22 Nisan 2016 Cuma

Yeni Hrant Davası - Kim Eksik?


Bugün 22 Nisan Cuma. Üç gün önce Dink cinayetine ilişkin davanın ikinci perdesi açıldı. Bu defa yargı karşısına çıkanlar farklı. Dönemin polis görevlileri Ali Fuat Yılmazer, Ramazan Akyürek gibi isimler tutuklu olarak hakim karşısında. Tutuksuz sanıklar arasında ise dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun,  o dönemde Trabzon  Emniyet

Bu görüntü herkesin beynine kazındı

 Müdürü olan Reşat Altay, İstanbul Emniyetinin eski İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ve Erhan Tuncel'in aralarında bulunduğu 11 kişi yer alıyor. Dink ana davasında da Ogün Samast, Yasin Hayal ve Ersin Yolcu tutuklu bulunuyor.

Nedim Şener’in Mücadelesi


Aslında gazeteci Nedim Şener yıllardan beri bu kişileri işaret ederken helâk oldu. Köşesinde defalarca yazdı, olmadı. Kitap bile yazdı, yetmedi. Kumpasla hapse de girdi. Yalnız değildi. Henüz tamamlanmamış kitabı nedeniyle Ahmet Şık da ona refekat etti. Tabii ancak tecrit hücrelerine kadar. Birlikte kalmaları aylarca sakıncalı görüldü. Ahmet Şık’ın kitabı hakkında, ¨bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir¨ denildi. 
Hem de Avrupa Parlamentosu’nda, yabancıların önünde.


Kapı gibi Nedim Şener, mahpushane koşullarından yılmadı. Bunu mesleğinin bir parçası olarak kabul etti ve direndi. Hapisten çıktıktan sonra katıldığı bir TV programında, babasını görmeye giderken ona göstermek için giydiği en sevdiği eteği x-ray cihazında ötünce çıkarmak zorunda kalan kızını anlatırken, kendine hakim olamayıp ağladı.

Yazısız


Üstteki paragrafı hicran olsun diye yazmadım. Hani söz vermiştim ya bloğun başlangıcında, küfür etmeyeceğim diye. O sözümü tutuyorum. Anlayacak kapasitede birisi için o paragraf, kusura bakılmasın, ana avrat küfürdür.

Çünkü o dönemde kendini hala solcu, sosyalist ve hatta komünist olarak niteleyebilen bir takım kişiler, Nedim Şener’e ve onun gibi düşünenlere postal yalayıcı, darbeci, Ergenekoncu, Balyozcu ve hatta faşist demekle meşguldüler.

Neden Kurban Oldu Dink?


Hrant Dink’in öldürülmesini, Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi kişilerin, ¨Ergenekon¨ ve ¨Balyoz¨ sanıklarının hapse girmelerini organize eden güçle, bugün bu davada yargılanmakta olan polislerin isimlerinin gölgelenmesini ve daha sonra taltif edilerek üst görevlere atanmalarını sağlayan güç aynı güçtü: AKP yasal destekli Cemaat.

Zaten Dink, Hrant Dink olduğu için kurban seçilmemişti. Onun öldürülmesinin esas nedeni, hazırlanmakta olan Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi kumpaslara altyapı oluşturmaktı. O cinayeti de provasız işlemediler. İlgili bazı polislerin Trabzon’da görevli oldukları dönemde Rahip Santoro’nun öldürülmesi ve sonrasında yaşanan süreç, Dink cinayetinin mükemmel bir provasıydı.

¨Kullanışlı¨ Arkadaşlar


Bütün bunları gören ve kendilerini yırtarcasına anlatmaya çalışan birilerinin varlığına rağmen, bir grup insan bunları ne gördüler, ne duydular. Kendilerini ¨Hrant’ın Arkadaşları¨ olarak adlandıran bu grup, tüm duruşmaları militanca takip ettiler. Önlerine açtıkları ¨Hrant’ın Arkadaşları¨ imzalı pankartın arkasında toplanıp sloganlar attılar, cinayetin bir an önce aydınlatılmasını, katillerin ve özellikle de onların arkasındaki kişi ve güçlerin ortaya çıkartılmasını ve cezalandırılmasını talep ettiler. Bir diğer önemli talepleri, Dink davasının Ergenekon davası ile birleştirilmesiydi.

Bu ilk davadan

Neden? Çok basit. Aslında  ¨Arkadaşlar¨ olayı büyük ölçüde çözmüşlerdi. Asıl suçlular, bu davada değil, Ergenekon davasında yargılanıyorlardı. Hrant’ın katledilmesi de açıkça bir Ergenekon eylemi olduğundan, davaların birleştirilmesi ve (buraya dikkat!) Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz gibi Ergenekoncuların bu cinayetle bağlarının açığa çıkarılması gerekiyordu hatta şarttı.

Büyük ihtimalle senaryoları bile hazırdı (senaryoyu sarı harflerle vereceğim. Fazla sulu gelirse okumayın, geçin. Aslında bu konu böylesine sululuk kaldırmaz, ama ne yapayım, biraz gırgır geçmeden de duramıyorum).

Senaryo


Birinci mekan (büyük ihtimalle Kemal Kerinçsiz’in bürosu): Masanın üzerindeki noter lambasının ışığıyla aydınlanan loş bir büro. Ağır mobilyalar, kalın ciltli kitaplarla dolu kütüphaneler. Karşılıklı ağır maroken koltuklara oturmuş iki kişi, geniş tabanlı kristal bardaklarından viskilerini yudumlamaktalar. Herhalde hemen tanıdınız, kişilerin birisi emekli general Veli Küçük Paşa diğeri ise meşhur faşist avukat Kemal Kerinçsiz.

Hakikaten korkutucu, değil mi?

Veli Paşa kadehinden büyükçe bir yudum aldıktan sonra, bir yandan kucağındaki çok tüylü kediyi okşarken, Kerinçsiz’e:¨Yahu bu senin single malt viskilerine bayılıyorum, ama bana bir şişe bile göndermedin, neyse bir ara gönderiver. Bak, dün ne düşündüm. Bu Hrant denen Ermeni dölü var ya, Türklerin zehirli kanı filan dediği için yargılandığında, seninle mahkemeye gitmiştik, nasıl da tırsmışlardı. Şimdi de gazetesinde Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğunu iddia etmiş. Nallayalım artık şunu. Millet görsün, Türk’e laf etmek kolay mı?¨ der.

İçinin güzelliği yüzüne yansımış

Kerinçsiz’in gözleri parlar, yerinde zıplar. ¨Çok haklısın paşam, ben hemen bizim gençlerden birini ¨İhtiyarlar¨a göndereyim. İlk toplantılarına bizi çağırsınlar, önerimizi anlatalım, onaylarını alalım¨ der.

İkinci Mekan: Horasan duvarlardaki meşalelerle aydınlanan bir Bizans mahzeni. Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz daracık demir merdivenlerden zemindeki yuvarlak platforma inerler. Üstlerinde ekstra bir kıyafet yoktur ve yüzleri de açıktır. Platformda, hilal biçiminde dizilmiş koltuklarda oturan dokuz kişi görürler. Üzerlerinde kırmızı cüppeler, kafalarında kırmızı kukuletalar vardır. Yüzleri maskelidir. Koltukların karşısındaki boşluğa ise bir hatip kürsüsü konmuştur. Küçük ve Kerinçsiz, yayın ortasında oturan kişinin el işaretiyle o kürsüye geçerler.

Veli Küçük daha kıdemli bir Ergenekoncu (haa, daha önce söylemeyi unuttuk, buradaki dokuz kişi de Ergenekon örgütünün yönetimini oluşturan İhtiyarlar’dır) olmasına rağmen, hitabet yeteneği daha güçlü olduğu için sözü Kerinçsiz’e bırakır. Kerinçsiz, davudi sesiyle, kısa ve net cümlelerle, akıllarına gelen fikri, bunu nasıl daha da geliştirdiklerini, hazırladıkları fizibiliteyi, eylemin toplumda yaratabileceği muhtemel etkileri açıklar.

Senaryonun kaynaklarından biri

Kısa bir sessizlik olur, kukuletalılar aralarında bakışırlar, belli belirsiz bir baş hareketi yaparlar. Ardından yayın ortasındaki koltukta oturan kişi konuşur:¨Arkadaşlar, önerinizi ben beğendim, ama bir kez de aramızda tartışmamız ve kabul edersek son şeklini vermemiz gerekiyor. Daha sonra sizinle bağlantıya geçeriz¨ der.

Küçük ve Kerinçsiz sırayla birer baş selamı vererek platformu terk ederler ve merdivenlere yönelirler. Merdivenleri ağır ağır çıkarken Veli Küçük’ün kafasını burgu gibi oyan bir düşünce vardır. Onlara hitap eden İhtiyar’ın sesi ve daha çok da konuşma biçimi. Sesi, kukuletanın altındaki bir aygıt tarafından değiştiriliyor ve boğuklaştırılıyor olsa da konuşma biçimi, vurguları oldukça özgündür ve Veli Paşa bu kişiyle daha önce birden fazla kez aynı mekanda olduklarından giderek daha çok emin olmaktadır.

En üst basamağa geldiğinde, tam mahzenin kapısından çıkacakken, aklına biraz önce görmüş olduğu bir başka ayrıntı gelir. İhtiyar, onlara hitap etmek ve diğerlerine bakmak üzere koltuğunda kımıldandığında, cüppenin yan tarafı hafifçe açılmış ve haki renkte bir pantolonda kırmızı bir şeridin ucu bir anlık da olsa görünmüştür. Paşa, adımlarını şaşırır, sendeler ve önden çıkmakta olan Kerinçsiz’in omzuna tutunur. Kulağına eğilir ve ¨çabuk arabaya binelim, sana bomba gibi bir haberim var¨ der.

Küçük’ün Önemli Keşfi


Arabaya binerler. Kerinçsiz, Paşa’nın heyecanlı halinden etkilenmiştir. Soru dolu gözlerle Paşa’ya bakar. Paşa, heyecanını belli eden bir tonla:¨Aslında daha önceden de huylanıyordum, ama bugün emin oldum. Bizim ‘İhtiyarlar’ın lideri İlker Paşa¨ der. Ve diğer ayrıntıları sıralar.


İşte bir numara

Kerinçsiz adeta şoka girer, ¨inanmıyorum¨ diye bağırır. Fakat o da kukuletalının konuşma biçimini bu fikrin ışığında bir kez daha gözden geçirince Veli Paşa’ya hak verir. ¨Haklısınız Paşam¨ der, ¨bugün Harp Akademileri’nde tören vardı, herhalde tören üniformasını değiştirmeye fırsat bulamadan buraya geldi. Siz de kırmızı şeridi görünce...¨.

Bir Ara Not


Ben böyle yavan ve aşırmalı yazmaya devam edersem, bu senaryo bitmez. Herhalde tanımışsınızdır, başı ¨Baba¨ filminden, sonrası Kurtlar Vadisi’nden apartma. Sonu mu? Canım İlker Paşa kısmı da, bizim Ergenekon karşıtlarının fantezisi. Hepsi inanmadı mı İlker Başbuğ’un örgüt lideri olduğuna?

Senaryonun Son Parçası


Sonrasını da kısaca özetleyelim: Uyanık Türk güvenlik güçleri ve seçkin (seçilmiş demek daha doğru) savcıları, kesinlikle hiç bir dış güçten yardım ve destek almaksızın, bu örgütü ilmek ilmek sökerek açığa çıkardılar.

Yalnız ilmekler çok dağılınca, bir daha toparlayabilmek mümkün olamadı. İşin bir üzücü yanı şu: Ne Veli Küçük’ü ne de Kerinçsiz’i Dink cinayetine bağlamak bir türlü becerilemedi.

Senaryo Bitti


Nereden çıktı bu senaryo şimdi diye soracak olursanız, cevabı basit:

Vallahi böyle saçmalıklara inananlar çıktı bu toplumda. Hem de okumuş etmiş insanlar arasından. Profesörler, yazarlar, fikir adamları filan da vardı. En zavallıları da kandırılma veya değişimi görememe sabıkalılarıydı, onları tanıyorsunuz.

Şimdi bu senaryoyu terk edelim ve öncesine dönelim. Hani Hrant’ın arkadaşları davaların birleşmesini istiyorlardı ya, işte oraya.

Aslında bu kumpası kuranlar da davaların birleşmesinden yanaydılar. Böyle bir örgüte kanlı bir vukuat lazımdı. Ama fark ettiler ki, Dink cinayeti bu işe uygun değildi, riskliydi, zanlılar güçlüydü.
 

Danıştay cinayeti sanığı Alparslan Arslan

Ne yapsınlar, mecburen gene aslında çok alakasız duran Danıştay cinayetini bağladılar buraya. Hiç olmazsa Küçük ya da Kerinçsiz gibi dişli (muhtemel) zanlılar yerine, katil olduğu kanıtlanmış, Reichstag yangınının Van der Lubbe’si gibi meczup bir avukat vardı. Aslında o zavallı da bütün duruşmalarda bu işi Ergenekon aşkından değil, din aşkından yaptığını haykırdı. Ama sesini kimseye duyuramadı.

Üzücü Noktalar ve Soru


Yazı çok uzadı. Gelelim işin bir diğer önemli noktasına. Eğer Cemaat-AKP kavgası çıkmasaydı, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. davaların kurbanları asla dışarıya çıkamayacak ve Dink cinayeti yeni bir davanın konusu olmaksızın kapanıp gidecekti.

Yazıyı bitirmeden bir diğer üzücü noktayı vurgulamam gerekiyor. Yeni Dink davasının ilk gününde, Çağlayan’daki Adliye Sarayı’nın önünde bir avuç insan toplanmıştı. Ellerinde ¨Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz¨ pankartı ile.

Tanıdıkları göremedik

Peki, şimdi can alıcı soru. Daha önce Beşiktaş’taki adliyenin yakınındaki parkta hep açılan ¨Hrant’ın Arkadaşları¨imzalı pankartın arkasındakiler nerede, Hrant’ın Arkadaşları nerede? Toplanan bu grupta hemen hiç tanıdık yüz yok. Ne yani, katiller ya da onların arkasındakiler Ergenekoncu değillerse, katil sayılmıyorlar mı? 

Ne dersiniz?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder