Kürt Siyaseti ve Bazı Sorular (1)
Bu ülkede yıllardır sinirimi bozan
bir dolu gelişme yaşanıyor. Ben, birilerinin önerip durdukları gibi
alışmıyorum, alışamıyorum.
Güncel bir olay üzerine düşünüp bir
şeyler yazayım derken, yeni bir olay patlıyor. Yani farklı bir ifadeyle
söyleyecek olursak, yaşamın hep bir ya da daha fazla adım gerisinde kalmış
hissediyorum kendimi.
Sivil halk da hedefteydi |
Neyse geçen gün biraz rahatladım,
yalnız değilmişim. Bir TV programında Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan
tam aynı sorundan şikayetçi olduğunu anlatıyordu ki, Mardin Midyat saldırısı
düştü ekrana. Adamcağız “işte bu” dedi, “Vezneciler saldırısını yazmayı
planlıyordum, şimdi bir de bu çıktı”. O bir köşe yazarı,
gerektiğinde haftada
altı-yedi yazı yazmaya alışmış. O bile şikayet ediyor, gündem yoğunluğundan. Benim
durum ise daha feci. Ben bir konuda yazana kadar, o konu çoktan tarihe mal oluyor
neredeyse.
Bu da Mardin Midyat |
Gel de yetişebilirsen yetiş. Ne
yapabilirim, ben de kendime görev olarak günceli yakalamak yerine, tarihe not
düşmeyi (breh, breh, breh) seçeyim dedim. Gün olur da günceli de
yakalayabilirsem, ne mutlu bana.
Tarihe notlar: YAE’ciler ve Kürtler
YAE’cilerin,
referandum nedeniyle çok kınanmalarından hemen sonra geliştirdikleri strateji,
sanki çok uzun yıllardan beri en büyük Kürt muhipleriymiş gibi, hızla HDP
saflarına dalmak, etnik temel üzerine kurulu olduğu her halinden belli bir
partiyi, bütün Türkiye’nin, hem de sosyalist partisi haline getirmeye
çalışmaktı. Gel gör ki, bu iş olamadı.
Aslında
bunun olamayacağını da, neden olamayacağını da anlatmaya çalıştık. Ama açıkçası
çok da uğraşmadık. Neden? Birincisi, ¨yetmez ama evet¨ bahsinde ağzımız çok
yanmıştı. Aynı küfür günah saldırıları bir kez de bu konuda yaşamak istemedik.
Tırstığımızdan değil açıkçası, değmez diye.
Ama
kurtulabilmek ne mümkün. ¨Kürt etnik meselesi bize uzak, biz olaya sosyalizm
açısından bakarız, sınıflar açısından bakarız¨ filan demeye çalışanlarımız, bu
eski YAE’ci, yeni Kürtçü ¨arkadaşlarımız¨ tarafından hemen ¨etnik faşist¨,
¨ırkçı¨, ¨solcu beyaz Türk¨ vb. yaftalara maruz kaldılar.
İşin acıklı tarafı
ise şu: Onların ağzından çıkan yüzlerce ¨Kürt¨ kelimesine karşı, bizim
ağzımızdan bir tane bile ¨Türk¨ kelimesi çıkmıyordu. Yine de ¨etnik faşist¨
damgasını yiyen biz oluyorduk. Gel de çık işin içinden. Ama söz, bir yazıda bu
YAE’ci saldırgan küfürbazlığın temellerine eğileceğim.
Ne Yaptı Peki Bu Kürtler?
Ne görüş ama |
İkincisi
ve bence en önemli neden şu: Ortada partisinin eş başkanına göre ¨gezide
darbeyi görmüş¨ ve baştan katılmayı prensip olarak reddetmiş bir örgüt
vardı.
Örgütün lideri ise, ¨Erdoğan’ı darbeden ben kurtardım¨ diyebiliyordu. Bu
beyanları adeta duymazdan gelen,
Taksim’e belli bir süre sonra çıkabilen,
Gezi’ye ancak belli bir mesafeden bakabilen arkadaşlar (?), merdivenlerin
üzerinde girişin sağında Kürt bayraklarını görebildiler.
Ama bu Kürt
kardeşlerimiz, oradaki ruhun farkına vararak, kendi örgütlerinin talimatlarını
takmamış olan yoldaşlardı.
Biliyorduk canım |
Oradaydılar |
Burada çok yaygın bir palavra daha tamamen geçersiz
hale geldi. Meğer Cumhuriyetçiler, laikler vb. Kürtlere düşman filan
değillermiş. Bu palavra belki de Kürtleri başkalarından kıskanan, onları
sığınacak bir liman gibi görenlerin uydurması olabilir. Belki yazının
ileriki
bölümlerinde bunun ipuçlarına rastlayabiliriz.
Meğer düşmanlık uydurmaymış |
Zaten hem
büyük liderleri, hem de meşru siyasal partileri, birkaç gün sonra kitle
kuyrukçuluğu yaparak bu sekter tavırlarından vazgeçmek zorunda kaldılar. Bu
konudaki gazete haberleri, TV konuşmaları silinmemiş durumdadır, hatırlatmakta
fayda görüyorum.
Bu Biraz Hassas Bir Konu
Bu
başlığın altında olması ve herkes tarafından ayırdına varılması gereken bir
olgu daha var. Buna dışarıdan kimseyi dahil etmiyorum, sadece şahsi fikrim
olarak söylüyorum. (Bu da üçüncüsü diyelim.)
İddiaya
göre bu kadim topraklarda binlerce yıldır var olmalarına rağmen, Kürtler bir
devlet yapısı oluşturma becerisini gösterememişler. İlkel aşiret yapılanmasından
bir türlü kurtulamamışlar.
Bana çok garip geldi. Size? |
Hatırlıyorum
da, 7 Haziran seçimlerinden hemen önce bölgedeki Kürt aşiretlerinden biri, eş
başkanların da katıldığı bir törenle HDP saflarına katılmıştı. Onlar için son
derece normal sayılan bu katılım, bizlere biraz garip gelmişti.
Yani bazı
kelime ya da kavramlar yan yana kullanıldıklarında anlam kargaşası yaratabiliyor.
Örneğimizde: Halkın Demokrasi Partisi, Türkiye, sosyalizm ya da sosyal
demokrasi, aşiret, feodalite. Amaan, bunu da ben mi düşüneyim, bizim eski
YAE’ci çocuklar herhalde düşünmüşlerdir.
Kadim atasözü geliyor!
İtiraf
ediyorum, bu sefer ¨niyet okuyucular¨ da şişti. Yani biz de şiştik. 7 Haziran
seçimlerinde HDP’nin elde ettiği sonuç karşısında, ben bile ¨oluyor galiba¨
dedim. Zaten oyumu da HDP’ye vermiştim, yani tüm olumsuz fikirlerime rağmen,
¨ulaaan, bir de olsa, tadından yenmez¨ noktasındaydım. Unuttuğum (yalnızca
benim değil, HDP yönetiminin de unuttuğu) yaşadıkları kadim topraklarda kadim
Kürt ulusunun (!) varoluşundan beri doğruluğu binlerce kez kanıtlanmış kadim bir
atasözü vardı. Hatırlattılar:
¨Kürt,
Kürt’ün kurdudur¨.
Bu atasözüne itiraz etmeyi aklından geçiren kardeşlere
sesleniyorum: Bugünlerde HDP Milletvekili Altan Tan'ı takip edebilirsiniz.
Hemen Kızmayın Canım, Önce Sorular
İşte yeri
geldi: Şimdi benim (eski) YAE’ci (yeni) Kürtçü kardeşlerim sinirlendiler. Bir
dakika durun. Önce cevaplamanız gereken iki soru var, Bunlara cevap verdikten
sonra, ağzınızı doldura doldura bana ¨etnik faşist¨ filan diyebilirsiniz:
Soru 1: Türkiye genelinde % 13.1 oranında (6 057 000
kişi) oy ve 80 (yazıyla seksen) milletvekilliği almış, yani bir noktada artık gerçekten
Türkiye’nin partisi olarak nitelendirilebilecek bir siyasi parti varken, PKK
ile İslamo-faşist iktidar partisi bir buçuk ay boyunca ne pazarlığı yapmış ve
aşağı yukarı aynı günlerde tetiğe basmışlardır? Hem de son derece şüpheli
eylemleri bahane ederek.
(Hadi bir ipucu vereyim, kıyağım
olsun: Kurtlar Vadisi gibi dizilerde görürsünüz, Çengelköy hıyarına benzer
açılır kapanır bir anteni olan uydu telefonları vardır. Diyelim ki, bunlardan
bir tane Kandil’de, bir tane de meçhul bir yerde ve kişide olsun. Kişiyi siz
bulun, ben yer olarak Ankara diyeyim).
Soru 2: Önceliğinin demokrasi ve sol
olduğunu ilan etmiş ve bir önceki sorudaki rakamlara erişebilmiş bir parti, topluma
vermiş olduğu sözleri bir anda neden unutup, ilişkili (!) olduğu örgütün bir
şehir savaşına girişmesine karşı durmamıştır?
(Burada ipucu veremiyorum, ama
emin olduğum bir nokta var: O günlerde Demirtaş’ın hissettikleriyle, RTE
tarafından kovalandığı günlerde Davudoğlu’nun hissettikleri bence çok yakındı,
çünkü ikisi de bir şeyler yapabilmek için mabadlerini yırtmış, başarmış ama
hiçe sayılıvermişlerdi.)
Burada davranış normları ya da
biçimleri bakımından da RTE ile Kandil arasında ilginç bir paralelliğe
rastlıyoruz. Acaba? Yok canııım! (RTE Kürt ya da Kandil Gürcü olamaz, olsa olsa iki tarafın da benzer ahlaki sorunları olduğu söylenebilir).
Eğer HDP yönetimi birinci sorudaki
telefondan ve muhtemel görüşmelerden habersiz ise, gerçekten şaşırmış olabilir.
Eğer haberli ise, benim de aklımın eremeyeceği kadar büyük bir oyun söz
konusudur.
Benim tezim 7 Haziran’dan sonra
Ankara-Kandil arasında yoğun bir telefon trafiği yaşandığı ve belli bir anda
karşılıklı olarak “haydi başlayalım” dendiği. Bu HDP’nin habersiz olduğu
versiyon. Haberli ve taraf olduğu bir versiyon ise, yukarıda da belirttiğim gibi,
aklımızın ermeyeceği, çok üst bir aklın, çok uzun vadeli bir stratejisinin
gereği. Ömrümüz yeterse görürüz.
Diğer Sorular Burada, Cevaplar Nerede?
Ben HDP’nin haberli olduğunu
sanmıyorum, çok şaşırdı zavallılar. Tabii çok daha zavallı şaşkınlar, bizim
eski YAE’ciler, yeni Kürtçüler idi. Ne kadar tecrübeli olsalar da, Kürt ve
dinci realiteleri onları aşıyordu. Niyet de okuyamıyorlar, okuyanlardan da zaten
nefret ediyorlardı.
Peki, noooluyordu? Çözüm süreci diye bir şey yok muydu?
Yoksa AKP, ilk yıllarda yaptığı gibi yine bu kullanışlıları, yanlarına Kürtleri
de katarak kandırmış mıydı? Tamam, belki öyleydi, ama Kürtler neden garip
davranıyorlardı. PKK, HDP’yi neden harcıyordu? HDP sola neden kazık atıyordu?
Boşuna heveslenmeyin, gelecek yazıda
bile bunların cevabı yok. Gene eleştiri, eleştiri, eleştiri. Haaa, bir de
sosyalist hareketin etnik Kürt hareketiyle ilişkisinin nasıl olması gerektiğine
ilişkin fikirler var.
Not: Bu yazı iki bölümden oluşuyor. 2.Bölüm üç gün içinde gelir.
Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...
Bana
soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder