12 Şubat 2015 Perşembe

Üst akıl mı? Derin devlet mi?


Devletin tepesinde bir şeyler oluyor. Ve daha bir şeyler de olacak gibi gözüküyor. Bunlar, şimdiye kadar alıştığımız tavırların, senaryoların, söylemlerin biraz dışında. İktidarda olduğu on üç yıl boyunca AKP’de görmeye alıştığımızdan farklı bir hava, farklı rüzgarlar esiyor. Aslında gelişmeler o kadar hızlı ve bazılarının kökleri o kadar eski tarihlere uzanıyor ki, hepsini bir yazıda verebilmek kesinlikle imkansız. Bu konularda şimdilik bazı adresler vermekle yetineceğim. Arada bir de yetişebildiğim kadarı hakkında kendi görüşlerimi yazmaya gayret edeceğim.

Aslında başlığı oluşturmuştum, ama yazıyı yazmaya başlayınca bana hatalı geldi. Hemen düzeltmek gerek. TC derin devleti, bugünkü bu ilginç, hatta garip rüzgarları yaratabilecek güçte olsaydı, bunu yıllar evvel yapardı. TC derin devleti bence bugünkü gücüyle, bugünkü koşullarda, değil farklı bir rüzgar, hafif bir meltem esintisi bile yaratamaz. Belki Sabih Kanadoğlu gibi bir figürü kullanarak, zaten çok korkmakta olan bir adamcağızı Yüce Divan ile biraz daha korkutabilir, o kadar.

Bırakalım şimdi devletin tepesini. Bu derin devlet meselesine biraz girelim.

“Derin Devlet” Aslında Nedir? Ne Değildir?


Bizim cin fikirli solcu arkadaşlarımız, her türlü vukuatı derin devletin üzerine atmakta çok mahirdir. Onların hayalindeki derin devlette, MİT’in neredeyse tamamı, kaç kişiden oluştuğu belli olmayan Kontrgerilla, Ordu’nun içinde güçlü bir kesim, Emniyet’in bir bölümü, bunlara akıl veren bir sürü akademisyen, gazeteci, holding patronu, yani “Ergenekon” tam kadro yer alır. Ukalalık etmiş olmayayım ama, dünyada hemen her ülkede varolabilen, hatta olması zorunlu derin devletler, asla bu kadar kalabalık kadrolara sahip değildir. Nedeni çok basit: O kadar kalabalık kadronun koruyabileceği bir sır olamaz. Ayrıca o kadar kalabalık bir kadronun eninde sonunda mutlaka kendi içinde cılkı çıkar.

Başka bir yanlış anlamaya da mahal vermeyelim: Eğer derin devlet, benim ifade etmeye çalıştığım gibi dar, az sayıda insandan oluşan bir yapı ise, bunu oluşturanların mutlaka MİT Müsteşarı, Genel Kurmay Başkanı, Emniyet Genel Müdürü, üniversite rektörleri, gazete ve TV yayın yönetmenleri, TÜSİAD başkanı gibi en tepedeki isimler olması gerekmez. Tek bir örnek vereyim: Ordu’yu temsilen Hilmi Özkök’ün derin devlet üyesi olduğunu bir düşünün, komik değil mi? Ama günahı boynuna, Karadayı bence uyan bir örnek sayılabilir.

Yukarıda saydığım her kurumda bir ya da iki kişi, gerçek derin devletin üyesi olabilir. Özellikle bizim ülkemiz için işin acıklı tarafı, devletin tüm kadrolarının dönem dönem kendilerini  derin devlet olarak görebilmesidir. Buna en iyi örnek de, Dink cinayetiyle ilgili olarak yargılanan ve ceza alan jandarma yüzbaşısıdır. O zavallının bu işe ne kadar dahil olduğu hakkında, muhtemelen üstlerinin haberi bile yoktur. O aslan parçası büyük ihtimalle kendisini derin devlet zannetmiştir. İkinci ve komik örnek olarak da Ergenekon Davası’ndaki madalyonlu albay verilebilir. O da kendisini JİTEM’in kurucusu ve TC derin devletinin önemli adamı olarak görüyordu.

Bu konuda dünyadan da çok sayıda örnek verilebilir. Örneğin ABD ile ilgili olarak, Baba ve Oğul Bush’un da üyesi olduğu, Yale Üniversitesi’nde bir mezunlar cemiyeti olan “Skulls and Bones” ABD derin devletinin önemli bir parçası olarak gösterilir. Bir defa böyle bir cemiyet gerçekten ABD derin devletinin parçası olsaydı, bunun ve üyelerinin adı bilinmezdi. Diğer taraftan bu cemiyet üyelerinden birkaç kişi mutlaka ABD derin devletinin üyesidir, ama sadece o kadar. Aynı şekilde ABD Yüksek Mahkemesi’nin de en az bir üyesi mutlaka ABD derin devletinin bir üyesidir, ama tümü asla değildir.

TC derin devletinin bugün en fazla yapabileceği, farklı ve güçlü bir başka iradenin (biz ona üst akıl diyelim) plan ve faaliyetlerine destek olabilmektir. Bu durumda da zaten TC derin devleti, derin devlet olmaktan çıkar. Çünkü, bu tanımlama belki solcu arkadaşlarımızı irrite edecek olabilir ama, derin devlet daima ulusalcıdır, vatanseverdir. Dönem dönem menfaat gereği birilerine bağımlıymış gibi görünebilir, yani kontrgrillanın masraflarını ABD’ye ödetebilir, ama kendi hissiyatına göre daima temel kaygısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatleridir.   

Dönelim Bizim Devletin Tepesine


AKP, ilk yıllarında parti içinde istişareye açık bir görüntü sergiliyordu. Nitekim, daha sonra partiden ayrılmış kurucuların çoğu, bu dönemden bahsederken, fikirlerini açıkça ifade edebildiklerini, bunların serbestçe tartışılabildiğini söylüyorlar. Taban açısından Kızılcahamam, Afyon vb. toplantılar, seslerini tepeye iletebilmenin bir yolu iken, özellikle kurucu üyelerden oluşan ekip, parti politikalarının belirlenmesinde önemli bir ağırlık koyabiliyordu.

Ben, solcu liberal kardeşlerimizin o dönemde biraz da bu oltaya geldiklerine inanıyorum. AKP’ye bakıp dediler ki: “İlk defa bir partide politika ortaklaşa belirleniyor, işte ileri demokrasiye ancak böyle gidilebilir, yaşasın. Biz de buna kol kanat gerelim, destek verelim”. Tabii, bu coşkuyu yaşarken, din nedir, dindar kimdir, dinci kimdir, Vahhabilik nedir, Türk toplumu nasıl bir varlıktır gibi soruların cevaplarını bilmiyorlardı. Sol liberal olarak nitelenen yazarların yazılarını geriye doğru inceleyin. Yıllarca her fırsatta, bazen ardarda günlerce CHP aleyhine küfür günah yazan ve AKP’yi neredeyse göklere çıkaran liberallerimizin en önemli temsilcilerinden birinin AKP aleyhine yazdığı ilk yazı, Bilgi Üniversitesi kampüsünde içkinin yasaklanmasından sonradır.   

Parti içinde bu “demokratik” durum giderek tek adam hakimiyetine evrildi. Aslında bu konuda dünyada yapılmış bir dolu psikolojik, psikiyatrik, sosyolojik araştırma vardı ve bunların tümü de “Hubris Sendromu” olarak adlandırılan bir rahatsızlığa işaret ediyordu. ABD’de, dört kez başkan seçilen Roosevelt deneyiminden sonra, aynı kişinin ikiden fazla kez başkanlığa seçilmesi yasayla engellendi. Zaten komplo teorilerine göre Roosevelt de dördüncü başkanlığının sonunu görememiş, uykusunda ölmüştü (!). İngiltere’de bu nedenle Thatcher, daha sonra da Blair en güçlü dönemlerinde koltuğu bırakmak zorunda kaldılar.

Bu Hubris olgusu bizde özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra tepeye vurdu. Hegel ve Gazzali ile rüyasında tartışan, kimbilir kendine daha neler vehmeden bir akademisyen de, başbakanlık koltuğuna oturtuldu. Zannediyordu ki, güçlü bir şahsiyet sergileyecek, hamasi nutuklarla kitleleri kendine hayran bırakacak, yaptıklarıyla RTE’yi tatmin edip ülkeyi kendi hayalindeki noktaya taşıyacak. Bugüne kadar RTE’nin ona yaptıkları zaten ortada, ama bence onun açısından son noktayı koyan, AKP İstanbul kongresindeki “sen bize reisin emanetisin” pankartıdır. Yeri belirlenmiştir, bundan sonra da kendisini yırtmasına gerek yoktur.

Tam böyle diyordum kii, AKP’nin ve devletin tepesiyle ilgili bir sürü bilgi akın akın geldi. Hepsini aklımda tutabilmeme bile imkan yok. Yalnız tespit edebildiğim bir şey var, o da önümüzdeki dönemde AKP’de işlerin çok karışacağı. Ve emin olunuz, bu karışıklıkta TC derin devletinin zerrece katkısı olmayacak. Bir üst akıl projesi olarak adeta yoktan varedilmiş bir RTE ve bir AKP, yine bir üst akıl marifetiyle yepyeni şekillere ve belki de kısmen ademe yol alacak gibi görünüyor (adem=yokluk). Bu arada benim “üstakıl” kavramıyla münhasıran ABD’yi kastettiğimi zannedenler, ayıp ederler.

Şimdi de Gerekli Adresler


Halk TV’de Çarşamba akşamları saat 21.00’de “Yol Haritası” isimli bir program var. Ümit Aslanbay’ın moderatörlüğünde Barış Yarkadaş, Murat Aksoy ve Eren Erdem’in konuşmacı olarak katıldığı bir program.

Ümit Aslanbay, Cumhuriyet, Milliyet, Taraf gibi birçok gazetelerde çalışmış bir gazeteci. Sabıkası, bir dönem Yasemin Çongar’la evli olması. Neyse kurtulmuş.

Murat Aksoy, T24 haber sitesinde köşe yazıları yazıyor. Önemli haber kaynakları var. AB’den, Avrupa Parlamentosu’ndan da haberler alabiliyor.

Eren Erdem, devrimci İslam düşüncesini topluma ulaştırabilmek için kitaplar yayınlayan bir yazar. Kuran odaklı İslam’ı savunuyor. Kitaplarından bazıları: “Abdestli Kapitalizm”, “Şeytan Evliyaları”, “Riya Tabirleri”, “Devrimci Peygamber”.

Barış Yarkadaş ise bir tür Fuat Avni. Şimdiye kadar gerek iktidar cephesinden gerekse muhalafet cephesinden verdiği hemen hiç bir haber yanlış çıkmadı. Bu alanda ilk haberi, RTE’nin Siirt’te okuduğu şiir nedeniyle tutuklanacağı haberiydi. CHP’ye biraz fazla angaje, ama bu haberciliğini etkilemiyor.

Yine Halk TV’de hafta içi her gün saat 11.00 de yayınlanan “Medya Mahallesi” diye bir program var. Ayşenur Arslan, TRT ile başladığı çalışma hayatını birçok TV’de genellikle kamera arkası görevlerde sürdürmüş. Son dönemdeki gazeteci kıyımlarında CNN’de yaptığı Medya Mahallesi’den kovuldu. Yurt gazetesinde yazıyor. Medya Mahallesine her gün farklı konuklar katılıyor. Son zamanlarda programını Çarşamba günleri Hüsnü Mahalli ile Cuma günleri de Barış Yarkadaş ile paylaşıyor.

Sağlıcakla kalın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder