Bir Küfürname Suçlaması Üzerine
(Biraz da mizah olsun bari)
Çok eski bir arkadaşım (doğal olarak YAE’ci, eski
arkadaşlarımın çoğu öyle, Allah kahretsin) bloğumda bugüne kadar yazdığım
yazılar için bir genelleme yaptı ve onları küfürname olarak niteledi. Çok
üzüldüm. Kendisini çok severim, sıkı entellektüeldir, biraz naif denebilecek
bir çocuktur. Aslında son zamanlarda Facebook’ta yazdıklarından, bu
entellektüellik düzeyinin kafasını biraz karıştırmış olduğu izlenimini de almadım
dersem yalan olur. Neyse.
Üzüntümün birinci kısmı, anlık bir tereddüte düşmemden
kaynaklanıyor. Tamam, bütün bu eski arkadaş çevrem tarafından “küfürbaz” olarak
tanımlanırım, ama benim küfürlerimin çoğu patentlidir. Yani küfürü kendisine
yönelttiğim kişi bile, böylesi orijinal bir küfürü duymaktan adeta zevk alır.
Bu konuda iddialıyım. İnanmayan, Ümit’e ve Barış’a sorsun. Tereddüdüm şu
noktada, “ulan hakikaten büyük kızgınlık ve hayal kırıklığıyla yazdığım
yazılarda farkına varmadan küfürname olarak nitelenebilecekleri kadar küfür
filan mı kullandım?” diye sordum kendime.
Derhal bloğu açtım ve ilk yazımdan son yazıma kadar bütün
yazılarımı dikkatlice okudum. Bir başkasından iktibas ettiğim (Osm.), yani
aldığım “kullanışlı aptallar” var, ki bu siyaset biliminde kullanılan bir
kavram. Bir veya iki tane de benim ağzımda neredeyse iltifat olarak kabul
edilebilecek sözcük var. Demek ki, bu nedenle üzülmek gereksiz.
Bunu eleyince, yeni ve daha önemli bir üzüntü kaynağı ortaya
çıktı bana. Bu eski solcu yeni YAE’ci çocuklar, tavırlarına ilişkin her türlü
eleştiriyi küfürname olarak algılamak ve bununla bağlantılı olarak da muhatap
almamak gibi bir tavır benimsemişler. Eh, tanıdıklarımın büyük çoğunluğunu
aklımdan sırayla geçirdiğimde, bu tavırları bana pek yabancı gelmiyor. Ne de
olsa, onların elit düzeyine ben ve benim gibi eleştiri yapanların erişmesi
sözkonusu değil. (Ulaaan, bunlarınki galiba akıllıca bir tavır, benim gibi
birini bile dakikada aşağılık kompleksine sokmayı başardı, bu noktada. Kendimi
çok ezik hissediyorum).
Şaka bir yana, Ergenekon’un ilk günlerinden bu yana bu
çocuklardan o kadar hakaret, o kadar küfür, o kadar porno, hatta şakayla
karışık “orana burana sıkarız” tehdidi yedik ki, insanda ister istemez bir
birikim oluyor (adına kurban olduğum!). Tabii, eşeğini sağlam kazığa bağla,
sonra Allah’a emanet et demiş atalarımız. Ben de bu konuda tedbir almak zorunda
hissettim kendimi. Epey paraya maloldu bana (Bak. Fotoğraf). Sebep olanlar
utansın.
İnsan hali bu, bir iki şey okuyorsun, sinirin oynuyor,
geçiyorsun klavyenin başına, bir iki tane de parlattın mı, kim tutar seni? Zor
bela da olsa, tutuyorum ben beni. Yazdıklarıma küfürün k’sı yokken küfürname
diyenler, iki tane okkalı patlatsam, kimbilir neler yaparlar? Farklı
seçenekleri gözden geçirdim, hani vardır ya, “1’den 9’a kadar say, yetmezse
99’a kadar say” filan. Kesmedi. “Buzdolabına git, bir şeyler atıştır”, bu da
olmaz. Zaten kilo problemim var, bir de o kadar sık sinirleniyorum ki,
maazallah. Bunları düşündükten sonra benim de bir tavır benimsemem gerektiğine
karar verdim (YAE’cilerinki gibi akıllıca ya da değil, ama bir tavır).
Aklıma seneler önce dinlediğim, basit ama keyifli, burada da
tam yerinde kullanabileceğim bir
hikaye (fıkra) geldi. Paylaşayım.
Bir vakitler küfürbazlığı nedeniyle bütün mahalleliyi
bıktırmış bir adam varmış. Komşularının kadıya defalarca başvurmasına ve
kadının da defalarca ceza vermesine rağmen, adam küfür etmekten bir türlü
vazgeçmemiş. Günün birinde yine sokakta birine küfür ettiği için yakalayıp
kadının huzuruna getirmişler. Orada sıra beklemekte olan molla kılıklı bir adam
varmış. Kadı gelmiş, yerine oturmuş, o sırada gözü bizim küfürbaza ilişmiş.
“Sen sıranı bekle” demiş “ama bu sefer gene küfür ettiysen, yandın, kellen bile
gidebilir”. Mollaya dönmüş, “anlat bakalım derdini” demiş.
Molla başlamış anlatmaya: “Kadı Efendi, benim dünya güzeli
bir genç kızım var. Sapsarı saçlar, yemyeşil gözler, hokka gibi bir burun,
dolgun dudaklar, vücudu desen bir içim su. Ben onu çok iyi yetiştirdim. Dersler
aldırdım. Saz çalar, çok güzel sesi vardır, şarkı söyler, her çeşit yemeği
mükemmel yapar, dikiş diker, ev işlerinde üstüne yoktur”. Molla daha devam
edecekmiş, ama Kadı sözünü kesmiş: “Bre adam, uzatma, sor soracağını” diye
gürlemiş.
Molla, “Kadı Efendi, soracağım şu ki, bu kızın tabii bir
sürü talibi oluyor. Ama ben kıyamıyorum. Tadına bakmadan, keyfini sürmeden
kimseye vermek istemiyorum. Ne dersin?” diye sormuş. Nutku tutulan Kadı daha
bir şey diyemeden, bizim küfürbaz atılmış, söz istemiş. “Söyle” demiş Kadı.
Bizimki, “işte Kadı Efendi” demiş, “ben böylelerinin anasını, avradını sinkaf
ediyorum”. Tabii ki beraat etmiş küfür suçlamasından.
Peki, bu basit hikayeyi neden anlattım? Hemen açıklayayım.
Gün uğursuzun. Her gün farklı yayın organlarında, internet sitelerinde bir dolu
yazı yayınlanıyor. Bunların bazıları zaten çok meyyal (eğilimli) olduğum
küfürbazlığımı şiddetle tahrik ediyor. Uymamakta direniyorum, ama nereye kadar?
Bulduğum çare şu: Ne zaman bir şeyler yazarken küfür
gerektiren bir noktaya gelirsem, hemen bu hikayeyi hatırlayacağım. Tabii bu
beni kesmeyecektir, bunun için de hatırlamakla kalmayıp hatırlatacağım.
Korkmayın, bütün hikayeyi yeniden yazacak halim yok. Daha önce okumuş olanlar
zaten hatırlar, okumamış olanlar da merak ederlerse bu yazıya dönerek okurlar. Benim
adım Hıdır, elimden gelen şimdilik budur.
Sağlıcakla kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder