Hrant'ın Arkadaşları (1)
Alman eğitiminin bize faturası, uzun cümleler, uzun yazılar oldu. Cümleleri de, yazıları da bir türlü kısaltamıyoruz. En azından ben yapamıyorum. Yine uzun bir yazı yazdım. Baktım, olmuyor. Uygun bir yerinden ikiye böldüm. Bütünlükleri bozulmadı gibi. Ama bilin ki, (1) ve (2) sıralı. Üşenmeyip ikisini de okuyacaksanız, önce buradan başlayın.
Ne yapmış, ne yapmamış bu “Hrant’ın Arkadaşları”? (1)
"Hrant'ın Arkadaşları"nın çoğunu tanımam”. Kendisi açıkça ifade
etmiş olduğu için bir Ümit Kıvanç’ı tanıyorum, son balkon konuşmasını yaptığı
için belki Murathan Mungan, belki çok yakın çalışmış oldukları için Aydın
Engin, bir de (yakınlığı ileride açıklanacak) Ali Bayramoğlu olabilir. Baskın
Oran da o fasileden sayılıyor. Aman, Etyen Mahçupyan’ı da unutmayalım.
Diğerlerini hakikaten tanımıyorum. Ya da isimleri aklıma gelmiyor.
Önce açıklık getirmem gereken bir konu
var: Bu blogtaki farklı yazılarda birkaç kez Ümit Kıvanç adına rasladınız.
Hatta onun eski bir yazısını da hiç dokunmadan koymuştum bloğa (“Bir YAE’cinin
Amansız Saldırısı” başlıklı yazı). Neden Ümit Kıvanç? Bir takıntı mı? Hayır,
belki bir üzüntü kaynağı, ama takıntı değil benim için. En azından ben öyle
olmadığını düşünüyorum. Üzüntümün nedeni, çok eski ve çok yakın bir arkadaşım
olmasına rağmen, çok farklı noktalara düşmüş olmamız. Tahmin ederim, o benim
şimdi durduğum noktayı bana kendi bakış noktasından yakıştırabiliyordur (darbeci filan diyerek), ama ben onun şimdi durduğu
noktayı ona yakıştıramıyorum. Yani durum iki taraftan bakınca da kötü.
Bu yazımda da adının geçmesi, onun yakından
tanıdığım bir olumlu özelliğinden ve bloğundaki bir yazısından ötürü. Biliyorsunuz, bugün artık yanlışlığı,
kumpaslığı, teatralliği kanıtlanmış olan Ergenekon, Balyoz, OdaTV vb. davalar
sırasında Baransu’nun, Taraf’ın ve savcıların yılmaz ve tavizsiz
destekçileriydi Ümit Kıvanç ve arkadaşları. Aynı şekilde “yetmez, ama evet”
tavrını da eski arkadaşlarından, yoldaşlarından nefret edebilecekleri kadar
fanatikçe savundular. Keser döndü, sap döndü, gün geldi, hesap
döndü. Hayat, onların nefret nesnesi olan ulusalcı, postal yalayıcı,
darbeci eski arkadaşlarını, tarih açısından çok kısa sayılabilecek bir sürede
haklı çıkardı. Bu eski arkadaşlar da yıllardır söyleyegeldikleri, ama
duyuramadıkları şeyleri, "duyulmuyor ama belki okunur" diyerek, "tarihe not
düşelim, unutulmasın bunlar" diyerek satırlara döktüler. Kitaplar, köşe yazıları,
blog yazıları yazarak bu nefretçilerden özeleştiri, hatta özür beklediklerini
vurguladılar. Çıt çıkmadı.
Allah biliyor, hâlâ zaafım olduğundan
mıdır nedir, bu kitaplara ve yazılara bizimkilerden (bizimkiler derken, Birikim
çevresi, çevreden bağımsız olarak da Ümit Kıvanç vb.) belki özeleştiri veya
özür değil, ama şöyle şiddetli bir karşı saldırı beklemedim dersem yalan olur.
Eskiden yaparlardı (Bak. Birikim-Aydınlık, Birikim-Birgün polemikleri vb.). Şimdiki bu sessizlik, bu görmezden gelme, muhatap almama tavırları bana
yabancı. Bu halleri sonradan edinmiş “bizimkiler”.
Ama sonunda beklediğim, kısmen de olsa,
gerçekleşti. Benim tanıdığım Ümit Kıvanç, eleştiriyi muhatap almamak gibi züppe
bir tavıra girecek ya da ne bileyim, sahadan kaçacak bir adam değildir. Yukarıda
bahsettiğim olumlu özelliği de budur. Belki kendisini henüz YAE konusunda bir
şeyler söyleyecek durumda hissetmeyebilir, ama “Hrant’ın Arkadaşları” konusunda
patladı. (Bak. “Hrant’ın Arkadaşları Kadar Taş Düşsün Kafanıza” başlıklı yazı,
“riyatabirleri. blogspot.com”). Aslında bu patlamanın bir benzerini, en
başarılı olduğu mizahi hattâ biraz da sarkastik bir üslupla Şubat 2012
tarihinde Marksist.org’da da yapmış, ama ben onu atlamışım (“Hem Cemaat’e Hem
Ergenekon’a Çalışıyoruz” başlıklı yazı). Tabii bugün okunduğunda aynı mizah
tadını almak zor, ben üzülerek okudum.
Kıvanç, “Hrant’ın Arkadaşları” grubunun
dönem dönem artan ve eksilen sayıda kişilerden oluştuğunu, son dönemde ise mail
grubunda isimleri bulunan toplam on dokuz kişiden ibaret olduğunu belirtiyor.
Kıvanç ayrıca, “Hrant'ın Arkadaşları
adına alınmış, uygulanmış -adalet mücadelesi dışında- herhangi bir siyasî
tavır, tercih vs. yok. Şimdiye kadar aramızdan kimse başka mevzulardaki
tavrını, tercihini Hrant için verilen adalet mücadelesine karıştırmadı. Siyasî
konularda hepimizin her zaman aynı şeyi düşündüğü söylenemez” iddiasında
bulunuyor.
Dediğim gibi, çoğunu tanımıyorum, ama bu grubu oluşturanların yakın siyasi görüşlere sahip
olduklarına, özellikle de “yetmez, ama evet” tavrında çok yakın düşmüş
olduklarına ilişkin kuvvetli bir kanaate sahibim. Tamam, bu bir
varsayım. Haksız da olabilirim. Eğer öyleyse en azından biri çıkıp ben YAE’ci
değilim desin. Derhal özür dilemesini de bilirim.
Ama 2015 yılının 25 Ocak tarihinde
yazılan bir yazıda, hâlâ nefret kategorilerini “Ergenekoncusu, AKP’lisi,
ulusalcı Türk solcusu” olarak sıralayabilirken, hâlâ o destandan (artık bir
dava adı değil, malum) böylesine nefretle bahsedebilen bir zihniyetin, örneğin
“yetmez, ama evet” karşıtı birilerine o "arkadaş” grubu içinde nefes
aldırabileceğine katiyen inanamam.
"Ulusalcı Türk solcusu” derken de büyük
ihtimalle “Türk Solu” adlı ne idüğü belirsiz gruptan yola çıkarak, tüm sola laf
edebilmek amaçlanıyor gibi geldi bana. Şimdi gel de hatırlama, Ergenekon olarak
adlandırılan davada da savcılar, o ufacık grubun Ankara’daki Cumhuriyet yürüyüşünde açmış
olduğu “Ordu Göreve” pankartını bahane ederek, tüm dava sanıklarını ve onların
destekçilerini “darbeci” olarak suçlama fırsatını kaçırmamışlardı. YAE’ciler de
hemen bu fırsatın üzerine atladılar ve kendilerine karşı çıkan, uyaran tüm
solcu kesimlere (yalnızca Türk Solu’na değil) ağızlarını doldura doldura
“darbeci” demekten büyük zevk aldılar. Hrant’ın avukatlarının ve bazı
arkadaşlarının, cinayetin o davaya bağlanması için gösterdikleri çabalar, 26
Ocak 2015 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Orhan Bursalı’nın “Soykırım,
Ergenekon, Hrant’ın Arkadaşları” başlıklı yazısında gerçek alıntılarla görülebilir.
Bursalı'nın yazısına büyük ölçüde katılıyorum. Cinayetin Ergenekon'a bağlanması gayretleri, esas faillerin, onların dahil oldukları örgütlenmenin ve daha da önemlisi, esas varılması gereken yerin ortaya çıkarılmasını engelledi. İktidarın ve Cemaat'in, Zekeriya Öz'ün değirmenine bilmeden su taşıdı bu arkadaşlar.
Yani onlar tarafından "darbeci vb." suçlamalarla karşılaşmış olan kişilerin, bu suçlamalarda bulunanların
“Cemaat’le iş tutuyor olmalarından” şüphelenmesi çok da anormal görünmüyor bana. En azından bazı "arkadaşlar"ın şimdiki konum ya da pozisyon alışları, gerçekten de "acaba birileri bu çocukları yanlış yönlerdirmiş olabilir mi" dedirtiyor. Eğer
birilerince “Cemaat destekçisi” olmakla suçlanmak ağırınıza gittiyse, "yahu,
bizim kim olduğumuzu bilmiyor musunuz, bizi tanımıyor musunuz” filan
diyecekseniz, aynı soruları “darbeci” olarak damgaladığınız insanların da
size sorabileceğini öngörmelisiniz.
Bak yine sinirlendim, durup dururken.
Bugün artık YAE’cilerin ya da “Hrant’ın Arkadaşları”nın böylesi yazılar yazıp,
“işte onlar bize şöyle dedi, bunlar bize böyle dedi, adi ulusalcı Türk
solcuları şunu yaptı, Ergenekoncular bunu yaptı” diyeceklerine, “bizim
siyasi görüşümüz temelde hatalıymış, bütün olayları yanlış değerlendirdik, özeleştiri
veriyoruz, arada olayı doğru tespit etmiş olanlara ettiğimiz küfürler,
hakaretler için özür diliyoruz” demeleri gerekiyor. Yoksa ağzı olan konuşuyor,
bilgisayarı olan yazıyor. Gelinen nokta ortada. Şimdi yeniden sakinleşelim ve
artık yazıyı bitirelim.
Hakkını vermeliyim, aslında Ümit
Kıvanç’ın yazısı, aradaki birkaç ağır sözcüğü çıkaracak olursak, ondan pek
de beklenmeyecek ölçüde adeta alttan alan, grubun kendisine atfedilen günah ve
sorumluluklardan münezzeh olması gerektiğini savunan, yani bir saldırıdan
ziyade bir örtülü savunma havasında bir yazı.
Yazının öyle bir havası var ki, sanki
durumu tüm topluma açıklamanın yanısıra “iftiracılara, uydurukçulara, irili
ufaklı bezirganlara” (Ü.K.) da bir şeyler açıklamaya, öğretmeye çalışıyor.
Bence önceki yazılarına göre çok olumlu bu tavır.
Kavga, kavga, nefret, nefret, nereye kadar?
Dinleyin! Bu gelmekte olan faşizmin ayak sesleri!
Sağlıcakla kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder