Geçici bir özeleştiri
Yakın dostlarımın yoğun ikazları üzerine farkettim ki, bu
“yetmez ama evet” meselesi bende gerçekten bir mesele haline gelmiş ya da
gelmekte. En azından dışarıdan
öyle algılanmakta. Bir durumu tespit etmekte yarar var: Aslında benim bu
meseleyi benim için mesele olmaktan çıkartmam, meseleyi mesele olmaktan
çıkartmaz.
Benim çabam, bu meseleyi kendim için mesele olmaktan
çıkartmak için değil. O çok kolay. S.ktir ederim meseleyi, mesele benim için
biter. Benim derdim başka. Ben, bu meselenin asıl sahiplerine, bu meselenin
yıkıcı etkilerinden kurtulmalarında yardımcı olmaya çalışıyorum.
Altmış bir yaşındayım ve bu yaşıma kadar öğrendiğim şeylerden
biri, bu büyüklükte bir meselenin inkar edilerek, sahiplenilmeyerek, hiç
yaşanmamış gibi davranılarak, sessizce başka yerlere kaynak yapılarak
örtülemeyeceği ya da unutulamayacağı. Yani böyle bir konunun gri bölgesi
olamaz. Hadi ben sustum, diyelim. Bir meseleyi ortaya atacak bir başkası
muhakkak çıkar. Hani “kafaya kakmak” diye bir deyim var ya, tam bu meseleye
uygun. Kakarlar da kakarlar. Herkes benim gibi iyiniyetli de değil. Hiç
ummadığın yerde, hiç ummadığın zamanda kakarlar. Kakacak kimse çıkmasa bile, o
üç sihirli kelimenin birini duymak bile bazen insanın ruhunda bir rahatsızlık
yaratabilir.
Dediğim gibi, benim amacım halisane. Ama bu meseleyi kendim
için de bir mesele haline getirmiş olmamın bence iki-üç haklı nedeni var. Onları
da açıklamam lazım.
Birincisi: Tek suçum, (tevazuya gerek yok) olağanüstü bir
siyasi öngörüye sahip olmamdı. Bunda çok okumamın, hayatın çok içinde olmamın
filan katkısı olabilir. Referandumdan (çok) önce doğal olarak arkadaşlarımı da
uyarmak, bugünü ta o günlerden görebilmelerine yardımcı olmak istedim. Üstümden
geçtiler, yediğim hakaretin haddi hesabı yok. Tabii yalnızca benim değil -o kadar da narsist olmaya gerek yok-
bir dolu insanın da üstünden. Köşeler dolusu yazdılar, o TV’den bu TV’ye
koşturup açık oturumlarda hönkürdüler. Lafla olanlar uçtu belki, ama internette
yazılı olanlar ve TV programlarının kayıtları bir yerlerde duruyordur.
İkincisi: Referandumdan sonra bir provokasyona geldim.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “ne yapıyorsak, referandumdan aldığımız güçle
yapıyoruz” dedi. Yapmakta oldukları şeyler hiç de hayırlı ‘şeyler’ değildi ve
herif TV’de gözlerimin içine bakarak arkadaşlarımın bu ‘şeyler’e katkısını
anlatıyordu. Açıkçası her iki haklı neden birleşti ve derhal bir blog
oluşturdum. Sonrasını biliyorsunuz.
Bu yazıyla alakası yokmuş gibi gözükecek ama, Hasan Cemal’i de
(Hasan Abi) her yıl Nieman Vakfı tarafından bir gazeteciye verilen “dürüstlük
ve vicdan” ödülünü almış olması dolayısıyla kutluyorum.
Bu tür yazılarıma uzunca bir süre için son verecek olmamın iki-üç
nedenini herhalde yeterli ölçüde açıklamışımdır. Bu arada yazılarımla kırmış
olduğum arkadaşlarım olduysa, ki mutlaka olmuştur, onlardan tabii ki özür
dilemiyorum. Zaten bu da bir özür değil, geçici bir özeleştiri yazısı.
Sağlıcakla kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder