Eşek sevmenin bile bir usulü var, kardeşim
13 Mart’ta aynı başlığı taşıyan
bir yazı koymuştum bloğuma. Yazının içinde kullandığım ilk fotoğraf,
otomatikman Facebook paylaşımıma yerleşti ve orada kaldı. Benim kasten
yaptığım bir şey değildi, daha önceki yazılarda başıma gelmemişti. Sanıyorum,
kullanılan fotoğrafın boyutu böyle bir sakatlığa sebep oldu ve yaba saplanmış o
popo bütün ihtişamıyla Facebook’ta yerini aldı.
Buraya kadarki, benim suçum,
benim özeleştirim. Ama belirtmeden geçemeyeceğim bir başka durum var: Bu
yazının aldığı olağanüstü rating. Biliyorsunuzdur, Blogspot bir hizmet olarak
yazıların okunma sayılarını veriyor. Çıplak erkek popolu yazı, başlığın da
vuruculuğuyla birleşince, benim yazılarımın ortalama okur sayısının yaklaşık
beş katına ulaştı. Şimdi gel de her yazıya böyle cazip fotoğraf bul.
Bu yazılar neden yazıldı?
Son yazmış olduğum dört yazının
kendi içinde belirli bir insicamı var. Girdiğimiz, seçim sathımaili, çok
dikkatli, çok hassas, çok ileri görüşlü, çok niyet okumacı olmayı gerektiriyor.
O yazılarda sırasıyla yanlış
anlamlandırılmış kelimelerin, yanlış anlamlandırılmış eylem ve deyimlerin ve
yanlış anlaşılmış ifadelerin üzerinde durdum.
Seçim ile ilgili analizler
yapabilmek, bir tavır belirleyebilmek için bugün de siyasiler tarafından
kullanılmakta olan ifadelerin, alınan tavırların doğru analiz edilmesi şart.
Önceki yazılarda bir, iki örnek verdim. Bundan sonrakilerde günümüzde
kullanılan ifade ve tavırların nasıl anlaşılması gerektiği üzerine yorumlar
yapmaya çalışacağım.
Sevgi Soysal ve Yürümek
Aslında usul konusunun onların
öncesinde vurgulanması gerekiyordu. Ama fotoğraf kazası nedeniyle yazıyı
kaldırmak zorunda kaldım.
Yalnızca fotoğraf da değil.
Yazının içinde edebiyatımızın en naif, ama en güçlü kalemlerinden biri olan
Sevgi Soysal’ın “Yürümek” kitabından yaptığım alıntı da birileri tarafından
kötüye kullanıldı.
O alıntıyı bir kez daha
yayınlamayacağım, ama yerini belirteceğim. İsteyenler oradan okuyabilirler.
Sayfasını tam olarak veremiyorum, çünkü farklı baskılarda farklı olabilir. İlk
baskısı Bilgi Yayınları’ndan çıkmıştı. Sevgi Soysal, Yürümek, sayfa 78-80
civarı.
Usul meselesini Türk
edebiyatında en iyi vurgulayan örnek olduğu için kullandım o alıntıyı.
Ülkemizin en beter gerçeklerinden birinin bir kadın yazar tarafından
anlatılması sorun olmuyor da, dilinin belli özellikleriyle haklı bir şöhrete
sahip Ziya Tozan aktarınca bir ayıp oluyor ki, sormayın.
Neden tutturduk bu usul meselesini?
Uluslararası ilişkiler, siyaset
bilimi, devlet yönetimi, hukuk gibi temel alanlarda, tartışmasız her şeyin başı
usuldür. Usule bilerek, isteyerek aykırı davranmak, ancak bedeli göze alınarak
yapılabilir. Uluslararası planda verilebilecek en iyi örneklerden biri, İran
Devrimi sırasında ABD Büyükelçiliği’nin işgal edilmesi ve diplomatların rehin
alınmasıydı. İran bunun bedelini hâlâ ödüyor.
Devlet yönetiminde ve hukukta
usulü görmezden gelmek veya bilerek aykırı davranmak, bumerang etkisini göze
almaktır. Görmezden geldiğiniz usule gün gelir siz de muhtaç olabilirsiniz. Bu
duruma da en iyi örnek, daha doğrusu yüzlerce örnek, son yıllardaki davalar ve
AKP-Cemaat savaşında görülebilir.
Bugünkü hukukumuzun eski
dayanaklarından biri olan Mecelle’de “usul esasa mukaddemdir” (usul esastan
önce gelir) hükmü en başa konmuştur.
AKP’yi oluşturan kadroların
yirmi yılı aşkın İstanbul Belediyesi yönetimi ve AKP’nin onüç yılı aşkın iktidarı,
çok ağırlıklı yüzdesi usule ve hattâ ahlaka aykırı binlerce uygulamadan oluşuyor.
Bu usul ve ahlakdışı uygulamaların da en güçlü yardımcısı ve ortağı ise Cemaat
idi. Kavga etmeleri neticesinde benzer usuldışı uygulamalara uğrayan ve cıyak
cıyak bağıran Cemaat, hiç şüphe duymamalıdır ki, şimdi bu uygulamaları yapmakta
olanlar, tabii Cemaat de, bir gün yargının karşısına çıkacaktır.
Yargılanabilecekleri konular ve suçları o kadar açıktır ki, hiçbir usulsüz
uygulamaya gerek kalmaksızın son derece adil yargılamalarla zaten cezalarını
bulacaklardır.
Benim vurgulamak istediğim ise,
Batılı eğitim almış, kendisini demokrat, liberal, sosyalist vb. olarak
tanımlayan bir dolu kişinin bu usulsüzlükler karşısında gıklarını çıkarmamış
olmasıdır. (Yazar burada ağırlıkla YAE’cileri kastediyor.) Yaptıkları, usuldışı
uygulamalarla gadre uğrayan kişi ve kadroların geçmişe dayalı ya da potansiyel
düşman olmaları nedeniyle görmezden gelinmesi, hatta bu durumdan haince bir
keyif alınmasıdır.
Schadenfreude
Daha önce kafama takılan bir
konuda farklı dillerde araştırma yapmıştım. Yalnızca Almanca’da kullanılan bir
bileşik kelime var: “Schadenfreude”. Diğer önde gelen dillerde satırlarca
açıklama gerektiriyor. Kelime olarak tam çevirisi: “zarar keyfi”. Ama esas
anlamı, başka kişilerin uğradığı zarardan haince alınan keyif. Yani alçakça bir
duyguyu ifade ediyor.
Bizim malum çocuklar bu duyguyu
köküne kadar yaşadılar. Onlar açısından Veli Küçük yakılsın da yanında Dz.Kur.Alb.Murat
Özenalp de yanıversindi. (Büyük ihtimalle adını bile duymamışlardır, bu blogta
başka bir yazıda tanıtıp kafalarına çakacağım).
Belki Ahmet Şık ve Nedim Şener
de içeri alındıklarında ufak bir sarsıntı geçirenler oldu. Ama çabuk
toparlandılar. Kısa sürede hayırcılara ve boykotçulara karşı koalisyonun üçüncü
yedek ortağı çizgilerine geri döndüler. Usulün ne önemi vardı ki, usulsüz
musulsüz de olsa ileri demokrasi geliyordu. Bu dev amaç için, usulün ırzına
geçilmesinin ne önemi vardı.
Girdiği her seçimden oyunu artırarak çıkan, Ergenekon
maskaralığını da Cemaatin katkılarıyla topluma yutturan AKP, kendi taraftarının
yanına bir de ‘‘kullanışlı aptallar’’ı alarak, referandum eşiğini geçti. Ve daha
önce zaten kopmuş olduğu usul kavramını tümüyle ortadan kaldırdı. Ergenekon da zaten
uyulması zorunlu her türlü usul hiçe sayılarak gerçekleştirilmişti, ardından
Balyoz, OdaTV, askeri casusluk vb. davalarda da usul tümüyle gözardı edildi.
Yukarıda da belirttiğim gibi, bu faciayı görmezden
gelenlerin başını ise bizim YAE’ciler çekiyordu. Daha doğrusu bu görmezden
gelme tavrı, dışarıdan bakıldığında onların üzerinde çok aykırı durduğu için,
çok öne çıkıyor ve çok etkili oluyordu. Çünkü onlar aslında “demokrat”tılar,
kimileri “liberal”di, çoğu “eski” bazıları da “halen de solcu”ydu. Kendilerini
“sosyalist”, hattâ “komünist” olarak niteleyenler bile vardı. Ama hepsi de o
kadar körleşmişlerdi ki, orduya ve devlete duydukları nefret, mevcut devlet
yapısıyla kavgası varmış gibi algıladıkları AKP ve Gülen cemaati koalisyonunu körlemesine
desteklemelerine neden oldu. Usule filan da bakmadılar tabii.
YAE’cilerin usulsüzlük ısrarı
Yüzlerce ''paylaş'' aldı bu karikatür
Yüzlerce ''paylaş'' aldı bu karikatür
Bu usulsüzlük tavrı bugün de geçerli. YAE tavrına ilişkin olarak
farklı kesimlerden sayısız eleştiri yayınlandı. Kendilerini ne kadar elit
hissediyor olurlarsa olsunlar, bu durumda uyulması gereken usul, görmezden ya
da duymazdan gelme tavrı olamaz.
Boru değil, çok fazla şeyi etkilediler. Bir şeyler
söylemeleri gerekli. Çıkarlar ortaya, “bu doğru değil, biz hiç bir şeyi
etkilemedik” derler, “o günkü tavrımız şundan dolayı doğruydu” derler,
“safmışız, kandırılmışız” derler ya da “biz zaten solcu falan değiliz, neden
bizi solcu değerlerle yargılıyorsunuz ki?” derler. Hatta isterlerse “siz bizim
muhatabımız değilsiniz” bile derler. Ama derler, bir şey derler. Biz de
boşluğu dövmekten kurtuluruz (yazar burada boşluk diyerek YAE’cileri kastediyor).
Yüzsüzlüğe vurup sessizce tüymek de çaktırmadan bir yere
kaynak yapmak da usule (tabii ki hem de ahlâka) aykırıdır, sığındıkları
köşelerde suçsuz ama herşeyi bilen adamlar kisvesiyle ahkâm kesmeye bir son
vermeli ve özeleştiri yapmalıdırlar.
Sağlıcakla kalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder