26 Mayıs 2015 Salı

Seçim Yazıları (1)


Artık seçime ilişkin yazılara ağırlık vereceğimi söyledim, ama inanın ki bu iş insanın boyunu aşıyor (hele benim 1.58 m.’mi hayda hayda aşıyor). Özellikle de bu seçim için. Ama söz verdik bir kere, çabalayacağız.

Bu işi sözlü sohbetlerde yapsak sorun değil, bir terslik olursa çamura yatarız, olur biter. Ama yazılı olunca eloğlu hatanı kafana çakabilir (bak. YAE’cilerin başına gelenler). Son yazılarımdan birinde (“Niyete filan bakma, doğru anla” başlıklı yazı) boşuna savunmadım Süleyman Demirel’in “dün dündü, bugün bugündür” ifadesini. Gerektiğinde kullanılabilir.

Bu kadar ön tedbir yeter bence, gelelim işin aslının bir kısmına. “Bir kısmına”dan kastım şu: Siyaseten akl-ı baliğ olduğumdan bu yana –yedi yaşındayken her akşam oyunu filan bırakıp, radyoda Yassıada saatini dinlerdim- yani yaklaşık yarım asırdan beri siyasette izlediğim kadarıyla bu ülke böylesine kritik ve çok bilinmeyenli bir seçim görmedi.

Yalnız yazılan yüzlerce köşe yazısında, katılınan yüzlerce TV ve radyo programında bence mutlaka gözönüne alınması ve üzerine en azından üzerine birkaç kelime söylenmesi gereken bazı faktörlerden kimse söz bile etmiyor (birkaç istisna var tabii). Bu “bir kısmı” mecburen vurgulamam gerekiyor.

Emperyalizm var mı, yok mu?


Yıllarca bu ülkedeki darbeleri, iktidar değişikliklerini, yoktan var ediliveren siyasi figürleri, neredeyse hiç bir iç dinamik yokmuşçasına gerçekleştirdiği iddia edilegelen emperyalizmden kimse söz etmiyor. Yoksa benim dışımda herkes, bu küreselleşme nedeniyle emperyalizmin ortadan kalktığı yavesine filan mı inandı?

Boş verin bu işleri beyler! Ortadoğu gibi bir bölge ve bu bölgedeki petrol rezervleri varlığını sürdürdükçe, burada emperyalizm de oyunları da varolacaktır – tabii devrimlerle yenilene kadar.

Kürtlerin uluslararası meşruiyeti


26 Mayıs 2015 tarihli sol görüşlü Alman gazetesi Junge Welt’te yayınlanan bir yazıyla, ABD tarafından kurulduğu (2012) belgelenen IŞİD’e karşı savaşmak üzere PYD gerillaları “biji serok Obama” sloganlarıyla TC sınırlarından geçerek Kobane’ye gittiler. Komik değil mi, piyonlar birbirini dövüyor. Bu durumun Türkiye için önemi ise şuydu: ABD’nin Frankenstein’ı IŞİD’e karşı mücadele edebilen yegane güç, bölgedeki Kürt gruplarıydı. Irak, Suriye ve Türkiye Kürtlerinden oluşan kuvvetler, önce Kobane’yi kurtardılar. Ardından da IŞİD’e karşı mücadeleye devam ettiler. Bunun en önemli sonucu da, Kürt hareketinin uluslararası düzeyde elde ettiği meşruiyet oldu. Bu meşruiyet, Kürt hareketinin siyasal platformlarının en büyüğünü oluşturan HDP’nin elini çok güçlendirdi.

Şimdi soruyu soralım: Böylesine uluslararası önem kazanmış Kürt hareketinin Türkiye’de elini güçlendirmiş olan siyasi platformu HDP, acaba % 10’u geçer mi, yoksa % 9,5’ta kalır mı nağmeleriyle bir seçim kumarına girecek, bu bölgeye yıllardır önemli bir güç ve mesai harcayan Anglo-Amerikan emperyalizmi de öylece durup seyredecek, size uydu mu? Bana uymadı. Dolayısıyla yapılan bütün hesapların içine bu emperyalizm faktörü katılmak zorunda.

Unutmamak gerekir ki, Anglo-Amerikan emperyalizmi (neden böyle adlandırdığımı başka bir yazıda anlatmaya çalışacağım), bizzat ve uzantıları aracılığıyla bu ülkede NATO’nun ikinci büyük ordusunu adım atamaz hale getirdi, toplumu büyük ölçüde yeniden dizayn etmeyi başardı. Ya da sevilen ifadelerle söyleyelim: 80 yıldır bu toplumun iliğine, kemiğine, genetiğine işlemiş (!) olan askeri vesayeti, bir, bilemedin iki darbeyle yerle yeksan edebildi. O kadar uğraştıktan sonra, böylesine kritik ve önemli bir seçimi kendi haline bırakacaklarını düşünmüyorum açıkçası.

Ha, müdahele şekli nasıl olur, bilemiyorum. Bu konuda akıl yürütmeye devam edeceğim. Şimdi biraz da bir başka emperyalist projeye, çözüm sürecine bakalım.

Çözüm Süreci: Kim ne anladı acaba?


Birkaç yıl önce farklı kapsamlar ve farklı adlarla başlatılan ve bugün çözüm olarak adlandırılan sürecin aslı esası ne yazık ki toplumun büyük kısmı tarafından ya anlaşılamadı ya da yanlış anlaşıldı.

Olayın aslını doğru anlayanlar, başta Abdullah Öcalan olmak üzere Kürt siyasi hareketinin silahlı ve silahsız önderleri,  farklı kesimlerden adlarını bilemediğim az sayıda insan ve -kasılmak gibi olmasın- bir de bendim.

AKP ve onun önderi, aslında ABD tarafından kendisine dayatılmış olan öneriyi, kendi yararına nasıl kullanabileceğini hemen farketti. Bu konuda deneyimliydi. Yaptığı bir dolu numarayı, ABD’nin de AB’nin de (hatta kullanışlı aptalların da) farkedebilmeleri yıllar sürmüştü. Herkesi kandırabilmişti. Aslında adamların bir kabahati de yok. “Yok ulan, bu kadar da olmaz” diye düşündükleri için, hep ofsayta düştüler. RTE’nin hesabı basitti: Zaman kazanmak. Analar ağlamıyorken kendi iktidarını garantilemek, Cumhurbaşkanı ve sonra da başkan olmak. Ve tabii buna uygun rejimi kurmak. Atı alan Üsküdar’ı geçecekti, Kürtlere sonra bakılacaktı.

ABD’nin niyeti ise, bu ülkeyi askeri vesayetten kurtarmak filan değildi. Kendi kafalarındaki çözüm sürecine muhalafet etmesi mutlak olan TC Ordusunu yoldan çekmekti. Bu, RTE’nin de işine geldiği için, Cemaat’in de büyük katkısıyla mükemmelen başarıldı.

Kürtlerin durumu


Yüzyıllardır, hatta binyıllardır bölgede bir devlet kurmamış, ama kurulan devletlerle bir şekilde geçinmeyi becerip varlıklarını bugüne kadar sürdürmeyi başarmış Kürtler açısından ise bu süreç tadından yenmezdi. Hem silahlı güçleri  kayıp vermeyecek, hem bölgede paralel devletlerini inşa edebilecekler, hem de (çok daha önemlisi) ABD, AB ve Dünya önünde TC Devleti’nin resmen muhatabı olabileceklerdi. Çözüm sürecinin AKP tarafından sonuna kadar dürüstçe götürüleceği konusunda en ufak bir inançları da yoktu. Ama sürecin sanki olması gerektiği gibi yürüdüğünü, en azından kendileri tarafından sorun çıkmadığını, eğer sorun çıkarsa bunun AKP tarafından çıkarıldığını tüm Dünyaya teşhir edebilmek için olaya ciddiyetle eğildiler.

Suriye krizi, IŞİD sorunu gibi durumların da katkısıyla Kürt siyasi hareketinin elde ettiği uluslararası meşruiyet, yukarıda da vurgulamaya çalıştığım gibi, bu seçimleri Anglo-Amerikan emperyalizmi açısından çok önemli kılıyor. Ve bu emperyalistler, kendileri için önemli konularda seyirci olmaktan pek hoşlanmazlar.

İşi yine sonraya bıraktık


İtiraf etmeliyim ki, bu da tam bir seçim yazısı sayılmayabilir. Arada bazı ipuçları var yalnızca. Ama daha somut şeyler yazabilmem için, böyle bazı altyapı yazılarına ihtiyacım var.

Ayrıca, 7 Haziran tarihine kilitlenmeye de gerek yok. Bu seçimin sonucu ne olursa olsun, seçim sonrası daha önemli olacak. Asıl tahmin edilmesi ve belki de ona bağlı olarak bugünden uygun tavır alınması gereken süreçle seçim sonrasında karşılaşacağız.

Sağlıcakla kalın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder