17 Nisan 2016 Pazar

İnsan ve toplum, kendi eder kendi bulur…


MURAT SEVİNÇ


AKP’ye geçtiğimiz 10 küsur yıl boyunca destek verenlerin bir kısmı bugün muhalif. ‘Kandırıldığını’ söyleyen de var, ‘Erdoğan değişti’ diyen de.

Kandırıldığını söyleyen birine, ‘Yok hayır kandırılmadın’ demek pek anlamlı olmaz sanırım. Buna mukabil kişisel görüşüm insanın pek kolay kanmadığı yönünde. Ayrıca Erdoğan ile yandaşlarının da anlamlı bir değişim geçirmediği ve AKP’nin nahoş nitelik/eylemlerinin, ‘büyük hedefler (!)’ uğruna uzun yıllar ‘görmezden gelindiği’ kanısındayım. Aynen 1950-54 arasında olduğu gibi… O dört yıllık zaman zarfında da DP (Demokrat Parti), 1955 sonrasında yaşanacakların ipuçlarını bolca vermiş ancak hızlı ekonomik büyüme ve çok partili yaşam mutluluğu içinde görmezden gelinmişti.

Görmezden gelmenin iki boyutu var tabii: Görmeyi istememek ve görmeyi reddeden bir ideolojik konumlanma.
AKP’yi destekleyenlerin ‘bir kısmı’ yıllardır takip ettiğim, özgür bir toprak düşlediklerinden kuşku duymadığım, bedel ödemiş ve ben kısa pantolonla dolaşırken darbe mağduru olmuş dürüst yazarlar, sanatçılar. Nitelikli, sözüne değer verilen yurttaş kesimi. Okuduğunuz yazının eleştirisi, bu kesime. Adına ister liberal, ister liberal sol denilsin, fark etmez. Zaten her iki adlandırma da sorunlu.

Kazaz, Ünsal, ‘jöleli’


Toplumlar, zor günlerinde ve karar anlarında yalnızca laf ebesi siyasetçilere değil, sevip takdir ettiklerine, okuduklarına, dinlediklerine de bakar. Yurt dışı basın, ülkenin önemli düşünce insanlarını, gazetecilerini vb. arayıp bilgi/görüş alır. Takdir edersiniz ki hiçbir Guardian ya da Le Monde yazarı/muhabiri, Tuğçe Kazaz’ı, Niran Ünsal’ı ya da TV gediklisi kimi soytarıları arayıp ‘Türkiye’de neler oluyor?’ diye sormaz.

Dolayısıyla adı sanı bilinen okumuş kesimin gücü, sayılarıyla doğru orantılı değildir. Bu nedenle söz konusu destekçilerin, AKP’ye hayalini dahi kuramayacağı bir ‘entelektüel’ katkısı sağladığı çok belirgin. Zaten bu insanlar terk ettiğinde, geriye ‘jöleli’ ile 2015 model Tekinalp (Moiz Kohen) kaldı.

Asıl mesele ve Cumhuriyet tarihinin en ‘dalavereci’ anayasa değişikliği


‘Görmezden gelme’den kastım şu. Destekçilerin, başta TSK’nin siyaset üzerindeki belirleyiciliğinden kurtuluş olmak üzere, büyük ve haklı beklentileri vardı. Belki bir diğer beklenti, mütedeyyin kesim ile diğerlerinin barışma olasılığıydı. Güçlü motivasyonlardan biri ise hiç kuşkusuz ulusalcı kesime duyulan (ve karşılıklı olduğunu sandığım) nefretti. Çok şey sayılabilir. Ancak asıl mesele, hedeflere varma yolunda önemsiz görülen sorunların, görmezden gelinmesiydi.

Örneğin, 2010 değişiklikleri. Çok kritik bir eşik. Cumhuriyet tarihinin en ‘dalavereci’ anayasa değişikliği. 20 küsur ‘olumlu’ değişiklik, Andrew Arato’nun deyişiyle ‘soğanın kabukları’ydı’ ve asıl mesele ‘soğanın cücüğü’ yani ‘yargı’ idi (olup biteni ta New York’tan gören Arato, ‘Ergenekonculuk’la itham edildi!).
Değişiklikler içinde, ülkenin ‘gerçek’ sorunlarının çözümüne dair bir ‘çaba’ ve ‘niyet’ yoktu. Buna mukabil hayli ağır bir ‘makyaj’ vardı. Hani şu düğünlerde geline yapılan, ancak sonucu değiştirmeyen o tuhaf makyaj gibi. Görmezden gelindi.

‘En birinci demokrat görünme’ yarışı


Haklı olarak eleştirenler, kimi had bilmezler tarafından 1982 Anayasası’na sahip çıkmakla, ‘AKP’ye takık, ruh hastası, saplantılı, bağnaz’ vs. olmakla itham edildi. Oysa oylama öncesinde Cemaat lideri, ‘Keşke ölüler mezarlarından kalksa da evet oyu verse’ demekle meşguldü. Bir din adamı, neden böyle şeyler söyler? Duymazdan gelindi.

Yürürlükteki anayasayı sabah akşam ve şuursuzca aşağılamak, ‘en birinci demokrat görünme’  yarışında marifet sayıldı ne yazık ki. Bugün yaşadığımız ‘anayasasızlaşma’ ya da ‘doğa durumuna dönüş’te bu akıl dışı tavrın payı çok büyük. Anti demokratik hükümler de barındırsa yürürlükteki bir anayasaya uygun hareket etmenin kıymeti, herhalde bugün daha iyi anlaşılıyordur. Ancak, geçmiş olsun!

Vizyon aşağı, vizyon yukarı!


Benzer tavır hemen her konuda sergilendi. AKP’nin, yere göğe konulamadığı yıllarında siyasal alanı düzenleyen hemen hiçbir ‘12 Eylül yasası’nı değiştirmediği, aksine hepsinden ‘yararlandığı’, görmezden gelindi.

Her Allah’ın günü Resmi Gazete’de yayınlanan kamulaştırmalar, imar değişiklikleri (talanı!), olumsuz yöndeki sosyal hak düzenlemeleri vs. görmezden gelindi.

İmar planlarındaki değişiklikleri topluma anlatmaya çalışan meslek odalarının sesi, sade suya tirit Kemalizm eleştirileriyle bastırılmaya çalışıldı. İmar talanı dün başlamadı memlekette. Şu aralar gazetelerde sağa sola racon kesmekle meşgul olan eski bir yayın yönetmeni gazeteci/edebiyatçı, ülke parsellenirken çılgın kanal projesini nerelere sığdıracağını bilemez haldeydi. Saçma sapan projenin açıklandığı günlerin gazetelerinde kimin ne yazdığına şöyle bir bakıp hatırlamayı düşünmez misiniz? Vizyon aşağı, vizyon yukarı!

Büyük hedefe (vesayet!) varma yolunda…


AKP’ye ilişkin değerlendirmeler, siyasal İslam’ın (üstelik Bayarcı milli irade anlayışını benimsemiş) potansiyeli göz önünde bulundurulup anlamlı çıkarımlara dayandırılmadı. Başta zina tartışması, özel yaşama ilişkin ‘dokundurmalar’ yıllar öncesinde gündeme getiriliyordu. Görmezden gelindi.

Üç beş yıl öncesinde rejime dair kaygılarını hiç de otoriterliğe savrulmadan dile getirenlere, ‘Niyet okuyorsunuz’ deniyordu. Şimdinin endişeli liberallerince, ‘endişeli modern’ sıfatı icat edilmişti. Ayrıca, ‘endişelenmek’ çok olumlu bir yurttaş niteliği değil midir?

‘Delil bavullarıyla’ garip pozlar verilmesi, görmezden gelindi. Temel sanık haklarının ihlal edildiği yargılamalar sonunda verilen mahkumiyetlere, ‘Sağlık olsun, kurunun yanında birkaç yaş da yanar’ yorumları yapıldı. Büyük hedefe (vesayet!) varma yolunda, küçük hukuk dışılık ve tutarsızlıkların ne önemi vardı? Görmezden gelindi.

Oysa asıl mesele, o ‘yaşlar’ın yanmasını engellemekteydi. Belki o zaman bugün ‘kurular’ın zafer naralarını dinlemek durumunda kalmazdık. 2015 ilkbaharında adalet sistemiyle birlikte o davaların da çökmesinde, zamanında sergilenen ilkesizliklerin, ‘Maazallah bana da darbeci derler’ rüzgârına kapılarak adam gibi eleştirmekten kaçınmanın büyük payı var.

Büyük sürpriz ne?


Bugün gelinen noktada, ‘Ne olduysa son iki üç yılda oldu, öncesinde hızla demokratikleşiyorduk’, ‘Erdoğan değişti’ vs. diyenler; siyasal İslam’ı geçtim, inançlı/muhafazakâr kesimi tanıdıklarını düşünüyorlar mıydı gerçekten? Kişisel olarak, dindar kesim hakkında pek fikirleri olmadığı ve yıllardır bu kesime dair boş laf ettikleri kanısındayım.

Ulusalcı antipatisi/nefreti, bir başka ‘savrulma’ya neden olmadı mı? Şu anda gidişattan endişelenenler, siyasal İslam ve AKP tipi muhafazakârlığı, azgın kapitalizmin ‘olağan’ sonuçlarını bugün mü fark ettiler? Soma’da bir anda 300 küsur insan ölmese, bu ‘tali’ konulara girecekler miydi? Onlar AKP’yi allayıp pullarken, emekçi sömürüsü dolu dizgindi. Bugün olduğu gibi.

Büyük sürpriz olan nedir? Şeffaf olmayan bir rejimde, kentsel dönüşümün vurgunlara kapı açması mı? Yoksa demokrasiyi yalnızca araç olarak gördüğünü ısrarla dile getirmiş insanların, her ne düşünüyorlarsa onları yaşama geçirmeye çalışmaları mı? Nedir şu Allah’ın cezası sürpriz? Kapitalistin kapitalistliği mi? Dincinin dinciliği mi? Milliyetçinin milliyetçiliği mi?

‘Konjonktürel otoriterlik’ hödüklüğü


Partilerin/kurumların, farklı dönemleri vardır elbet. İnsan da değişebilir, hiç kuşkusuz. Buna mukabil iki üç yılda demokratlıktan ceberutluğa geçiş yapanı, ne gördüm ne duydum. ‘Değişim’ iddiası, görmezden gelmenin devamından başka bir şey değil. ‘Değişti’ demek, ‘Biz hep haklıyızdır’ demenin bir diğer yolu. Murathan Mungan’ın nefis ifadesiyle, ‘haklı olmak değil, haklı çıkmak isteği’nin sonucu.

2010’da ‘Evet’ oyu verdi diye Sezen Aksu dinlememek ne kadar hastalıklı bir tutum ise topluma/okuyucuya ‘afacan’ muamelesi yapmak da bir o kadar vahim. Belki de Erdoğan pek değişmemiştir. Belki de muhterem okumuşumuz hiç tanımadığı bir dünyayı bildiğini düşünmüş ve yanılmıştır. Belki de bir ‘büyük hedef’ uğruna, bugünün yolunu döşeyen irili ufaklı pek çok günah önemsenmemiş, görmezden gelinmiştir. Belki de Türkiye sosyalist soluna ve CHP’ye yöneltilen eleştirilerin pek azı dahi AKP’ye yöneltilmemiştir. Ya da belki de bugün varılan noktada, her seçim öncesinde iktidar partisinden yönelen anormallikleri ‘konjonktürel otoriterlik’ olarak tanımlayıp ‘Seçim sonrasında üfleyeceğiz, geçecek’ düzeyinde dile gelen hödüklüğün payı, hayli iricedir.

İçim sıkılıyor


367 saçmalığını ve katı ulusalcı kesimin izan/demokrasi dışı tavrını haklı olarak eleştirenlerin, bir kez de dönüp yıllarca sergiledikleri ve ‘Biz demokrasinin yanındaydık’ savıyla altından kalkılamayacak tavırları üzerine düşünüp derin bir nefes almaları, doğru olmaz mı? Bireysel yaşamlarımızda da, bugünümüzü çekilmez hale getiren her ne varsa, geçmişte görmezden geldiklerimizin toplamı değil midir?

Tabii şimdi birileri çıkar ve mutlaka ‘Canım hiç mi iyi bir şey olmadı?’ deyiverir. Adettendir!

İçim sıkılıyor inanın. Olmuştur mutlaka. Onları da, ‘iyi şeyleri arayıp bulmaya’ memur edilenler yazıversin…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder