23 Şubat 2015 Pazartesi

Kendini onaylama, hayat amacı olamaz ki!” üzerine* (1)


Bu yazı biraz karmaşık olacak, baştan belirtmeliyim bunu. Mesela yazının ilerki bölümlerinde italik ve sarı harflerle yazılmış parçalar olacak. Bunlar benim kelimelerim değil. Bu ifadelerin yer aldığı bir yazıya, belki bazılarınızın tahmin etmiş olduğu üzre, bir blogta rastladım. İfadeleri, aslını bozmamaya çalışarak, oradan aldım. Yazının başlığı: Kendini onaylama, hayat amacı olmaz ki!

Adeta kendince beni ve bana benzeyen insanları hedef almış ve yine adeta hedefi tam ortadan vurmuş gibi algılanabilecek olan bu yazı üzerine bir şeyler karalamak zorunluydu.

Bir yandan da yazının özüne dokunmamak, orada serdedilen fikirlerden doğrudan yararlanabilmek için, yazının çoğu cümlelerini aslına sadık kalarak, bazılarını da içerik bakımından aslını bozmayacak şekilde kullanmayı seçtim. Yazının aslını okuyanlar, herhangi bir tahrifata başvurmamış olduğumu teslim ederler sanırım. Bir kez daha belirteyim, alıntılar benim yazımın içinde italik harflerle sarı renkte yazıldı.

Bu yazının hemen ardından, belirli bir geçmişi bilmeyenler ve bu yazıdan pek bir şey anlamamış olanlar için ikinci bir yazı gelecek. Güzel anektodlar da var. Sizden talebim, eğer şımarıklık olarak görmeyecekseniz, o ikinci yazıdan sonra bu yazıyı yeniden okumanız. Sanırım o zaman yeterince aydınlatıcı olacaktır.

Haa, unutmadan!

İtalik ve sarı yazılan kısımları alıntıladığım yazının bulunduğu bu blog, bir “yetmez, ama evet” önderine ait.

İki gün bu yazıyla idare ediverin ya da bekleyin, daha sonra ikisini bir arada okursunuz.

Kendi beyanına göre yazarın meselesi, kendini onaylama peşinde koşma… Yazar, siyaset tartışmalarında ne kadar çok insanın, hattâ yüzlerce, binlerce insanı kapsayan hareketlerin, partilerin başındaki kişilerin derdinin aslında bu olduğunu görmek ne kadar acı diyor. O kadar büyük ya da ünlü adamlara, liderlere kadar gitmeye gerek yok. Ben de kendimi bu kategoriye koyabilirim. Hattâ şunu açıkça söyleyebilirim ki, bu yazı benim kendimle hesaplaşmaya girişmeme yol açtı. Belki bu sözlerle ifade ediyor olmak bana zor geliyor olabilir, ki öyle, bir an kendimi acınası bir fırsat avcısı olarak gördüm. Kendini onaylama fırsatı avlamanın yanı sıra, anlamsız bir hayata anlam katmanın da peşinde olduğumuzu da farkettim. Çünkü hayatlarımız anlamsız (bizimkiler, yazarınki değil). İnsan, pek çok şeyden şikayet ederek, ama bunların hiçbirini değiştirebilecek hiçbir şey beceremeyerek yaşadıkça, öyle görünüyor ki, böyle ihiyaçları hem artıyor hem derinleşiyor imiş. Öte yandan, bu bir varoluş tarzı imiş. Aslında hiçbir yükümlülüğünüz de olmuyormuş.

Yazı devam ediyor


Siyasi,toplumsal mevzularda atıp tutmaktan kolayı yoktur. Nitekim, ben de kendi bloğuma başladığımdan bu yana siyasi, toplumsal mevzularda atıp tutuyorum. Kolay bir iş. Bu kolaylık, şu zorlu soruyu ortadan kaldırmıyor: Hemen her zaman çok boyutlu, öylesi de böylesi de olan, şunu ama şunu da hesaba katmak gereken durumlarda, nereden geldiği belirsiz bir güvenle, elbette herhangi bir mesnedi olmaksızın ardarda dizilen yüzeysel hükümlerle, günümüzde buna eşlik etmesi galiba zorunlu bir kibirle “ben zaten işi çözmüştüm” mesajları saçınca acaba ne elde ediliyordu? Kendini onaylama? Herhalde. Tek ihtimal.

Kendi gibi düşünmeyenler hakkında konuşan insanın, ötekilerin ne düşündüğünü en azından bir müddet anlamaya çalışıp çalışmadığı o kadar hissedilebilen bir şey ki, başkalarına aptal diyenlerin öncelikle bunun hissedilmediğini sanmakla kendilerinin aptallık ettiğini bilmelerinde fayda var. Belki o insan senin hesaba katmadığın birşeyleri hesaba kattı - olamaz mı? Belki senin hiç önemsemediğin şeyler onun için önemliydi, onun için seninkinden farklı çözümler arıyordu – kabahat mi? Tek doğru olma konumu sana bahşedilmişse, kabahat tabiî.

Maddî imkânların, bunca eşitsizliğe ve adaletsizliğe rağmen böylesine genişlediği bir zamanda insan zihninin ve ruhunun giderek sığlaşması, daralması, benmerkezciliğin gözleri görmez, kulakları duymaz hale getiriyor oluşu, adamın hayatla bağını, ilişkisini zayıflatıyor.

Belki bütün bunların yerine, “sen kimsin, hayatta ne yaptın ki ona buna şunu diyorsun?”la yetinmek lazım. Veya görmezden gelmek. Ama olmuyor. İnsan üzülüyor.

Yazı bitti

Blog yazısından yapacağım alıntılar bitti. Zaten yazı da bitti. Aslında başındaki üç paragraflık bir girizgah dışında yazının tamamını alıntı olarak kullandım.  O girizgahı da bu “kendini onaylama” konusuyla doğrudan ilgisi olmadığı için, bu yazıma almadım. Ama bir konuda sonuna kadar müsterihim: Alıntıların alınışında, dizilişinde hiçbir ahlâksız yola başvurmadım, hile yapmadım. Bazen şahıs kipine uyması için ufak eklerde bulundum. Bundaki amacım da yapılan suçlamayı benim de belli ölçülerde benimsediğimi vurgulamaktı.

Bu yazıyı tamamlamasını amaçladığım bir sonraki yazımın içeriği, uzunluğu, üslubu, şiddeti gibi özellikleri konusunda henüz tam bir karara varamadım. Ama o yazıyı beklemeden, burada yapmak istediğim bir değerlendirme var. Alıntıları kullandığım blog yazısı bence biraz aceleye gelmiş olmasına rağmen, oldukça ustaca, ama biraz da asabice yazılmış. Bazı cümlelerin uzun ve bazen de karmaşık olmasını bu fasılda değerlendirmiyorum. Bu hatayı ben de çoğu zaman yapıyorum. Benim bahsettiğim içerik. Ustaca olan o. Öyle ustaca ki, fikrine güvendiğim birkaç kişi, “herif sana neler yazmış, gördün mü?” demeselerdi, ne kadar içim gidiyor olsa da, bu iki yazıyı yazamayacaktım. Yani gelgele gelmeyecektim. Korktuğumdan değil, asla, onun kime yazdığı anlaşılamıyorsa, benimki de anlaşılamayabilir, boşa gitmesin diye. Ama anlaşılabilecekse de  boş vermek olmaz. Yazarın kendisi de, takipçileri de yanlış izlenimlere kapılabilirler.

Bu yazım nedeniyle yazar rahatça “sana giren çıkan mı var? Neden üstüne alındın?” diyebilir. Bilemem, belki beni veya bizi muhatap aldığını göstererek şöhretini paylaşan birileri haline getirmek istememiştir. Belki de, o kadar çok üzülmüştür ki, bir de isim veya bunlar ya da şunlar (Ergenekoncu vb.) gibi dar bir kategori adı vererek, acıklı, ona üzüntü veren halimizi iyice teşhir etmek istememiştir. Ne bileyim? Ama şundan neredeyse çok eminim, “gördüğü bazı tweet’ler” öncesindeki “belki bazılarınızın tahmin etmiş olduğu üzre” ifadesini de gözönüne alacak olursak, yazı çok bariz bir adrese işaret ediyor. Adresi o açıklamadığına göre, bana da açıklamak düşmez. Ben üstüme alınır, fıkradaki horoz gibi, vazifemi yaparım. Gerisi onun bileceği iş.

Bize de, biraz değiştirerek söylenecek bir şey kalıyor: “Birileri, savaşa davet etti bizleri, davetleri kabulümüzdür”.


* riyatabirleri.blogspot.com.tr    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder