Yeni Hrant Davası - Kim Eksik?
Bugün 22 Nisan Cuma. Üç gün önce Dink cinayetine ilişkin davanın ikinci perdesi açıldı. Bu defa yargı karşısına çıkanlar farklı. Dönemin polis görevlileri Ali Fuat Yılmazer, Ramazan Akyürek gibi isimler tutuklu olarak hakim karşısında. Tutuksuz sanıklar arasında ise dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, o dönemde Trabzon Emniyet
Nedim Şener’in Mücadelesi
Aslında gazeteci Nedim Şener
yıllardan beri bu kişileri işaret ederken helâk oldu. Köşesinde defalarca
yazdı, olmadı. Kitap bile yazdı, yetmedi. Kumpasla hapse de girdi. Yalnız
değildi. Henüz tamamlanmamış kitabı nedeniyle Ahmet Şık da ona refekat etti.
Tabii ancak tecrit hücrelerine kadar. Birlikte kalmaları aylarca sakıncalı
görüldü. Ahmet Şık’ın kitabı hakkında, ¨bazı kitaplar bombadan daha
tehlikelidir¨ denildi.
Hem de Avrupa Parlamentosu’nda, yabancıların önünde.
Kapı gibi Nedim Şener, mahpushane
koşullarından yılmadı. Bunu mesleğinin bir parçası olarak kabul etti ve
direndi. Hapisten çıktıktan sonra katıldığı bir TV programında, babasını
görmeye giderken ona göstermek için giydiği en sevdiği eteği x-ray
cihazında ötünce çıkarmak zorunda kalan kızını anlatırken, kendine hakim
olamayıp ağladı.
Yazısız |
Üstteki paragrafı hicran olsun diye
yazmadım. Hani söz vermiştim ya bloğun başlangıcında, küfür etmeyeceğim diye. O
sözümü tutuyorum. Anlayacak kapasitede birisi için o paragraf, kusura
bakılmasın, ana avrat küfürdür.
Çünkü o dönemde kendini hala solcu,
sosyalist ve hatta komünist olarak niteleyebilen bir takım kişiler, Nedim
Şener’e ve onun gibi düşünenlere postal yalayıcı, darbeci, Ergenekoncu,
Balyozcu ve hatta faşist demekle meşguldüler.
Neden Kurban Oldu Dink?
Hrant Dink’in öldürülmesini, Nedim
Şener ve Ahmet Şık gibi kişilerin, ¨Ergenekon¨ ve ¨Balyoz¨ sanıklarının hapse
girmelerini organize eden güçle, bugün bu davada yargılanmakta olan polislerin
isimlerinin gölgelenmesini ve daha sonra taltif edilerek üst görevlere atanmalarını
sağlayan güç aynı güçtü: AKP yasal destekli Cemaat.
Zaten Dink, Hrant Dink olduğu için
kurban seçilmemişti. Onun öldürülmesinin esas nedeni, hazırlanmakta olan
Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi kumpaslara altyapı oluşturmaktı. O
cinayeti de provasız işlemediler. İlgili bazı polislerin Trabzon’da görevli
oldukları dönemde Rahip Santoro’nun öldürülmesi ve sonrasında yaşanan süreç,
Dink cinayetinin mükemmel bir provasıydı.
¨Kullanışlı¨ Arkadaşlar
Bütün bunları gören ve kendilerini
yırtarcasına anlatmaya çalışan birilerinin varlığına rağmen, bir grup insan
bunları ne gördüler, ne duydular. Kendilerini ¨Hrant’ın Arkadaşları¨ olarak
adlandıran bu grup, tüm duruşmaları militanca takip ettiler. Önlerine açtıkları
¨Hrant’ın Arkadaşları¨ imzalı pankartın arkasında toplanıp sloganlar attılar,
cinayetin bir an önce aydınlatılmasını, katillerin ve özellikle de onların
arkasındaki kişi ve güçlerin ortaya çıkartılmasını ve cezalandırılmasını talep
ettiler. Bir diğer önemli talepleri, Dink davasının Ergenekon davası ile
birleştirilmesiydi.
Neden? Çok basit. Aslında ¨Arkadaşlar¨ olayı büyük ölçüde çözmüşlerdi.
Asıl suçlular, bu davada değil, Ergenekon davasında yargılanıyorlardı. Hrant’ın
katledilmesi de açıkça bir Ergenekon eylemi olduğundan, davaların
birleştirilmesi ve (buraya dikkat!) Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz gibi
Ergenekoncuların bu cinayetle bağlarının açığa çıkarılması gerekiyordu hatta
şarttı.
Büyük ihtimalle senaryoları bile
hazırdı (senaryoyu sarı harflerle vereceğim. Fazla sulu gelirse okumayın,
geçin. Aslında bu konu böylesine sululuk kaldırmaz, ama ne yapayım, biraz
gırgır geçmeden de duramıyorum).
Senaryo
Birinci mekan (büyük ihtimalle Kemal
Kerinçsiz’in bürosu): Masanın üzerindeki noter lambasının ışığıyla aydınlanan
loş bir büro. Ağır mobilyalar, kalın ciltli kitaplarla dolu kütüphaneler.
Karşılıklı ağır maroken koltuklara oturmuş iki kişi, geniş tabanlı kristal
bardaklarından viskilerini yudumlamaktalar. Herhalde hemen tanıdınız, kişilerin
birisi emekli general Veli Küçük Paşa diğeri ise meşhur faşist avukat Kemal
Kerinçsiz.
Hakikaten korkutucu, değil mi? |
Veli Paşa kadehinden büyükçe bir
yudum aldıktan sonra, bir yandan kucağındaki çok tüylü kediyi okşarken,
Kerinçsiz’e:¨Yahu bu senin single malt viskilerine bayılıyorum, ama bana bir
şişe bile göndermedin, neyse bir ara gönderiver. Bak, dün ne düşündüm. Bu Hrant
denen Ermeni dölü var ya, Türklerin zehirli kanı filan dediği için
yargılandığında, seninle mahkemeye gitmiştik, nasıl da tırsmışlardı. Şimdi de
gazetesinde Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğunu iddia etmiş. Nallayalım artık
şunu. Millet görsün, Türk’e laf etmek kolay mı?¨ der.
Kerinçsiz’in gözleri
parlar, yerinde zıplar. ¨Çok haklısın paşam, ben hemen bizim gençlerden birini
¨İhtiyarlar¨a göndereyim. İlk
toplantılarına bizi çağırsınlar, önerimizi anlatalım, onaylarını alalım¨ der.
İçinin güzelliği yüzüne yansımış |
İkinci Mekan: Horasan duvarlardaki
meşalelerle aydınlanan bir Bizans mahzeni. Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz
daracık demir merdivenlerden zemindeki yuvarlak platforma inerler. Üstlerinde
ekstra bir kıyafet yoktur ve yüzleri de açıktır. Platformda, hilal biçiminde
dizilmiş koltuklarda oturan dokuz kişi görürler. Üzerlerinde kırmızı cüppeler,
kafalarında kırmızı kukuletalar vardır. Yüzleri maskelidir. Koltukların
karşısındaki boşluğa ise bir hatip kürsüsü konmuştur. Küçük ve Kerinçsiz, yayın
ortasında oturan kişinin el işaretiyle o kürsüye geçerler.
Veli Küçük daha kıdemli bir
Ergenekoncu (haa, daha önce söylemeyi unuttuk, buradaki dokuz kişi de Ergenekon
örgütünün yönetimini oluşturan İhtiyarlar’dır) olmasına rağmen, hitabet
yeteneği daha güçlü olduğu için sözü Kerinçsiz’e bırakır. Kerinçsiz, davudi
sesiyle, kısa ve net cümlelerle, akıllarına gelen fikri, bunu nasıl daha da
geliştirdiklerini, hazırladıkları fizibiliteyi, eylemin toplumda yaratabileceği
muhtemel etkileri açıklar.
Senaryonun kaynaklarından biri |
Kısa bir sessizlik olur,
kukuletalılar aralarında bakışırlar, belli belirsiz bir baş hareketi yaparlar. Ardından yayın ortasındaki koltukta
oturan kişi konuşur:¨Arkadaşlar, önerinizi ben beğendim, ama bir kez de
aramızda tartışmamız ve kabul edersek son şeklini vermemiz gerekiyor. Daha
sonra sizinle bağlantıya geçeriz¨ der.
Küçük ve Kerinçsiz sırayla birer baş
selamı vererek platformu terk ederler ve merdivenlere yönelirler. Merdivenleri
ağır ağır çıkarken Veli Küçük’ün kafasını burgu gibi oyan bir düşünce vardır.
Onlara hitap eden İhtiyar’ın sesi ve daha çok da konuşma biçimi. Sesi,
kukuletanın altındaki bir aygıt tarafından değiştiriliyor ve boğuklaştırılıyor
olsa da konuşma biçimi, vurguları oldukça özgündür ve Veli Paşa bu kişiyle daha
önce birden fazla kez aynı mekanda olduklarından giderek daha çok emin olmaktadır.
En üst basamağa geldiğinde, tam
mahzenin kapısından çıkacakken, aklına biraz önce görmüş olduğu bir başka
ayrıntı gelir. İhtiyar, onlara hitap etmek ve diğerlerine bakmak üzere
koltuğunda kımıldandığında, cüppenin yan tarafı hafifçe açılmış ve haki renkte
bir pantolonda kırmızı bir şeridin ucu bir anlık da olsa görünmüştür. Paşa,
adımlarını şaşırır, sendeler ve önden çıkmakta olan Kerinçsiz’in omzuna
tutunur. Kulağına eğilir ve ¨çabuk arabaya binelim, sana bomba gibi bir haberim
var¨ der.
Küçük’ün Önemli Keşfi
Arabaya binerler. Kerinçsiz, Paşa’nın
heyecanlı halinden etkilenmiştir. Soru dolu gözlerle Paşa’ya bakar. Paşa,
heyecanını belli eden bir tonla:¨Aslında daha önceden de huylanıyordum, ama
bugün emin oldum. Bizim ‘İhtiyarlar’ın lideri İlker Paşa¨ der. Ve diğer ayrıntıları
sıralar.
İşte bir numara |
Kerinçsiz adeta şoka girer,
¨inanmıyorum¨ diye bağırır. Fakat o da kukuletalının konuşma biçimini bu fikrin
ışığında bir kez daha gözden geçirince Veli Paşa’ya hak verir. ¨Haklısınız
Paşam¨ der, ¨bugün Harp Akademileri’nde tören vardı, herhalde tören
üniformasını değiştirmeye fırsat bulamadan buraya geldi. Siz de kırmızı şeridi
görünce...¨.
Bir Ara Not
Ben böyle yavan ve aşırmalı yazmaya
devam edersem, bu senaryo bitmez. Herhalde tanımışsınızdır, başı ¨Baba¨
filminden, sonrası Kurtlar Vadisi’nden apartma. Sonu mu? Canım İlker Paşa kısmı
da, bizim Ergenekon karşıtlarının fantezisi. Hepsi inanmadı mı İlker Başbuğ’un
örgüt lideri olduğuna?
Senaryonun Son Parçası
Sonrasını da kısaca özetleyelim:
Uyanık Türk güvenlik güçleri ve seçkin (seçilmiş demek daha doğru) savcıları,
kesinlikle hiç bir dış güçten yardım ve destek almaksızın, bu örgütü ilmek
ilmek sökerek açığa çıkardılar.
Yalnız ilmekler çok dağılınca, bir
daha toparlayabilmek mümkün olamadı. İşin bir üzücü yanı şu: Ne Veli Küçük’ü ne
de Kerinçsiz’i Dink cinayetine bağlamak bir türlü becerilemedi.
Senaryo Bitti
Nereden çıktı bu senaryo şimdi diye soracak
olursanız, cevabı basit:
Vallahi böyle saçmalıklara inananlar
çıktı bu toplumda. Hem de okumuş etmiş insanlar arasından. Profesörler,
yazarlar, fikir adamları filan da vardı. En zavallıları da kandırılma veya
değişimi görememe sabıkalılarıydı, onları tanıyorsunuz.
Şimdi bu senaryoyu terk edelim ve
öncesine dönelim. Hani Hrant’ın arkadaşları davaların birleşmesini istiyorlardı
ya, işte oraya.
Aslında bu kumpası kuranlar da
davaların birleşmesinden yanaydılar. Böyle bir örgüte kanlı bir vukuat lazımdı.
Ama fark ettiler ki, Dink cinayeti bu işe uygun değildi, riskliydi, zanlılar güçlüydü.
Ne yapsınlar, mecburen gene aslında
çok alakasız duran Danıştay cinayetini bağladılar buraya. Hiç olmazsa Küçük ya
da Kerinçsiz gibi dişli (muhtemel) zanlılar yerine, katil olduğu kanıtlanmış,
Reichstag yangınının Van der Lubbe’si gibi meczup bir avukat vardı. Aslında o
zavallı da bütün duruşmalarda bu işi Ergenekon aşkından değil, din aşkından
yaptığını haykırdı. Ama sesini kimseye duyuramadı.
Üzücü Noktalar ve Soru
Yazı çok uzadı. Gelelim işin bir
diğer önemli noktasına. Eğer Cemaat-AKP kavgası çıkmasaydı, Ergenekon, Balyoz,
Askeri Casusluk vb. davaların kurbanları asla dışarıya çıkamayacak ve Dink
cinayeti yeni bir davanın konusu olmaksızın kapanıp gidecekti.
Yazıyı bitirmeden bir diğer üzücü
noktayı vurgulamam gerekiyor. Yeni Dink davasının ilk gününde, Çağlayan’daki
Adliye Sarayı’nın önünde bir avuç insan toplanmıştı. Ellerinde ¨Hepimiz
Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz¨ pankartı ile.
Peki, şimdi can alıcı soru. Daha önce
Beşiktaş’taki adliyenin yakınındaki parkta hep açılan ¨Hrant’ın Arkadaşları¨imzalı pankartın arkasındakiler nerede, Hrant’ın Arkadaşları nerede? Toplanan bu grupta hemen hiç
tanıdık yüz yok. Ne yani, katiller ya da onların arkasındakiler Ergenekoncu
değillerse, katil sayılmıyorlar mı?
Ne dersiniz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder