27 Mart 2015 Cuma

Sizleri Allah Korudu Paşalar


Geçtiğimiz yüzyıla bakınca insan kendini ister istemez “yahu, bizim paşaları herhalde Allah korudu” demek zorunda hissediyor. Aslında böyle başladığıma bakmayın, herkes bunu hissetmez. Bunu hissedebilmek için, bizim allame-i cihanlar gibi, “okuduklarım bana yetti, ben artık oldum” dememek lazım.

Dediğim gibi, geçen yüzyılın siyasi olaylarını, özellikle de faşizmin ve nazizmin yükselişini biraz okumuş olanlar, AKP’nin söyleminin arka planını ilk günlerden itibaren görebilir (yani niyet okuyabilir) ve bugünkü rezil duruma düşmezlerdi.

AKP ilk günlerinden bu yana birçok konuda Nazi Partisi’nin uygulamalarını ufak tefek değişikliklerle burada uygulayageldi. Bu konuda AKP kadrolarına ya da yöneticilerine herhangi bir ilham gelmemişti. Ayrıca Nazi uygulamaları, tarihin durdurulamaz akışı nedeniyle 70 – 80 yıl gibi ufak bir gecikmeyle bu ülkede de gerçekleşiyor da değildi.

Daha önce başarılı örnekleriyle Kurtlar Vadisi dizisinde karşılaştığımız türden eğitimli bir senarist kadrosu bu uygulamaları hazırladı ve ilgili kadroların kullanımına sundu. Bu senarist kadrosu ağırlıklı olarak Cemaatin yetiştirmiş olduğu insanlardan oluşuyordu, ama yalnız da değildiler. Bu iş için ABD’nin göndermiş olduğu eğitimciler onlara yol gösteriyordu. Nitekim Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında bunun kokusu da çıktı. ABD’den 35 uzmanın “Türk yargısına seminer vermek amacıyla” ülkeye geldikleri ve uzun bir süre burada çalıştıkları açıklanmak zorunda kalındı. Hattâ bunların adresleri bile tespit edildi.

Benim üzüldüğüm konu ise, bu Amerikalıların bizi seyrederken purolarını tüttürüp viskilerini içerken kahkaha atabiliyor olmaları ihtimali.

Bu kadrolar, görev ve başarılarının en önemli eşiğine Ergenekon’da ulaştılar. TC Ordusu’nun Teğmen Çelebi’yi dandik olduğu o gün de ayan beyan ortada olan bir nedenle “sarı öküz” olarak kurban etmesi, o andan itibaren tamamen teslim olmaya hazır olduğu anlamına geliyordu. Artık Balyoz, Arınç’a suikast, askeri casusluk gibi kumpaslar leblebi çekirdek haline gelmişti. Nitekim hepsi kolayca uygulandı ve Ordu ile ilgili hedeflere ulaşıldı. Tabii son hedef kozmik odaydı, ona son derece saçma bir gerekçe kullanılarak girildi ve böylece ordunun bikri de tümüyle izale edilmiş oldu. Ordu bu arada yetişmiş insan kaynaklarını, bağlantılı olarak da savaş kabiliyetini büyük ölçüde kaybetmişti. Ama bunlar “eğitim zayiatı” filan sayılabilirdi.

Tarihten tasfiye örnekleri


Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nde tasfiyeler


Bu tür dandik tasfiye davalarının en meşhuru, Sovyetler Birliği’nde 1936 yılında Stalin tarafından organize edilen Vişinski mahkemeleriydi. Bu mahkemeler kullanılarak Komünist Partisi’nin ve Kızılordu’nun en kıymetli kadroları imha edildi ve Stalin’in mutlak diktatörlüğü tescil edildi. Tasfiye edilen önemli yöneticilere birkaç örnek vermek gerekirse Buharin, Kamanev ve Zinoviev'i sayabiliriz.

Vişinski

Bu mahkemelerde kullanılan yöntem, o günkü genç Sovyetler Birliği için hem iç hem de dış koşullar bakımından son derece uygundu. Yaratılan havaya göre ülke her taraftan düşmanlarla sarılmıştı ve ülke içinde de bu düşmanların ajanları cirit atıyordu. Hele Troçkistlerin yapmadığı ihanet yoktu.

İtiraflar mutlaka alınıyor ve mahkemeler canlı yayınla halka duyuruluyordu. İtiraf almak için çoğunlukla yoğun işkenceye başvuruluyor, bazen de “ülkenin ve sosyalizmin yüce menfaatleri böyle gerektiriyor” denilerek ikna edilen gerçek sosyalistler gönüllü itiraflarda bulunuyorlardı. Bunların bazıları aynı anda hem İngiliz, hem Alman hem de Japon ajanı olduklarını bile itiraf ettiler. Ortak itiraf noktaları ise Troçkist olmalarıydı. Komik bir mahkeme örneği vereyim: Birkaç kişi, yazar Maxim Gorki’nin yatak odasının camını açık bırakarak hastalanmasına ve ölmesine neden olmakla suçlandılar ve idam edildiler.

Mareşal Tuhaçevski ve Kızıl Ordu kadrolarının tasfiyesi

I.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya Versailles Antlaşması’yla asker bulundurmama ve silahlanmama sözü verdi. Almanlar tabii ki bu sözü tutmayı düşünmüyorlardı ve Sovyetler Birliği ile gizli anlaşmalar imzaladılar. Milis vb. farklı adlarla oluşturdukları askeri kuvvetler, Sovyetler’de eğitiliyordu. Sadece piyade değil, tank, uçak ve deniz personeli de eğitim alıyor ve tatbikatlara katılıyorlardı.

Mareşal Tuhaçevski


Bu anlaşmanın Sovyet tarafında Blitzkrieg’in (Yıldırım Savaşı) mucidi olan ve Avrupa’da Kızıl Napoleon lakabıyla tanınan Mareşal Tuhaçevski vardı ve Almanlar bu güçlü subaydan mutlaka kurtulmak istiyorlardı. Anlaşmanın Alman tarafında ise ileride hikayesini anlatacağımız Generaloberst Werner von Fritsch vardı.

Yaygın kabul gören bir görüşe göre Amiral Canaris yönetimindeki Alman Ordu İstihbarat Servisi iki yönlü bir oyun düzenledi. Bir yandan elaltından sızdırılan belgelerle Stalin, Tuhaçevski ve ona bağlı subayların kendisine karşı bir darbe yapacakları konusunda (tabiri caizse) huylandırıldı. Zaten ispata filan gerek de yoktu. Huylanması yeterliydi. Diğer yandan yine sızdırılan birtakım belgeler ve dedikodularla Tuhaçevski de Stalin’in kendisini tasfiye ve idam ettireceğine inandırıldı. Masumiyetine güvenen Tuhaçevski derhal Stalin’le yüzleşti ve bir yandan bağlılığını ifade ederken bir yandan da başına kötü bir şey gelmeyeceğine dair ondan söz aldı. Rahatlamış olarak çeşitli birlikleri teftişe çıktığında treni durdurulup indirildi ve soluğu Lyubyanka cezaevinde aldı. Stalin’le görüşebilmek  için ısrar etti, bu talebi reddedildi, Vişinski Mahkemelerinde yargılandı ve kurşuna dizildi.

Kızıl Ordu’da bunun ardından gerçekleşen yoğun tasfiye dalgaları, birkaç sene sonra Almanlar’ın bir vuruşta Ordu’yu hallaç pamuğu gibi dağıtmasına ve Moskova önlerine kadar gelebilmesine imkan verdi.

Gelelim Nazi Almanyası’na


Yazıya Nazi Almanyası ile başladık. Örnekler güzel olduğu için Sovyetler Birliği araya girdi. Yine Almanya’ya dönelim.

Nazi Almanyası’nda orduyu hedef alan tasfiye operasyonları birkaç gün arayla iki önemli askere karşı uygulandı: Werner von Blomberg ve Werner von Fritsch. Küçük adları aynıydı, ama başlarına gelenler çok farklıydı.

Werner von Blomberg


Blomberg başarılı bir askerdi. 1933’te Hitler’in iktidara gelmesiyle kıdemli orgeneral olarak Savunma Bakanlığı’na atandı. 1934’te Ernst Röhm liderliğindeki SA örgütünün tasfiyesinde Hitler’e yardım etti. Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un ölümünden sonra ordu mensuplarına Hitler’e bağlılık andı içirtti. Hitler’e gösterdiği olağanüstü bağlılığı ve itaati nedeniyle kendisine “Lastik Lion” lakabı takıldı.
 

Werner von Blomberg


1935’te Savunma Bakanlığı’nın adı değiştirilerek Savaş Bakanlığı oldu (şaka değil, gerçek). Blomberg hem savaş bakanı hem de Kara Kuvvetleri Genelkumandanı oldu. 1936’da mareşalliğe yükseldi. 1937’de Nazi Partisi Altın Üye Rozeti aldı. Göring ve Himmler gibi rakipleri bu yükseliş ve güç kazanımından hoşlanmadılar. Hitler’i Blomberg aleyhine doldurdular. Araları biraz açıldı.  

Blomberg’in ilk eşi 1932 yılında ölmüştü. 1938 yılında 60 yaşındayken Emma Gruhn adlı 26 yaşında bir kadınla tanıştı ve kısa bir sürede evlendi. Nikah töreninde Hitler ve Göring şahitlik yaptılar. Çıkan birtakım dedikodular üzerine Göring emrindeki polis teşkilatına gelinin geçmişini araştırttı ve kadının daha önce fuhuş ile meşgul olduğu bilgisine ulaştı.

Durumu hemen Hitler’e rapor etti. Hitler çıldırdı, nikahta şahitlik etmişti. Bu duyulursa büyük rezalet çıkacaktı. Blomberg’i çağırttı ve derhal boşanmasını istedi. Fakat o reddetti. Bunun üzerine 27 Ocak 1938’de bütün görevleri ve mevkileri alındı. II.Dünya Savaşı’nda görev almadı. 1945’te Müttefikler tarafından yakalandı ve Nürnberg Mahkemeleri’nde tanık yapıldı. 1946’da Nürnberg’te bir hastanede kanserden öldü. Cenazesi törensiz  defnedildi.

Werner von Fritsch


Hitler’in von Blomberg’in yerine ordunun başına getirmek istediği kişi, Werner von Fritsch idi. Ama dikkatli olmak istiyordu. Bir iki yıl önce Fritsch hakkında yapılan, fakat kendisi tarafından gözardı edilen bir dosyayı hatırladı. Himmler’in hazırlattığı dosyaya göre, von Fritsch’in Otto Schmidt adlı Berlinli bir erkek fahişeyle ilişkisi vardı. Hitler’in huzurunda yüzleşme gerçekleşti. Schmidt generali tanıdığını ve ilişkisinin olduğunu savundu. Fritsch ise masum olduğunu iddia etti. Schmidt’in ifadesinde bir sürü aksaklık vardı, ama bunlara kimse aldırmadı.

Werner von Fritsch

Sonuçta Hitler von Fritsch’in istifasını istedi. Hemen ardından tüm Alman ordusunun komutasını kendi üzerine aldı.

1938 Mart ayında bir askeri mahkeme Fritsch’i suçsuz buldu, yanlış teşhise kurban gitmişti. Ama itibar iadesi başvurusu reddedildi. Hayata küstü. Polonya seferi sırasında gönüllü olarak eski topçu alayına katıldı. 22 Eylül 1939 günü Varşova’nın dış mahallelerinde ölümcül bir yara aldı ve kurtarılamadı. Cenazesi büyük bir askeri törenle kaldırıldı.

Sonuç


Burada yazının başına dönelim. Bizim paşalar hiç olmazsa seleflerinin diyetini ödediler ve darbecilikten suçlandılar. Tabii terör örgütü üyeliği suçlaması biraz sakil oldu, ama düşünsenize ya Blomberg ya da Fritsch gibi suçlansalardı? Bu, olayın espri tarafı.

Burada belki vurgulanması gereken asıl konu, liderin, genellikle tersi iddia edilse de, ahde vefa, dostluk vb. konulara zerre kadar önem vermediğidir. Bu Hubris sendromunun en temel sonuçlarından biridir. O, herkesi harcayabilir ve arkasını dönüp bakmaz. Çünkü zaten sadece o vardır, diğerleri ise yalnızca fayda sağladıkları müddetçe vardır ve aslında teferruattırlar. Faydaları bittiği anda hiç daha önce varolmuş gibi değildirler. Yok olurlar.

Bir diğer konu ise, liderin her tasfiyeden kendine bir yarar sağlamasıdır. Almanya örneklerinde Hitler bu skandalları kullanarak Alman ordusu üzerinde psikolojik bir baskı oluşturdu ve ordunun mutlak hakimi haline geldi. Savaşın mutlak bir yenilgiyle sonuçlanmasına kadar Alman ordusu bu ilk iki “sarı öküz”den sonra, Hitler’in işaret ettiği tüm öküzlerini teslim etmekte hiç tereddüt etmedi.


Sağlıcakla kalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder