Sevgili Bülent Somay'a Cevap
Sevgili Bülent
Kardeşim,
(Yazar, bu kardeş
hitabı ile, ¨burada yazacaklarında aranızda uzun yıllara dayanan hukuka saygı
göstereceğini, kardeşçe davranacağını¨ vurgulamak istemektedir.)
Aslında bu tür
tartışmalarda toplu bir cevap vermeyi tercih ediyorum. Herhalde doğrusu da o.
Fakat Facebook koşulları nedeniyle cevaplar, saplanan iğneler, hançerler ayrı
ayrı oluyor. Bu nedenle ben de her hançerin cevabını ayrı vereyim dedim.
Önce şu fallus
meselesi. Benim kendi payıma öyle bir arzum zaten yok, ama herhalde Murat Belge
oralarda bir yer alacaktır. Belki yıllar sonra birileri ¨vaay Murat Belge’ye
birileri de böyle demiş ulan¨ da diyebilir, belli mi olur koskoca tarihin
fallusunu nereye sürteceği:)). ¨Tarih önünde yargılama¨ filan gibi
ifadeler, senin gibi esprili bir adamın kolayca algılayıp, üzerine laf bile
etmemesi gereken espriler, hele beni tanıyor olduktan sonra.
2010 referandumunda
boykotu savunmak, saydığın ¨çok bilmişlik, kendini beğenmişlik ve tepeden
bakmacılık açısından¨ YAE’cileri ve Hayırcıları eş tutmak, bana biraz ayakları
havada bir tesbit gibi geldi. Neden dersen, her iki grup da ya kendi başlarına
ya da birileriyle birlikte uğraş verdiler, çalıştılar, mücadele ettiler. Senin
savunduğun boykot tavrı, bir yandan ¨dövüşsünler kendi aralarında, biz bu işin
dışında dururuz¨ diyerek çok daha kendini beğenmiş bir tavır oluyor. Diğer
yandan (hadi o gün göremediniz, bugünün gelişmeleri ışığında) karşı durulması
gereken ölümcül bir tehlikenin karşısında oluşabilecek safları gevşetmek,
dolayısıyla AKP’ye, Evetçilere ve YAE’cilere destek vermek oluyor.
YAE’cilerle
aramızdaki farklardan bence en önemlisi, onların bizi referandum öncesinde
yargılamış ve ¨sol faşist¨liğe kadar uzanan bir yelpazede mahkum etmiş
olmaları. Biz bugün bu yargılamaları, mahkum etmeleri yaparken, arkamızda
(tarih açısından çok kısa sayılsa bile) çok belirleyici bir beş yıl var. Onlar
her konuda yanıldılar, biz her öngörümüzde (niyet okumamızda) haklı çıktık.
Fazlası var, eksiği yok. O yüzden espri bile olsa benim yargılamam filan
gereksiz. Tarih o işi beş senede halletti. Ben zararın bir noktasından
dönebilsinler, diye yardım etmeye çalışıyorum. Ne de olsa çoğu arkadaşım.
Tevazu konusunda
beni çok güldürdün, Yüce Tengri de seni güldürsün. Ama bir tavsiye, ikimiz
arasında bu türden bir kıyaslamayı sakın bizi eskiden beri tanıyan birine
yaptırtma.
Şimdi zor bir
noktaya geldik. Hem istediklerimi söylemek hem de kardeşlik sınırlarını aşmamam
lazım. Gel çık işin içinden. Önce ortamı ve kendimi biraz yumuşatmaya
çalışayım. Adaşım olan kıymetli bir paşadan bir beyit:
¨Bed asla necabet mi verir hiç üniforma,
Zer-dûz palan ursan
eşşek yine eşşektir.¨
Bre Bülent Kardeşim,
Büyüdün, koskoca
adam oldun, hoca oldun. Gençler sana hayran (sözlüklerden takip ediyorum, ekşi
filan) Taa öğrenciyken yaptığın ufak, tefek numaralardan vazgeçememişsin. İlla
o kıvrak zekanı ve sivri dilini göstereceksin, bu mu tevazu? Laf sokmalar,
iğnelemeler, hatta çuvaldızlamalar, vallahi hem kırıldım hem de üzüldüm.
Önce görece daha
hafif olan şu ifade:¨Kendimizden biraz daha az emin olup, etik açıdan daha
kararlı olsak, yani mesela Geziden bu yana AKP ile daha kararlı mücadele edip
YAE’cilerle (ya da Hayırcılarla, artık meşrebine göre) daha az uğraşsak kabıza
de iyi gelir, yalnızlığa da. (yazım hataları benim değil).
Şimdi bunu okuyan
herhangi biri pek üstünde durmadan geçebilir, halbuki burada ne hazineler var,
tabii biraz gizli. Efendim mesela, ¨etik açıdan daha kararlı olsak¨, ne demek?
Yani etik açıdan yeterince kararlı değilsiniz, mi demek? Aslında bu ifadenin
aslını da anlamadım, etik açıdan az kararlı, ne anlama geliyor? Ben dönek filan
gibi anladım, neyse.
¨AKP ile mücadele¨
konusu bir sonraki ifadede daha sert olduğu için orada cevap vereyim
diyorum. Ama önce bu paragraftaki bir
kelime dikkatimi çekiyor: ¨Yalnızlık¨. İşte darbenin hası, işte hançer. Aslında
¨kabızlığa¨ kelimesine kafiye olsun gibisinden konmuş ¨yalnızlığa¨ kelimesi,
ama bir hata işi bozmuş. Kabızlık, ¨kabız¨ kalmış, kafiye tutmamış. Bu
yalnızlık önemli. YAE’cileri eleştirenler mi yalnız, Hayırcılar mı yalnız,
yoksa sadece abd-i aciziniz Ziya Tozan mı yalnız? İşte buna çok amaçlı ya da
çok yönlü vuruş denir ve herkes yapamaz. (yani al sana bir kaya, nerene
dayarsan daya). Gene neyse. Bakın buraya kadar gayet sakinim. Neyse deyip
duruyorum.
Geldik son iki
paragrafa.
Önce en sondaki kısa
paragrafı alalım. Ya birisi çıksaymış, ¨siz de faşistler ve Kemalistlerle
birlikte Hayır demiştiniz, esas siz Barış, Kürt gibi lafları ağzınıza almayın¨
deseymiş. Benim yukarıda ettiğim lafın cevabı buymuş aslında. Ama Bülent öyle
demiyormuş.
Şimdi bu öyle bir
laf ki, ya Osman Baydemir gibi üç kez tekrarlanan bir kısa ifadeyle (hass....)
cevaplanır ya da sayfalarca yazı yazmak gerekir. İkisini de yapmayacağım.
Bloğumda (ziyaninorasi.blogspot.com) ¨Unutturamaz Seni Hiç Bir Şey¨ başlıklı
bir yazı var (Son yazı). Oradan, bu yukardaki ifadenin neden ucuz bir demagoji
olduğunu çıkarabilmek mümkün. Ufak bir ipucu da vereyim, olayı 12 Eylül 2010
öncesinde değil, bugün, beş sene sonra yargılıyoruz.
Geldik o benim çok
sevdiğim, zurnanın zırt dediği yere. Efendim son paragrafında Sevgili Bülent
Kardeşim, inceliği bırakıp hem biraz kalınlaşmış hem de sertleşmiş (böyle
yazınca da garip oldu, zaten yazıya da fallusla başlamıştık, neyse). Ne çıkarsa
bahtımıza.
Yukarıda bulmaya
çalışmayın. Yazıyı uzatma pahasına paragrafın ilk dört cümlesini buraya almak
zorundayım.
¨AKP totaliterliği
(giderek faşizmi) ile mücadeleyi götü yemeyenler, ‘bütün sorunların’ müsebbibi
olarak YAE’cileri (ya da Hayırcıları) görür. Oh ne ala Mualla. Mahallenin
kabadayısıyla dalaşmayı gözü yemeyen sümsüğün kediyi tekmelemesi gibi. Önce
ciddi bir mücadele görelim bakalım.¨
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7,
8, 9, 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, 2, 1. Sayıların özel bir anlamı yok. Sakinleşme
çalışması.
Şimdi, Sevgili
Bülent Kardeşim, bu paragrafı herkes adına cevaplama hakkım ve şansım yok. Bu
yazışmada yazdığına göre üstüme alınma durumundayım. Kendi adıma cevaplıyorum.
Önce şu, yalnızca YAE’cileri (ya da Hayırcıları) değil, Evetçileri (bunlar sırf
AKP’liler değildi, bak. Seyfettin Gürsel) ve boykotçuları da görürüz müsebbib
olarak. Tabii ki bütün sorunların müsebbibi olarak da değil. Burada gene ufak
bir laf oyunu var. Ayrıca Hayırcıların burada ne işi var yahu? Neyse.
Seninle 1976-1979
yıllarında, kanlı günlerde (hani meşhur ’80 öncesi) aynı okuldaydık. Bizim okul
olaysızdı, ama dışarıda yürüyüşler, mitingler, korsanlar, işgaller, çatışmalar
gırla gidiyordu. Sen hepsine katılmamışsındır, o yüzden belki bilemezsin, ama
hiç kimseden ¨Ziya’nın götü şunu yemedi¨
gibi bir laf duydun mu? Neyse çok kişiselleştirmeyelim. Ama bak, sen öz
itibarıyla değişmemişsin, hani iğnelemeler filan. Bir ihtimal ben de pek
değişmemiş olabilirim.
Ciddi bir mücadele
görebilme konusunda hem bir handikapın var, oralarda olabilmek bağlamında, hem
de bu konuda değerlendirme yapmak senin ne haddine. Burada biraz aşmışsın.
Reklam mı yapalım, şurada şunu, burada bunu yapıyoruz diye? Üstüne üstlük bir
de bu reklamı sana mı yapmak zorundayız?
¨Sizin kamptan tek
gördüğüm ‘her şey YAE’ciler yüzünden’ sızlanmasından başka bir şey değil¨
diyorsun. Şimdi gel de çöz, bu kime ya da kimlere hitaben söylenmiş. Öyle bir
kamp mı var? Bu kampın bütün üyeleri, bu sızlanmadan başka bir şey yapmıyorlar
mı? Mesela Haziran Hareketi’ne filan katılmıyorlar mı? Bu kamptan hapse giren,
işinden atılan kimse olmadı mı? Neyse.
YAE’cilerin gücü ile
ilgili yazdıklarına gelince, o konudaki görüşlerimi bloğumdaki yazıda uzun uzun
anlattım. Bir de burada anlatmak gereksiz.
Sakalın konusuna
gelince. Yaşın tutar mı bilmem, bir zamanlar Aşık İhsani ve Güllüşah Bacı çifti
vardı. Çeşitli konserlere katılırlardı. Atışmalar yaparlardı. İhsani, ¨ben bu
göbeğe kadar sakalı sana aşkımdan uzattım¨ dediğinde, Güllüşah Bacı ¨sakal
dediğin keçide de var, bir işe mi yaramış¨ derdi. Öylemesine aklıma geliverdi
işte.
Paragrafın sonunda
¨Kendimizi ve muhayyel rakiplerimizi fazla ciddiye alacağımıza götü esas
düşmana kaptırmamaya bakalım. Sen kimseden nedamet bekleme, götün kendi kendini
kollar zaten¨ demişsin. Aslında bu bir mücadele, kaparlarsa da kaparlar. Bizim
derdimiz, arkamızdan kapıyı kimse açık bırakmasın. Biz de zaten öyle yapıyoruz.
YAE’cilere de her zaman değil, gerektikçe geçerken takıyoruz. Esas mesaimiz o
değil.
Bu kadar senelik
yüzsüzlükten sonra, kimseden, nedamet ya da daha solcu bir ifadeyle, özeleştiri
bekleyecek halim yok. Laf aramızda, gelse de inanmam zaten. Benim derdim, o
terbiyesiz tayfanın bana ve benim gibilere ettikleri hakaretleri geri almaları.
Yani artık beklediğim özeleştiri değil, özür. Tabii bu sadece benim fikrim.
Özeleştiri isteyenler de vardır mutlaka.
Blog
yazılarımı artık Romalı senatör Cato’nun bu cümlesiyle bitiriyorum, güncele
uyuyor.
Ceterum
censeo Carthaginem esse delendam. (Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka
yıkılmalıdır.)
Ama bu
yazının altına bir başka Latince ifadeyi koymam da gerekecek. Bu da Karl
Marx’tan:
Dixie
et salvavi animam meam. (Söyledim ve ruhumu kurtardım.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder