Önemli bir yüzleşme, hesaplaşma fırsatı
Dün benim
için çok önemli bir gündü. Çok kıymetli bir insanı kaybetmemizin altıncı
yıldönümüydü. Prof.Dr.Türkan Saylan’ı altı yıl önce bir 18 Mayıs günü ışıklara
yolcu etmiştik.
Fikrimi ve kalemimi serbest bıraktığım takdirde bu konuda sayfalarca
yazabileceğimi biliyorum.
İster
istemez de bir noktada 19 Mayıs’ta binlerce kişinin katıldığı cenaze kortejinde
saf tutmak yerine, onun doğal düşmanlarıyla birlikte saf tutmayı tercih eden ve
bugüne kadar en ufak bir nedamet getirmeyen malum zevata uzanacak dilim ve
kalemim. Yapmadım.
Ama bir
karar verdim. Onlardan biriyle yüzyüze geldiğimde yalnızca iki kelime
söyleyeceğim: “Türkan Saylan”. Ne diyebileceklerini çok merak ediyorum. Belki
bazılarına bir özeleştiri fırsatı vermiş ve yüklerini biraz hafifletmiş olurum.
Kendim
yazmak yerine bloğuma onu çok güzel anlatan bir yazıyı koymayı tercih ediyorum.
Kalemine sağlık, Candaş Tolga Işık.
……………………………………………………..
Hocam…
Soğuk
bir Aralık sabahı Çapa’daki odasının kapısından içeri giren, üniversiteyi
bitireli birkaç yıl olmuş genç bir biyologdu.
Kapıyı iki kere çaldıktan sonra
kafasını uzattı.
─Hocam müsait misiniz? Biyoloji Bölümü’nden Avni Bey gönderdi
beni…
Aramıştı sizi…
─Hatırladım, hatırladım. Melanoma (cilt kanseri) genetiği
ile ilgili
çalışıyormuşsun, gel içeri gel…
Yüzünde son nefesini verirken bile
eksilmeyen o tatlı gülümsemeyle
Genç adama “Kahve mi içersin çay mı?” diye
sordu.
─Zahmet olmasın hocam… bir iki sorum vardı. Onları sorup sizi
çok
yormadan gideyim ben…
─Zahmet filan olmaz. Ben de şimdi tomografiden çıktım.
İki laflarız işte...
Genç adam duraksadı.
─Meme kanseri tedavisi görmüştüm.
Geçti bitti diyorduk. Bugün
öğrendim ki karaciğerimde de küçük bir leke
varmış.
“Küçük bir leke” dediği, memesinde başlayan kanserin
vücuduna
yayıldığının ilk haberiydi aslında.
Genç adam durumunun farkına
varınca, endişe dolu bakışlarla, nazikçe,
“Daha sonra rahatsız edeyim sizi
isterseniz?" dedi.
Hoca güldü ve “Çevrende hiç kanser teşhisi konan oldu
mu çocuk?” diye sordu.
“Hayır hocam." dedi.
─Bak o zaman sana ilk dersi
veriyorum: Bu kanser denen mikrop tek başına hiçbir gücü olmayan zavallıcıktır.
Kanser tek başına kimseyi öldürmez; ölümcül olması bir yalnızlık, bir
çaresizlik, bir umutsuzluk, bir üzüntü, bir stres arar. Ona bu fırsatı
vermesen, er ya da geç çeker gider. O yüzden sen şimdi hocanı bu zavallı
mikropla yalnız bırakmayı çıkar aklından ve anlat bakalım,
ne yapıyorsun, ne
ediyorsun?”
Böyle tanışmıştık Hocam Türkan Saylan’la.
“Tanışmıştık” diyorum ama
bazen tanımak için tanışmak yetmiyor.
Bazı insanları tanımak için onları yaşamak,
anlamak, attıkları
her adımdan, ağızlarından çıkan her heceden bir şey
öğrenmek
gerekiyor. Hoca da öyle biriydi.
O gün kapısından çıkarken
"Sakın ha literatürü açıp 'Hocanın ne kadar ömrü kaldı?" diye bakma,
literatür insan hikâyesi yazmaz, rakam yazar." demişti.
Aradan geçen
yıllar içerisinde Hocayı çok daha yakından tanıma fırsatım olmuştu. Ne zaman
başım sıkışsa telefona sarılıyordum.
Bir gün “Ben bilim adamı olmaktan
vazgeçtim Hocam!" diye aradım.
Kızacağını sanıyordum, kızmadı. Sadece bir
öğüt verdi ki hâlâ kulağıma küpedir: “İnsan olmaktan vazgeçme yeter.”
Hoca
haklıydı. Her karar aslında bir vazgeçiştir… O yüzden vazgeçebilirdi insan
birçok şeyden ama insan kalmakta israr etmeliydi.
Böyle bir Mayıs ayında
kaybettik Türkan Hoca’yı…
“Kanserden öldü."dediler.
Yalan!
Hocayı kanser
öldürmedi.
Genç kızlar da okula gidebilsin diye hayatını ortaya koyan, bu
ülkenin yetiştirdiği en aydınlık yüzlü kadındı Türkan Saylan.
Onu ölüm
döşeğinde “terörist” ilan edenler öldürdü. Onu televizyonların canlı yayınlarında,
gazete köşelerinde “muhabbet tellalı” ilan eden medya pezevenkleri
öldürdü.
Bakmayın siz şimdi kurdukları sahnede oynadıkları “masum”
rollerine…
Türkan Saylan’a ölüm döşeğinde ‘darbeci’ diye operasyon yapılırken
sessiz kalan, cenazesine katılmaya tenezzül etmedikleri gibi bir çiçek bile
göndermeye korkanlar yüzünden öldü Hoca.
Tanıştığımız gün kapısından çıkarken
“Bakma” dediği o literatüre
Türkan Hocam öldüğü gün bakmıştım.
Biliyor musunuz
ne yazıyordu? “En fazla bir sene…”
Oysa Hoca o günden sonra tam 13 sene daha
yaşadı. Ve bıraksalar belki bir 13 sene daha yaşayacaktı…
Hatırlıyor musunuz ne
söylemişti?
“Kanser kimseyi tek başına öldürmez…”
Candaş Tolga
Işık
KAFA dergisi /Mayıs sayısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder