Sizleri Allah Korudu Paşalar
Geçtiğimiz yüzyıla bakınca insan kendini ister istemez
“yahu, bizim paşaları herhalde Allah korudu” demek zorunda hissediyor. Aslında
böyle başladığıma bakmayın, herkes bunu hissetmez. Bunu hissedebilmek için,
bizim allame-i cihanlar gibi, “okuduklarım bana yetti, ben artık oldum”
dememek lazım.
Dediğim gibi, geçen yüzyılın siyasi olaylarını, özellikle de
faşizmin ve nazizmin yükselişini biraz okumuş olanlar, AKP’nin söyleminin arka
planını ilk günlerden itibaren görebilir (yani niyet okuyabilir) ve bugünkü rezil duruma
düşmezlerdi.
AKP ilk günlerinden bu yana birçok konuda Nazi Partisi’nin
uygulamalarını ufak tefek değişikliklerle burada uygulayageldi. Bu konuda AKP
kadrolarına ya da yöneticilerine herhangi bir ilham gelmemişti. Ayrıca Nazi
uygulamaları, tarihin durdurulamaz akışı nedeniyle 70 – 80 yıl gibi ufak bir
gecikmeyle bu ülkede de gerçekleşiyor da değildi.
Daha önce başarılı örnekleriyle Kurtlar Vadisi dizisinde
karşılaştığımız türden eğitimli bir senarist kadrosu bu uygulamaları hazırladı ve ilgili kadroların kullanımına sundu. Bu senarist kadrosu ağırlıklı olarak
Cemaatin yetiştirmiş olduğu insanlardan oluşuyordu, ama yalnız da değildiler.
Bu iş için ABD’nin göndermiş olduğu eğitimciler onlara yol gösteriyordu.
Nitekim Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında bunun kokusu da çıktı. ABD’den
35 uzmanın “Türk yargısına seminer vermek amacıyla” ülkeye geldikleri ve uzun
bir süre burada çalıştıkları açıklanmak zorunda kalındı. Hattâ bunların
adresleri bile tespit edildi.
Benim üzüldüğüm konu ise, bu Amerikalıların bizi seyrederken
purolarını tüttürüp viskilerini içerken kahkaha atabiliyor olmaları ihtimali.
Bu kadrolar, görev ve başarılarının en önemli eşiğine
Ergenekon’da ulaştılar. TC Ordusu’nun Teğmen Çelebi’yi dandik olduğu o gün de
ayan beyan ortada olan bir nedenle “sarı öküz” olarak kurban etmesi, o andan
itibaren tamamen teslim olmaya hazır olduğu anlamına geliyordu. Artık Balyoz,
Arınç’a suikast, askeri casusluk gibi kumpaslar leblebi çekirdek haline
gelmişti. Nitekim hepsi kolayca uygulandı ve Ordu ile ilgili hedeflere
ulaşıldı. Tabii son hedef kozmik odaydı, ona son derece saçma bir gerekçe kullanılarak girildi ve böylece ordunun bikri de tümüyle izale edilmiş oldu. Ordu bu arada yetişmiş insan kaynaklarını, bağlantılı olarak da savaş
kabiliyetini büyük ölçüde kaybetmişti. Ama bunlar “eğitim zayiatı” filan
sayılabilirdi.
Tarihten tasfiye örnekleri
Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nde tasfiyeler
Bu tür dandik tasfiye davalarının en meşhuru, Sovyetler
Birliği’nde 1936 yılında Stalin tarafından organize edilen Vişinski
mahkemeleriydi. Bu mahkemeler kullanılarak Komünist Partisi’nin ve
Kızılordu’nun en kıymetli kadroları imha edildi ve Stalin’in mutlak
diktatörlüğü tescil edildi. Tasfiye edilen önemli yöneticilere birkaç örnek vermek gerekirse Buharin, Kamanev ve Zinoviev'i sayabiliriz.
Bu mahkemelerde kullanılan yöntem, o günkü genç Sovyetler
Birliği için hem iç hem de dış koşullar bakımından son derece uygundu.
Yaratılan havaya göre ülke her taraftan düşmanlarla sarılmıştı ve ülke içinde
de bu düşmanların ajanları cirit atıyordu. Hele Troçkistlerin yapmadığı ihanet yoktu.
İtiraflar mutlaka alınıyor ve mahkemeler canlı yayınla halka
duyuruluyordu. İtiraf almak için çoğunlukla yoğun işkenceye başvuruluyor, bazen
de “ülkenin ve sosyalizmin yüce menfaatleri böyle gerektiriyor” denilerek ikna
edilen gerçek sosyalistler gönüllü itiraflarda bulunuyorlardı. Bunların
bazıları aynı anda hem İngiliz, hem Alman hem de Japon ajanı olduklarını bile
itiraf ettiler. Ortak itiraf noktaları ise Troçkist olmalarıydı. Komik bir mahkeme örneği vereyim: Birkaç kişi, yazar Maxim
Gorki’nin yatak odasının camını açık bırakarak hastalanmasına ve ölmesine neden
olmakla suçlandılar ve idam edildiler.
I.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya Versailles
Antlaşması’yla asker bulundurmama ve silahlanmama sözü verdi. Almanlar tabii ki
bu sözü tutmayı düşünmüyorlardı ve Sovyetler Birliği ile gizli anlaşmalar
imzaladılar. Milis vb. farklı adlarla oluşturdukları askeri kuvvetler,
Sovyetler’de eğitiliyordu. Sadece piyade değil, tank, uçak ve deniz personeli
de eğitim alıyor ve tatbikatlara katılıyorlardı.
Mareşal Tuhaçevski |
Bu anlaşmanın Sovyet tarafında Blitzkrieg’in (Yıldırım
Savaşı) mucidi olan ve Avrupa’da Kızıl Napoleon lakabıyla tanınan Mareşal
Tuhaçevski vardı ve Almanlar bu güçlü subaydan mutlaka kurtulmak istiyorlardı. Anlaşmanın Alman tarafında ise ileride hikayesini anlatacağımız Generaloberst Werner von Fritsch vardı.
Yaygın kabul gören bir görüşe göre Amiral Canaris
yönetimindeki Alman Ordu İstihbarat Servisi iki yönlü bir oyun düzenledi. Bir yandan
elaltından sızdırılan belgelerle Stalin, Tuhaçevski ve ona bağlı subayların
kendisine karşı bir darbe yapacakları konusunda (tabiri caizse) huylandırıldı.
Zaten ispata filan gerek de yoktu. Huylanması yeterliydi. Diğer yandan yine
sızdırılan birtakım belgeler ve dedikodularla Tuhaçevski de Stalin’in kendisini
tasfiye ve idam ettireceğine inandırıldı. Masumiyetine güvenen Tuhaçevski
derhal Stalin’le yüzleşti ve bir yandan bağlılığını ifade ederken bir yandan da
başına kötü bir şey gelmeyeceğine dair ondan söz aldı. Rahatlamış olarak çeşitli
birlikleri teftişe çıktığında treni durdurulup indirildi ve soluğu Lyubyanka
cezaevinde aldı. Stalin’le görüşebilmek için ısrar etti, bu talebi reddedildi, Vişinski Mahkemelerinde yargılandı ve kurşuna dizildi.
Kızıl Ordu’da bunun ardından gerçekleşen yoğun tasfiye dalgaları, birkaç
sene sonra Almanlar’ın bir vuruşta Ordu’yu hallaç pamuğu gibi dağıtmasına ve
Moskova önlerine kadar gelebilmesine imkan verdi.
Gelelim Nazi Almanyası’na
Yazıya Nazi Almanyası ile başladık. Örnekler güzel olduğu
için Sovyetler Birliği araya girdi. Yine Almanya’ya dönelim.
Nazi Almanyası’nda orduyu hedef alan tasfiye operasyonları
birkaç gün arayla iki önemli askere karşı uygulandı: Werner von Blomberg ve
Werner von Fritsch. Küçük adları aynıydı, ama başlarına gelenler çok farklıydı.
Werner von Blomberg
Blomberg başarılı bir askerdi. 1933’te Hitler’in iktidara
gelmesiyle kıdemli orgeneral olarak Savunma Bakanlığı’na atandı. 1934’te Ernst
Röhm liderliğindeki SA örgütünün tasfiyesinde Hitler’e yardım etti.
Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un ölümünden sonra ordu mensuplarına Hitler’e
bağlılık andı içirtti. Hitler’e gösterdiği olağanüstü bağlılığı ve itaati
nedeniyle kendisine “Lastik Lion” lakabı takıldı.
1935’te Savunma Bakanlığı’nın adı değiştirilerek Savaş
Bakanlığı oldu (şaka değil, gerçek). Blomberg hem savaş bakanı hem de Kara
Kuvvetleri Genelkumandanı oldu. 1936’da mareşalliğe yükseldi. 1937’de Nazi
Partisi Altın Üye Rozeti aldı. Göring ve Himmler gibi rakipleri bu yükseliş ve
güç kazanımından hoşlanmadılar. Hitler’i Blomberg aleyhine doldurdular. Araları
biraz açıldı.
Blomberg’in ilk eşi 1932 yılında ölmüştü. 1938 yılında 60
yaşındayken Emma Gruhn adlı 26 yaşında bir kadınla tanıştı ve kısa bir sürede
evlendi. Nikah töreninde Hitler ve Göring şahitlik yaptılar. Çıkan birtakım
dedikodular üzerine Göring emrindeki polis teşkilatına gelinin geçmişini
araştırttı ve kadının daha önce fuhuş ile meşgul olduğu bilgisine ulaştı.
Durumu hemen Hitler’e rapor etti. Hitler çıldırdı, nikahta
şahitlik etmişti. Bu duyulursa büyük rezalet çıkacaktı. Blomberg’i çağırttı ve
derhal boşanmasını istedi. Fakat o reddetti. Bunun üzerine 27 Ocak 1938’de
bütün görevleri ve mevkileri alındı. II.Dünya Savaşı’nda görev almadı. 1945’te
Müttefikler tarafından yakalandı ve Nürnberg Mahkemeleri’nde tanık yapıldı.
1946’da Nürnberg’te bir hastanede kanserden öldü. Cenazesi törensiz defnedildi.
Werner von Fritsch
Hitler’in von Blomberg’in yerine ordunun başına getirmek
istediği kişi, Werner von Fritsch idi. Ama dikkatli olmak istiyordu. Bir
iki yıl önce Fritsch hakkında
yapılan, fakat kendisi tarafından gözardı edilen bir dosyayı hatırladı.
Himmler’in hazırlattığı dosyaya göre, von Fritsch’in Otto Schmidt adlı Berlinli
bir erkek fahişeyle ilişkisi vardı. Hitler’in huzurunda yüzleşme gerçekleşti.
Schmidt generali tanıdığını ve ilişkisinin olduğunu savundu. Fritsch ise masum
olduğunu iddia etti. Schmidt’in ifadesinde bir sürü aksaklık vardı, ama bunlara
kimse aldırmadı.
Sonuçta Hitler von Fritsch’in istifasını istedi. Hemen
ardından tüm Alman ordusunun komutasını kendi üzerine aldı.
1938 Mart ayında bir askeri mahkeme Fritsch’i suçsuz buldu,
yanlış teşhise kurban gitmişti. Ama itibar iadesi başvurusu reddedildi. Hayata
küstü. Polonya seferi sırasında gönüllü olarak eski topçu alayına katıldı. 22
Eylül 1939 günü Varşova’nın dış mahallelerinde ölümcül bir yara aldı ve
kurtarılamadı. Cenazesi büyük bir askeri törenle kaldırıldı.
Sonuç
Burada yazının başına dönelim. Bizim paşalar hiç olmazsa
seleflerinin diyetini ödediler ve darbecilikten suçlandılar. Tabii terör örgütü
üyeliği suçlaması biraz sakil oldu, ama düşünsenize ya Blomberg ya da Fritsch
gibi suçlansalardı? Bu, olayın espri tarafı.
Burada belki vurgulanması gereken asıl konu, liderin,
genellikle tersi iddia edilse de, ahde vefa, dostluk vb. konulara zerre kadar
önem vermediğidir. Bu Hubris sendromunun en temel sonuçlarından biridir. O,
herkesi harcayabilir ve arkasını dönüp bakmaz. Çünkü zaten sadece o vardır,
diğerleri ise yalnızca fayda sağladıkları müddetçe vardır ve aslında teferruattırlar. Faydaları bittiği
anda hiç daha önce varolmuş gibi değildirler. Yok olurlar.
Bir diğer konu ise, liderin her tasfiyeden kendine bir yarar
sağlamasıdır. Almanya örneklerinde Hitler bu skandalları kullanarak Alman
ordusu üzerinde psikolojik bir baskı oluşturdu ve ordunun mutlak hakimi haline
geldi. Savaşın mutlak bir yenilgiyle sonuçlanmasına kadar Alman ordusu bu
ilk iki “sarı öküz”den sonra, Hitler’in işaret ettiği tüm öküzlerini teslim
etmekte hiç tereddüt etmedi.
Sağlıcakla kalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder