5 Şubat 2015 Perşembe

Hrant'ın Arkadaşları (2)

Alman eğitiminin bize faturası, uzun cümleler, uzun yazılar oldu. Cümleleri de, yazıları da kısaltamıyoruz. En azından ben yapamıyorum. Yine uzun bir yazı yazdım. Baktım, olmuyor. Uygun bir yerinden ikiye böldüm. Bütünlükleri bozulmadı gibi. Ama bilin ki, (1) ve (2) sıralı. Üşenmeyip ikisini de okumak isterseniz, önce bir alttaki (1) numaradan başlayın.
  

Ne yapmış, ne yapmamış bu “Hrant’ın Arkadaşları”? (2)


Özel Bir “Arkadaş”: Ali Bayramoğlu


 “Hrant’ın Arkadaşları”ndan olduğu kabul edilen Ali Bayramoğlu, kendisine meçhul bir kaynaktan iletilmiş olan bir cinayet şemasını, Hrant’ın avukatları aracılığıyla Ergenekon Savcılığı’na ulaştırdı. Bu meçhul kaynak ise hâlâ açıklanmadı. Savcılık dehşete düştü, şoka girdi. Bu belgeyi ilk defa görüyorlardı (burada kahkahayla gülünecek). Şemaya göre cinayet münhasıran Ergenekon örgütünün marifetiydi. Zaten bunu organize edebilecek olan kişiler de yakalanmış ve Silivri’ye tıkılmışlardı. Bu menfur cinayette ne Cemaat’in ne de AKP’nin dahli yoktu (isteyen burada da gülebilir). Herbiri birbirinden cin ve cevval “Hrant’ın YAE’ci arkadaşları” bu şemanın ve iddianamenin üzerine atladılar.

Zekeriya Öz ve meslektaşları için ise bu şemalar, bu “arkadaş” destekleri, bu avukat baskıları, elle gelen düğün bayramdı tabii.

Bu dönemde bazı eski (darbeci, postal yalayıcı, Ergenekoncu, Veli Küçük hayranı) arkadaşlar, bu arkadaşlarını cin değil akıllı olmaları konusunda ısrarla uyardılar. Ama onlar illaki Veli Küçük dediler, bir türlü Cemaat (daha doğrusu Cemaat + AKP) demediler.

Burada gerek Ergenekon’u, gerek Balyoz’u, gerek OdaTV davasını ve diğer antin kuntin davaları planlayan, organize eden üst aklı ve ona hizmet eden Cemaat ve AKP’yi bir noktada tebrik etmek gerekiyor. Birisi bana daha önceden gelip de, “biz böyle kapsamlı bir tezgah kuracağız, hepsi de cin gibi bir sürü solcu bunu yiyecek, kullanışlı aptallar haline gelecek” deseydi, katiyen inanmazdım, hele yakın tanıdıklarım için asla kabul edemezdim.

Gelelim işin aslına: Hrant Dink, ne Sabiha Gökçen haberi ne de “zehirli kan” ifadesine kızmış bir takım mihraklar tarafından, cezalandırılmak amacıyla öldürülmedi. Üst akıl tarafından planlanmış, Cemaat tarafından hazırlanmış ve AKP tarafından denetlenip desteklenecek Ergenekon, Balyoz, OdaTV, askeri casusluk vb. operasyonlar, çok daha büyük bir planın parçaları olarak hazır bekliyordu. Bunları içerde ve dışarda meşru, haklı gösterebilecek, sansasyonel bir eylem gerekiyordu. Hrant, bu gerekliliğe kurban gitti (Bak. İn, Sabri Uzun, Kırmızıkedi Yayınları). Yani koşullar farklı olsaydı, o operasyonları o dönemde devreye sokabilmek için, Hrant yerine uygun bir Mrant (ya da 1 Mayıs ‘77 gibi kitlesel bir eylem) aranacak ve bulunacaktı. “Arkadaşlar”dan özür dilerim, ama acı gerçek maalesef bu.

Unutmadan söylemem geren bir şey daha var: 19 Ocak 2015 günü, otobüsün üzerinden yürüyüşü idare eden tanımadığım bir “Hrant’ın Arkadaşı”, daha sonra balkondan kalabalığa şu mealde laflarla seslendi: “Bugünlerde içeri alınan polislerin isimlerini biz daha ilk günden itibaren söyledik, dokunmadılar.” (Burada gülmeden ağır bir laf edilebilir).

Arkadaşım; onların isimleri zaten ortadaydı, o günlerde belirli yerlerde zaten resmen görevliydiler. Onlara sekiz senedir dokunulmamasını, hatta terfi etmelerini Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz mi sağlıyordu da, hala ağzınızı doldura doldura Cemaat diye haykıramayıp, Veli Küçük sayıklıyorsunuz? Aslında ben Veli Küçük’e de acıyorum. İçerideyken, bir mahkemeye giderek, bir el işaretiyle adam öldürtmüş şef havası vardı. (Zaten bütün gladyo şefleri öldürtecekleri adamların mahkemesine giderler, kötü kötü bakarlar ve el işareti filan yaparlar.) Şimdi balonu sönüverdi. Herhalde bu cinayetten suçlanmadığına en çok o üzülmüştür.

Bu arada yürüyüş organizatörlerine bir kınama: Bu törenlere yıllardan beri Hrant’ı sevdiği için, adalet çağrısı yapmak için, gerçek katillerinin bulunmasına destek olmak için katılan, ama soykırım konusunda Hrant gibi düşünen (!) ya da soykırım tanımlamasını hiç kabul etmeyen insanları emrivaki yaparak yürüyüşün önündeki ana pankart olan “Yüzleşin Hrant’la! Soykırımla!” pankartının ardında yürütmek, yine Ümit Kıvanç’ın ifadesini ödünç alalım, “onurlu ve isabetli bir davranış” olmamıştır. Hrant, soykırıma alet edilmiştir. Soykırım için farklı pankartlar açılabilir, isteyenler o pankartların ardında yürüyebilirlerdi. O yürüyüşe katılan insanların tek ve yegâne ortak paydası, soykırım değil Hrant’tı. Ve buna saygı gösterilmeliydi.

Şemacı “Arkadaş”ın Bayramoğlu’nun Bugünü


Aralarında bu şemacı “arkadaş”ın da olduğu “kullanışlı aptallar”ın büyük çoğunluğu uzun süre sırtlarını Cemaat+AKP’den oluşan devasa bir güce yaslamışlardı. (Ben “sırtlarını” diyorum, terbiyemden).  Gün geldi AKP, İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun ağzından, bu çocukları kovaladı. Birçoğu işinden de oldu. Bir şok yaşadılar. Bazıları tutunabildikleri yerlerde, Cemaat’e de pek yanaşmadan AKP ve RTE’ye karşı sert muhalafete giriştiler. Hani güya onlar solu bıraktıkları noktada filandılar. Bir yere gitmemişler, kimselere yalakalık yapmamışlar, kimsenin ağabeyi olmamışlar, sadece tatile çıkmışlardı. Bazıları bununla yetinmedi, AKP’ye muhalefet ederken Cemaat’in bacaklarına sürtünmeye devam etti. Bazıları da esas güç odağı olarak gördüğü, AKP ve RTE’ye iyice yanaşmanın yollarını arıyor.

Acıklı olan şu ki, onca eleştiriye, onca kınamaya, onca doğru yolun gösterilmesine rağmen, biri bile çıkıp (bireysel “aldatıldım” herzeleri dışında) “gerçekten biz hata yapmışız” diyemedi. Oradan oraya savrulmaları olmasa, onlar adına bu tavrı alkışlayıp, “hiç olmazsa bu tavırlarında tutarlılar” diyeceğim, ama özeleştiriden bu denli kaçanlar, kel alaka konularda klavye paralarken ya da bir o paçaya, bir bu paçaya siftinirken, birini yakalayıp bunu söyleme fırsatım olamıyor bir türlü.

Çok uzatttık, haydi şemacı “arkadaş”. Quo vadis? 

Ali Bayramoğlu’nun 30 Aralık  2014 tarihinde El Jazeera Türk Dijital Dergi’de “Görüş” bölümünde yer alan “İktidar-Cemaat evliliği ve perde arkası” başlıklı yazısı 27 Nisan muhtırası ve 2007 seçimlerini takiben açılan kapatma davası AK Parti’yi devlet alanında çıplak bıraktı. Üzerini örtebilecek tek örgütlü güç ise Cemaat'ti. Cemaat'in tehdit algısı ve siyasi örgütlenmeye yönelişiyle, AK Parti’nin askerle karşı karşıya kalışının paralelliği beklenen sonuca yol açtı” spotuyla başlıyor.

Yazının içinde ayrı yerlerde iki ayrı paragraf spota çekilmiş. Derginin editörünün mü, yoksa yazarın kendisinin mi çektiği belli değil. Ama yazının sonunda “Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editörl politikasını yansıtmayabilir” ifadesi olduğuna göre, spotları belirleyenin ya da en azından onaylayanın Bayramoğlu olduğunu söyleyebiliriz.

Gelsin spotlar:

“Cemaat'in 'altın nesil' fikri üzerinden devlet alanına yayılması ve devlet politikalarını yönlendirme arayışı hiçbir şekilde siyasi iktidarın derinliğini bildiği, parçası ve ortağı olduğu bir proje değildir.”

“Cemaat ile buluşma AK Parti için siyasi bir ittifak değil, baskı ve hukuksuzluk karşısında doğal, meşru ve olması gereken bir durumdu. Başbakan açısından 'alnı secdeye değenlerin adalet ve hukuk arayışı etrafında buluşması'ydı...”   

Demek ki, neymiş? Yazısının başında yer alan giriş spotuna göre, başta AKP ile Cemaat arasında bir koaliyon durumu filan zinhar yokmuş, AKP’yi (dikkatinizi çekerim, spottaki saygıya bakın, AKP’yi değil, AK Parti’yi) Cemaat’in kucağına, hem de iktidarının beşinci yılında atan Ordu ve TC derin devletiymiş.  

İkinci spota göre, siyasi iktidar Cemaat’in gizli projesinin kurbanı olmuş. Bu projenin hiçbir şekilde derinliğini bilmiyormuş, parçası ve ortağı değilmiş.

Üçüncü spota göre ise, bu bir siyasi ittifak değil, (pek saygıdeğer ve sevgili) Başbakan açısından ‘alnı secdeye değenlerin adalet ve hukuk arayışı etrafında buluşması’ imiş.

İşte çaresiz kaldığım nokta:

Genel kabul görmüş atasözlerimizden olan “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”, sözü burada beni çok hırpalıyor. Çünkü tanışmamış olmama rağmen Hrant’ı seviyorum. Eğer bu atasözü doğruysa ve eğer bu garip bünyeyi Hrant’ın arkadaşı olarak kabul edeceksek, Hrant’a, en azından yazılarından ve konuşmalarından tanıdığım, sevdiğim Hrant’a, ayıp ve yazık olmayacak mı?

Yok eğer bu bünyeyi Hrant’ın arkadaşı olarak kabul etmeyecek olursak (bana göre o şemayı koştura koştura savcıya ileten biri, Hrant’ın arkadaşı kabul edilmemelidir zaten), o zaman Hrant’ın gerçek arkadaşları olduğunu iddia edenler, bu bünyeyi neden deşifre edip kovalamıyorlar?

Benden bu kadar. Bu açmazın gerisini “Hrant’ın Arkadaşları” düşünsün.

Sağlıcakla kalın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder