapımızda.

Ama hemen de çok sevinmeyin. YAE’ye ileride başka yazılarda yine döneceğiz. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, bu ülkenin bugününü ve geleceğini etkileyen hatta belirleyen en önemli harekettir. İhmal edilemez. Etmeyeceğiz.

Biliyorsunuzdur, Anayasa Mahkemesi önümüzdeki günlerde bir bireysel başvuruya bağlı olarak seçimlerdeki % 10 barajının hak ihlali sayılıp sayılmayacağına karar verecek. (Bu kuruma ilişkin yazı yazmanın bir dezavantajı, kısaltma kullanamıyor olmak, her defasında adını uzun uzun yazıyoruz, ben yazının geri kalanında sadece ‘mahkeme’ diyeceğim.) Henüz ortada bir karar ya da bu kararın ne olabileceğine dair kesinleşmiş bir şey yok. Hatta mahkemenin konuyu esastan görüşmeyi kabul edip etmeyeceği bile belli değil. Ama bu kararla ilgisi olabilecek tüm aktörler ve köşe yazarları hızla bir rol belirleme, saf tutma faaliyetine giriştiler. Bunları yazının ilerki kısımlarında irdelemeye çalışacağim. Şimdi öncelikle bu meselenin evveliyatına kısaca bir göz atmak istiyorum.

12 Eylül 2010 referandumunda (ulan, bu tarihe getirilmesi bile tezgahtı aslında) halkın onayına sunulan 26 madde arasında aslında gerçekten demokratik olarak nitelenebilecek tek madde “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkı”nı tanıyan madde idi. Bu madde, AKP’nin demokratlığı sonucunda değil, bir yandan AİHM’de kaybedilen davaların TC Devleti’ne giderek daha pahalıya patlıyor oluşu, diğer yandan da başvuru miktarında Rusya’dan sonra ikinci sıraya oturmamız nedeniyle AİHM’in isyan etmesi nedeniyle kondu. Zaten Avrupa ülkeleri yıllardan beri bu yönde baskı yapıyorlardı. Bu baskılar sonucunda AİHM öncesi bir ara aşama konması zorunlu hale geldi ve referandum çorbasına Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı maddesi kondu. Bu ve diğer 24 maddenin tümü, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumunu değiştirmeyi amaçlayan maddenin kamufle edilmesine yönelikti. Hele 12 Eylül’cülerin yargılanabilmesine olanak tanıyacak olan madde, tam bir üçkağıttı. Ama kullanışlı aptalları kandırmaya yetti.

Aslında kendini şu veya bu düzeyde demokrat ya da solcu gören birisinin bu referandumu kabul  etmemesi gerekiyordu. Çünkü kurulan tezgah, dünya üzerinde hiç bir siyaset bilimci tarafından referandum olarak kabul edilemeyecek bir ucubeydi. Siyaset biliminin yanısıra siyasi ahlaka da uygun değildi. Merak eden ve Türkçe kitaplara güvenmeyenler yabancı dillerdeki kitaplardan kontrol edebilir. Referandumların özellikle demokrasisi yeterince gelişmemiş ülkelerde veya diktatörler tarafından severek kullanılan bir yöntem olması nedeniyle birtakım tedbirler alınmıştır. Bir  anayasanın tümünün oylanması (Kurucu Meclis tarafından yapılmış olmalıdır) dışındaki referandumlarda, iki seçenek sunan tek madde oylanır. (Bak. İskoçya’nın bağımsızlığına ilişkin referandum).

Ama AKP, öncüllerinden Turgut Özal’ın Türk demokrasisine hediyesi olan “torba yasa” sitemini kullanmayı tercih etti. Bildiğiniz gibi bu mucize yöntem, meclis denetimini  ve muhalefeti büyük ölçüde kısıtlıyor ve milli eğitimle ya da sosyal güvenlikle ilgili birkaç kanun çıkarılırken bunların arasında milletvekillerine zam da geçirilebiliyor.

Tamam, yazının başında bu konuya girmeyeceğimi söyledim, ama olmuyor ne yapayım? Keşke “yetmez, ama evet” için harcanan enerjiler, paralar, afişler, pankartlar, bildiriler, köşe yazılarına ve televizyon programlarına katık edilen kişisel şöhret, onur ve şerefler, bu referandumun antidemokratik yapısını deşifre edebilmek için harcanabilseydi. Belki ülke içinde ve dış dünyada çok ses getirebilecek bir muhalif eylemlilik yaratılmış olabilirdi. Her halükarda da durum bugünkünden daha iyi olurdu. Arkadaşlarımız da faşizme giden yola “iyi niyet taşları”nı döşemiş olmanın üzüntüsünü duymazlardı. (İnanmayın, empati yapıyormuş gibi yapıyorum, belki hakikaten üzülürler diye. Aslında ne üzülen var, ne utanan.)

Gelelim mahkeme konusuna.

Bence bu olayın üç dört farklı kahramanı var. Bunların başında geçen seçimlerde baraj nedeniyle parlamentoya girememiş, nasıl olsa baraja takılacaklar kaygısıyla bunlara oy vermeyen kendi seçmenlerini de kaybetmiş olan DSP, SP, ÖDP gibi bu başvuruyu yapan baraj mağduru partiler. Olağanüstü uygun bir zamanlama ve kendi ifadelerine göre son derece kapsamlı hazırlanmış hukuki metinlerle “kişisel başvuru hakkı”nı kullanarak mahkemeye başvurdular. Bu birinci ataktı.

İkinci atak ise, inisiyatifin ne kadarı kendisine aittir bilemem ama, mahkeme başkanı Haşim Kılıç tarafından bu başvuruları, nitelikleri nedeniyle “bireysel”de değil, “genel kurul”da öncelikle görüşüp, 2-3 hafta içinde karara bağlayacaklarını açıklaması oldu.

Murat Sevinç’in diken.com.tr sitesinde 01/12/2014 tarihinde yayınlanan yazısı, meselenin ağırlıkla teknik ve hukuki yönlerine ışık tutuyor. Siyasi yorumlar da yapıyor, ben bu yorumlara naçizane bazı katkılarda bulunmak istiyorum.

Başvurular ve başkanın açıklamasıyla, yıllardır giderek artmakta olan karamsarlığım yerini bir anda “acaba”lı bir keyfe bıraktı. Şimdi “siz zaten Çetin Paşa’nın bırakılmasına da sevinmiştiniz”, “zaten herşeyi ya askerden ya da devletin vesayetçi kurumlarından beklersiniz” falan gibi saçma sapan laflar edecek zevzekler çıkabilir. Bi durun, devamını okuyun bence.

Bir defa beni tanıyanlar bilirler, yapım gereği çarşının düzgün ve düzenlisini değil, karışık olanını severim (burada bahsedilen, yükselenim olan ÇARŞI değil). Fakat bugüne kadar da çarşıyı karıştıranın hep aynı kişi olması, diğerlerinin de onun söylemine teslim olmaları sinirime dokunuyordu. Bu yeni vukuat o kişiyi de karışık çarşının sadece faktörlerinden biri haline getirince, yukarıda bahsettiğim “acaba”lı keyif ruhumu sarıverdi.

Kısa bir dönem için olsa bile bana bu keyfi bahşeden her kimse ona şükranlarımı sunuyorum. Bu kimilerinin söylediği gibi “bir üst akıl” olabilir, “henüz tümüyle yok edilememiş Ergenekon” olabilir, ne bileyim devletin ideolojik aygıtlarının işi ve hatta Allah’ın işi olabilir, farketmez. Kiminse kimin işi, benim için önemli değil, önemli olan çarşının karışması ve bunu o şahsın yapmamış olması, hatta onun belki muhtemel kurbanlardan biri olacak olması.

Genellikle içinden çıkılması zor, çetrefilli durumlarda “iki ucu bo.lu değnek” tabiri kullanılır. Aslında kararlı biri değneği ortasından tutabilir, iki ucu da suyun altına tutarak yıkayabilir, böylece bulaşmaktan kurtulabilir. Şimdiki durum ise daha ziyade, her tarafı bo.klu bir çembere benziyor. Bakalım, kim en az zararla neresinden tutmayı başarabilecek?

Öncelikle daha ufakmış gibi görünen ihtimali konuşalım: Diyelim, mahkeme başvuruları görüştü ve usul ya da AİHM’in daha önce bu konuda vermiş olduğu karar (bak. Murat Sevinç’in diken.com.tr’deki yazısı) nedeniyle reddetti. Ne olacak şimdi? Sevinen yalnızca AKP olacak. Diğerleri ne yapacak? Birkaç kez barajın düşürülmesi için teklif vermiş ama bu bireysel başvuru olayına uyanamamış olan CHP, barajdan en çok zararı gören ama bağımsız adaylarla her defasında barajı by-pass etmek zorunda kalan HDP, böyle önemli dönemlerde kendi tavrını neredeyse son ana kadar belli etmeyip, son anda AKP’ye koltuk değneği oluveren MHP ne yapacaklar?

Bu partiler arasında strateji belirleme ve siyaset üretme yeteneğine sahip tek parti olarak gördüğüm HDP zaten inisiyatifi ele aldı ve seçimlere bağımsız adaylarla değil, parti olarak katılacağını şimdiden açıkladı. Bu tavır, seçim zarları kaç gelirse gelsin, HDP’ye kazandırır. Parti olarak barajı geçerse, şimdikine göre hatırı sayılır bir parlamenter sayısına ulaşır. Bunun da önemli kısmını AKP’den alır. Geçemezse HDP bugünkü konjonktürde öyle bir uluslararası destek kazanır ki, herkes şaşırır. Tam IŞİD’e karşı verilmekte olan PKK ve PYD mücadelesi ABD ve AB tarafından bu düzeyde destekleniyorken, PKK’nin siyasi kanadı olarak kabul edilen HDP’nin parlamento dışında kalması, ne ABD ne de AB tarafından asla kabul edilemez. Bunun ne gibi pratik sonuçları olur, şimdiden bilemem. Ama kurulacak olan hükümetin canını çok sıkacağı kesindir.

CHP ve MHP’nin yapması gereken tek şey ise kitlesel protestolarla buna karşı çıkmak. O da nereye kadar? Adam olsalardı, bu protestoları şimdiye kadar yapmış ve her gün yenisini yapıyor olmaları gerekirdi.

Gelelim diğer olasılığa. Mahkeme baraja ilişkin olarak “ihlal” ya da “iptal” kararı verebilir. Her iki kararda da “seçim kanununda yapılan değişiklikler bir yıl içinde yapılacak seçimde uygulanamaz” hükmünü getiren Anayasa maddesinin  değiştirilmesi zorunlu olacaktır. Bu zorunluluğu dışarıda bırakan tek olasılık, mahkemenin iptal kararı vermesi ve Anayasa değişikliği konusunda partilerin anlaşamaması nedeniyle seçime barajsız olarak girilmesidir. Bu durum AKP’nin hiç işine gelmez.

Aslında bir ihtimal daha var: Mahkeme olası bir iptal kararında, “kararın bir yıl sonra yürürlüğe gireceğine gireceğine” karar verebilir. Bu durum AKP’nin 2015 seçimi konusunda çok işine gelir. Ama bu durumda da diğer partilerin çarşıyı karıştırmaları kendi bekaları bakımından zorunludur. Hele AKP muhtemel bir ihlal kararı sonrasında “beni bağlamaz, ben seçime giderim” derse ve YSK da aynı yönde karar verirse, çarşı iyice karışacaktır.

Gördüğünüz gibi, daha önce bahsettiğim “acaba”lı keyfi duymamı sağlayacak koşullar, ama o yönde ama bu yönde, illaki geliyor.

Tamam muhtemel karışık çarşı keyif veriyor, ama merak etmeden de duramıyorum, acaba “yetmez, ama evet”çiler bu durumda barajın antidemokratik olduğunu kabul mu edecekler, yoksa mahkemenin tavrını vesayet olarak mı niteleyecekler? Hala bir ses yok. Aloooo!


1 yorum:

  1. Yorum girmeye calistim ama ne yazik ki basaramadim. Merak ettim acaba yoruma acik gorunse de aslinda kapali mi diye.
    Neyse onemli degil, Sayende memleketten haber almanin gercek bir anlami oldu. Dusuncelerine de, eline de saglik. Aman yazmayi birakma! Takipteyim.
    Vildan (eskiden Islamoglu) Kirby

    YanıtlaSil