İnsan ve toplum, kendi eder kendi bulur…
MURAT SEVİNÇ
AKP’ye geçtiğimiz 10
küsur yıl boyunca destek verenlerin bir kısmı bugün muhalif. ‘Kandırıldığını’
söyleyen de var, ‘Erdoğan değişti’ diyen de.
Kandırıldığını söyleyen
birine, ‘Yok hayır kandırılmadın’ demek pek anlamlı olmaz sanırım. Buna mukabil
kişisel görüşüm insanın pek kolay kanmadığı yönünde. Ayrıca Erdoğan ile
yandaşlarının da anlamlı bir değişim geçirmediği ve AKP’nin nahoş
nitelik/eylemlerinin, ‘büyük hedefler (!)’ uğruna uzun yıllar ‘görmezden
gelindiği’ kanısındayım. Aynen 1950-54 arasında olduğu gibi… O dört yıllık
zaman zarfında da DP (Demokrat Parti), 1955 sonrasında yaşanacakların
ipuçlarını bolca vermiş ancak hızlı ekonomik büyüme ve çok partili yaşam
mutluluğu içinde görmezden gelinmişti.
Görmezden gelmenin iki
boyutu var tabii: Görmeyi istememek ve görmeyi reddeden bir ideolojik
konumlanma.
AKP’yi destekleyenlerin
‘bir kısmı’ yıllardır takip ettiğim, özgür bir toprak düşlediklerinden
kuşku duymadığım, bedel ödemiş ve ben kısa pantolonla dolaşırken darbe mağduru
olmuş dürüst yazarlar, sanatçılar. Nitelikli, sözüne değer verilen yurttaş
kesimi. Okuduğunuz yazının eleştirisi, bu kesime. Adına ister liberal, ister
liberal sol denilsin, fark etmez. Zaten her iki adlandırma da sorunlu.
Kazaz, Ünsal, ‘jöleli’
Toplumlar, zor
günlerinde ve karar anlarında yalnızca laf ebesi siyasetçilere değil, sevip
takdir ettiklerine, okuduklarına, dinlediklerine de bakar. Yurt dışı basın,
ülkenin önemli düşünce insanlarını, gazetecilerini vb. arayıp bilgi/görüş alır.
Takdir edersiniz ki hiçbir Guardian ya da Le Monde yazarı/muhabiri, Tuğçe
Kazaz’ı, Niran Ünsal’ı ya da TV gediklisi kimi soytarıları arayıp ‘Türkiye’de
neler oluyor?’ diye sormaz.
Dolayısıyla adı sanı
bilinen okumuş kesimin gücü, sayılarıyla doğru orantılı değildir. Bu nedenle
söz konusu destekçilerin, AKP’ye hayalini dahi kuramayacağı bir ‘entelektüel’
katkısı sağladığı çok belirgin. Zaten bu insanlar terk ettiğinde, geriye
‘jöleli’ ile 2015 model Tekinalp (Moiz Kohen) kaldı.
Asıl mesele ve Cumhuriyet tarihinin en ‘dalavereci’ anayasa değişikliği
‘Görmezden gelme’den
kastım şu. Destekçilerin, başta TSK’nin siyaset üzerindeki belirleyiciliğinden
kurtuluş olmak üzere, büyük ve haklı beklentileri vardı. Belki bir diğer
beklenti, mütedeyyin kesim ile diğerlerinin barışma olasılığıydı. Güçlü
motivasyonlardan biri ise hiç kuşkusuz ulusalcı kesime duyulan (ve karşılıklı
olduğunu sandığım) nefretti. Çok şey sayılabilir. Ancak asıl mesele, hedeflere
varma yolunda önemsiz görülen sorunların, görmezden gelinmesiydi.
Örneğin, 2010
değişiklikleri. Çok kritik bir eşik. Cumhuriyet tarihinin en ‘dalavereci’
anayasa değişikliği. 20 küsur ‘olumlu’ değişiklik, Andrew Arato’nun
deyişiyle ‘soğanın kabukları’ydı’ ve asıl mesele ‘soğanın cücüğü’ yani ‘yargı’
idi (olup biteni ta New York’tan gören Arato, ‘Ergenekonculuk’la itham
edildi!).
Değişiklikler içinde,
ülkenin ‘gerçek’ sorunlarının çözümüne dair bir ‘çaba’ ve ‘niyet’ yoktu. Buna
mukabil hayli ağır bir ‘makyaj’ vardı. Hani şu düğünlerde geline yapılan, ancak
sonucu değiştirmeyen o tuhaf makyaj gibi. Görmezden gelindi.
‘En birinci demokrat görünme’ yarışı
Haklı olarak
eleştirenler, kimi had bilmezler tarafından 1982 Anayasası’na sahip çıkmakla,
‘AKP’ye takık, ruh hastası, saplantılı, bağnaz’ vs. olmakla itham edildi. Oysa
oylama öncesinde Cemaat lideri, ‘Keşke ölüler mezarlarından kalksa da evet oyu
verse’ demekle meşguldü. Bir din adamı, neden böyle şeyler söyler? Duymazdan
gelindi.
Yürürlükteki anayasayı
sabah akşam ve şuursuzca aşağılamak, ‘en birinci demokrat görünme’ yarışında marifet sayıldı ne yazık ki. Bugün
yaşadığımız ‘anayasasızlaşma’ ya da ‘doğa durumuna dönüş’te bu akıl dışı tavrın
payı çok büyük. Anti demokratik hükümler de barındırsa yürürlükteki bir
anayasaya uygun hareket etmenin kıymeti, herhalde bugün daha iyi
anlaşılıyordur. Ancak, geçmiş olsun!
Vizyon aşağı, vizyon yukarı!
Benzer tavır hemen her
konuda sergilendi. AKP’nin, yere göğe konulamadığı yıllarında siyasal alanı
düzenleyen hemen hiçbir ‘12 Eylül yasası’nı değiştirmediği, aksine hepsinden
‘yararlandığı’, görmezden gelindi.
Her Allah’ın günü Resmi
Gazete’de yayınlanan kamulaştırmalar, imar değişiklikleri (talanı!), olumsuz
yöndeki sosyal hak düzenlemeleri vs. görmezden gelindi.
İmar planlarındaki
değişiklikleri topluma anlatmaya çalışan meslek odalarının sesi, sade suya
tirit Kemalizm eleştirileriyle bastırılmaya çalışıldı. İmar talanı dün
başlamadı memlekette. Şu aralar gazetelerde sağa sola racon kesmekle meşgul
olan eski bir yayın yönetmeni gazeteci/edebiyatçı, ülke parsellenirken çılgın
kanal projesini nerelere sığdıracağını bilemez haldeydi. Saçma sapan projenin
açıklandığı günlerin gazetelerinde kimin ne yazdığına şöyle bir bakıp
hatırlamayı düşünmez misiniz? Vizyon aşağı, vizyon yukarı!
Büyük hedefe (vesayet!) varma yolunda…
AKP’ye ilişkin değerlendirmeler,
siyasal İslam’ın (üstelik Bayarcı milli irade anlayışını benimsemiş)
potansiyeli göz önünde bulundurulup anlamlı çıkarımlara dayandırılmadı. Başta
zina tartışması, özel yaşama ilişkin ‘dokundurmalar’ yıllar öncesinde gündeme
getiriliyordu. Görmezden gelindi.
Üç beş yıl öncesinde
rejime dair kaygılarını hiç de otoriterliğe savrulmadan dile getirenlere,
‘Niyet okuyorsunuz’ deniyordu. Şimdinin endişeli liberallerince, ‘endişeli
modern’ sıfatı icat edilmişti. Ayrıca, ‘endişelenmek’ çok olumlu bir yurttaş
niteliği değil midir?
‘Delil bavullarıyla’
garip pozlar verilmesi, görmezden gelindi. Temel sanık haklarının ihlal
edildiği yargılamalar sonunda verilen mahkumiyetlere, ‘Sağlık olsun, kurunun
yanında birkaç yaş da yanar’ yorumları yapıldı. Büyük hedefe (vesayet!) varma
yolunda, küçük hukuk dışılık ve tutarsızlıkların ne önemi vardı? Görmezden
gelindi.
Oysa asıl mesele, o
‘yaşlar’ın yanmasını engellemekteydi. Belki o zaman bugün
‘kurular’ın zafer naralarını dinlemek durumunda kalmazdık. 2015 ilkbaharında
adalet sistemiyle birlikte o davaların da çökmesinde, zamanında sergilenen
ilkesizliklerin, ‘Maazallah bana da darbeci derler’ rüzgârına kapılarak adam
gibi eleştirmekten kaçınmanın büyük payı var.
Büyük sürpriz ne?
Bugün gelinen noktada,
‘Ne olduysa son iki üç yılda oldu, öncesinde hızla demokratikleşiyorduk’,
‘Erdoğan değişti’ vs. diyenler; siyasal İslam’ı geçtim, inançlı/muhafazakâr
kesimi tanıdıklarını düşünüyorlar mıydı gerçekten? Kişisel olarak, dindar kesim
hakkında pek fikirleri olmadığı ve yıllardır bu kesime dair boş laf ettikleri
kanısındayım.
Ulusalcı
antipatisi/nefreti, bir başka ‘savrulma’ya neden olmadı mı? Şu anda gidişattan
endişelenenler, siyasal İslam ve AKP tipi muhafazakârlığı, azgın kapitalizmin
‘olağan’ sonuçlarını bugün mü fark ettiler? Soma’da bir anda 300 küsur insan
ölmese, bu ‘tali’ konulara girecekler miydi? Onlar AKP’yi allayıp pullarken,
emekçi sömürüsü dolu dizgindi. Bugün olduğu gibi.
Büyük sürpriz olan
nedir? Şeffaf olmayan bir rejimde, kentsel dönüşümün vurgunlara kapı açması mı?
Yoksa demokrasiyi yalnızca araç olarak gördüğünü ısrarla dile getirmiş
insanların, her ne düşünüyorlarsa onları yaşama geçirmeye çalışmaları mı? Nedir
şu Allah’ın cezası sürpriz? Kapitalistin kapitalistliği mi? Dincinin dinciliği
mi? Milliyetçinin milliyetçiliği mi?
‘Konjonktürel otoriterlik’ hödüklüğü
Partilerin/kurumların,
farklı dönemleri vardır elbet. İnsan da değişebilir, hiç kuşkusuz. Buna mukabil
iki üç yılda demokratlıktan ceberutluğa geçiş yapanı, ne gördüm ne duydum.
‘Değişim’ iddiası, görmezden gelmenin devamından başka bir şey değil. ‘Değişti’
demek, ‘Biz hep haklıyızdır’ demenin bir diğer yolu. Murathan Mungan’ın
nefis ifadesiyle, ‘haklı olmak değil, haklı çıkmak isteği’nin sonucu.
2010’da ‘Evet’ oyu
verdi diye Sezen Aksu dinlememek ne kadar hastalıklı bir tutum ise
topluma/okuyucuya ‘afacan’ muamelesi yapmak da bir o kadar vahim. Belki de
Erdoğan pek değişmemiştir. Belki de muhterem okumuşumuz hiç tanımadığı bir
dünyayı bildiğini düşünmüş ve yanılmıştır. Belki de bir ‘büyük hedef’ uğruna,
bugünün yolunu döşeyen irili ufaklı pek çok günah önemsenmemiş, görmezden
gelinmiştir. Belki de Türkiye sosyalist soluna ve CHP’ye yöneltilen
eleştirilerin pek azı dahi AKP’ye yöneltilmemiştir. Ya da belki de bugün
varılan noktada, her seçim öncesinde iktidar partisinden yönelen anormallikleri
‘konjonktürel otoriterlik’ olarak tanımlayıp ‘Seçim sonrasında üfleyeceğiz,
geçecek’ düzeyinde dile gelen hödüklüğün payı, hayli iricedir.
İçim sıkılıyor
367 saçmalığını ve katı
ulusalcı kesimin izan/demokrasi dışı tavrını haklı olarak eleştirenlerin, bir
kez de dönüp yıllarca sergiledikleri ve ‘Biz demokrasinin yanındaydık’ savıyla
altından kalkılamayacak tavırları üzerine düşünüp derin bir nefes almaları,
doğru olmaz mı? Bireysel yaşamlarımızda da, bugünümüzü çekilmez hale getiren
her ne varsa, geçmişte görmezden geldiklerimizin toplamı değil midir?
Tabii şimdi birileri
çıkar ve mutlaka ‘Canım hiç mi iyi bir şey olmadı?’ deyiverir. Adettendir!
İçim sıkılıyor inanın.
Olmuştur mutlaka. Onları da, ‘iyi şeyleri arayıp bulmaya’ memur edilenler
yazıversin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder