16 Mart 2015 Pazartesi

Geçici bir özeleştiri


Yakın dostlarımın yoğun ikazları üzerine farkettim ki, bu “yetmez ama evet” meselesi bende gerçekten bir mesele haline gelmiş ya da gelmekte.  En azından dışarıdan öyle algılanmakta. Bir durumu tespit etmekte yarar var: Aslında benim bu meseleyi benim için mesele olmaktan çıkartmam, meseleyi mesele olmaktan çıkartmaz.

Benim çabam, bu meseleyi kendim için mesele olmaktan çıkartmak için değil. O çok kolay. S.ktir ederim meseleyi, mesele benim için biter. Benim derdim başka. Ben, bu meselenin asıl sahiplerine, bu meselenin yıkıcı etkilerinden kurtulmalarında yardımcı olmaya çalışıyorum.

Altmış bir yaşındayım ve bu yaşıma kadar öğrendiğim şeylerden biri, bu büyüklükte bir meselenin inkar edilerek, sahiplenilmeyerek, hiç yaşanmamış gibi davranılarak, sessizce başka yerlere kaynak yapılarak örtülemeyeceği ya da unutulamayacağı. Yani böyle bir konunun gri bölgesi olamaz. Hadi ben sustum, diyelim. Bir meseleyi ortaya atacak bir başkası muhakkak çıkar. Hani “kafaya kakmak” diye bir deyim var ya, tam bu meseleye uygun. Kakarlar da kakarlar. Herkes benim gibi iyiniyetli de değil. Hiç ummadığın yerde, hiç ummadığın zamanda kakarlar. Kakacak kimse çıkmasa bile, o üç sihirli kelimenin birini duymak bile bazen insanın ruhunda bir rahatsızlık yaratabilir.

Dediğim gibi, benim amacım halisane. Ama bu meseleyi kendim için de bir mesele haline getirmiş olmamın bence iki-üç haklı nedeni var. Onları da açıklamam lazım.

Birincisi: Tek suçum, (tevazuya gerek yok) olağanüstü bir siyasi öngörüye sahip olmamdı. Bunda çok okumamın, hayatın çok içinde olmamın filan katkısı olabilir. Referandumdan (çok) önce doğal olarak arkadaşlarımı da uyarmak, bugünü ta o günlerden görebilmelerine yardımcı olmak istedim. Üstümden geçtiler, yediğim hakaretin haddi hesabı yok. Tabii yalnızca benim değil  -o kadar da narsist olmaya gerek yok- bir dolu insanın da üstünden. Köşeler dolusu yazdılar, o TV’den bu TV’ye koşturup açık oturumlarda hönkürdüler. Lafla olanlar uçtu belki, ama internette yazılı olanlar ve TV programlarının kayıtları bir yerlerde duruyordur.

İkincisi: Referandumdan sonra bir provokasyona geldim. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “ne yapıyorsak, referandumdan aldığımız güçle yapıyoruz” dedi. Yapmakta oldukları şeyler hiç de hayırlı ‘şeyler’ değildi ve herif TV’de gözlerimin içine bakarak arkadaşlarımın bu ‘şeyler’e katkısını anlatıyordu. Açıkçası her iki haklı neden birleşti ve derhal bir blog oluşturdum. Sonrasını biliyorsunuz.

Bu yazıyla alakası yokmuş gibi gözükecek ama, Hasan Cemal’i de (Hasan Abi) her yıl Nieman Vakfı tarafından bir gazeteciye verilen “dürüstlük ve vicdan” ödülünü almış olması dolayısıyla kutluyorum.

Bu tür yazılarıma uzunca bir süre için son verecek olmamın iki-üç nedenini herhalde yeterli ölçüde açıklamışımdır. Bu arada yazılarımla kırmış olduğum arkadaşlarım olduysa, ki mutlaka olmuştur, onlardan tabii ki özür dilemiyorum. Zaten bu da bir özür değil, geçici bir özeleştiri yazısı.


Sağlıcakla kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder