“Kendini onaylama, hayat amacı olamaz ki!” üzerine* (1)
Bu yazı biraz karmaşık olacak, baştan belirtmeliyim bunu. Mesela yazının
ilerki bölümlerinde italik ve sarı harflerle yazılmış parçalar olacak. Bunlar benim kelimelerim
değil. Bu ifadelerin yer aldığı bir yazıya, belki bazılarınızın tahmin etmiş olduğu üzre, bir blogta rastladım.
İfadeleri, aslını bozmamaya çalışarak, oradan aldım. Yazının başlığı: Kendini onaylama, hayat amacı olmaz ki!
Adeta kendince beni ve bana benzeyen insanları hedef almış ve yine adeta
hedefi tam ortadan vurmuş gibi algılanabilecek olan bu yazı üzerine bir şeyler
karalamak zorunluydu.
Bir yandan da yazının özüne dokunmamak, orada serdedilen fikirlerden
doğrudan yararlanabilmek için, yazının çoğu cümlelerini aslına sadık kalarak,
bazılarını da içerik bakımından aslını bozmayacak şekilde kullanmayı seçtim.
Yazının aslını okuyanlar, herhangi bir tahrifata başvurmamış olduğumu teslim ederler
sanırım. Bir kez daha belirteyim, alıntılar benim yazımın içinde italik
harflerle sarı renkte yazıldı.
Bu yazının hemen ardından, belirli bir geçmişi bilmeyenler ve bu yazıdan
pek bir şey anlamamış olanlar için ikinci bir yazı gelecek. Güzel anektodlar da var. Sizden talebim,
eğer şımarıklık olarak görmeyecekseniz, o ikinci yazıdan sonra bu yazıyı
yeniden okumanız. Sanırım o zaman yeterince aydınlatıcı olacaktır.
Haa, unutmadan!
İtalik ve sarı yazılan kısımları alıntıladığım yazının bulunduğu bu blog, bir
“yetmez, ama evet” önderine ait.
İki gün bu yazıyla idare ediverin ya da bekleyin, daha sonra ikisini bir
arada okursunuz.
Kendi beyanına göre yazarın meselesi, kendini onaylama peşinde koşma… Yazar, siyaset tartışmalarında ne kadar çok insanın, hattâ yüzlerce, binlerce
insanı kapsayan hareketlerin, partilerin başındaki kişilerin derdinin aslında
bu olduğunu görmek ne kadar acı diyor. O kadar büyük ya da ünlü adamlara,
liderlere kadar gitmeye gerek yok. Ben de kendimi bu kategoriye koyabilirim.
Hattâ şunu açıkça söyleyebilirim ki, bu yazı benim kendimle hesaplaşmaya
girişmeme yol açtı. Belki bu sözlerle ifade ediyor olmak bana zor geliyor
olabilir, ki öyle, bir an kendimi acınası
bir fırsat avcısı olarak gördüm. Kendini onaylama fırsatı avlamanın yanı sıra,
anlamsız bir hayata anlam katmanın da peşinde olduğumuzu da farkettim. Çünkü hayatlarımız anlamsız (bizimkiler, yazarınki değil). İnsan, pek çok şeyden şikayet
ederek, ama bunların hiçbirini değiştirebilecek hiçbir şey beceremeyerek yaşadıkça,
öyle görünüyor ki, böyle ihiyaçları hem artıyor hem derinleşiyor imiş. Öte yandan, bu bir varoluş tarzı imiş. Aslında hiçbir yükümlülüğünüz de olmuyormuş.
Yazı devam ediyor
Siyasi,toplumsal
mevzularda atıp tutmaktan kolayı yoktur. Nitekim, ben de kendi
bloğuma başladığımdan bu yana siyasi, toplumsal mevzularda atıp tutuyorum.
Kolay bir iş. Bu kolaylık, şu zorlu
soruyu ortadan kaldırmıyor: Hemen her zaman çok boyutlu, öylesi de böylesi de
olan, şunu ama şunu da hesaba katmak gereken durumlarda, nereden geldiği belirsiz
bir güvenle, elbette herhangi bir mesnedi olmaksızın ardarda dizilen yüzeysel
hükümlerle, günümüzde buna eşlik etmesi galiba zorunlu bir kibirle “ben zaten
işi çözmüştüm” mesajları saçınca acaba ne elde ediliyordu? Kendini onaylama?
Herhalde. Tek ihtimal.
Kendi gibi düşünmeyenler
hakkında konuşan insanın, ötekilerin ne düşündüğünü en azından bir müddet
anlamaya çalışıp çalışmadığı o kadar hissedilebilen bir şey ki, başkalarına
aptal diyenlerin öncelikle bunun hissedilmediğini sanmakla kendilerinin aptallık
ettiğini bilmelerinde fayda var. Belki o insan senin hesaba katmadığın
birşeyleri hesaba kattı - olamaz mı? Belki senin hiç önemsemediğin şeyler onun
için önemliydi, onun için seninkinden farklı çözümler arıyordu – kabahat mi?
Tek doğru olma konumu sana bahşedilmişse, kabahat tabiî.
Maddî imkânların, bunca
eşitsizliğe ve adaletsizliğe rağmen böylesine genişlediği bir zamanda insan
zihninin ve ruhunun giderek sığlaşması, daralması, benmerkezciliğin gözleri
görmez, kulakları duymaz hale getiriyor oluşu, adamın hayatla bağını,
ilişkisini zayıflatıyor.
Belki bütün bunların
yerine, “sen kimsin, hayatta ne yaptın ki ona buna şunu diyorsun?”la yetinmek
lazım. Veya görmezden gelmek. Ama olmuyor. İnsan üzülüyor.
Yazı bitti
Blog yazısından yapacağım alıntılar bitti. Zaten yazı da bitti. Aslında başındaki
üç paragraflık bir girizgah dışında yazının tamamını alıntı olarak kullandım. O girizgahı da bu “kendini onaylama”
konusuyla doğrudan ilgisi olmadığı için, bu yazıma almadım. Ama bir konuda
sonuna kadar müsterihim: Alıntıların alınışında, dizilişinde hiçbir ahlâksız
yola başvurmadım, hile yapmadım. Bazen şahıs kipine uyması için ufak eklerde
bulundum. Bundaki amacım da yapılan suçlamayı benim de belli ölçülerde benimsediğimi
vurgulamaktı.
Bu yazıyı tamamlamasını amaçladığım bir sonraki yazımın içeriği,
uzunluğu, üslubu, şiddeti gibi özellikleri konusunda henüz tam bir karara
varamadım. Ama o yazıyı beklemeden, burada yapmak istediğim bir değerlendirme var.
Alıntıları kullandığım blog yazısı bence biraz aceleye gelmiş olmasına rağmen,
oldukça ustaca, ama biraz da asabice yazılmış. Bazı cümlelerin uzun ve bazen de
karmaşık olmasını bu fasılda değerlendirmiyorum. Bu hatayı ben de çoğu zaman
yapıyorum. Benim bahsettiğim içerik. Ustaca olan o. Öyle ustaca ki, fikrine
güvendiğim birkaç kişi, “herif sana neler yazmış, gördün mü?” demeselerdi, ne
kadar içim gidiyor olsa da, bu iki yazıyı yazamayacaktım. Yani gelgele gelmeyecektim. Korktuğumdan değil,
asla, onun kime yazdığı anlaşılamıyorsa, benimki de anlaşılamayabilir, boşa
gitmesin diye. Ama anlaşılabilecekse de boş vermek olmaz. Yazarın kendisi de, takipçileri de yanlış
izlenimlere kapılabilirler.
Bu yazım nedeniyle yazar rahatça “sana giren çıkan mı var? Neden üstüne
alındın?” diyebilir. Bilemem, belki beni veya bizi muhatap aldığını göstererek
şöhretini paylaşan birileri haline getirmek istememiştir. Belki de, o kadar çok
üzülmüştür ki, bir de isim veya bunlar ya da şunlar (Ergenekoncu vb.) gibi dar
bir kategori adı vererek, acıklı, ona üzüntü veren halimizi iyice teşhir etmek
istememiştir. Ne bileyim? Ama şundan neredeyse çok eminim, “gördüğü bazı tweet’ler” öncesindeki “belki bazılarınızın tahmin etmiş olduğu üzre” ifadesini de
gözönüne alacak olursak, yazı çok bariz bir adrese işaret ediyor. Adresi o açıklamadığına
göre, bana da açıklamak düşmez. Ben üstüme alınır, fıkradaki
horoz gibi, vazifemi yaparım. Gerisi onun bileceği iş.
Bize de, biraz değiştirerek söylenecek bir şey kalıyor: “Birileri, savaşa davet etti bizleri,
davetleri kabulümüzdür”.
* riyatabirleri.blogspot.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder