4 Haziran 2015 Perşembe

Seçim Yazıları (2)


Demirtaş, partisinin seçimlere bağımsız adaylarla değil de parti olarak katılacaklarını açıkladığında çok şaşırmıştım. O günlerde HDP’nin parti olarak barajı geçebilmesi çok zor görünüyordu. Bana makul gelen tek yol, seçim öncesinde AKP’yi çözüm süreci bağlamında barajın düşürülmesine zorlayacağı, burada da diğer muhalefet partilerinin desteğini alacağıydı. Buna teşebbüs bile etmedi. Bu durumda HDP’nin bu kararının nedenleri ve hedefi hakkında çok kafa patlattım, ama sağlıklı bir sonuca varamadım.

Emin olduğum tek bir veri söz konusuydu. Çözüm sürecinin, tarafları tatmin edecek biçimde sonuçlanması imkânsızdı ve taraflar (en azından yöneticileri) bunu başından beri biliyorlardı. Burada taraflar derken, AKP ve HDP/PKK’dan bahsediyorum, Türkiye halklarının tümünden değil.

Özellikle ABD’nin hedeflediği, çok daha büyük ve kapsamlı bir projenin (BOP) önemli bir etabı olarak dayattığı bu çözüme ilişkin süreç, AKP ve HDP/PKK tarafından farklı örtük amaçlar için kullanılıyordu. “HDP/PKK” biçimindeki kullanım bazı arkadaşların hoşuna gitmeyebilir, ama temel görüşmelerin AKP-devlet/İmralı-PKK-HDP arasında yapıldığı, gözden kaçırılmamalı.

AKP’nin, aslında Erdoğan’ın amacı, bir yandan Kürtleri diğer yandan ABD ve bağlantılı dış güçleri aldatarak, oyalayarak kendisi için öngördüğü, hayal ettiği diktatoryal tek adam rejimini oldu bittiye getirebilmekti. Kürtler ise, bu pazarlıklar sırasında elde edebilecekleri kısmi kazanımları, özellikle uluslararası kamuoyu nezdinde meşrulaştırmanın, kayıtlara geçirmenin, resmileştirmenin peşindeydiler.

AKP’nin (RTE’nin), diğer bir dolu konuda olduğu gibi, bu konuda da bakkal kurnazlığı ile vakit kazanmaya çalıştığını ABD çok geç anladı. Ama anladı. Ve bence RTE adının üzerine kalınca bir çizgi çekti. Bu çizginin bazı detaylarını ve olası etkilerini özellikle önümüzdeki günlerde yoğun olarak göreceğimizi sanıyorum. Aslında bunun ilk atışı da Cumhuriyet’in TIR’lar haberiyle yapıldı bence.

Potus ve Beyefendi


Hürriyet Gazetesi Washington Temsilcisi Tolga Tanış’ın yakın zamanda yayınlanan kitabının adı bu. Tanış kitabında, Obama ile RTE’nin ilk telefon konuşmasını yaptıkları 16 Şubat 2009’dan, RTE’nin cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra 12 Ağustos 2014’te mevcut ünvanlarıyla yaptıkları son telefon konuşmasına kadar geçen 2002 günlük süreyi anlatıyor. POTUS’un açılımını vermekte de fayda var: “President of the United States”in başharfleri.

Çok kapsamlı bir kitap. Okurken, bilmediğim çok şeyi öğrendim. Ama asıl bomba kitabın sondan bir önceki bölümünde patladı. Bölüm başlığı şöyle: “Kürt Petrolü: Kuzey Irak-İstanbul-Singapur-BVI hattında karanlık bir ticaretin öyküsü”. Burada anlatılan ticari ilişki o kadar girift ki, burada özetlemek imkânsız. Ama Tolga Tanış’ın titiz araştırmasıyla ilmek ilmek çözdüğü bu ticari ilişki öyle noktalara erişiyor ki, şaşmamak da imkânsız.

Burada verilen bilgiler, geçen gün Cumhuriyet gazetesinde verilen TIR bilgilerinin üzerine koyulduğunda (kimbilir daha zulada bekleyen ne bilgiler var?), RTE’nin başkanlık ve diktatörlük hevesinin sadece şişik ego, narsistik kişilik yapısı gibi duygusal faktörlerden değil, gerçek anlamda “duygusal” ($, £, €, TL gibi) bir takım faktörlerden de kaynaklandığı görülebiliyor.

Açıkça anlaşılacağı gibi, RTE’nin başı üzerinde sallanan Demokles kılıcı, yalnızca Lahey’de savaş suçlarından değil, yine uluslararası başka mahkemelerde kara para, illegal ticaret vb. suçlardan da yargılanma ihtimali.

Bu durumda en azından geçici olarak kurtulabilmesinin tek yolu ise başkan olabilmek. Ama o durumda da o pahalı uçağını yalnızca Sudan’a, kardeşi Beşir’e gidip gelebilmek için kullanabilecek. Çünkü büyük olasılıkla hakkında savaş ve kara para suçlusu olarak yakalama kararları çıkmış olacak ve RTE pek başka bir ülkeye uçamayacak.

Bu tablonun zorunlu kıldığı bir durum sözkonusu. RTE ve bağlantılı olarak AKP, seçim sonuçları ne olursa olsun iktidarı bırakmamak zorunda. Başkanlık artık bir hayal. Anketlere göre HDP’nin barajı geçmesi durumunda da AKP belki tek başına iktidara bile gelemiyor. Bu durumda AKP’nin yapabilecekleri ya da daha doğru bir ifade ile yapmak zorunda kalabilecekleri çok kısıtlı. İlk seçeneği, bir azınlık hükümeti. Diğer üç partiden birinin bunu destekleme ihtimali çok az. Bu olabilse bile, AKP’nin buna karşılık olarak ödeyeceği bedel çok yüksek olabilir. Bu tür bir destek alamadığında da güven oyu alamayan hükümet düşer. Erken seçime gidilir.

Benim tanıdığım RTE, asla bir başka partiye hükümet kurma görevini vermez. Erken seçimi tercih eder. Ama eğrisi aşağı yönelmiş bir partiyi 45-50 günde yeniden tek başına iktidar yapabilecek bir sihirli formül de görünmüyor. Hele de bu TIR vb. darbeler geldikçe. Yapabileceği tek şey, seçimleri ileri bir tarihe ertelemesine izin verecek bir provokasyon. Suriye ile savaş gibi.

İlginç bir başka formül


Okulun Aşure Günü’nde bir arkadaşım başka bir formül attı ortaya. Bu arada belirtmeden geçmeyeyim, o gün boyunca en çok konuşulan şey okul anıları filan değil, seçim tahminleriydi. Bu formül, bir AKP-MHP koalisyonu. AKP’nin çaresizliğinden yararlanan MHP, ülkeyi hükümetsiz bırakmamak bahanesiyle, tutulabilmesi neredeyse imkansız sözler karşılığında, hükümete girecek. AKP, vakit kazanmak için bu sözleri verecek. Makûl bir süre sonra AKP, kıvırtmaya başlayınca MHP hükümetten çekilecek ve ülkeyi seçime zorlayacak. Böylece bir yandan kendi oylarını artırırken, diğer yandan da AKP’ye zarar vermiş olacak.

Benzer bir AKP-HDP koalisyonu? Out of question.


Arkadaşımın MHP için öngördüğü formülün, HDP tarafından uygulanması bence hiç mümkün değil. Gerek Kürt, gerekse Türk seçmeninde kaybedeceği prestiji yıllarca yerine koyamaz. Geniş bir muhalif kitlenin üzerinde en çok durduğu ihimal olmasına rağmen, bence bir AKP-HDP koalisyonu imkânsızdır.

Gerek ülkenin gerekse kendi ifadeleriyle Kürdistan’ın sorunlarının ancak toplumun geniş kesimlerinde kabul görecek ortak bir demokratik anayasayla çözülebileceğini bilecek kadar akıllı bir HDP’nin, AKP ile bir kapkaç anayasa yapmaya kalkışması  düşünülemez. Zaten böyle bir anayasayı referanduma götürebilecek milletvekili sayısına erişmeleri de çok zor.

Diğer bazı ihtimaller


Üzerinde durmak istediğim bir iki ihtimal daha var. Bunlarda gerekli koşul, HDP’nin barajı geçmiş olması. AKP’nin ya 276’yı kıl payı geçmesi ya da 276’nın da altında kalmış olması. Geçerse zaten hükümeti kuracaktır.

Bence her iki durumda da gerçekleşecek tablonun en önemli ve belki imkânsız gibi görünen sonucu, AKP’nin kendini RTE’den ayırması ve onu sarayda tecrit etmesidir. Bunu sağlayacak olan da, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek gibi ağır topların, bir baskın kongreyle partiyi ele geçirmeleridir. Yeni bir kimlik edinebilmek için bu kadro, eski bakanların ve 17-25 Aralık’ta yer alan diğer kişilerin (bakan çocukları, Reza vb.) yargılanmasına yol verecek, partiyi uzun vadede yaşatabilmek için İslamcı çizgiden merkez sağa kaydıracak ve orada tutunmaya çalışacaktır. Yakın tarihten edinilen tecrübeye göre, bu operasyon oldukça zordur ve küçülme kaçınılmazdır (ANAP sendromu).

Bir diğer ufak ihtimal de, hükümeti kuramayan bir AKP’nin çok hızlı dağılması ve özellikle milliyetçi görüş kökenli milletvekillerinin MHP’ye geçmeleridir.

Ebe Zehra'nın öngörüsü


Her durumda seçim sonrası için geçerli olan tek kesin öngörü, Ebe Zehra’nın veciz ifadesinde kendisini bulmaktadır:”Geceler gebe”. Dileğim, doğum ne şekilde olsun, doğan ne olursa olsun, operasyonun mutlaka kansız olmasıdır.

Seçime kadar tek bir yazım daha kaldı (tabii çok anormal bir gelişme olmadığı takdirde). Kararını verenler zaten vermiştir, artık kimseyi şu ya da bu yönde etkilemenin sorumluluğu üstüme kalmaz diye düşünerek, mahut HDP’ye oy vermek konusunu biraz irdeleyeceğim. Bunu şahsi bir görev olarak görüyorum ve ileride “şerefsizim, ben bunları düşünmüştüm, ama söylememiştim” dememek için yapmak zorunda hissediyorum kendimi.


Sağlıcakla kalın.

2 yorum: