Seçim Yazıları (2)
Demirtaş, partisinin seçimlere bağımsız adaylarla değil de
parti olarak katılacaklarını açıkladığında çok şaşırmıştım. O günlerde HDP’nin
parti olarak barajı geçebilmesi çok zor görünüyordu. Bana makul gelen tek yol,
seçim öncesinde AKP’yi çözüm süreci bağlamında barajın düşürülmesine
zorlayacağı, burada da diğer muhalefet partilerinin desteğini alacağıydı. Buna
teşebbüs bile etmedi. Bu durumda HDP’nin bu kararının nedenleri ve hedefi
hakkında çok kafa patlattım, ama sağlıklı bir sonuca varamadım.
Emin olduğum tek bir veri söz konusuydu. Çözüm sürecinin,
tarafları tatmin edecek biçimde sonuçlanması imkânsızdı ve taraflar (en azından
yöneticileri) bunu başından beri biliyorlardı. Burada taraflar derken, AKP ve
HDP/PKK’dan bahsediyorum, Türkiye halklarının tümünden değil.
Özellikle ABD’nin hedeflediği, çok daha büyük ve kapsamlı
bir projenin (BOP) önemli bir etabı olarak dayattığı bu çözüme ilişkin süreç,
AKP ve HDP/PKK tarafından farklı örtük amaçlar için kullanılıyordu. “HDP/PKK”
biçimindeki kullanım bazı arkadaşların hoşuna gitmeyebilir, ama temel
görüşmelerin AKP-devlet/İmralı-PKK-HDP arasında yapıldığı, gözden
kaçırılmamalı.
AKP’nin, aslında Erdoğan’ın amacı, bir yandan Kürtleri diğer
yandan ABD ve bağlantılı dış güçleri aldatarak, oyalayarak kendisi için
öngördüğü, hayal ettiği diktatoryal tek adam rejimini oldu bittiye
getirebilmekti. Kürtler ise, bu pazarlıklar sırasında elde edebilecekleri kısmi
kazanımları, özellikle uluslararası kamuoyu nezdinde meşrulaştırmanın,
kayıtlara geçirmenin, resmileştirmenin peşindeydiler.
AKP’nin (RTE’nin), diğer bir dolu konuda olduğu gibi, bu
konuda da bakkal kurnazlığı ile vakit kazanmaya çalıştığını ABD çok geç anladı.
Ama anladı. Ve bence RTE adının üzerine kalınca bir çizgi çekti. Bu çizginin
bazı detaylarını ve olası etkilerini özellikle önümüzdeki günlerde yoğun olarak
göreceğimizi sanıyorum. Aslında bunun ilk atışı da Cumhuriyet’in TIR’lar
haberiyle yapıldı bence.
Potus ve Beyefendi
Hürriyet Gazetesi Washington Temsilcisi Tolga Tanış’ın yakın
zamanda yayınlanan kitabının adı bu. Tanış kitabında, Obama ile RTE’nin ilk
telefon konuşmasını yaptıkları 16 Şubat 2009’dan, RTE’nin cumhurbaşkanı
seçilmesinden sonra 12 Ağustos 2014’te mevcut ünvanlarıyla yaptıkları son telefon
konuşmasına kadar geçen 2002 günlük süreyi anlatıyor. POTUS’un açılımını
vermekte de fayda var: “President of the United States”in başharfleri.
Çok kapsamlı bir kitap. Okurken, bilmediğim çok şeyi
öğrendim. Ama asıl bomba kitabın sondan bir önceki bölümünde patladı. Bölüm
başlığı şöyle: “Kürt Petrolü: Kuzey Irak-İstanbul-Singapur-BVI hattında
karanlık bir ticaretin öyküsü”. Burada anlatılan ticari ilişki o kadar girift
ki, burada özetlemek imkânsız. Ama Tolga Tanış’ın titiz araştırmasıyla ilmek
ilmek çözdüğü bu ticari ilişki öyle noktalara erişiyor ki, şaşmamak da imkânsız.
Burada verilen bilgiler, geçen gün Cumhuriyet gazetesinde
verilen TIR bilgilerinin üzerine koyulduğunda (kimbilir daha zulada bekleyen ne
bilgiler var?), RTE’nin başkanlık ve diktatörlük hevesinin sadece şişik ego,
narsistik kişilik yapısı gibi duygusal faktörlerden değil, gerçek anlamda
“duygusal” ($, £, €, TL gibi) bir takım faktörlerden de kaynaklandığı
görülebiliyor.
Açıkça anlaşılacağı gibi, RTE’nin başı üzerinde sallanan
Demokles kılıcı, yalnızca Lahey’de savaş suçlarından değil, yine uluslararası
başka mahkemelerde kara para, illegal ticaret vb. suçlardan da yargılanma
ihtimali.
Bu durumda en azından geçici olarak kurtulabilmesinin tek
yolu ise başkan olabilmek. Ama o durumda da o pahalı uçağını yalnızca Sudan’a,
kardeşi Beşir’e gidip gelebilmek için kullanabilecek. Çünkü büyük olasılıkla
hakkında savaş ve kara para suçlusu olarak yakalama kararları çıkmış olacak ve
RTE pek başka bir ülkeye uçamayacak.
Bu tablonun zorunlu kıldığı bir durum sözkonusu. RTE ve
bağlantılı olarak AKP, seçim sonuçları ne olursa olsun iktidarı bırakmamak
zorunda. Başkanlık artık bir hayal. Anketlere göre HDP’nin barajı geçmesi
durumunda da AKP belki tek başına iktidara bile gelemiyor. Bu durumda AKP’nin yapabilecekleri ya da daha doğru bir ifade ile
yapmak zorunda kalabilecekleri çok kısıtlı. İlk seçeneği, bir azınlık hükümeti.
Diğer üç partiden birinin bunu destekleme ihtimali çok az. Bu olabilse bile,
AKP’nin buna karşılık olarak ödeyeceği bedel çok yüksek olabilir. Bu tür bir
destek alamadığında da güven oyu alamayan hükümet düşer. Erken seçime gidilir.
Benim tanıdığım RTE, asla bir
başka partiye hükümet kurma görevini vermez. Erken seçimi tercih eder. Ama
eğrisi aşağı yönelmiş bir partiyi 45-50 günde yeniden tek başına iktidar
yapabilecek bir sihirli formül de görünmüyor. Hele de bu TIR vb. darbeler
geldikçe. Yapabileceği tek şey, seçimleri ileri bir tarihe ertelemesine izin
verecek bir provokasyon. Suriye ile savaş gibi.
İlginç bir başka formül
Okulun Aşure Günü’nde bir
arkadaşım başka bir formül attı ortaya. Bu arada belirtmeden geçmeyeyim, o gün
boyunca en çok konuşulan şey okul anıları filan değil, seçim tahminleriydi. Bu
formül, bir AKP-MHP koalisyonu. AKP’nin çaresizliğinden yararlanan MHP, ülkeyi
hükümetsiz bırakmamak bahanesiyle, tutulabilmesi neredeyse imkansız sözler
karşılığında, hükümete girecek. AKP, vakit kazanmak için bu sözleri verecek.
Makûl bir süre sonra AKP, kıvırtmaya başlayınca MHP hükümetten çekilecek ve
ülkeyi seçime zorlayacak. Böylece bir yandan kendi oylarını artırırken, diğer
yandan da AKP’ye zarar vermiş olacak.
Benzer bir AKP-HDP koalisyonu? Out of question.
Arkadaşımın MHP için öngördüğü
formülün, HDP tarafından uygulanması bence hiç mümkün değil. Gerek Kürt,
gerekse Türk seçmeninde kaybedeceği prestiji yıllarca yerine koyamaz. Geniş bir
muhalif kitlenin üzerinde en çok durduğu ihimal olmasına rağmen, bence bir
AKP-HDP koalisyonu imkânsızdır.
Gerek ülkenin gerekse kendi
ifadeleriyle Kürdistan’ın sorunlarının ancak toplumun geniş kesimlerinde kabul
görecek ortak bir demokratik anayasayla çözülebileceğini bilecek kadar akıllı
bir HDP’nin, AKP ile bir kapkaç anayasa yapmaya kalkışması düşünülemez. Zaten böyle bir anayasayı
referanduma götürebilecek milletvekili sayısına erişmeleri de çok zor.
Diğer bazı ihtimaller
Üzerinde durmak istediğim bir
iki ihtimal daha var. Bunlarda gerekli koşul, HDP’nin barajı geçmiş olması.
AKP’nin ya 276’yı kıl payı geçmesi ya da 276’nın da altında kalmış olması. Geçerse
zaten hükümeti kuracaktır.
Bence her iki durumda da
gerçekleşecek tablonun en önemli ve belki imkânsız gibi görünen sonucu, AKP’nin
kendini RTE’den ayırması ve onu sarayda tecrit etmesidir. Bunu sağlayacak olan
da, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek gibi ağır topların, bir baskın
kongreyle partiyi ele geçirmeleridir. Yeni bir kimlik edinebilmek için bu
kadro, eski bakanların ve 17-25 Aralık’ta yer alan diğer kişilerin (bakan
çocukları, Reza vb.) yargılanmasına yol verecek, partiyi uzun vadede
yaşatabilmek için İslamcı çizgiden merkez sağa kaydıracak ve orada tutunmaya
çalışacaktır. Yakın tarihten edinilen tecrübeye göre, bu operasyon oldukça
zordur ve küçülme kaçınılmazdır (ANAP sendromu).
Bir diğer ufak ihtimal de,
hükümeti kuramayan bir AKP’nin çok hızlı dağılması ve özellikle milliyetçi
görüş kökenli milletvekillerinin MHP’ye geçmeleridir.
Ebe Zehra'nın öngörüsü
Her durumda seçim sonrası için
geçerli olan tek kesin öngörü, Ebe Zehra’nın veciz ifadesinde kendisini
bulmaktadır:”Geceler gebe”. Dileğim, doğum ne şekilde olsun, doğan ne olursa
olsun, operasyonun mutlaka kansız olmasıdır.
Seçime kadar tek bir yazım daha
kaldı (tabii çok anormal bir gelişme olmadığı takdirde). Kararını verenler
zaten vermiştir, artık kimseyi şu ya da bu yönde etkilemenin sorumluluğu üstüme
kalmaz diye düşünerek, mahut HDP’ye oy vermek konusunu biraz irdeleyeceğim.
Bunu şahsi bir görev olarak görüyorum ve ileride “şerefsizim, ben bunları
düşünmüştüm, ama söylememiştim” dememek için yapmak zorunda hissediyorum
kendimi.
Sağlıcakla kalın.
bu yazın şimdiye kadarki en doyurucu ve güzel yazındı. son derecede güzel. tebrikler
YanıtlaSilSağolasın
Sil