8 Ocak 2016 Cuma

Sevgili Bülent Somay'a Cevap



Sevgili Bülent Kardeşim,

(Yazar, bu kardeş hitabı ile, ¨burada yazacaklarında aranızda uzun yıllara dayanan hukuka saygı göstereceğini, kardeşçe davranacağını¨ vurgulamak istemektedir.)

Aslında bu tür tartışmalarda toplu bir cevap vermeyi tercih ediyorum. Herhalde doğrusu da o. Fakat Facebook koşulları nedeniyle cevaplar, saplanan iğneler, hançerler ayrı ayrı oluyor. Bu nedenle ben de her hançerin cevabını ayrı vereyim dedim.

Önce şu fallus meselesi. Benim kendi payıma öyle bir arzum zaten yok, ama herhalde Murat Belge oralarda bir yer alacaktır. Belki yıllar sonra birileri ¨vaay Murat Belge’ye birileri de böyle demiş ulan¨ da diyebilir, belli mi olur koskoca tarihin fallusunu nereye sürteceği:)). ¨Tarih önünde yargılama¨ filan gibi ifadeler, senin gibi esprili bir adamın kolayca algılayıp, üzerine laf bile etmemesi gereken espriler, hele beni tanıyor olduktan sonra.

2010 referandumunda boykotu savunmak, saydığın ¨çok bilmişlik, kendini beğenmişlik ve tepeden bakmacılık açısından¨ YAE’cileri ve Hayırcıları eş tutmak, bana biraz ayakları havada bir tesbit gibi geldi. Neden dersen, her iki grup da ya kendi başlarına ya da birileriyle birlikte uğraş verdiler, çalıştılar, mücadele ettiler. Senin savunduğun boykot tavrı, bir yandan ¨dövüşsünler kendi aralarında, biz bu işin dışında dururuz¨ diyerek çok daha kendini beğenmiş bir tavır oluyor. Diğer yandan (hadi o gün göremediniz, bugünün gelişmeleri ışığında) karşı durulması gereken ölümcül bir tehlikenin karşısında oluşabilecek safları gevşetmek, dolayısıyla AKP’ye, Evetçilere ve YAE’cilere destek vermek oluyor.

YAE’cilerle aramızdaki farklardan bence en önemlisi, onların bizi referandum öncesinde yargılamış ve ¨sol faşist¨liğe kadar uzanan bir yelpazede mahkum etmiş olmaları. Biz bugün bu yargılamaları, mahkum etmeleri yaparken, arkamızda (tarih açısından çok kısa sayılsa bile) çok belirleyici bir beş yıl var. Onlar her konuda yanıldılar, biz her öngörümüzde (niyet okumamızda) haklı çıktık. Fazlası var, eksiği yok. O yüzden espri bile olsa benim yargılamam filan gereksiz. Tarih o işi beş senede halletti. Ben zararın bir noktasından dönebilsinler, diye yardım etmeye çalışıyorum. Ne de olsa çoğu arkadaşım.

Tevazu konusunda beni çok güldürdün, Yüce Tengri de seni güldürsün. Ama bir tavsiye, ikimiz arasında bu türden bir kıyaslamayı sakın bizi eskiden beri tanıyan birine yaptırtma.

Şimdi zor bir noktaya geldik. Hem istediklerimi söylemek hem de kardeşlik sınırlarını aşmamam lazım. Gel çık işin içinden. Önce ortamı ve kendimi biraz yumuşatmaya çalışayım. Adaşım olan kıymetli bir paşadan bir beyit:

 ¨Bed asla necabet mi verir hiç üniforma,
Zer-dûz palan ursan eşşek yine eşşektir.¨

Bre Bülent Kardeşim,

Büyüdün, koskoca adam oldun, hoca oldun. Gençler sana hayran (sözlüklerden takip ediyorum, ekşi filan) Taa öğrenciyken yaptığın ufak, tefek numaralardan vazgeçememişsin. İlla o kıvrak zekanı ve sivri dilini göstereceksin, bu mu tevazu? Laf sokmalar, iğnelemeler, hatta çuvaldızlamalar, vallahi hem kırıldım hem de üzüldüm.

Önce görece daha hafif olan şu ifade:¨Kendimizden biraz daha az emin olup, etik açıdan daha kararlı olsak, yani mesela Geziden bu yana AKP ile daha kararlı mücadele edip YAE’cilerle (ya da Hayırcılarla, artık meşrebine göre) daha az uğraşsak kabıza de iyi gelir, yalnızlığa da. (yazım hataları benim değil).

Şimdi bunu okuyan herhangi biri pek üstünde durmadan geçebilir, halbuki burada ne hazineler var, tabii biraz gizli. Efendim mesela, ¨etik açıdan daha kararlı olsak¨, ne demek? Yani etik açıdan yeterince kararlı değilsiniz, mi demek? Aslında bu ifadenin aslını da anlamadım, etik açıdan az kararlı, ne anlama geliyor? Ben dönek filan gibi anladım, neyse.

¨AKP ile mücadele¨ konusu bir sonraki ifadede daha sert olduğu için orada cevap vereyim diyorum.  Ama önce bu paragraftaki bir kelime dikkatimi çekiyor: ¨Yalnızlık¨. İşte darbenin hası, işte hançer. Aslında ¨kabızlığa¨ kelimesine kafiye olsun gibisinden konmuş ¨yalnızlığa¨ kelimesi, ama bir hata işi bozmuş. Kabızlık, ¨kabız¨ kalmış, kafiye tutmamış. Bu yalnızlık önemli. YAE’cileri eleştirenler mi yalnız, Hayırcılar mı yalnız, yoksa sadece abd-i aciziniz Ziya Tozan mı yalnız? İşte buna çok amaçlı ya da çok yönlü vuruş denir ve herkes yapamaz. (yani al sana bir kaya, nerene dayarsan daya). Gene neyse. Bakın buraya kadar gayet sakinim. Neyse deyip duruyorum.

Geldik son iki paragrafa.

Önce en sondaki kısa paragrafı alalım. Ya birisi çıksaymış, ¨siz de faşistler ve Kemalistlerle birlikte Hayır demiştiniz, esas siz Barış, Kürt gibi lafları ağzınıza almayın¨ deseymiş. Benim yukarıda ettiğim lafın cevabı buymuş aslında. Ama Bülent öyle demiyormuş.

Şimdi bu öyle bir laf ki, ya Osman Baydemir gibi üç kez tekrarlanan bir kısa ifadeyle (hass....) cevaplanır ya da sayfalarca yazı yazmak gerekir. İkisini de yapmayacağım. Bloğumda (ziyaninorasi.blogspot.com) ¨Unutturamaz Seni Hiç Bir Şey¨ başlıklı bir yazı var (Son yazı). Oradan, bu yukardaki ifadenin neden ucuz bir demagoji olduğunu çıkarabilmek mümkün. Ufak bir ipucu da vereyim, olayı 12 Eylül 2010 öncesinde değil, bugün, beş sene sonra yargılıyoruz.

Geldik o benim çok sevdiğim, zurnanın zırt dediği yere. Efendim son paragrafında Sevgili Bülent Kardeşim, inceliği bırakıp hem biraz kalınlaşmış hem de sertleşmiş (böyle yazınca da garip oldu, zaten yazıya da fallusla başlamıştık, neyse). Ne çıkarsa bahtımıza.

Yukarıda bulmaya çalışmayın. Yazıyı uzatma pahasına paragrafın ilk dört cümlesini buraya almak zorundayım.

¨AKP totaliterliği (giderek faşizmi) ile mücadeleyi götü yemeyenler, ‘bütün sorunların’ müsebbibi olarak YAE’cileri (ya da Hayırcıları) görür. Oh ne ala Mualla. Mahallenin kabadayısıyla dalaşmayı gözü yemeyen sümsüğün kediyi tekmelemesi gibi. Önce ciddi bir mücadele görelim bakalım.¨

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1. Sayıların özel bir anlamı yok. Sakinleşme çalışması.

Şimdi, Sevgili Bülent Kardeşim, bu paragrafı herkes adına cevaplama hakkım ve şansım yok. Bu yazışmada yazdığına göre üstüme alınma durumundayım. Kendi adıma cevaplıyorum. Önce şu, yalnızca YAE’cileri (ya da Hayırcıları) değil, Evetçileri (bunlar sırf AKP’liler değildi, bak. Seyfettin Gürsel) ve boykotçuları da görürüz müsebbib olarak. Tabii ki bütün sorunların müsebbibi olarak da değil. Burada gene ufak bir laf oyunu var. Ayrıca Hayırcıların burada ne işi var yahu? Neyse.

Seninle 1976-1979 yıllarında, kanlı günlerde (hani meşhur ’80 öncesi) aynı okuldaydık. Bizim okul olaysızdı, ama dışarıda yürüyüşler, mitingler, korsanlar, işgaller, çatışmalar gırla gidiyordu. Sen hepsine katılmamışsındır, o yüzden belki bilemezsin, ama hiç kimseden ¨Ziya’nın götü şunu yemedi¨  gibi bir laf duydun mu? Neyse çok kişiselleştirmeyelim. Ama bak, sen öz itibarıyla değişmemişsin, hani iğnelemeler filan. Bir ihtimal ben de pek değişmemiş olabilirim.

Ciddi bir mücadele görebilme konusunda hem bir handikapın var, oralarda olabilmek bağlamında, hem de bu konuda değerlendirme yapmak senin ne haddine. Burada biraz aşmışsın. Reklam mı yapalım, şurada şunu, burada bunu yapıyoruz diye? Üstüne üstlük bir de bu reklamı sana mı yapmak zorundayız?

¨Sizin kamptan tek gördüğüm ‘her şey YAE’ciler yüzünden’ sızlanmasından başka bir şey değil¨ diyorsun. Şimdi gel de çöz, bu kime ya da kimlere hitaben söylenmiş. Öyle bir kamp mı var? Bu kampın bütün üyeleri, bu sızlanmadan başka bir şey yapmıyorlar mı? Mesela Haziran Hareketi’ne filan katılmıyorlar mı? Bu kamptan hapse giren, işinden atılan kimse olmadı mı? Neyse.

YAE’cilerin gücü ile ilgili yazdıklarına gelince, o konudaki görüşlerimi bloğumdaki yazıda uzun uzun anlattım. Bir de burada anlatmak gereksiz.

Sakalın konusuna gelince. Yaşın tutar mı bilmem, bir zamanlar Aşık İhsani ve Güllüşah Bacı çifti vardı. Çeşitli konserlere katılırlardı. Atışmalar yaparlardı. İhsani, ¨ben bu göbeğe kadar sakalı sana aşkımdan uzattım¨ dediğinde, Güllüşah Bacı ¨sakal dediğin keçide de var, bir işe mi yaramış¨ derdi. Öylemesine aklıma geliverdi işte.

Paragrafın sonunda ¨Kendimizi ve muhayyel rakiplerimizi fazla ciddiye alacağımıza götü esas düşmana kaptırmamaya bakalım. Sen kimseden nedamet bekleme, götün kendi kendini kollar zaten¨ demişsin. Aslında bu bir mücadele, kaparlarsa da kaparlar. Bizim derdimiz, arkamızdan kapıyı kimse açık bırakmasın. Biz de zaten öyle yapıyoruz. YAE’cilere de her zaman değil, gerektikçe geçerken takıyoruz. Esas mesaimiz o değil.

Bu kadar senelik yüzsüzlükten sonra, kimseden, nedamet ya da daha solcu bir ifadeyle, özeleştiri bekleyecek halim yok. Laf aramızda, gelse de inanmam zaten. Benim derdim, o terbiyesiz tayfanın bana ve benim gibilere ettikleri hakaretleri geri almaları. Yani artık beklediğim özeleştiri değil, özür. Tabii bu sadece benim fikrim. Özeleştiri isteyenler de vardır mutlaka.

Blog yazılarımı artık Romalı senatör Cato’nun bu cümlesiyle bitiriyorum, güncele uyuyor.

Ceterum censeo Carthaginem esse delendam. (Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.)

Ama bu yazının altına bir başka Latince ifadeyi koymam da gerekecek. Bu da Karl Marx’tan:

Dixie et salvavi animam meam. (Söyledim ve ruhumu kurtardım.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder