İkinci Bildiri: Daha Büyük Herze
Bildirinin yayınlanmasından sonra imza atanlar ve atmayanları temsilen birer köşe yazısıyla karşılaştım. Başka yazılar da olabilir belki, ama ben bu ikisini seçtim. Atanları temsilen Ataol Behramoğlu’nun ve atmayanları temsilen Can Dündar’ın yazıları. Temsilen dememe bakmayın, tabii onlar kendi kişisel tavırlarını açıklıyorlar, ama bence bu açıklamalar genele teşmil (Osm.) edilebilir.
“Yukarıdaki anı
benim kişisel tutumumu açıklar.
Kim olursa, hangi görüşten yana olursa olsun,
sadece bir yazar ya da gazetecinin değil, sıradan bir yurttaşın düşüncesini şu
ya da bu biçimde dile getirdiği için yargı önüne çıkarılmasını, tutuklanmasını,
üstelik de deli saçması suçlamalarla karşı karşıya bırakılmasını kabul edemem.
Böyle bir
uygulamayı kınayan (kuşkusuz kendim yazacak olsam daha farklı bir üslup ve
yaklaşımla kaleme alacak olduğum) bir bildiriyi, başka imzacılar kim olursa
olsun imzalamakta tereddüt etmem, edemem…”
Can Dündar’ın imza koymama tavrının nedenleri temel olarak
iki noktada toplanıyor. Birinci nokta, bildirinin yalnızca son birkaç yılda
yapılan kanunlar ve baskılara ağırlık vermesi. İkincisi ise, bu konuda AKP
hükümetinden bir şey dileniyor olması:
“Neden imzalamadım?
’Demokrasiye Darbe’
başlıklı bildiri imza için adresime yollandığında, çoğu cümleye
katılmakla birlikte metindeki iki ifadeden rahatsız oldum.
İlki şu:
’Son birkaç yılda
pek çok yasa değiştirilerek, hukuk sistemi evrensel hukuk normlarından
uzaklaştırılmış ve temel kişi hak ve özgürlükleri aleyhine bir baskı
aracına dönüştürülmüştür.’'Son birkaç yılda’ mı?
Yıllardır temel
hak ve hürriyetlere yönelik saldırılardan yakınmıyor muyuz? Hukuksuzluğun, Cemaat’in
baskı altına alındığı ‘son birkaç yıl’la sınırlanması, daha önce
yargısız infazlarda evi basılan, tutuklanan, yargılanan, mahkûm
olanlara haksızlık değil mi?
İkinci itirazım ise, bildirinin iktidara, ‘girdiği tehlikeli
yoldan dönme’ davetiyle sona ermesine…
Tehlikeli yolun
bitmesi için, o yolu açanlardan insaf ummak, bir çaresizlik ifadesi…
Bir felaketin
nedeni, onun panzehiri olabilir mi?
Artık bizim, iktidara yönelik,
‘Yoldan dön’ ricalarına değil, ‘Onu yoldan çevirmek için dayanışma ve
güç birliği’ çağrılarına ihtiyacımız
var.”
Bu iki tavır ve gerekçeleri
üzerine sayfalarca tartışılabilir. Ama burada tarafların kabul edebileceği
ortak bir tavra erişmek bence imkansızdır.
Gelelim benim tavrıma (çok da
umurunuzdaydı):
Önce temel prensip: Bu tür
bildiriler kaleme alınırken, mümkün olan en etkili ve en geniş katılımı
sağlamak üzere, imzalarının bulunması istenen her grubun fikrini almak ya da
onun zaten bilinmekte olan tavrını kapsayan bir metin oluşturmak gereklidir.
Bir diğer yol da, olabilecek en komprime, en kısa metni kullanmak ve böylece
farklı görüşlerin karşı çıkabilecekleri fazlalıklara izin vermemektir. Şimdi
uyduruyorum: “Yazılı ve görsel medyaya uygulanan her türlü baskıya karşı
çıkıyor ve kınıyoruz” nokta. Böyle bir bildiri çok daha farklı görüşlerden çok
daha fazla kişi ve grup tarafından imzalanabilir.
Benim tavrım büyük ölçüde Can
Dündar’ın tavrıyla uyuşuyor. Konu baskı ve zulüm ise, bunu 14 Aralık’ı
vurgulayarak kınamak yetersiz ve yanlıştır. Önceki tüm kanunsuz baskı ve zulüm
örnekleri verilip, bunların son örneği olarak da 14 Aralık verilirse, tamam.
Yani Cemaatçiler ile AKP’nin ortaklaşa yapmış oldukları Ergenekon, Balyoz,
OdaTV gibi zulümleri de bu bildiriye katarlarsa, tamam. Birkaç vurucu örnek
seçerek, işinden edilmiş olan medya mensuplarını anarlarsa, tamam. Ama “son
birkaç yılda….bla, bla, bla” deyip, sonra da “son olarak 14 Aralık 2014’te
Zaman ve Samanyolu TV….. bla, bla, bla” yazılmış bir bildiriye, başlığı ne
kadar iddialı olursa olsun, katiyen imza falan koymam, koyanı da sevmem. Türlü
çeşitli yalan habere, tezvirata, çamur atmaya, iftiraya nasıl katkıda
bulundularsa, nasıl büyük bir keyifle imza attılarsa, bu bildiriye de atsınlar.
Ben yokum.
Can Dündar’ın yazısının son
satırlarına da aynen katılıyorum. Geldiğimiz aşama bu iktidarı bir şeylere
davet etme noktasını çoktan geçmiştir. Dündar’ın dediği gibi, gün “onu yoldan
çevirmek için dayanışma ve güç birliği” daveti günüdür.
Bence ihmal edilmemesi gereken
üçüncü bir nokta daha var. Blogta yer alan “İsa’nın Yanağı. Bize Uyar mı? Uymaaz (2)” başlıklı yazının sonunda “büyük merak konumdan”
bahsetmiştim:
“Dört: Büyük merak konumu en sona bıraktım. Okuduysanız
biliyorsunuzdur, okumadıysanız da bir an evvel alıp okuyun. Sevgili Merdan
Yanardağ’ın Liberal İhanet kitabında sergilediği isimlerin en önemlileri bu
ilanda imzacı olarak yer
almıyor. N’oluyor? Neredeler? Onlara imza için gidilmedi
mi? Acaba neden? Yoksa gidildi de onlar imza koymayı mı reddettiler? Peki, eğer
böyleyse de acaba neden?
Merak beni öldürecek bu konuda. Yoksa artık
dergilerinde, gazete köşelerinde, internet sitelerinde, bloglarında yazmayacaklar
mı? İlana imza koyan eski yoldaşlarını neden yalnız bıraktılar? Yoksa varolma
savaşı vermekte olan cemaatçiler bile ‘bunların fazlası fazla, zaten çoğunun
ipliği de pazara çıktı’ deyip bunlardan imza istemediler mi?”
Sağolsunlar, beni merakın pençesinde
uzun süre bırakmadılar. Bu ikinci imza metninde bazıları yer aldı. Buradan yola
çıkarak, 12 Eylül 2010 referandumunda “evet” ya da “yetmez ama evet” tavrı
almamış olan ama bu bildiriye imza koyan herkesi eleştiriyorum.
İmza koymanızın nedeni Ataol Behramoğlu’nunkiyle aynı
olabilir veya başka bir olumlayıcı nedeniniz olabilir. Yalnızca bu iki
bildiriyle sınırlı da bakmayalım. Can Dündar’ın ve benim üzerinde durduğumuz
içerik ve kapsam meselesi de çözülmüş olan herhangi bir başka bildiri de olabilir.
Her halükarda gözardı etmememiz gereken önemli bir durum var:
Cemaatçiler bile başlarına 14 Aralık taşı düştüğünde,
simgesel olarak Ahmet Şık’tan özür dileme noktasına geldiler. Ama o dönemde
Cemaatin ateş gücüne destek olan, aynı gayretle tetik düşürmüş olan “yetmez,
ama evet”çiler, ne bir özeleştiri, ne bir özür dileme olmaksızın, bu tür
bildirilere imzacı demokrat kisvesiyle sızıyor ve çok eski meşruiyetlerini
yeniden kazanmaya çalışıyorlar.
Dolayısıyla işte tavrımın son nedeni:
İçeriği ve kapsamı ne olursa olsun, özeleştirisini vermemiş,
özür dilememiş, “biz o zaman, o koşullarda haklıydık” saçma klişesi dışında
haklılığını kanıtlayamamış, bugünden baktığında o günleri ve tetikçi dostlarını
farklı gördüğünü açıklamayan hiç bir “yetmez, ama evet”çiyle, aynı bildiri
metnine asla imza koymam.
Bu kadar.
Sağlıcakla kalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder