8 Mayıs 2015 Cuma

Eşek sevmenin bile bir usulü var, kardeşim


13 Mart’ta aynı başlığı taşıyan bir yazı koymuştum bloğuma. Yazının içinde kullandığım ilk fotoğraf, otomatikman Facebook paylaşımıma yerleşti ve orada kaldı. Benim kasten yaptığım bir şey değildi, daha önceki yazılarda başıma gelmemişti. Sanıyorum, kullanılan fotoğrafın boyutu böyle bir sakatlığa sebep oldu ve yaba saplanmış o popo bütün ihtişamıyla Facebook’ta yerini aldı.

Buraya kadarki, benim suçum, benim özeleştirim. Ama belirtmeden geçemeyeceğim bir başka durum var: Bu yazının aldığı olağanüstü rating. Biliyorsunuzdur, Blogspot bir hizmet olarak yazıların okunma sayılarını veriyor. Çıplak erkek popolu yazı, başlığın da vuruculuğuyla birleşince, benim yazılarımın ortalama okur sayısının yaklaşık beş katına ulaştı. Şimdi gel de her yazıya böyle cazip fotoğraf bul.

Bu yazılar neden yazıldı?


Son yazmış olduğum dört yazının kendi içinde belirli bir insicamı var. Girdiğimiz, seçim sathımaili, çok dikkatli, çok hassas, çok ileri görüşlü, çok niyet okumacı olmayı gerektiriyor.

O yazılarda sırasıyla yanlış anlamlandırılmış kelimelerin, yanlış anlamlandırılmış eylem ve deyimlerin ve yanlış anlaşılmış ifadelerin üzerinde durdum.

Seçim ile ilgili analizler yapabilmek, bir tavır belirleyebilmek için bugün de siyasiler tarafından kullanılmakta olan ifadelerin, alınan tavırların doğru analiz edilmesi şart. Önceki yazılarda bir, iki örnek verdim. Bundan sonrakilerde günümüzde kullanılan ifade ve tavırların nasıl anlaşılması gerektiği üzerine yorumlar yapmaya çalışacağım.

Sevgi Soysal ve Yürümek


Aslında usul konusunun onların öncesinde vurgulanması gerekiyordu. Ama fotoğraf kazası nedeniyle yazıyı kaldırmak zorunda kaldım.

Yalnızca fotoğraf da değil. Yazının içinde edebiyatımızın en naif, ama en güçlü kalemlerinden biri olan Sevgi Soysal’ın “Yürümek” kitabından yaptığım alıntı da birileri tarafından kötüye kullanıldı.

O alıntıyı bir kez daha yayınlamayacağım, ama yerini belirteceğim. İsteyenler oradan okuyabilirler. Sayfasını tam olarak veremiyorum, çünkü farklı baskılarda farklı olabilir. İlk baskısı Bilgi Yayınları’ndan çıkmıştı. Sevgi Soysal, Yürümek, sayfa 78-80 civarı.

Usul meselesini Türk edebiyatında en iyi vurgulayan örnek olduğu için kullandım o alıntıyı. Ülkemizin en beter gerçeklerinden birinin bir kadın yazar tarafından anlatılması sorun olmuyor da, dilinin belli özellikleriyle haklı bir şöhrete sahip Ziya Tozan aktarınca bir ayıp oluyor ki, sormayın.

Neden tutturduk bu usul meselesini?


Uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, devlet yönetimi, hukuk gibi temel alanlarda, tartışmasız her şeyin başı usuldür. Usule bilerek, isteyerek aykırı davranmak, ancak bedeli göze alınarak yapılabilir. Uluslararası planda verilebilecek en iyi örneklerden biri, İran Devrimi sırasında ABD Büyükelçiliği’nin işgal edilmesi ve diplomatların rehin alınmasıydı. İran bunun bedelini hâlâ ödüyor.

Devlet yönetiminde ve hukukta usulü görmezden gelmek veya bilerek aykırı davranmak, bumerang etkisini göze almaktır. Görmezden geldiğiniz usule gün gelir siz de muhtaç olabilirsiniz. Bu duruma da en iyi örnek, daha doğrusu yüzlerce örnek, son yıllardaki davalar ve AKP-Cemaat savaşında görülebilir.

Bugünkü hukukumuzun eski dayanaklarından biri olan Mecelle’de “usul esasa mukaddemdir” (usul esastan önce gelir) hükmü en başa konmuştur.

AKP’yi oluşturan kadroların yirmi yılı aşkın İstanbul Belediyesi yönetimi ve AKP’nin onüç yılı aşkın iktidarı, çok ağırlıklı yüzdesi usule ve hattâ ahlaka aykırı binlerce uygulamadan oluşuyor. Bu usul ve ahlakdışı uygulamaların da en güçlü yardımcısı ve ortağı ise Cemaat idi. Kavga etmeleri neticesinde benzer usuldışı uygulamalara uğrayan ve cıyak cıyak bağıran Cemaat, hiç şüphe duymamalıdır ki, şimdi bu uygulamaları yapmakta olanlar, tabii Cemaat de, bir gün yargının karşısına çıkacaktır. Yargılanabilecekleri konular ve suçları o kadar açıktır ki, hiçbir usulsüz uygulamaya gerek kalmaksızın son derece adil yargılamalarla zaten cezalarını bulacaklardır.

Benim vurgulamak istediğim ise, Batılı eğitim almış, kendisini demokrat, liberal, sosyalist vb. olarak tanımlayan bir dolu kişinin bu usulsüzlükler karşısında gıklarını çıkarmamış olmasıdır. (Yazar burada ağırlıkla YAE’cileri kastediyor.) Yaptıkları, usuldışı uygulamalarla gadre uğrayan kişi ve kadroların geçmişe dayalı ya da potansiyel düşman olmaları nedeniyle görmezden gelinmesi, hatta bu durumdan haince bir keyif alınmasıdır.

Schadenfreude


Daha önce kafama takılan bir konuda farklı dillerde araştırma yapmıştım. Yalnızca Almanca’da kullanılan bir bileşik kelime var: “Schadenfreude”. Diğer önde gelen dillerde satırlarca açıklama gerektiriyor. Kelime olarak tam çevirisi: “zarar keyfi”. Ama esas anlamı, başka kişilerin uğradığı zarardan haince alınan keyif. Yani alçakça bir duyguyu ifade ediyor.

Bizim malum çocuklar bu duyguyu köküne kadar yaşadılar. Onlar açısından Veli Küçük yakılsın da yanında Dz.Kur.Alb.Murat Özenalp de yanıversindi. (Büyük ihtimalle adını bile duymamışlardır, bu blogta başka bir yazıda tanıtıp kafalarına çakacağım).

Belki Ahmet Şık ve Nedim Şener de içeri alındıklarında ufak bir sarsıntı geçirenler oldu. Ama çabuk toparlandılar. Kısa sürede hayırcılara ve boykotçulara karşı koalisyonun üçüncü yedek ortağı çizgilerine geri döndüler. Usulün ne önemi vardı ki, usulsüz musulsüz de olsa ileri demokrasi geliyordu. Bu dev amaç için, usulün ırzına geçilmesinin ne önemi vardı.

Girdiği her seçimden oyunu artırarak çıkan, Ergenekon maskaralığını da Cemaatin katkılarıyla topluma yutturan AKP, kendi taraftarının yanına bir de ‘‘kullanışlı aptallar’’ı alarak, referandum eşiğini geçti. Ve daha önce zaten kopmuş olduğu usul kavramını tümüyle ortadan kaldırdı. Ergenekon da zaten uyulması zorunlu her türlü usul hiçe sayılarak gerçekleştirilmişti, ardından Balyoz, OdaTV, askeri casusluk vb. davalarda da usul tümüyle gözardı edildi.

Yukarıda da belirttiğim gibi, bu faciayı görmezden gelenlerin başını ise bizim YAE’ciler çekiyordu. Daha doğrusu bu görmezden gelme tavrı, dışarıdan bakıldığında onların üzerinde çok aykırı durduğu için, çok öne çıkıyor ve çok etkili oluyordu. Çünkü onlar aslında “demokrat”tılar, kimileri “liberal”di, çoğu “eski” bazıları da “halen de solcu”ydu. Kendilerini “sosyalist”, hattâ “komünist” olarak niteleyenler bile vardı. Ama hepsi de o kadar körleşmişlerdi ki, orduya ve devlete duydukları nefret, mevcut devlet yapısıyla kavgası varmış gibi algıladıkları AKP ve Gülen cemaati koalisyonunu körlemesine desteklemelerine neden oldu. Usule filan da bakmadılar tabii.

YAE’cilerin usulsüzlük ısrarı


Yüzlerce ''paylaş'' aldı bu karikatür


Bu usulsüzlük tavrı bugün de geçerli. YAE tavrına ilişkin olarak farklı kesimlerden sayısız eleştiri yayınlandı. Kendilerini ne kadar elit hissediyor olurlarsa olsunlar, bu durumda uyulması gereken usul, görmezden ya da duymazdan gelme tavrı olamaz.

Boru değil, çok fazla şeyi etkilediler. Bir şeyler söylemeleri gerekli. Çıkarlar ortaya, “bu doğru değil, biz hiç bir şeyi etkilemedik” derler, “o günkü tavrımız şundan dolayı doğruydu” derler, “safmışız, kandırılmışız” derler ya da “biz zaten solcu falan değiliz, neden bizi solcu değerlerle yargılıyorsunuz ki?” derler. Hatta isterlerse “siz bizim muhatabımız değilsiniz” bile derler. Ama derler, bir şey derler. Biz de boşluğu dövmekten kurtuluruz (yazar burada boşluk diyerek YAE’cileri kastediyor).

Yüzsüzlüğe vurup sessizce tüymek de çaktırmadan bir yere kaynak yapmak da usule (tabii ki hem de ahlâka) aykırıdır, sığındıkları köşelerde suçsuz ama herşeyi bilen adamlar kisvesiyle ahkâm kesmeye bir son vermeli ve özeleştiri yapmalıdırlar.

Sağlıcakla kalın


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder