25 Ocak 2016 Pazartesi


Ah Biden, vah Biden, neler yaptın sen?


Neredeyse ömrüm boyunca siyasete ilgi duymuş ve dış ve iç siyaseti aktif olarak takip etmiş biriyim. Şu geçtiğimiz günler, siyasetle ilgili olarak yaygın kullanılan bir ifadeyi bir kez daha kanıtladı: ¨Siyasette çare tükenmez¨, bizim olayımızda belki bu şekilde kullanmak, istenileni tam vermeyebilir. Onun yerine ¨siyasette olabileceklerin sonu yokmuş¨ da diyebiliriz. Çünkü bizim durumumuzda bir çare değil, bir olay söz konusu.

Bu muhabbete bakmayın, odada kimbilir neler oldu?


Şimdi bir soru (Google, Vikipedi ya da başka bir kaynağa bakmak serbest):

Dünya tarihinin son yüz yıllık (isterseniz daha uzun olabilir) bölümünde, (örneğe yakın kalalım) bir ABD başkanının (baaak, yardımcısı filan değil, başkanı), iki kez ziyarete gittiği bir ülkede, o ülkenin başkentine gitmemiş, onun yerine bir başka şehirde kalmış olma ihtimali nedir? 

Bir soru daha:

Bu ABD başkanının, ev sahibi devlet görevlilerinden önce, mevcut iktidar tarafından işlerinden atıldığı bilinen gazetecilerle, muhalif tanınan sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle, muhalefet partilerinin sözcüleriyle göstere göstere toplantılar yapmasına rastlanmış mıdır?

Sorular artarda geliyor:

Ana oğul Dündarlar Biden'in yanından çıkarken

Bütün bunlardan daha elim ve vahim olmak üzere, yine bu devletin cumhurbaşkanı tarafından, suçsuz olduğu halde hapse attırıldığı büyük bir çoğunlukça kabul edilen bir gazetecinin eşi ve oğlunu davet ederek, dışarıda ifade edileceğini bile bile ¨senin baban bir kahraman¨ demesine benzer bir olay gerçekleşmiş midir? Bu tavırlar, uluslararası ve tarihi teamüllere uygun mudur?

Bitmediiii.

Hadi o ülkenin başbakanını mazur görelim, o naif bir insan, adeta parantez dışı. O belki böyle şeylere aldırmayabilir. Peki, o ülkenin dediği dedik, öttürdüğü düdük cumhurbaşkanı, bütün bunlar dış basında çarşaf çarşaf yayınlanmışken, sarayını bırakıp Başkanın olduğu şehre giderek, onunla orada görüşmüş müdür? Uzun süren baş başa görüşmelerinde neler konuşulmuş olabilir ki, çıkışta bir ortak basın toplantısı yapılamaması durumu doğmuş olabilir?

Şimdilik sorular bitti. Başkan yardımcısı yerine Başkan yazmamın nedeni, eğer varsa tarihteki örneğin daha güçlü olmasını sağlamak. Yani bu tür uygulamaları bir Başkan bile yapmadı, ya da bu tür yalakalıklar bir Başkan’a bile yapılmadı herhalde demek için. Halbuki bizim durumumuzda adam bir de sadece başkan yardımcısı.

 Peki, bunlardan bize ne?

İşte bu sözü kabul edemem. Bize ne diyemem, diyene de çok kızarım. Burada bir şeyler gururuma dokunur. Uluslararası siyasette eşi görülmemiş bir tavırlar manzumesi, benim ülkeme, benim milletime reva görülemez. Bu duruma düşmemize neden olanlar, bu ülkenin yöneticisi olmaya devam edememelidir.

Burada çirkin Amerikalı’yı mazur gösterebilecek tek şey, tüm bu tavırların bizim yöneticilerin meşru kıldığı tavırlar olmasıdır. O da kendi çapında, meşru saymadığı saraya gitmemekte, muhalefete değer verdiğini göstermekte ve maalesef ülke yönetimini de azarladığının mesajını vermeye çalışmaktadır.

Bu arada ihmal edilmemesi gereken, çok milliyetçi, bu konuda çok ahlaki (?) tavır almış olan bir aktör daha var: MHP. Partinin sözcüsü büyük demagog Oktay Vural esti gürledi, ¨biz böyle bir rezilliğe katılmayız¨ filan dedi. Affınıza sığınarak bu tavra iki kelimelik bir cevap vermek istiyorum:

İşte milli gurur budur. Canım benim.

¨Canım benim¨. Büyük handikapların, sabıkaların olmasaydı, kuyruğunu kıstırıp koşa koşa giderdin. Nitekim, ¨yalnız bizi çağırmış olsaydı, gidebilirdik¨ filan da demişsin. Ama bu saygısız Amerikalı (anlaşıldığı kadarıyla kitabı raftan indirmiş durumda, babası gelse ısıracak), sana dese ki, ¨ben seni çağırdım ama senin aslında AKP yalakası  olduğunu biliyorum, şimdiye kadar her zorlandığı noktada ona koltuk değneği oldun, anlat bakalım¨, ne yapacaksın Oktayım Vuralım? Halkımız bile seni anlayıp, oyunu yarıya indirdi. Elin şeytan Amerikalısı anlamaz mı, senin ne olduğunu. Ciğerini biliyordur senin, ne de olsa kadim patronun sayılır.

Katılanlar?


Gazetecilerin, STK temsilcilerinin, Can Dündar’ın eşi ve oğlunun katılmalarında bence bir sorun yok. Büyük bir ülkenin Başkan Yardımcısı, medeni bir davette bulunmuş, siyasi titri olmayan herkes böyle bir davete rahatça icabet edebilir. Siyasiler için durum biraz farklı. Burada verilecek karar siyasidir ve sonuçları da siyasi olacaktır. Yani diğer bir deyişle, siyasi olarak kendini açıklayabilecek olanlar, katılabilir.

Tabii önemli bir olgu daha var. Bunu anlatabilmek için beş sene geriye gitmek zorunlu. Hatırlayacaksınız, bugünü inşa eden referandum 12 Eylül 2010 tarihinde yapıldı. Bugün muhalefette olan partiler o gün de muhalefeti oluşturuyorlardı. Hayır diyorlardı. Ama evetçiler çok güçlüydü. Özellikle ¨Yetmez, ama evet¨ diye bir garabeti savunan kitle yurtdışında çok etkili olabildi. ¨Hayır¨ı savunanlar yurtdışında etkili olamadılar. Diğerleri isim ve

Ne ¨yetmez, ama evet¨miş be!

ünvan sahibi, şöhret sahibi kişilerdi. Bir dolu gazetede dergide, köşeleri vardı. Her TV proramında konuşmacıydılar. Bir dolu uluslararası toplantıda, panelde, yayın organlarında adeta canları pahasına ¨yetmez, ama evet¨i savundular. ¨Evet¨e, AKP’ye ve RTE’ye özellikle dış ülkelerde büyük bir meşruiyet kazandırdılar. Oralarda yabancıların daha o zamandan uyanılabilecekleri falsoların önüne kendilerini siper ettiler. Bu cansiperane çabalarında en büyük yardımcıları ise Cemaat’ti.

Beş seneden beri hızla yükselen İslami faşizme karşı mücadelede yetersiz kalan muhalefet partilerinin, Biden’in davetini, ayaklarına gelen bir kısmet olarak gördükleri açık. Bu fırsatı kaçırmak istemediler. Bu aşamada milli gurur vb. konular biraz kenara itildi. Tabii, Biden’e muhtaç olmadan kendi mücadelelerini gerektiği gibi verebilselerdi, onlar için mutlaka daha hayırlı olurdu. Ama ne yapalım, bu da onların kaderi bir yerde.

Zaten en önemli ulusal hasletlerimizden biri de, kendi beceremediğimiz işleri birilerine ihale etmektir. O nedenle muhalefet partilerinin tavrı bana normal geliyor.

 N’olucak şimdi?


Bu yapılan operasyondan ilk sırada anladığımız, ne ABD’nin ne de Biden’in, Türkiye’yi de RTE’yi de bunca senedir tanımamış olduğudur. Bu tavırların RTE’nin işine yaraması olasılığı çok yüksektir. Yanlış anlaşılmasın, hani halkımızın gururuna filan dokunduğundan değil, RTE’nin yapabileceği dış düşman ve mağduriyet  propagandasından. Ayrıca eğer hala gücü ve cesareti kaldıysa, yapabileceği kabadayı havalarından.

Önceki dönemlerde bu ülkeye nizam vermek için bir kaç kez askeri çözüme başvurmaktan çekinmeyen ABD, bugünkü koşullarda artık bir askeri darbe yaptıramaz. Ordudan anti-Amerikan komuta kademesi temizlenmiş olmasına rağmen buna girişemez. AKP’nin son seçimde almış olduğu oy sayısı, halk desteği buna engeldir.

Ama burası petrol zengini Venezuela değil, RTE de Chàvez değil. ABD de kendisine bu kadar dayılanmayı kaldıracak ve böyle bağımsız halleri tolere edecek durumda değil, hele hele bölgede çok atak bir Putin’in varlığında.

Gördüğünüz gibi, bu bölümün başlığı olan soruyu cevaplamak kolay değil. İmkansız değil, ama henüz kolay da değil. Bakacak, göreceğiz. Enseyi karartmayın.

Başvurulabilecek başka yollar da var, bunların en az biri hakkında fikirler geliştirmekteyim. Dilerim, bir iki yazı sonra yeterli hale gelmiş olur.

Ceterum censeo Carthaginem esse delendam. 

(Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.)


1 yorum: