18 Haziran 2016 Cumartesi


Kürt Siyaseti ve Bazı Sorular (1)


Bu ülkede yıllardır sinirimi bozan bir dolu gelişme yaşanıyor. Ben, birilerinin önerip durdukları gibi alışmıyorum, alışamıyorum.

Güncel bir olay üzerine düşünüp bir şeyler yazayım derken, yeni bir olay patlıyor. Yani farklı bir ifadeyle söyleyecek olursak, yaşamın hep bir ya da daha fazla adım gerisinde kalmış hissediyorum kendimi.


Sivil halk da hedefteydi


Neyse geçen gün biraz rahatladım, yalnız değilmişim. Bir TV programında Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan tam aynı sorundan şikayetçi olduğunu anlatıyordu ki, Mardin Midyat saldırısı düştü ekrana. Adamcağız “işte bu” dedi, “Vezneciler saldırısını yazmayı planlıyordum, şimdi bir de bu çıktı”. O bir köşe yazarı,

Bu da Mardin Midyat

gerektiğinde haftada altı-yedi yazı yazmaya alışmış. O bile şikayet ediyor, gündem yoğunluğundan. Benim durum ise daha feci. Ben bir konuda yazana kadar, o konu çoktan tarihe mal oluyor neredeyse.

Gel de yetişebilirsen yetiş. Ne yapabilirim, ben de kendime görev olarak günceli yakalamak yerine, tarihe not düşmeyi (breh, breh, breh) seçeyim dedim. Gün olur da günceli de yakalayabilirsem, ne mutlu bana.

Tarihe notlar: YAE’ciler ve Kürtler 

YAE’cilerin, referandum nedeniyle çok kınanmalarından hemen sonra geliştirdikleri strateji, sanki çok uzun yıllardan beri en büyük Kürt muhipleriymiş gibi, hızla HDP saflarına dalmak, etnik temel üzerine kurulu olduğu her halinden belli bir partiyi, bütün Türkiye’nin, hem de sosyalist partisi haline getirmeye çalışmaktı. Gel gör ki, bu iş olamadı.

Aslında bunun olamayacağını da, neden olamayacağını da anlatmaya çalıştık. Ama açıkçası çok da uğraşmadık. Neden? Birincisi, ¨yetmez ama evet¨ bahsinde ağzımız çok yanmıştı. Aynı küfür günah saldırıları bir kez de bu konuda yaşamak istemedik. Tırstığımızdan değil açıkçası, değmez diye.

Ama kurtulabilmek ne mümkün. ¨Kürt etnik meselesi bize uzak, biz olaya sosyalizm açısından bakarız, sınıflar açısından bakarız¨ filan demeye çalışanlarımız, bu eski YAE’ci, yeni Kürtçü ¨arkadaşlarımız¨ tarafından hemen ¨etnik faşist¨, ¨ırkçı¨, ¨solcu beyaz Türk¨ vb. yaftalara maruz kaldılar. 

İşin acıklı tarafı ise şu: Onların ağzından çıkan yüzlerce ¨Kürt¨ kelimesine karşı, bizim ağzımızdan bir tane bile ¨Türk¨ kelimesi çıkmıyordu. Yine de ¨etnik faşist¨ damgasını yiyen biz oluyorduk. Gel de çık işin içinden. Ama söz, bir yazıda bu YAE’ci saldırgan küfürbazlığın temellerine eğileceğim.

Ne Yaptı Peki Bu Kürtler?



Ne görüş ama


İkincisi ve bence en önemli neden şu: Ortada partisinin eş başkanına göre ¨gezide darbeyi görmüş¨ ve baştan katılmayı prensip olarak reddetmiş bir örgüt vardı. 
Örgütün lideri ise, ¨Erdoğan’ı darbeden ben kurtardım¨ diyebiliyordu. Bu beyanları adeta duymazdan gelen,

Biliyorduk canım

Taksim’e belli bir süre sonra çıkabilen, Gezi’ye ancak belli bir mesafeden bakabilen arkadaşlar (?), merdivenlerin üzerinde girişin sağında Kürt bayraklarını görebildiler.

Oradaydılar

Ama bu Kürt kardeşlerimiz, oradaki ruhun farkına vararak, kendi örgütlerinin talimatlarını takmamış olan yoldaşlardı. 

Burada çok yaygın bir palavra daha tamamen geçersiz hale geldi. Meğer Cumhuriyetçiler, laikler vb. Kürtlere düşman filan değillermiş. Bu palavra belki de Kürtleri başkalarından kıskanan, onları sığınacak bir liman gibi görenlerin uydurması olabilir. Belki yazının

Meğer düşmanlık uydurmaymış

ileriki bölümlerinde bunun ipuçlarına rastlayabiliriz.

Zaten hem büyük liderleri, hem de meşru siyasal partileri, birkaç gün sonra kitle kuyrukçuluğu yaparak bu sekter tavırlarından vazgeçmek zorunda kaldılar. Bu konudaki gazete haberleri, TV konuşmaları silinmemiş durumdadır, hatırlatmakta fayda görüyorum.

Bu Biraz Hassas Bir Konu


Bu başlığın altında olması ve herkes tarafından ayırdına varılması gereken bir olgu daha var. Buna dışarıdan kimseyi dahil etmiyorum, sadece şahsi fikrim olarak söylüyorum. (Bu da üçüncüsü diyelim.)

İddiaya göre bu kadim topraklarda binlerce yıldır var olmalarına rağmen, Kürtler bir devlet yapısı oluşturma becerisini gösterememişler. İlkel aşiret yapılanmasından bir türlü kurtulamamışlar. 

Bana çok garip geldi. Size?


Hatırlıyorum da, 7 Haziran seçimlerinden hemen önce bölgedeki Kürt aşiretlerinden biri, eş başkanların da katıldığı bir törenle HDP saflarına katılmıştı. Onlar için son derece normal sayılan bu katılım, bizlere biraz garip gelmişti.

Yani bazı kelime ya da kavramlar yan yana kullanıldıklarında anlam kargaşası yaratabiliyor. Örneğimizde: Halkın Demokrasi Partisi, Türkiye, sosyalizm ya da sosyal demokrasi, aşiret, feodalite. Amaan, bunu da ben mi düşüneyim, bizim eski YAE’ci çocuklar herhalde düşünmüşlerdir.

Kadim atasözü geliyor!


İtiraf ediyorum, bu sefer ¨niyet okuyucular¨ da şişti. Yani biz de şiştik. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin elde ettiği sonuç karşısında, ben bile ¨oluyor galiba¨ dedim. Zaten oyumu da HDP’ye vermiştim, yani tüm olumsuz fikirlerime rağmen, ¨ulaaan, bir de olsa, tadından yenmez¨ noktasındaydım. Unuttuğum (yalnızca benim değil, HDP yönetiminin de unuttuğu) yaşadıkları kadim topraklarda kadim Kürt ulusunun (!) varoluşundan beri doğruluğu binlerce kez kanıtlanmış kadim bir atasözü vardı. Hatırlattılar: 

¨Kürt, Kürt’ün kurdudur¨.

Bu atasözüne itiraz etmeyi aklından geçiren kardeşlere 
sesleniyorum: Bugünlerde HDP Milletvekili Altan Tan'ı takip edebilirsiniz.

Hemen Kızmayın Canım, Önce Sorular

İşte yeri geldi: Şimdi benim (eski) YAE’ci (yeni) Kürtçü kardeşlerim sinirlendiler. Bir dakika durun. Önce cevaplamanız gereken iki soru var, Bunlara cevap verdikten sonra, ağzınızı doldura doldura bana ¨etnik faşist¨ filan diyebilirsiniz:

Soru 1:  Türkiye genelinde % 13.1 oranında (6 057 000 kişi) oy ve 80 (yazıyla seksen) milletvekilliği almış, yani bir noktada artık gerçekten Türkiye’nin partisi olarak nitelendirilebilecek bir siyasi parti varken, PKK ile İslamo-faşist iktidar partisi bir buçuk ay boyunca ne pazarlığı yapmış ve aşağı yukarı aynı günlerde tetiğe basmışlardır? Hem de son derece şüpheli eylemleri bahane ederek.

(Hadi bir ipucu vereyim, kıyağım olsun: Kurtlar Vadisi gibi dizilerde görürsünüz, Çengelköy hıyarına benzer açılır kapanır bir anteni olan uydu telefonları vardır. Diyelim ki, bunlardan bir tane Kandil’de, bir tane de meçhul bir yerde ve kişide olsun. Kişiyi siz bulun, ben yer olarak Ankara diyeyim).

Soru 2: Önceliğinin demokrasi ve sol olduğunu ilan etmiş ve bir önceki sorudaki rakamlara erişebilmiş bir parti, topluma vermiş olduğu sözleri bir anda neden unutup, ilişkili (!) olduğu örgütün bir şehir savaşına girişmesine karşı durmamıştır? 

(Burada ipucu veremiyorum, ama emin olduğum bir nokta var: O günlerde Demirtaş’ın hissettikleriyle, RTE tarafından kovalandığı günlerde Davudoğlu’nun hissettikleri bence çok yakındı, çünkü ikisi de bir şeyler yapabilmek için mabadlerini yırtmış, başarmış ama hiçe sayılıvermişlerdi.)

Burada davranış normları ya da biçimleri bakımından da RTE ile Kandil arasında ilginç bir paralelliğe rastlıyoruz. Acaba? Yok canııım! (RTE Kürt ya da Kandil Gürcü olamaz, olsa olsa iki tarafın da benzer ahlaki sorunları olduğu söylenebilir).

Eğer HDP yönetimi birinci sorudaki telefondan ve muhtemel görüşmelerden habersiz ise, gerçekten şaşırmış olabilir. Eğer haberli ise, benim de aklımın eremeyeceği kadar büyük bir oyun söz konusudur.

Benim tezim 7 Haziran’dan sonra Ankara-Kandil arasında yoğun bir telefon trafiği yaşandığı ve belli bir anda karşılıklı olarak “haydi başlayalım” dendiği. Bu HDP’nin habersiz olduğu versiyon. Haberli ve taraf olduğu bir versiyon ise, yukarıda da belirttiğim gibi, aklımızın ermeyeceği, çok üst bir aklın, çok uzun vadeli bir stratejisinin gereği. Ömrümüz yeterse görürüz.

Diğer Sorular Burada, Cevaplar Nerede?


Ben HDP’nin haberli olduğunu sanmıyorum, çok şaşırdı zavallılar. Tabii çok daha zavallı şaşkınlar, bizim eski YAE’ciler, yeni Kürtçüler idi. Ne kadar tecrübeli olsalar da, Kürt ve dinci realiteleri onları aşıyordu. Niyet de okuyamıyorlar, okuyanlardan da zaten nefret ediyorlardı. 

Peki, noooluyordu? Çözüm süreci diye bir şey yok muydu? Yoksa AKP, ilk yıllarda yaptığı gibi yine bu kullanışlıları, yanlarına Kürtleri de katarak kandırmış mıydı? Tamam, belki öyleydi, ama Kürtler neden garip davranıyorlardı. PKK, HDP’yi neden harcıyordu? HDP sola neden kazık atıyordu?

Boşuna heveslenmeyin, gelecek yazıda bile bunların cevabı yok. Gene eleştiri, eleştiri, eleştiri. Haaa, bir de sosyalist hareketin etnik Kürt hareketiyle ilişkisinin nasıl olması gerektiğine ilişkin fikirler var.

Not: Bu yazı iki bölümden oluşuyor. 2.Bölüm üç gün içinde gelir.

Ceterum censeo Carthaginem esse delendam...

Bana soracak olursanız, Kartaca mutlaka yıkılmalıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder