İşte gene o yerdeyiz (2)
(hani zurnanın zırt dediği, ama bu
zırtta
zurnanın da başı derde girecek
herhalde)
Geçen yazıda, cevaplamaya
çalışacağıma söz verdiğim birkaç soru var. Bunların birine, ikisine münhasıran
cevap vermeye çalışacağım, kendi başlıkları altında. Diğerleri ise umarım yazının
içinde yeri geldikçe cevaplarını bulur.
Önce kriminolojinin temel sorusunun
cevabı: ¨Kime yaradı?¨
Önceki yazıda
kazananlar olarak, AKP’yi ve esas olarak RTE’yi vermiştim. Cevap zaten çok
bariz ortada. 7 Haziran’da aslında büyük bir yenilgi almış ve iktidarı
kaybetmiş olan AKP ve RTE, buna hiç aldırmadan beş ay gibi bir sürede tüm diğer
aktörleri manipüle etti ve kayıplarını telafi ediverdi, iktidarı yeniden eline
geçirdi. Ama daha önemli sonuç, RTE’nin Yüce Divan’dan kurtulması oldu. Ben
iktidarı kaybetme hatasını bir daha asla yapmayacaklarına inanıyorum, neye mal
olursa olsun. Şu anda sürmekte olan ¨savaş¨ da nelere başvurabileceklerinin bir
göstergesi zaten.
2023 hedefi palavra. Asıl hedef mezara kadar iktidar. |
Bir defa bu dönemde
Anayasa’yı TC tarihinde ilk kez bu çapta keyfi olarak ihlal etmenin, neredeyse
kimse tarafından önemsenmediğini açıkça gördüler. Halktan hiç bir tepki
gelmemesi bir tarafa, muhalefet partilerinden de elle tutulur bir karşı hareket
görülmedi. Aslında artık AKP ve RTE'yi kısıtlayan bir şey kalmamış gibi.
Muhtemel seçimler
7 Haziran ile 1
Kasım arasındaki dönemde başvurdukları yöntemlere yüzeysel bir bakış bile,
AKP’nin bundan sonra kendisine gerektiğinde yapacağı seçimlerin muhtemel
sıhhati hakkında bir fikir verecektir.
Belki şaşırtıcı
olan, hilesiz, hurdasız bir seçimde bile AKP’nin
en azından referanduma
gidebilecek bir çoğunluğu elde edebileceği gerçeğidir. 7 Haziran sonrasında
aniden giriştiği
Kürdistan saldırısı, MHP’deki milliyetçi oyları zaten AKP’ye
çekti. MHP’nin ağır kaybının bir diğer nedeni ise avucuna gelmiş olan iktidarı
daha 7 Haziran gecesi elinin tersiyle itmesiydi.
Kendi partisindekiler bile doktora onun gitmesi gerektiğini düşünüyor. |
Diğer tarafta PKK
saldırısı konusunda açık bir tavır alamaması, HDP’yi Türkiye partisi olabilme
iddiasından uzaklaştırınca, bu durum da oy bakımından AKP’ye yaradı.
Kadri Gürsel’in
araştırmaya dayalı tespitine de katılıyorum. TC devletinin yoğun olarak
çatıştığı il ve ilçeler, HDP’nin oy kaybetmediği, hatta bazılarında artırdığı
yerler. Halk oralardan göçe zorlanarak, muhtemel bir erken seçimde HDP’nin oylarının düşmesi
de sağlanmaya çalışılıyor.
Bu partilerin istikbali?
Sonuçta 1 Kasım’da MHP
milletvekillerinin yarısını, HDP de % 25’ini kaybetti, bunların da ezici
çoğunluğu AKP’ye gitti.
Kaybeden bu iki partiden
MHP oylarını % 16.3’ten % 11.9’a indirdi, yani baraja doğru hızlı bir iniş
sergiledi. HDP ise % 13.1’den % 10.8’e indi. İniş hızı daha düşük, ayrıca 7
Haziran’da almış olduğu emanet oyların bir kısmını da muhafaza etmiş görünüyor.
Ama bir yandan da baraja çok yakın. Sonuçta zamanlamasını kendisi belirleyeceği
bir erken seçimde AKP bu partilerin birini hatta ikisini birden barajın altına
itebilir. Bu da en azından referandum olanağını, hatta tek başına anayasa
yapabileceği çoğunluğu eline geçirmesi demektir.
PKK neden kazandı?
Bir kere şunu görmekte fayda var. PKK artık
yalnızca bu ülkenin bir aktörü, bir faktörü değil. Geçen yazıda ¨kime yaradı¨
sorusuna cevap verirken, ABD, AB ya da Rusya gibi uluslararası aktörleri bu
değerlendirmenin dışında tutacağımı söylemiştim. PKK söz konusu olunca bunu
yapmanın imkansız olduğunu farkettim. Ama bu konuya girersem bu yazı zor biter.
Başka bir yazıda anlatmaya çalışayım, daha iyi.
PKK, Apo'yu tavizkar buluyor. Sesini
|
PKK, içeride daha da
güçlenebilecek ve kendisini oyun dışına itebilecek bir HDP’yi asla kabul
edemezdi. Çünkü böyle bir durumda, çözüm Türkiye ile sınırlı kalabilirdi.
PKK’nın hedefleri ise artık çok daha büyük.
Karma cevaplar
Geçen yazıdaki diğer
soruların cevapları pek birbirinden ayrı olarak verilemez. İsterseniz o
soruları kısaca hatırlayalım:
Ümit Kıvanç’tan
aldığım soru: ¨Türkler nerede?¨.
Ne oldu ve nasıl
oldu da, gerek TC devleti gerekse PKK-Kandil aynı günlerde bütün güçleriyle
birbirlerine saldırdılar?
7 Haziran sonrası
bizim eski kullanışlı aptallar, yeni Kürtler neden şaşırdı?
Şimdi bunları
birlikte cevaplamaya çalışayım. Son sorudan başlıyorum.
Şaşkın ¨Kullanışlı Aptallar¨
7 Haziran’dan
sonraki gelişmelere en çok şaşıranlar, seçim öncesinde Kürtleşmiş olan ¨Yetmez
ama evet¨ tayfası oldu. Referandum döneminde evet oyu vermeyenleri faşistliğe
varan hakaretlerle suçlamışlardı. Bu seçim öncesinde de HDP’ye oy vermeyecek
olanları, milliyetçilik hatta faşistlikle suçlamaktan çekinmediler. Aynen
referandum öncesinde olduğu gibi, 7 Haziran öncesinde de karşı görüşlere hiç
kulak asmadılar, kendi ¨mutlak doğrular¨ını yine saldırgan bir üslup ve
küfürlerle süsleyerek savundular.
Seçim oldu, çabaları
sonuç verdi. HDP barajı aştı, 80 milletvekili çıkardı, % 6-6.5 civarındaki
oyunu % 13.2’ye artırmış oldu. Yeni kürtlerle birlikte biz de çok sevindik. AKP
azınlıkta kalmıştı. İktidarı kaybetmiş gibiydi. Ama ilk darbe seçim gecesi
geldi. Bahçeli, HDP ile bağlantılı hiç bir kombinasyonda yer almayacaklarını
açıkladı ve AKP’nin yeniden önünü açtı.
Bu tavır şaşırttı, halbuki PKK'nin
|
Hemen ardından bir
darbe de PKK-Kandil’den geldi. İlginçti. Hayal bile edemeyecekleri bir başarıya
imza atmış olan HDP,kendi yoldaşlarınca teslimiyetçilikle, pasifistlikle, bir
şey yapamamış olmakla suçlanıyordu. Hatta silahlı mücadeleye dönülmesinden de
bahsediliyordu. Ne olmuştu da, yıllardır her seçim döneminde çatışmasızlığı
kabul eden ve AKP’nin havuzuna su taşıyan PKK, bu seçim döneminde çatışma ister
hale gelmişti?
Planlı tırmanış
Aslında bizim yeni
Kürtler için bu kadarı bile fazlaydı. Ama sırada yeni sürprizler vardı. 22
Temmuz’da Şanlıurfa’da iki polis evlerinde muhtemelen susturuculu silahla
öldürüldüler. Ertesi günü Diyarbakır’da sahte bir kaza ihbarıyla çağrılan
trafik polislerinden biri yaralandı, diğeri öldü. Her ne kadar bu iki eylemi
önce YDG üstlendiyse de sonradan PKK kendilerinin yapmadığını açıkladı. Aslında
ne olduğu da hala netleşmiş değil. Zaten bu eylemler PKK’nın alışıldık eylemlerinden
oldukça farklı.
Devlet gözünü kapatmıştı, PKK yığınak
|
25 Temmuz’da Hava
Kuvvetleri Suriye’deki IŞİD ve Kuzey Irak’taki PKK kamplarını bombaladı. Ertesi
gün, Diyarbakır Lice’de askeri konvoyun geçişi sırasında yola gömülü bomba
patlatıldı. İki asker öldü, dört asker yaralandı. Olaylar giderek tırmandı.
Uçak bombardımanları ve bombalı tuzaklar sürdü.
¨Tavuk mu
yumurtadan, yumurta mı tavuktan¨ demeye bile fırsat olmadı. Ortalık feci
karıştı.
Şimdi gelin de bizim
YAE’cilerin şaşkınlığına acımayın. Ne oluyordu? HDP de PKK da Kürt ulusal
hareketinin parçasıydılar. Başarılı bir siyasi parti olan HDP, neden PKK
tarafından sahnenin dışına sürükleniyordu? Kürt Kürt’e ne yapıyordu? Haklarını
yemeyelim, şaşıran yalnızca YAE’ciler değildi. Anlı şanlı köşe yazarları da
dillerini yutmuş haldeydiler. Peki, acaba Apo bu gelişmeler hakkında ne
diyordu? Bilmiyoruz.
¨Şöyle olsaydı, böyle olsaydı¨
Geçmişe yönelik
olarak, ¨şöyle olsaydı¨ , ¨böyle olsaydı¨ gibi sözler çok spekülatif olabilir.
Ama muhtemel kazanç ya da kayıpları değerlendirebilmenin de başka yolu yoktur.
Bu yöntem en azından belki doğru sonuca belli ölçüde yaklaşarak, önümüzü
görmemize yardımcı olabilir. Veya şu ya da bu davranışın nedenlerini analiz
etmemizi sağlayabilir.
Önce bir ¨.......bilseydi¨.
7 Haziran sonrasında
PKK-Kandil aykırı konuşmaya başladığında HDP net bir tavır alabilseydi. ¨Ben bu işi siyasi platformda
başarıyla götürüyorum, sen bir dur¨ diyebilseydi.
İkinci bir ¨.....bilseydi¨.
PKK, üzerlerine
yıkılmak istendiği açıkça belli olan polis cinayetlerinden sonra, TC’nin ilk
ağır saldırılarına iki, üç gün karşılık vermeyerek Türkiye’ye ve tüm dünyaya
¨bakın, biz barış istiyoruz, nefsi müdafaa bile yapmıyoruz¨ diyebilseydi.
¨......seydi, .......saydı¨ların en anlamlı kullanımlarından biri |
Bu ¨bilseydi¨ler
tabii ki sportif ya da spekülatif olarak nitelenebilir. Doğrudur da. Olanlar
zaten oldu. Ama bu tür tavırların nedenlerine bakabilirsek, belki bazı
ipuçlarına erişebiliriz. Burada bu bakış biraz yüzeysel olmak zorunda, Aksi
takdirde bu yazının boyutlarını çok aşmak gerekir, ki okurlarım zaten uzun yazılarımdan
şikayetçi. Ama ileriki yazılarımda bu incelemeler mutlaka devam edecek.
Şimdi ortadaki soru:
Ne oldu ve nasıl
oldu da, gerek TC devleti gerekse PKK-Kandil aynı günlerde bütün güçleriyle
birbirlerine saldırdılar?
En güçlü işaretler,
RTE’nin izleme heyetine karşı çıkması, Dolmabahçe
Mutabakatı’nı kabul etmediğini beyan etmesi,
Kürt Sorunu diye bir şeyin olmadığını söylemesiydi. Diğer taraftan Kandil de Apo’nun bir an önce özgürlüğüne kavuşmak istediğini, bu nedenle taviz vermeye yatkın olduğunu düşünüyor, ama tabii bunu yüksek sesle ifade etmiyordu.
AKP yöneticileri de havuz medyası da açığa düşüverdiler. |
Kürt Sorunu diye bir şeyin olmadığını söylemesiydi. Diğer taraftan Kandil de Apo’nun bir an önce özgürlüğüne kavuşmak istediğini, bu nedenle taviz vermeye yatkın olduğunu düşünüyor, ama tabii bunu yüksek sesle ifade etmiyordu.
Gerek AKP gerekse
PKK, HDP’nin başarısından benzer ölçülerde ve benzer kaygılarla rahatsız
oldular. PKK’nın HDP aleyhine bildiri yayınlaması ve silahlı mücadeleye
girişeceğini
ilan etmesi, hükümetin cevaben ¨çözüm sürecinin ancak filmini
seyredersiniz¨ beyanatı, gidişatı belli etmişti. Her iki tarafın da
¨samimiyetle¨ çözüm görüşmeleri yaparken, silahlı çözümü de yedekte beklettiği
açığa çıkıverdi bu ifadelerle. Yani sonuçta HDP’nin vaat ettiği ve önemli
ölçüde yol alınan demokratik-barışçı çözüm, ne devletin ne de PKK’nın işine
gelmemişti.
Zavallı havuz medyası sevinçten uçmuştu. RTE tavrını değiştirince mahvoldular. |
O dönemde dikkatimi
çekmiş olan iki yüz ifadesi var. Dolmabahçe’deki görüşmeden sonra RTE’nin
masayı
devirmesinin ardından Yalçın Akdoğan’ın şaşkın ve kırgın yüzü ve Kandil
bildirisinden sonra Demirtaş’ın aynı ifadeyi taşıyan yüzü. Burada vurgulanması
gereken bir ayrıntı daha var. O günlerde Demirtaş alelacele yurtdışına gitti.
Mecliste yemin bile etmedi. Acaba TC devletinden mi çekindi, yoksa başka bir
tehlike mi söz konusuydu?
Yeminini bile etmeden gitti.
|
Peki, büyük çatışma
nasıl aynı anda başladı? Benim bu konuda iki farklı teorim var. Birincisi, iki
güç arasında daha önce çok dar kadrolar (en fazla ikişer ya da üçer kişi, bak.
Yalçın Akdoğan’ın şaşkınlığı) arasında belirlenmiş angajman kurallarının
varlığı. Yani ¨sen bunu yaptığın anda ben de şunu yaparım, yapacağım¨
anlaşması.
İkincisi, daha önce
paylaşılmış uydu telefonlarının kullanılması ve ¨hadi başlıyoruz¨ denmesi. (Şaka,
şaka. Birazcık mizah katmak istedim. Acaba?)
Son Soru ¨Türkler nerede¨
Önce Ümit’in sorusu
(daha doğru ifadeyle, iddiası): Radikal’de
15.12.2015 tarihli köşe yazısından;
¨Hiçbir şey, memleketin bir bölümünde
resmen savaş çıkarılmışken toplumun ‘Türk tarafı’nda hüküm süren aldırışsızlığı
ve tepkisizliği izah edemez.¨
Bu
ifadenin tümüne katıldığımı söyleyemem. Bence tümüyle izah edemeseler de bu
durumu anlamaya yardımcı olabilecek bazı fikirler öne sürülebilir.
İzahın
bir parçasına destek olmak üzere tanınmış bir hikaye anlatayım:
Sovyetler
Birliği Komünist Partisi’nin 20 Kongresi’nde Parti Genel Sekreteri Nikita
Kruşçev tarafından, daha sonraları ¨Gizli Söylev¨ olarak adlandırılan, bir
rapor okundu. Kruşçev, bu raporda 1953’e kadar iktidarda olan Stalin hakkında
oldukça ağır suçlamalarda bulundu.
20. Kongrenin son günü. Kruşçev ¨Gizli Söylev¨i okuyor. |
Gelelim
rivayete. Rapor okunurken, arka sıralardan bir parti üyesinin sesi duyulmuş: ¨O
sırada sen neredeydin?¨ Bir sessizlik olmuş. Kruşçev kürsüden sormuş: ¨Kim
söyledi o lafı?¨ Ses yok. Bir kez daha hiddetli bir sesle bağırmış: ¨Kimdi o,
çıksın ortaya!¨ Yine ses yok.
Ardından Kruşçev’in harika esprisi gelmiş:
¨İşte, şimdi senin olduğun yerdeydim¨.
BM'de konuşurken ayakkabısını çıkarıp kürsüye vurmuştu. |
Şu
anda (ben Türkler demek istemiyorum) Batı’daki toplum da biraz o yerde. Gık
diyen dayak yedi, gak diyen vuruldu, guk diyen hapse girdi. Korku ile
bağlantılı bu ölçüde yılgınlığın tek çaresi doğru muhalefet ve doğru önderliktir.
Doğru kelimesine dikkat çekiyorum. CHP ya da İstanbul’daki YDG, PKK veya THKP-C
değil, doğru muhalefet ya da doğru önderlik. Kim olabilirse artık. (Demek ki
burada durum zorda).
Benim,
aldırışsızlık ve tepkisizliğin nedenlerine ilişkin bir fikrim daha var. Soruda ¨Türkler¨
olarak geçen kitle, ilk kez kendini farklı şekilde (etnik) tanımlayan bir
hareketin uzantısı olan bir siyasi partiyi destekledi. Üzerine düşeni de
başardı. HDP’yi barajın çok üzerine çıkardı. (Siz bakmayın, HDP’lilerin ¨biz bunu
ödünç oylarla yapmadık¨ nankörlüklerine, o tavır biraz etnik ve genetiktir, böyle
dedim diye, hemen beni milliyetçi, faşist olarak damgalamayın, başka bir yazıda
tarihten somut örneklerle anlatırım).
Artık final
Bu
toplum otuz yılı aşkın bir süredir bu çatışma gerçeğiyle yaşamakta. İki taraf
da çok ağır bedeller ödedi. İlk defa umudumsu bir şeyler doğmuşken neredeyse
durup dururken savaşa tutuşan bir PKK, o umudu söndürdü ve zaten pek mutlu olmayan ¨Türk¨ toplumunu adeta
bir ¨öğrenilmiş çaresizlik¨ kabusunun içine sürükledi.
Hayatta
yapmayacağı halde HDP’ye oy vermiş ve hatta bu tavrını kerhen 1 Kasım’da da
sürdürmüş olan bir ¨Türk¨ün, önce PKK-Kandil’in HDP’ye karşı tavrını, ardından
da bu çatışmayı görüp, ¨TC Devleti benim Kürt kardeşlerime saldırıyor¨
demesini, hele hele bu koşullarda aktif bir tavır almasını beklemek, safdillik
olarak nitelenebilir ancak.
Akademisyenlerin
yayınladığı bildiri, giderek artan imza çevresiyle belki yeni bir umut oluşturabilir.
Bildirinin içeriğine ve zamanlamasına ilişkin bir şeyler yazmak istemiyorum.
Çünkü RTE’nin ve devletin sergilediği tavır, bu konuları adeta yok etti. Belki
ileride.
Ceterum
censeo Carthaginem esse delendam.
(Bana
soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.)
Kalemimize sa, elinize sağlık. Ben bir de, PKK'nın "çözüm süreci" adı verilen dönem boyunca kentsel mekanlara bu kadar silah, mühimmat, yüzlerce ton patlayıcı vb. yığınağı yaparken ne kadar silahsız "çözüm" niyetinde olduğuna dikkati çekmek istiyorum. Ardından HDP'yi devre dışı bırakacak ve "tek adamın" planlarına destek, ekmeğine yağ sürecek bir çatışmaya dahil olmanın, birlikte yaşamdan dem vurulan bu ülkedeki insan hakları, evrensel hukuk ilkeleri ve bağımsız adalet çerçevesinde yürütülmesi gereken mücadeleye ne kadar samimi katkıda bulunduklarını, YAE'cilerden miras kalan günümüzün yerden bitme "Kürtçü"lerinin (!) takdirlerine sunuyorum (gerçi sunsam da, elbette anlamazlıktan gelirler, işlerine gelmez, salonlardaki cakaları bozulur o zaman)
YanıtlaSilYetmez ama Evet'çiler için
YanıtlaSils
YanıtlaSil