19 Mayıs 2015 Salı

Önemli bir yüzleşme, hesaplaşma fırsatı



Dün benim için çok önemli bir gündü. Çok kıymetli bir insanı kaybetmemizin altıncı yıldönümüydü. Prof.Dr.Türkan Saylan’ı altı yıl önce bir 18 Mayıs günü ışıklara yolcu etmiştik. 
Fikrimi ve kalemimi serbest bıraktığım takdirde bu konuda sayfalarca yazabileceğimi biliyorum.
İster istemez de bir noktada 19 Mayıs’ta binlerce kişinin katıldığı cenaze kortejinde saf tutmak yerine, onun doğal düşmanlarıyla birlikte saf tutmayı tercih eden ve bugüne kadar en ufak bir nedamet getirmeyen malum zevata uzanacak dilim ve kalemim. Yapmadım.
Ama bir karar verdim. Onlardan biriyle yüzyüze geldiğimde yalnızca iki kelime söyleyeceğim: “Türkan Saylan”. Ne diyebileceklerini çok merak ediyorum. Belki bazılarına bir özeleştiri fırsatı vermiş ve yüklerini biraz hafifletmiş olurum.
Kendim yazmak yerine bloğuma onu çok güzel anlatan bir yazıyı koymayı tercih ediyorum. Kalemine sağlık, Candaş Tolga Işık.
……………………………………………………..
Hocam…
Soğuk bir Aralık sabahı Çapa’daki odasının kapısından içeri giren, üniversiteyi bitireli birkaç yıl olmuş genç bir biyologdu.
Kapıyı iki kere çaldıktan sonra kafasını uzattı.
─Hocam müsait misiniz? Biyoloji Bölümü’nden Avni Bey gönderdi beni…
Aramıştı sizi…
─Hatırladım, hatırladım. Melanoma (cilt kanseri) genetiği ile ilgili 
çalışıyormuşsun, gel içeri gel…
Yüzünde son nefesini verirken bile eksilmeyen o tatlı gülümsemeyle
Genç adama “Kahve mi içersin çay mı?” diye sordu.
─Zahmet olmasın hocam… bir iki sorum vardı. Onları sorup sizi 
çok yormadan gideyim ben…
─Zahmet filan olmaz. Ben de şimdi tomografiden çıktım. İki laflarız işte...
Genç adam duraksadı.
─Meme kanseri tedavisi görmüştüm. Geçti bitti diyorduk. Bugün 
öğrendim ki karaciğerimde de küçük bir leke varmış.
“Küçük bir leke” dediği, memesinde başlayan kanserin vücuduna
yayıldığının ilk haberiydi aslında.
Genç adam durumunun farkına varınca, endişe dolu bakışlarla, nazikçe, 
“Daha sonra rahatsız edeyim sizi isterseniz?" dedi.
Hoca güldü ve “Çevrende hiç kanser teşhisi konan oldu mu çocuk?” diye sordu.
“Hayır hocam." dedi.
─Bak o zaman sana ilk dersi veriyorum: Bu kanser denen mikrop tek başına hiçbir gücü olmayan zavallıcıktır. Kanser tek başına kimseyi öldürmez; ölümcül olması bir yalnızlık, bir çaresizlik, bir umutsuzluk, bir üzüntü, bir stres arar. Ona bu fırsatı vermesen, er ya da geç çeker gider. O yüzden sen şimdi hocanı bu zavallı mikropla yalnız bırakmayı çıkar aklından ve anlat bakalım, 
ne yapıyorsun, ne ediyorsun?”
Böyle tanışmıştık Hocam Türkan Saylan’la.
“Tanışmıştık” diyorum ama bazen tanımak için tanışmak yetmiyor.
Bazı insanları tanımak için onları yaşamak, anlamak, attıkları 
her adımdan, ağızlarından çıkan her heceden bir şey öğrenmek 
gerekiyor. Hoca da öyle biriydi.
O gün kapısından çıkarken "Sakın ha literatürü açıp 'Hocanın ne kadar ömrü kaldı?" diye bakma, literatür insan hikâyesi yazmaz, rakam yazar." demişti.
Aradan geçen yıllar içerisinde Hocayı çok daha yakından tanıma fırsatım olmuştu. Ne zaman başım sıkışsa telefona sarılıyordum.
Bir gün “Ben bilim adamı olmaktan vazgeçtim Hocam!" diye aradım.
Kızacağını sanıyordum, kızmadı. Sadece bir öğüt verdi ki hâlâ kulağıma küpedir: “İnsan olmaktan vazgeçme yeter.”
Hoca haklıydı. Her karar aslında bir vazgeçiştir… O yüzden vazgeçebilirdi insan birçok şeyden ama insan kalmakta israr etmeliydi.
Böyle bir Mayıs ayında kaybettik Türkan Hoca’yı…
“Kanserden öldü."dediler.
Yalan!
Hocayı kanser öldürmedi.
Genç kızlar da okula gidebilsin diye hayatını ortaya koyan, bu ülkenin yetiştirdiği en aydınlık yüzlü kadındı Türkan Saylan.
Onu ölüm döşeğinde “terörist” ilan edenler öldürdü. Onu televizyonların canlı yayınlarında, gazete köşelerinde “muhabbet tellalı” ilan eden medya pezevenkleri öldürdü.
Bakmayın siz şimdi kurdukları sahnede oynadıkları “masum” rollerine…
Türkan Saylan’a ölüm döşeğinde ‘darbeci’ diye operasyon yapılırken sessiz kalan, cenazesine katılmaya tenezzül etmedikleri gibi bir çiçek bile göndermeye korkanlar yüzünden öldü Hoca.
Tanıştığımız gün kapısından çıkarken “Bakma” dediği o literatüre
Türkan Hocam öldüğü gün bakmıştım.
Biliyor musunuz ne yazıyordu? “En fazla bir sene…”
Oysa Hoca o günden sonra tam 13 sene daha yaşadı. Ve bıraksalar belki bir 13 sene daha yaşayacaktı…
Hatırlıyor musunuz ne söylemişti?
“Kanser kimseyi tek başına öldürmez…”

Candaş Tolga Işık 
KAFA dergisi /Mayıs sayısı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder