15 Şubat 2015 Pazar

Özgecanımız


Dün akşam Facebook’ta Özgecan için üç beş kelime yazabilmek için sabahtan beri makinenin önünde oturduğumu ve beceremediğimi yazmıştım. Vaziyet aslında bugün de aynıydı. Biraz hava almak için dışarıya çıktım, kızıma torunuma (o da çok güzel bir kız, henüz dört yaşında, kaygılarım sonsuz) takıldım. İşler daha da kötüye gidebilirdi ki, “yeter” dedim kendime. İstinye Park’ta bir kafede masa başına oturdum ve çalakalem başladım yazmaya. Zoraki olduğu için pek istediğim gibi olmadı, ama artık idare ediverin. Zaten yazının sonunda da bu konuda okumanızı tavsiye ettiğim bir, iki yazının adreslerini vereceğim.

Yazmaya başlamadan önce bir sürü yazıyı, haberi okumuştum. Bunların arasından Yeni Akit gazetesi yazarı “hanımefendi”nin, pembe otobüs öneren “beyefendi”nin twit ve yazılarıyla, bilhassa Nihat Doğan “beyefendi”nin twitleri beni çok etkiledi. Dilerim, bunların biriyle bile herhangi bir yerde karşılaşmam. Artık yaşlıyım, çoluğum, çocuğum var, maazallah.

Empati üzerine birkaç söz


Şunu rahatça iddia edebilirim: Özgecan’ımızın (Allah kahretsin, evlat sayımız giderek artıyor!) son anlarında yaşadığı dehşetin, benzer veya aynı şeyleri yaşamış ama ölümden şu veya bu şekilde kurtulmuş kadınlar dışında, kimse tarafından algılanabilmesi, bir empati kurulabilmesi sözkonusu değildir.  Aynı durum annesi ve babası ile ilgili empati kurmak isteyenler için de geçerlidir.

Bir kız babası olarak şunu söyleyebilirim: Kızım üniversiteyi evden uzakta okudu. Master’ı ise çok uzakta (ABD) yaptı. Düşünün, Özgecan da uzakta okuyordu. Babasının onunla ilgili endişelerini ben anlayabilir ve empati kurabilirim, ama bu acı sonun yıkımı ve üzüntüsü, herhalde bizim endişelerimizin çok sıfırlı bir çarpımından bile kat kat fazladır.

Bu nedenle o sapıklara verilecek cezalar ne kadar ağır olursa olsun, benim bile yüreğim soğumayacakken, o şanssız anne ve babanın yüreklerinin serinlemesi bile beklenemez. Onlar maalesef hayatlarının son gününe kadar yeri doldurulamayacak bie eksikle ve tabiri caizse yarım insanlar olarak yaşayacaklar.

Kusura bakmayın, olayı böyle çarpanlarla, bölenlerle, yarımlarla, biraz katı sayılabilecek ifadelerle anlatmaya çalışıyorum. Duygusallığa kayarsam, bu yazı da bitmeyebilir.

Teselli mi? Bence hayır


İlacımın (beni kurtardı, isteyene özelden adını veririm) bana verdiği sanal sakinlik içinde biraz daha katı, zor telaffuz edilebilecek konulara gireceğim. 

Özellikle mizahta çok kullanılan bir ifadedir, ben de kullanayım: “Şerefsizim, ben bunu daha önce söylemiştim”. Bu günkü ifadede ortaya çıktı ki, o canavar Özgecan’ı tecavüzü beceremediği için, böylesine canavarca öldürdü. Anlaşılan o ki, Özgecanımız, kendisini muhteşem savundu, tecavüzden kurtuldu. Ama bu da ölümünü hem çabuklaştırdı, hem de hunharca olmasına neden oldu. Kendini öyle savunamasa ne değişecekti? Yüzde yüz yine öldürülecekti. Tırnaklardaki DNA’yı hesap edip, kızcağızın ellerini keserek yakan bir cani, minibüsünü, yüzünü görmüş olan bir kurbanı elbette sağ bırakmayacaktı.

Diyeceksiniz ki, ne farkeder? Kahretsin, bu adalet sisteminde, bu erkek ve dinci egemen toplumda çok şey farkeder. Davaların çok iyi takip edilmesi ve bugünkü hassasiyetin duruşma günlerinde de gösterilmesi gerekiyor. Bugün bir dinci gazetede çıktı, “ne malum kızın onları tahrik etmediği?” diyor bir sapık. Bunu derler, “yapmadım, yarım kaldı” derler, “kız bana saldırdı, yüzümü gözümü tırmaladı, kendimi korudum” derler. Derler de derler. Hakimler de “bak, ne diyorlar?” derler.

Otobüslerde, metrobüslerde her gün yüzlerce genç kız, kadın sarkıntılığa maruz kalıyor, ama sesini çıkaramıyor. Neden? Çünkü o erkek suretindeki çamurlar, derhal üste çıkarak, “hem bana sarktın, hem de bağırıyorsun” diyebiliyorlar ve kadınlar kendilerini o erkek çoğunluğunda savunamıyorlar.

Bir başka katı yön:


Geçenlerde bir TV programında konuşmacılardan biri şöyle bir iddia attı ortaya: “Bu ülkede üç mesleğe denetimsiz olarak girilebiliyor, müteahhitlik, politikacılık ve şöförlük”. Her isteyenin denetimsiz olarak, yalnızca yeterli ehliyeti var diye alındığı bir meslekte, istatistiksel olarak belli sayıda sapığın olması normaldir. Batı ülkelerinde kamu araçlarında (taksi dahil) şöför olmaya kalkanın, periyodik denetimlerle anası ağlar. Bizde sadece ehliyete bakılır. Çünkü bu işte bir avanta yoktur.

Ayrıca polis doğru dürüst bir araştırma yapsa, gazete, TV ilanlarıyla soruştursa, bu canavarın başka suçlarına da muhakkak erişecektir. Kimse bir anda tecavüzcü katil kesilmez, o yaşına gelene kadar mutlaka daha önce de benzer işler yapmış, belki kimseyi öldürmediği için ve kadınlar da korku ve utançlarından şikayetçi olamadıkları için, yakayı ele vermemiştir.

Şimdi de toplumsal tefessüh


Tefessüh kelimesi günümüz Türkçesinde kokuşma, tefessüf etmiş deyimi de kokuşmuş olarak karşılanıyor. Nedense eskisi bana daha yakın, daha vurgulu geliyor.

Sırf eski dönemleri öven bir nostalji meraklısı olmak istemem, ama eskiler hakikaten güzeldi. Daha bugün TV’de anlattılar, dolmuş şöförü dikiz aynasından arkayı gözetler, bir kadını rahatsız eden birini görürse, el frenini çeker, inip adamı arabadan atardı.

Ama benim vurgulamak istediğim başka bir nostaljik durum var. Çok eski zamanlarda değil, aşağı yukarı on-onbeş yıl önce, babalar, suç işleyen oğullarını, kızlarını kendi elleriyle teslim ederler, bunu yapmasalar bile kurtarmak için yasadışı yollara başvurmazlardı. Hele onları kendi suçlarına ortak etmeleri asla sözkonusu değildi. Adı bilinen mafya babalarının evlatlarının çoğu, babaları tarafından yasadışı işlerden uzak tutulmuş, işlerin sürmesi yeğenlerle, akrabalarla sağlanmıştır. Oğul ya da kız ise okutularak meşru işlere yönlendirilmiştir. Bir zamanlar her gün küfür ettiğimiz Süleyman Demirel, yeğeni Yahya Demirel hayali ihracattan yakalandığında, “benim adım Süleyman, Yahya değil” demiş ve yeğeninin kurtulması için girişimde bulunmamıştır. 

Bu kadar nostalji yeter, belli bir ölçü verebilmek için. Özgecan’ı ilk duyduğumda ve zanlıların ikisi baba-oğul olmak üzere üç kişi olduklarını öğrendiğimde, maalesef bana hiç aykırı gelmedi. Tek düşündüğüm “yuh, bu da mı oldu?” idi. Neden? İlk haberlerde üç kişi tecavüzün de suçlusu olarak açıklandı. Hanım kızlarımız kusura bakmasın, biz yatılı okuldan yapılan genelev seferlerinde arkadaşların aynı kadınla beraber olmamasına dikkat eden bir nesilden geliyoruz. Burada ise bir baba-oğulun aynı tecavüz suçunun ortakları olması, bizim nostaljik anlayışımıza aykırı olsa da, bana bugünün baba-oğul ilişkisine aykırı gelmedi.

Sonradan meydana çıktı ki, ilk eylem yalnızca oğula ait, ama baba böylesi bir eylem karşısında bile, oğlunun yanında yer alıyor ve yakma eylemine bizzat katkıda bulunuyor. Böyle bir şeyi bizim babalarımız asla yapmazdı, bundan eminim. Bu cürüm, son on-onbeş yılda, “dar’ül harp’te her şey mübahtır, günahı, ayıbı yoktur” anlayışının toplumun en alt kesimlerine kadar inmesi nedeniyle kolayca yapılmıştır.

Bu ilişki türünden hatırladığım ilk örnek, Türk Müziği sanatçısı Sevim Tanürek’in RTE’nin oğlu Burak’ın kullandığı arabayla ezilmesi ve sonrası (Big Boss, Mustafa Hoş), sonra AKP iktidarının başından bu yana gelişen modern baba-oğul, baba-kız ilişkileri. Hani derler ya, imam osurursa, cemaat (paralel değil) mıçarmış. İşte öyle.

Yıllardan beri bu seçimlerin son seçimler olması ihtimalini öne sürüyorum. Çok bilinmeyenli bir denklem. Belki başarılı olabilir ve demokrasiyi kurtarabiliriz. Ama oğlunun sapık cinayetine suç ortağı olan babaların varolabildiği bir toplumu rehabilite etmek çok uzun soluklu ve çok zor bir faaliyet olacak maalesef.

Okunması gereken yazılar:

“Özgecan’ı Öldürdüler”, “riya tabirleri” blog, Ümit Kıvanç, 14 Şubat 2015

Anlatılanların herkesin başına gelmesini istemem, ama tecavüzcü katiller için, özellikle de çocuk tecavüzcüleri için çok da itiraz etmem, yüreğim biraz serinleyebilir:
Ekşi Sözlük, “Özgecan Aslan” başlığı, sayfa 4, 39 no.lu entry, yazarı zarri  ...

Sağlıcakla kalın (ne kadar kalabilirseniz).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder